1 8 N İ S A N 2 0 0 2
□ Selma Fındıklı’nın yeni romanı ‘Gü müşlü Martı’yı H. Vasfi Uçkan tanıtı yor --- J . sayfada
□ Betül Tarıman, A bdülkadir Bu-dak’ın kitabını tanıtıyor ....8. sayfada
□ Andre Gorz sefaletten kurtuluşun yollannı anlatıyor ... 12. sayfada
□ M. Güler, Cem alettin Aykın’ın “Zor Zam anlar” ını değerlendirdi... .. 18. sayfada
Cumhuriyet
P A R A S I Z E K__________ _ ® i ___________ a _ _________________
kitap
Şiirimizde bir dönemi fcaşte&uje’«
M *
m
m
~ ^ ^Şevket
Rado'ya
Türk şiirine ‘Garip Hareketi’ ve
sonrasıyla büyük Bir ivme kazandıran üç
büyük şairimizin, Orhan Veli, Oktay
Rıfat ve Melih Cevdet Anday’ın,
arkadaşları Şevket Ra do’ya aşağı yukarı
aynı dönemde yazdıkları mektuplar bir
kitapta toplandı. Dönem içinde yaşanan
birçok olav bu mektuplarla yaşamdık ve
doğruluk kazanıyor. Uç şairin yaşamının
ilginç yanları okurlarm bir hayli İlgisini
çekecek.
KEMAL BEK
M
ektup, uygulayımın (teknoloji) yaşamımızı is tila etmediği; sözlü olarak telefonlaşmanın,.ya zılı olarak da fakslaşmanın, e-mailleşmenin, etleşmenin, daha henüz yaşamımıza girmemiş başka aberleşmelerin bilimkurgusal olarak bile bilinmediği zamanlarda, yaşamımızın en önemli araçlanndandı. Ço cukluğumuzda, “Bak postacı gelivor/ Bize selam edi yor,” diye başlayan tekerlemeyle o büyüleyici üniforma-ık ko- ökme-diğine, o karmakarışık zarf yığınları içinde hangi mek tubu hangi eve bırakacağını nasıl şaşırmadan bulabil diğine şaşardık. Çocukluğumuzun büyücülerinden bi riydi postacı.Sonra okulda “mektup türü”nü öğrendik; mektu bun, “özelm ektup”, “işm ektubu”, “edebîm ektup” gi bi türleri vardı. Jules Verne’den Halide Edip’e, Reşat Nuri’ye birçok yazar kimi unutulmaz romanlarını mek tup türünde yazmışlardı. Bir Kadın Düşmanı nın fet tan kahramanı Sara’nın mektuplarını kim unutabilir?^ Sonra büyüyünce bizim de yaşamımıza girdi mek tup. Aşkımızı “Sevgili...” diye başlayan mektuplarla bil dirdik. O zamanlar “Seni seviyorum” sözü bu denli ayağa düşmemişti. Sonra, “Şu sıralar dardayım, acaba bana biraz borç... ” diye ödünç para da istedik mektup la. Kimimiz, “... gerçi ücreti az, ama yine de hiç yoktan iyidir,” diye biten mektuplara sevindik. Çocuğumuzun asker ocağından yolladığı özlem tüten mektubunu oku madan uzun uzun göğsümüze bastırdık. Mektup, “kut sal metin”di bizim için o zamanlar.
sı içinde kapı kapı dolaşan postacıyı izler; ağzı açı ca çantasında tıka basa dolu mektupları nasıl dö
Sonra yaşamımıza, daha doğrusu benim yaşamıma “Z iyaya M ektuplar” girdi. Bu türde ilk okuduğum, Tarancı’nın Ziya Osman Sabaya içini açtığı, benim için unutulmaz kitap... O yıllarda, ünlü yazarların mektup larının yayımlanması “etik” bir sorun sayılmaz, tartış malar da çıkmazdı. Üstelik, biz yazın meraklısı gençler sevinirdik de; sevdiğimiz yazarların “okur”u düşün meksizin yazdığı sereserpe satırları okuduğumuzda on ları daha iyi tanıdığımız için.
Şimdi “ünlülerin mektupîarı”m derleyen yerli yaban- kitaplar, kitaplığımızda birkaç rafı kaplayacak denli aldı. Bunların en yenisi, sözünü ettiğimiz “mektu bun altın çağT’nda, 40’lı yıllarda, üç “Garip” şairin, Or han Veli Kanık, Oktay Rıfat ve Melih Cevdet Anday’ın yaşıtları ve arkadaşları olan yazar-gazeteci Şevket Ra- do’ya yazdığı mektupları derleyen Şevket Rado’ya Mektuplar kitabı. Yazınseverler ve yazınımızın “Ga rip”! konusunda araştırma yapanlar için önemli bir bel- ge(l).
Kamuoyunca tanınmış kişilerin mektuplarının ken
dilerinden izin alınmadan yayımlanmasının doğru olup olmadığı, zaman zaman tartışılmıştır. Anımsadığım son örnek, Attilâ Ilhan’a yazılan mektuplara tepkilerdir. Ki tapta mektubu yayımlanan kimileri bunda şaşılacak bir şey olmadığını ve mektuplarının yayımlanmasına karşı çıkmadıklarını; kimileriyse kendilerinden izin alınma masına sitem ettiklerini söylemişlerdir.
Mektup, yazanın mıdır, kendisine gönderilenin mi dir? Ölmüş bir kişinin mektuplarının yayımlanmasına kalıtçılarının (vârislerinin) izin verme hakkı var mıdır? İzin verilse bile bu mektuplara “sansür” uygulanmalı mıdır? İşte “etik” bir sorun...
Kitaba “Türk Şiirinin Şeytan Üçgeninden Mektup lar” başlıklı bir “önsöz” yazan Enis Batur’a göre, “İki kişi arasındaki yazışmanın her koşulda özel olduğunu savunmak zor değil şüphesiz; (...) Gelgeldim, öteki ku tupta, işin içinden çıkılmasını olanaksızlaştıran kamu ya mal olmuşluk boyutunun beklediğini unutamaz, gör mezden gelemeyiz. (...) Ucu açık kalmaya yazgılı bir tartışma bu.” Çünkü mektup, anı defteri bir yana,
______
O K U R L A R A “Türk şiirinin en gözüpek kolektif hareketlerinden birini yaratan Garip üçlüsünün, farklı yakınlık dozlarıyla ilişkide oldukları Şevket Rado’ya, hareketin en sıcak döneminde yazdığı mektupların ve onlarla ilgili kimi ikonografik parçaların bir kitapta buluşturulması, bana kalırsa, anlamlı bir örnek ortaya koyuyor. Orhan Velinin, Oktay Rifat’ın, Melih Cevdet Anday’ın ortak, kesişen serüvenlerinin olduğu kadar, kişisel güzergâhlarının da okunması açısından ciddî katkılar getirebilecek tanık- metinler bunlar. Yazın tarihçilerinin, araştırma cılarının bu türden bel geler arasında mekik do kuyarak geliştirebilecek leri yorumlar, bir dilin yazınsal cephesi bağla mında vazgeçilmesi güç, başvuru noktalarına ula şılmasını sağlamaları ba kımından da önemli gö rünüyor bana. ” diyor EmsBatur “Şevket Ra do’ya Mektupların” girişindeki yazısında. Gerçekten de Garip şi iri, Orhan Veli, Oktay Rıfat ve Melih Cevdet Anday’la ilgili bir çok konudaki bilgilerimizin yanlışlığını gösteriyor bize hitap.Andre Gorz, çağımızın önemli düşünürlerinden biri. Dilimizde de yayımlanan “Yaşadığımız Sefalet- Kurtuluş Çareleri” kitabıyla, çalışma toplumunun sonunun geldiği ilan ediyor. Gorz la kitabı üzerine yapılmış bir söyleşi ve Nilgün Tutal’ın bir değerlendirmesi yer alıyor sayfalarımızda. Bol kitaplı günler!...
TURHAN G Ü N A Y
K im i»
imtiyaz sahibi: çağ Pazarlama Gazete Dergi Kitap Basım ve Yayın A$ yi temsilenCumhuriyet vakfı adına Ilhan Selçuk o Yayın Danışmanı: Turhan Günay o Sorumlu Mü dür: Fikret İlkiz o Görsel Yö netmen: Dilek AkıskalK Bas kı: Sabah Yayıncılık A$ > İdare Merkezi: Türkocağı Cad. No: 39-41 Cağaloğlu, 34 334 İstan bul Tel: (212) 512 05 050 Rek lam: Publi Media
Selma Fındıklı yen i bir romanla okur karşısında
Gümüşlü M artı
Selma Fındıklı “Gümüşlü
Martı”da 4. Murat dönemini
öyküleştiriyor. Yarattığı
kişileriyle canlı kanlı bir roman
yazmış Fındıklı.
H. VASFİ UÇKAN
“O lm uşum d erd -i firak ınla z â if ş o l h a d d e K im getirm ez h a yâ le nakşım ı nakkaşlar.”
N
esimi’nin bu beytiyle başlayan Sel ma. Fındıklı’nın yeni romanı GÜ- . MÜŞLÜ MARTI okura sunulmuş tur. GÜMÜŞLÜ MARTI altıncı yapıtı Sel ma Fındıklı’nın. Dördü roman, ikisi öykü ler. ilk romanı 1994’te çıkmıştı. O kitabın arka kapağında Ayla Kutlu "... Tertemiz bir dille okura sunuyor Nerede Yüreğim’i. Us ta bir anlatımla yaşayıp bitirilmiş bir tarihi öykülüyor.” diyordu. Evet, Gümüşlü Mar- tı’da da bir tarih övküleşivor. IV. Murat dö nemi. O dönem fonda kalıyor doğal olarak. Yazar için önemli olan romanın kahraman larıdır. Ve bir romanda olması gereken tüm boyutlarıyla iç, dış dünyalarıyla o romanın kişileri. Onlar da nakkaş Yusuf, anası, ba bası, kız kardeşi, Anna (Andelib), Nizam Usta, Despot Rupen, Rahibe Diruhi, Başra hibe Eliza, Rahip Karakin.Selma Fındıklı roman ve öykü yazarı ola rak tanınır; bilinir. Aynı zamanda TRT An kara Radyosu Tiyatro Bölümü’nde drama turg. Onun ikinci kitabı Loş Sokağın Kadın ları (Öyküler) Haldun Taner üçüncülük ödülünü, dördüncü kitabı Ankara istasyo nu (Öyküler) Iş Bankası Büyük Ödülü’nü almıştı. Yani ödüllü bir yazar Selma Fındık lı. Edebiyatımıza “sessiz ama düzeyli” bir giriş yaptığı yazılmıştı bir kitabının arka ka pağında. Bu yeterli değil sanırım. Ona şun ları da eklemek gerekir: Özenli, üretken ve araştırmacı bir yazar. IV. Murad dönemin de pek çok olay vardır elbette. Bunların ba zıları da biliniyor. Böyle olmasına karşın onun Gümüşlü Martı için de ayrıca bir araş tırma yaptığı inancındayım ben. Ve yapmış tır da. Hatta kitapta adı geçen manastır ve kilise (İstanbul’da var mıdır bilmiyorum) varsa oralara da gitmiştir; yoksa eğer başka bir manastıra, kiliseye gidip ilgililerle ko nuşmuştur.
Nereden nereye
Gümüşlü M artı’da Yusuf’un babası Ya- kup devşirmedir. Onu yıllar yıllar önce alıp getirmişler, Galata’da Acemioğlanlar kışla sına teslim etmişler; sonra da Yeniçeri oca ğına, Asesbaşı Bölüğü’ne verilmiş. Annesi ise Bedesten önüne gözleri bağlı olarak ge tirilmiş ve orada satılmıştır. Onu satın alan lar da on dört yaşına geldiğinde adını Ce- maliye olarak değiştirip Yakup adında bir asesle (gece bekçisi) evlendirmişlerdir.
Yusuf yalnızca bunları öğrenebilmiştir ba basından, bir de nasıl nakkaşaneye verildi ğini anımsıyor. Bir ara evde resim çizerken, babası Bu gece devriye nöbetimi tamam eyledikten sonra Paşakapusu’na varıp Ases- başı’nın huzuruna çıkacağım bi’iznillah. Da- lu budağı uzundur onun... Tanır sernakka- şı...” demiştir. Onu nakkaşaneye verecektir babası. Ee baba bu.. Günümüzde yok mu böyle babalar. Kız kardeşi Gülnüş’u Resul Ağa adında oldukça yaşlı, ama paralı bir adamla evlendirdiğine göre onu da verecek tir oraya; onun sevmediği, istemediği nak kaşaneye.. Zaten annesi hastadır, bir süre sonra ölür.
Yusuf’u daha sonra tersanede kalyonlar da nakkaşlık yaparken görürüz. O çalışırken bir martı da kalyonun köşkünde, oradaki
dülgerin türküsünü din ler gibidir. O gümüşlü martıdır. Gümüşlü mar tıyı daha çok görecektir Yusuf. O sırada birden “Kaptan paşa geliyor... Boşnak Paşa.. Topal Re cep Paşa geliyor...” diye bağırarak kaçışmaya baş lar çalışanlar. Yusuf şaşı rır. Bir alay yeniçeri de tersanede, kalyonlarda çalışanlara saldır maktadır. Yusuf’un çalıştığı kalyona çıkan yeniçerilerden biri de ona saldırır ve onun sol ayağmı bileğinden palasıyla keser kopa rır. Yusuf o acıyla kendini boşluğa, denize bı rakır.
Bunun nedeni de kalyonların sefere hazır hale gelmesi gecikmiş de onun içinmiş. “Se fer gecikti bre namerder. Kaptan paşamızın Bahr-i Sefid üzre seferi ziyade gecikti bu yaz” diye saldırırlarmış çalışanlara. IV. Murat dö nemi bu. Kaptan Paşa Akdeniz seferine çı kacakmış da ondan.
Yürekte olan
Yusuf neden sonra bir kilisede gözlerini açar. Yanında bir rahip vardır. Bir de on iki, on üç yaşlarında bir kız çocuğunun aralık
ka-E
ıdan kendisine baktığını görür. Sonra da apı kapanır. Yusuf buraya nasıl geldiğini sorar rahibe. Rahip “Bir kayıkçı kardeşimiz getirdi” der ve anlatır, “Haliç Zindankapı- sı’ndan Yemiş iskelesine zerzevat yükünü boşaltıp geri dönerken bulmuş sizi. Tersane de kopan kıyamette yaralandığınızı anlamış. Ölüden farkmız yokmuş.Ama yine de bileğinizi tuzla bağlayıp bu raya yetiştirdi. Cemaatimizde ünlü bir hekim vardı çünkü”. Hekim gerekeni yapmıştı, aya ğında büyükçe bir sargı vardı Yusuf’un. Ar tık onun bir ayağı yoktu; tek ayakla kaldığı na göre yarım adam sayılırdı. Yusuf böyle düşünüyordu.
Kapı aralığında görünen esmer kız da da ha bebekken kilisenin kapışma bırakılmış. Boynundaki haç Müslüman olmadığım gös terdiği için Anna adı verilmiş, vaftiz edilmiş. O manastırda kalıyormuş. Kimsesizmiş. Bu kilise de o manastırın kilisesiymiş. O kız Yu suf’a manastırda kaldığı sürece arada yeme ğini, suyunu getirir, ona yardım eder, yanla rında kimse yoksa onunla konuşur. Kısaca sı Yusuf’a karşı bir yakınlığı vardı bu kızın. Yusuf’un da öyle. Gözleri hep onu arar, onu görünce içinde bir türlü anlayamadığı kıpır tılar oluşurdu.
Altı hafta kalır manastırda Yusuf. Rahip onun nakkaş olduğunu kendi ağzından öğ rendiği için bundan sonra onlara da bir şey ler yapmasını rica eder. Özellikle kutsal re simler. Böylece onlar yortularda satılacak, Yusuf da para kazanacaktır. Yusuf’un hoşu na gider bu öneri. O ne olacağını, ne yapa cağını düşünürken neyle karşılaştı. Hem de bu öneriyi bir rahip yapıyordu ona ve o ra hibin yardımıyla iyileşmişti, iyileşmiş sayılır dı. Ama bunu, bu öneriyi kabul ettiğini Müs- lümanlar duysaydı...
Yusuf manastırdan ayrılır, baba evinde is tenen resimleri yapmaya başlar. Bitirdikleri ni götürür teslim eder. Yıllarca sürer bu ça lışma. Artık eli de, evi de para görmüştür. Ama onun her manastıra gidişinde görmek istediği biri daha vardır Anna. Asıl o... O da Yusuf’un gelmesini bekler, onu düşünür. Geceleri onunla birliktedir rüyasında, onun ayak sesini duyar gibi olur. Kopan ayak ye rine yaptırdığı sökülüp takılan tahta parça sının o yürürken çıkardığı sesi. Ona olan sev gisini manastırda bir tek Rahibe Diruhi se- zinlemiştir, o bilmektedir. Onunla konuşur ken onun sevdiği despot Rupen’in sözleri kafasında çın çın eder Anna’nın, “Sevmek ten korkma. Öyle sev ki sığmasın yüreği ne...”
Anna Başrahibe Eliza’dan çekinmektedir. En çok ondan. Yoksa Yusuf’un her manas tıra gelişinde koşa koşa yanma gidecektir. Ama manastırın duvarlarına yazılmış In cil’den ayetler aklına gelir, kuralları düşü nür, onu gözleyenleri düşünür, Başrahibe Eliza’yı düşünür. Gerçi istenen bir rahibe olamamıştır. Bu doğru... Yıllardan beri için için bir Müslümam sevmektedir. Nakkaş Yusuf da gene gelmiştir, ayazmadadır işte.
Rahibe Diruni’yle konuşmaktadır Anna. Daha doğrusu Diruhi konuşmakta, o dü şünmektedir; gözleri de ayazmada.. En so nunda konuşur konuşur, Anna’yı iter Diru hi, “Aptallık etme. Hadi git..” der, ayazma yı gösterir. Anna artık dayanamaz. Ona olan aşkı ne yasak dinler, ne günah, ne baskı, ne kural, ne kiliseden kovulma korkusu.. Ora da, masada duran fesleğenlerden bir demet alır ve ayazmaya yönelir. O sırada bir martı çığlık çığlığa uçup pencerelerden birine ko nar. O gümüşlü martıdır.
Yusuf’la evlenirler. Adı da “Andelib” ola rak değişir Anna’nın. Ama bu kez de Yu suf’un kız kardeşi Gülnuş, “O kâfir kız. Onunla aynı çatı altında yaşayamam” diye tutturur. Yaşayamazsa nereye gider?. Gide cek yeri var mı? Kocası ölmüş, kızı evlenmiş, torun torba sahibidir Gülnuş. Gidip dama dının evinde de kalamaz... Tartışma böyle ce sürer gider.
Yusuf’un bir kızı olur. Ne yazık ki doğum da Andelib (Anna) ölür. Çocuğa da M er yem adı verilir. Doğumdan önce söylemişti bunu Anna, “Kız olursa Meryem koyalım..” demişti. Andelib’i (Anna) yitirdikten sonra Yusuf’un sağlığı bozulmaya başlar. Hep onu düşünmekte ve dalıp gitmektedir. Birinde çok kötü olur, artık ona göre “Azrail uzağın da değildir”. Meryem de on bir, on iki yaş larına gelmiştir, ya ölüverirse ne olur?. Gü vendiği, Meryem’i emanet edebileceği bir yakını kalmamıştır, yoktur. Ve sonunda ka rarım verir, kızını manastıra verecektir. Onu tanıyan belki bir iki kişi kalmıştır manastır da.
Nitekim Rahibe Diruhi başrahibe olmuş tur. Ve Meryem’i manastıra götürür babası. Orada M eryem’le bir genç rahibe, Diru- hi’nin isteği üzerine bahçeye gezmeye çıkar lar. işte o zaman konuşmaya başlar Yusuf. Sonunda da “ Anna’yı sizden almıştım on iki yıl önce. Gönülde olmasa bile görünüşte Müslüman olmuştu. Buna hakkım yoktu belki. Şimdi borcumu ödüyorum işte. Kızı mı veriyorum manastırınıza” der.
Evet... Ne vapabilirdi Yusuf?. “Azrail uza ğında değildi” onun, o öyle diyordu ne za mandır. Doğru “uzağında değil” gibi. Peki ölse kim bakar Meryem’e? Kim analık ba balık eder o zaman? Artık kimsesi yoktu Yu suf’un, kalmamıştı. Üstelik Meryem’in ana sı da biliniyordu. Anası neyse kızı da oydu: “Kâfir”... Kız kardeşi bile Anna’ya “Kâfir kız” diye ayak diredikten sonra...
Anna’yla Yusuf’un kendi ağızlarından, anlatıcı olarak kaleme almmış Gümüşlü Martı. Anlatım sıcak ve duyarlı. O dönem de kundağı içinde daha bebekken manastı rın kapışma bırakılmış ve boynunda haç ol duğu için Müslüman olmadığı anlaşılan An na’yla nakkaş Y usuf un öyküsü bu. Yalnız onların öyküsü de değil; biraz da despot Ru- pen’le Diruhi’nin öyküsü. Ama onlar sevgi lerini içlerine gömmüşler. Rupen intihar et miş. Diruhi ona olan sevgisini hep içinde saklamıştır. Oysa Anna’nm sırdaşıydı o, ona yol göstermişti, hem de hırsla Yusuf’un oturduğu ayazmaya doğru iterek. Ne var ki o Anna’nm yaptığını yapamamıştı işte. ■
Gümüşlü Martı/ Selm a Fındıklı/ Koman/
R em zi K itabevi/ 160 s.
ÖZÜR: Fethi Naci’nin yazısı bu hafta elimize ulaşmadığı için kullanamıyoruz.
BİR DE DÜZELTME: Geçen haftaki sayımızın kapağmda yer alan Nazan Ip- şiroğlu ile söyleşiyi Zehra Ipşiroğlu ger çekleştirmişti. Yanlışlıkla Jale Parla’nm adı yayımlandı. Düzeltir, özür dileriz.
Kapak konusunun devamı... *•“ şinin en özel kalıcı belgesi’’midir. Bana kalırsa, “çok çok özel” bölümleri dışında, herhangi bir sanatçının mektup larının yayımlanması gereklidir; mektup lar, o sanatçıyı çok daha iyi tanımamızı sağlamaktadır; hem zaten, sanatçı, yapıt larıyla kendisini okura açmamış mıdır? Dolayısıyla yaşamöyküsü yazarları, ince lemeciler, eleştirmenler için de bulun maz hazinedir mektuplar. Elbet de esas olan, mektubu yazanın, yayımlanmasına izin vermesidir. Ölmüş sanatçıları adına da izni kalıtçıları verecektir.
Şevket Rado’ya M ektuplar kitabı, Enis Batur’un yukarda sözünü ettiğimiz yazısıyla başlıyor. Kitabı düzenleyen Emin Nedret Nişli’nin bu mektupları derlemesinin öyküsünü ve üç “Garip- çi”nin Şevket Rado’yla arkadaşlıklarını anlatan “Dört Arkadaş” başkklı yazısın dan sonra, mektupları içeren “Orhan Ve li Kanık Mektuplar/Belgeler”den olu şan ana metinlerle sürüyor. Nişli, kitaba, mektupları daha iyi anlamamıza yardım cı olacak 97 not eklemiş. Kitabın son bö lümü, her çağdaş kitapta bulunması ge reken “dizin” bölümü. Kitapta yer alan; Rado’nun, O. Velinin, M. Cevdet’in ve O. Rifat’ın çok sayıda fotoğrafı, yapıta bir küçük albüm niteliği kazandırıyor.
Mektuplar yazıldığı sırada Ankara’da olan üç arkadaşın İstanbul’daki Rado’ya yazdıkları, genellikle kendi yazılarının ve yapıtlarının İstanbul’da basımıyla ilgili “iş mektubu” olarak nitelenebilir. Bu yargıya en çok uyanlar, Orhan Veli’nin yazdıklarıdır; O. Veli, mektuplarında he men hiç özel yaşamından söz etmemek tedir. Buradan, O. Veli’nin Şevket Ra do’yla, öteki iki “ Garip’’çiden daha az yakın olduğu çıkarılabilir mi:
“Akşam g a z etesin d e sen in b ir Kitabi- y a t sütunun var. Bu g ön d erd iğim yazıyı orada n eşretm en i istiyorum . E ğer orada n e şretm en d oğru olm azsa başka tarafa koydur. Şiir hakkında bazı yazılar yazdım. Fıkra bü yük lüğünde yazılar. Bana bildirir sen o yazıları da gön deririm . Bir ta n esi nasır v e S üleym an E fendi m ü n a seb etiyle yazılm ış v e şa iran eden bahsediyor. Bu ya zıların b en im kadar ga z ete için d e fa y d a lı olacağını tahm in ediyorum . Çünkü h ep s i ak tüel m e s e le le r e tem a s ed iy o r v e e d e biyatla az çok alâkalı insanlar için S en sa t io n n e l bir h u su siyet taşıyor. Kırk yılda bir olsu n hu za hm etten kaçınm ayacağını tahm in ed erim .” (25).
"Sana, â cil olan ihtiyacım a bin aen bir kaç ta n e daha La F ontaine tercü m esi g ö n deriyorum . Sen d e hana e lli lira g ö n d er e bilirsen m em n u n olu ru m .” (35).
“Nurullah Ata B ey ’in Ankara’y ı teşri fin d e n sonra ö ğren d im ki b en im şiir d e f terim s e n d e imiş. K itabın n için çıkm adı ğın ı bir türlü anlayam adım . M âni; ahvali hâzıra mıdır, yoksa kitapçının s a r fı naza rı mıdır, yok sa N urullah A taç B ey ’in h id d e ti m i? M alum d e ğ l. H er n e ise. (...) Ga liba yakında Varlık m ecm uasında şiir hak kında m ak aleler n e ş r e d e c e ğ m . Onlardan m ünasip parçalar alıp g a z eten d e m evzu- u h a h sçd eb ilirsen m em n u n olurum . ’’ (29).
"G önderdiğin kitapları aldım . Çok te şekkür ederim . Baskı da çok hoşum a g it ti. B elki Yaprak’ta bu şiirlerd en b a h sed e ceğiz. Sen bizim Yaprak’la h iç alâkadar o l m uyorsun. H albuki h erk esten e v v e l sen d en v e Vâlâ N urettin B ey ’d en bir alâka bek liyoru z" (47)
O. Rifat’ın yazdıklarında, “iş” dışında özel yaşamlardan da söz edilmektedir:
"Ben bekârlar kralı, g e c e kuşu Oktay Rifat on g ü n e kadar evlen iyoru m . K âğıt larım askıda. D üğün z a nnediyorum ya p mayacağız. B u gü n lerd e Z onguldak ’a teş r i f ed ersen nikâhım da bulunabilirsin. (...) B en h iç d eğişm ed im ; esk i ham am , esk i tas. Yalnız d e li g ib i âşıkım v e hanım ın em ri v e çh ile erk en yatıp erk en kalkıyo rum. Sigarayı azaltm aya ça lışıy o ru m .”
(67).
Şiirimizde bir dönemi başlatan üç şairimizin bir dönemi
Şevket Radtfya Mektuplar
Türkân Rado, Şevket Rado ve Vâhit Turan (Küllük te). O. Rifat’ın “Ahmet” adlı bir romam olduğunu, bu yapıtı çok önemsediğini, bastırmak için evini bile satmaya razı ol duğunu ya da satılmak üzere olan evden eline geçecek parayı romanın basımı için harcamayı düşündüğünü mektuplardan öğreniyoruz:
“K ardeşim , b en i tekrâr işim e başladım. D ört b eş gü n d ü r d eva m ed iyoru m . Ah m et’in en câm ını çok m erak ediyorum . Na s ıl N ebioğlu ’na k en disin i h eğen d ireb ild i m i? Aman Ş evk et’çiğim , A hm et’i görü cü g ö rü cü dolaştır v e muhakkak haşgöz et. ”
(69).
“Bizim e v kat’î su rette satılıyor. Yalnız kitapçı dükkânı açmak için d e ğ il başka iş ler için. (...)Şevketçiğim , h u m ey a n d a h em şiirlerim i h em d e A hm et’i basmak istiy o rum. Yalnız b ir kitapçının firm a sı altında çıkarmak lâzım. B en tevziat işiy le uğraşa- mam. Tahsilat yapam am .” (71)
Birçok mektubunda, çıkaracağı kitap ların kapaklarının, biçiminin, yazı tipi nin nasıl olması gerektiği konusunda uzun uzun ayrıntılı bilgi veriyor. Kitap ların her bakımdan doyurucu olmasını is tiyor:
"I. K apağın klişe olm asını kat’iy en iste m iyorum . (...) Yalnız b en şiir kitabım ın h erh a n gi b ir kitap gibi, daha doğru su Av rupa’da basılan şiir kitapları g ib i düz b ir kapak için d e çıkm asını istiyorum . (...)
II. Kitap ebat bakımından n e pek büyük n e pek küçük olm alı. A.B.C. ’nin ebadı iyi, y a n i Ziya’nın şiirlerini görm üşsündür. O kitap hoşu m a gidiyor.
III. S ahife bağlantısı bakım ından da ki
tapta h içb ir h u su siyet göz etm iyoru m . Sa- h ifen in ald ığı kadar şiir koymak lâzım. H ani A hm et H aşim ’in kitaplarında ilk sa h ifey e b ir kıt’a konulur, ötek i sa h ifey e şiirin g er isi yazılırdı, işte b en b ö y le şe y is tem iyoru m . Ziya O sm an’ın kitabının ter tib i fe n a d e ğ il.” (75); “B en g ö rm ed en ki tap satışa çıkmasın. B elki satışa arzedilm e- sin d en vazgeçerim . N ebioğlu ’nun em ek lerin i d e öderim . (83).
M. Cevdet’in mektupları, konuları ba kımından daha çok O. Rifat’inkilere ben - ziyor; ama onun kimi mektupları, öteki iki arkadaşının yazdıklarından çok daha uzun ve çok daha ayrıntılı. Kadınlar ve çapkınlıkları konusunda kısa da olsabil- giler de aktarıyor M. Cevdet:
“G ayet iy i b ir yolcu lu k yaptık. Çünkü gü z el kadınlar vardı. Kâzım G elib olu ’ya çıkarken b en bunlardan b iriy le ahbap o l dum. Çocuklu, zengin v e g ü z el bir kadın dı. G eceliğ im le kamarasına g ir m ey e kalk tım. Kadın m ü th iş korktu. (...) G ittim, e l lerin i fila n öp tü m v e o yuvarlak p e n ce r e d en y a n b elim e kadar sarktım. (...) K adın bana iki ayrı adres verdi." (109).
Bu olay olduğu sırada, M. Cevdet ye dek subaydır!
Melih Cevdet, çeşitli mektuplarında Rado’ya askerlik yaşamından, evlenme tasarılarından, evlilikten çokça söz edi yor.
“Sana nişanlılık hakkında n e yazayım ? E vlilikten g e r i o ld u ğu için acı, bekârlık tan ileri o ld u ğu için tatlı bir şey. Bu m e s e le le r hakkındaki etü tlerim i şifâ h en an latm ayı tercih ed erim .” (117).
Melih Cevdet Anday, Oktay Rifat, Orhan Veli yenilikçi Türk şiirinin şeytan üçgeni.
“Biz A nkara’ya g e l dik ten son ra am eliya t o ld u (eşi). E p eyce d e m ühim m iş. B ir hafta on günlük sıkıntıdan sonra kurtulduk. D ört kilo ka dar ağırlaştı. İyi koca ka rısının k ilosuyla anlaşı lır m ış ” (\2\).
Hele Radyoevi’nde, bir memurla kavga edip mahkemelik oluşu var ki, okumaya değer. Mahkemede tanıldık için admı verdiği Ra- do’ya ifade verirken ne ler söylemesi gerektiği ni inceden inceye anla tıyor:
‘İ ş t e Ş evk et b en m e se le y i b ö y le anlattım. Se nin d e i s tin âb e su retiy le şa h â d etin e m üracaat ed ecek olurlarsa m es ele y i hatırlam ana yard ım etm ek m aksadıyla bir d efa yazm ayı m uvafık bu ld u m .” (125).
M. Cevdet, mahkeme sonucunda bir ay hapis, 30 İifa para cezasına mahkûm olur, sabıkası olmadığından cezası tecil edilir! İşli, bu konuda Hikmet M ünir’in Rado’ya gönderdiği gazete kesiğinin kli şesini de kitaba eklemiş.
Arada bir (!), “iş” konularında da ya zıyor M. Cevdet:
“Buraya g e lir gelm ez sen in işin le m eş g u l oldum . T ercüm e ettiğin eserin aslıyla ter cü m e ettiğin y e r e kadarki m ü sv ed d ele ri h em en gön der. Tedkik ettirelim . Dak tilo ile yazdırırsan m ak bule geçer. ”(115). “Sana K ip lin g’d en ter cü m e ettiğ im iki çocu k hik â yesi yollu yoru m . Bu h ik â yele ri bu ld uğum kitabın adı, ]u st so stories fo r little children. (...) B en bizim çocuk lar için en u ygu n b u ld u ğu m ik isini çevirdim . Z annederim iki fo rm a tutar. (...) Sana a y rıca, bu h ik â yeler için d ört ta n e resim y o l luyorum . Bu resim leri A vrupa’dan y e n i g elm iş b ir ressam tanıdığım , k en d i isteğ i ile y a p tı.” (149).
Mektuplar, hem Orhan Veli, Oktav Ri fat ve Melih Cevdet’i, Şevket Ra do’ya sözcüklere bürünerek “göründükleri” insan yanlarıyla tanımamıza yararlı olu yor; hem de bu şairlerin yaşamlarının, yaşamöykülerinde hiçbir zaman yer al mamış ve almayacak “İnsanî” yanlarını görmemizi sağlıyor. Örneğin, şiirde bü yük devrimlerden birini başarmış her üç şairin de 40’h yıllarda mektuplarını eski yazıyla yazmaları ilginçtir. Biz okurlar olarak, sevdiğimiz sanatçıların “insan” yanlarım da merak ederiz, öyle değil mi?
Şevket Rado’ya M ek tuplar, YKY’nin alışagel diğimiz özenli, dizgi yan lışlarından arınmış, güzel bir kapak içinde sunulan basımıyla, mektupların daha iyi anlaşılması için özenle hazırlanmış “not- lar”ıyla, hele yayınevleri nin hem sayfa sayısını art tırmamak hem de iş çık masın diye savsakladıkla rı “dizin”iyle, okurun ilgi sini hak eden bir kitap. ■ Şevket Rado’ya M ek tuplar/ O rhan Veli Ka
nık, Oktay Rifat, M elih C ev d et Anday/ Haz.: Emin N edret İşli/ YKY/ İstanbul, 2002/170 s.
ERAY CANBERK a
B
ugün 60’lıyaşlarını sürenler Hayat dergisini çok iyi hatırlarlar. Hayat 1950’li yılların ortalarında çıkma ya başlamış, kısa sürede önde geıen bir “magazin” dergisi olmuş, özellikle genç kuşaklar arasında okur bulmuştu.Der-f
t yalnızca genç kuşakların değil yaşb uşakların da dergisiydi. Bu geniş ilginin pek çok nedeni vardı: Baskı tekniği (tifd ruk denen yeni bir teknik), kâğıdı (ince ye nitelikli), kapak resimleri (çoğu o dö nemlerin ünlü ve yabancı sinema oyun cusu kadınlar), yenilikçi sayfa düzeni. Dış görünüşle ilgili nedenlerden başka içerikle ilgili nedenler de vardı ve bu ne denler “magazin” dergisi olmanın getir diği, hep genel geçer olan nedenlerdi; zemine ve zamana uygun olmak gibi. Hayat Amerikan hayranlığının günde me geldiği, Amerikanvari hayat görüşü nün ithal edildiği, Amerika’ya benzeme hevesinin yaratıldığı o dönemde “aile” dergisi olarak evlere girebilme olanağı olan, ailece okunmasında salonca görül meyen bir dergiydi. Şevket Rado dergi nin yönetmeniydi ve her hafta yayımla nan köşe vazılarıvla okurlar tarafmdan tanınıyordu. R adonun yazıları doğru dan güncel siyasal olayları konu almadı ğı için yansız gözüken, biraz öğüt verici, sıradan okurun hoşlanacağı tarzda ahlâ kî, “m odem ” ama bir yandan da “b i zim” değerlerimize sahip çıkan bir kale min ürünleriydi.Radonun sohbet niteliğindeki bu ya zıları 1950’li yıllarda ülkeyi yöneten De mokrat Parti’nin siyasal anlayışıyla, bir başka deyişle “Amerikanvari demokra si” anlayışıyla tersleşmiyordu. 1960’tan sonraki siyasal değişim içinde de Hayat vaym yaşamını, Rado da köşe yazılarını sürdürdü. Fakat yazar ve dergi yönet meni olarak tanınan Rado 1970’lı yılla rın başında bir başka nedenden günde me geldi. O yıllarda hafif müzik besteci si ve sanatçısı olarak adını duyuran Hü- meyra’mn “Kördüğüm” adlı şarkısının güftesi herkesin dikkatini çekmiş, şarkı dillerden düşmez olmuştu. Güftenin Şevket Hıfzı’va ait olduğu ortaya çıktı. Peki, Şevket Hıfzı kimdi? Şevket Hıf- zı’nın Şevket Rado olduğunu öğrendiği miz zaman şaşırdığımı hatırlıyorum. Çünkü az da olsa Şevket H ıfzının şiir lerine rasdamıştım; bu imzayı tanıyor dum. Sevdiğim şiirleri yazdığım şiir def terimdeki 1959 tarihli sayfalarda Şevket Hıfzı’nın “Kaybolan Sevdiklerim” baş lıklı şiiri bile vardı. Nereden bulmuş tum, hatırlamıyorum.
Şiir serüveni
Şevket Hıfzı’nın yayımlandıktan çok sonra edindiğim Şiirler (1970) adlı ve alt başlığı “Bir Başlangıcın Hikâyesi” olan ve Şevket Rado imzasını taşıyan kitabı na bakıyorum; “Kördüğüm” 1933, “Kaybolan Sevdiklerim” 1935 tarihini taşıyor. Radonun kitabında “Bir Başlan gıcın Hikâyesi” adk uzun yazıda Şevket Hıfzı’mn şiir serüveni anlatılıyor. Kitap taki şiirlerin ilki 1931, sonuncusu 1941 tarihini taşıyor. Şiirlerinin yayımlandığı 10 yıllık süre içinde Şevket Hıfzı olum lu eleştiriler almış. Cahit Sıtkı ve Ahmet M uhip’le adı birlikte anılmış. Ahmet Haşim’in ve Nurullah Ataç’ın övgüsünü kazanmış.
Hukuk öğrenimi için Ankara’da bu lunduğu sırada yine Ankara’da bulunan üç genç şairle; Orhan Veli, Melih Cev det ve Oktay Rifat’la arkadaşlık kurmuş, sırası gelince bu şairlere her yönden des tek olmuştu. Kendi anlatımıyla “geçine bilmek için çalışmaya mecbur olmuş” ve genç yaşta gazetelerde çalışmaya başla mıştı, İstanbul’da düzeltmenlikle başla yan basın yaşamı yazar olarak Ankara’da sürmüş, 1937’de tekrar İstanbul’a gelin ce kendini iyiden iyiye gazeteciliğe ver mişti. Şevket Rado Hukuk Fakültesi’ni bitirme başarısını ve şairlikten
uzaklaşı-Mektupların ışığında
bir dönem
şını şöyle dile getiriyor: “Fakat bu başa rı Şevket Hıfzı’nın şairliğine malolmuş- tu. Artık şiir yazmıyor, şairlikten yavaş yavaş uzaklaştığını hissediyordu. Gün delik fıkra yazmak tüketici bir işti ve şi ir yalnız kendisine bağlananlara sadık kalıyordu.”
Anlaşıldığı kadarıyla geçim derdi bas kısının yanı sıra Şevket Hıfzı’yı bir baş ka yaşam biçiminin, bir başka dünyanın baştan çıkarıcıhğı da şiirden uzaklaştır mış. Böylece yazar Şevket Rado şair Şev ket Hıfzı’nm yolunu kesmiş. Bu durumu yine kendi kaleminden şöyle dile getiri yor: “Kısacası artık Şevket Hıfzı şiir dünyasında kalarak hayatının bundan sonrasını Şevket Rado’ya bırakmış bulu nuyordu.”
Şevket Hıfzı’nın serüveni karşısında bir şiirsever olarak biraz hüzün, biraz burukluk duymamak elde değil. Eğer evket Hıfzı’ya yakınlık duymuşsanız, evket Hıfzı umut bağladığınız bir şair olmuşsa bu duygulara bir de kırgınlığı ekleyebilirsiniz.
Araştırmacı-yazar Emin Nedret İşli Şevket Rado’ya Mektuplar başlıklı ça lışmasında üç şairin (Ornan Veli, Melih Cevdet, Oktay Rifat) Şevket Rado ile olan ilişkisine “Dört Şair” başlıklı bir yazıyla değinmiş. Yazının sonlarında şöyle diyor İşli: “Gençlik ve ilk yazarlık dönemlerinde çok sıcak olan ilişkiler, ilerleyen yıllar ve yaşlarda aynı derece de yürümez. Orhan Veli’nin erken ölü mü, Melih Cevdet Anday ve Oktay Ri- fat’ın Ankara’dan İstanbul’a geç gelişle ri ilişkilerin gölgelenmesine, hatta kop masına sebep olur. ” Bu görünürdeki ne denlere belki “hüzün, burukluk ve kır- ınlık” da eklenebilir. Bu gölgelenme ve opmada farkldaşan yaşama biçimleri nin ve dünya görüşlerinin de etkisi ol muştur belki.
Orhan Veli'den Rado'ya
Orhan Veli’nin Rado’ya yazdığı mek tuplar (ilk mektup 31.5.1939, son mek tup 17.1.949) arasında bir kopukluk gö ze çarpıyor. îlk iki mektup 1939’da ya zılmış. Sonraki mektup tarihsiz ama 1946 ya da 1947’de yazılmış olabilir. Çünkü mektup “Bundan evvelki mektu bumda size birçok kitabı tercüme etmek istediğimden söz etmiştim.” diye başlı yor ve 23 Nisan 1945’ten başlayarak ya
yımlanan Doğan Kardeş dergisinden söz ediyor. Ayrıca bir önceki mektupta çeviri konusundan söz edilmiyor. Nite kim bundan sonraki 22.3.1947 tarihli mektupta çeviri konusu ve telif sorunu üzerinde duruluyor. Daha sonraki mek tuplarda La Fontaine çevirilerinin serü venini öğreniyoruz. Orhan Veli 17.1.1949 tarihli ve Yaprak antetli mek tupta Rado’ya “Sen bizim Yaprak’la hiç alâkadar olmuyorsun.” diye sitem edi yor.
Oktay Rıfat'ın ilk mektubu
Oktay Rifat’ın ilk mektubu 30 Kânûn- ı evvel 1939 tarihini taşıyor. İlk mektup lar daha çok “ailevî” mektuplar. M ek tuplar arasında Zonguldak’tan gönde rilmiş bir mektup da var (31 Kânûn-ı sâ- nî 1943). Bu mektubu Rado eski yazıdan yeni yazıya çevirerek saklamış. M ektup lardan Oktay Rifat’ın 1940’ların başın da Ahmet adlı bir roman yazdığını ve bu romanın yayımlanamadığını öğreniyo ruz. Şairip ilk kitabı Yaşayıp Ölmek ve Avarelik Üzerine Şiirler’in başına gelen ler uzun süre mektupların ana konusu olmuş. 27 Ağustos 1947 tarihli mektup ta Oktay Rifat yeni ev adresini vermiş: Uludağ Sokak 11/1 Maltepe/Ankara. Böylece şairin “Uludağ Sokak Satıcıla rı” başlıldı şiirinin esin kaynağını da öğ renmiş oluyoruz. Oktay Rifat Baudela- ire’den yaptığı “Fakirlerin Ölümü” baş lıklı çeviriyi de Rado’ya göndermiş. Ay nı şiiri daha sonra Orhan Veli’nin de çe virdiğini biliyoruz. Orhan Veli şiiri “Yoksulların Adı” diye çevirmiş.
Melih Cevdet Anday’ın ilk mektubu
Çanakkale’den gönderilmiş ve
19.7.1941 tarihini taşıyor. Anday o sıra lar yedek subay. Anday’ın mektupları da daha çok “ailevî” konular çerçevesinde. Ankara Radyoevi’ndeki bir olaydan ötü rü Anday’ın mahkemeye verildiğini öğ reniyoruz. Kitapta olayla ilgili gazete ke siği de yer alıyor.
Işli’nin hazırladığı kitap görsel malze me yönünden zengin bir kitap. Bu açı dan okura ve edebiyat araştırmacılarına olanak sağlıyor. “Dört Arkadaş” başlık lı yazıda da belirtildiği gibi üç şairin Ra do’ya yazdıkları mektupların hepsi eski yazı. Kitapta mektupların özgünleri de (fotokopileri) verildiği için şairlerin es ki yazı d yazılarını da görebiliyoruz. Ba
zı mektup zarfları nın özgünleri veril miş. Buradan şairle rin yeni yazı eî yazı larının güzel, oku naklı, işlek yazılar olduğu anlaşılıyor. Mektupların eski yazı ile yazılmış ol maları dışında baş ka ortak özellikleri de var. Mektupların hemen hemen hep sinde şairler çalışmalarının yayımlan ması konusunda Rado’dan yardım isti yorlar. Bu açıdan mektuplar ülkemizde yazarm “gelir”i konusunda somut ve ayrıntılı bilgi kaynakları. Kitabın resim (fotoğraf) yönünden de zengin olduğu nun altını çizmek gerekiyor.
Enis Batur’un kitabın başında yer alan “Türk Şiriinin Şeytan Üçgeninden M ektuplar” adlı yazısı yazarların, sa natçıların mektuplarının yayımlanması nın “etik” yanma değiniyor. “Yazı/n” adamı olarak mektupların gün ışığına çıkarılmasında yarar gördüğünü belir tiyor Batur. Edebiyat tarihi açısından, meraklı ve araştırıcı okur açısından mektupların önem taşıdığını kabul et memek olanaksız. Batur’a göre İşli’nin çalışması “sıkı” okur için bir “post-mo dern” roman tadında. Şevket Rado’ya Mektuplar’ın kitaplaşmasında Emin Nedret İşli’nin araştırmacılığının, me rakının, “sahaflığı” dert edinmesinin büyük payı var. Kitap elbette İşlinin ürünü ama bu ürünün ortaya çıkmasın da bir oluşum zinciri de söz konusu. İşin temelinde şiir, şairler, dostluklar, ayrılıklar, mektuplar, gereksinmeler var. Sonra Şevket Radonun büyük bir titiz likle saldadığı “mektuplar” geliyor. Bu rada insanın akima bazı sorular takılı yor:
Rado bu mektupları yalnızca duygu sal nedenlerle mi sakladı? Yoksa “bel geci” yanı mı ağır bastı? Yoksa Şevket Hıfzı’nın anısma mı...diye uzayıp gide bilen sorular. Kitap bu açıdan da ve bir başka yönden de bizi Şevket Hıfzı üze rine düşünmeye çağırmıyor mu?... Mektupların Rado’nun ölümünden sonra eşi Türkân Rado tarafmdan ayrı bir titizlikle korunması zincirin bir baş ka halkası. Belgelerle yetinmeyen îş- li’nin ilgili kişilere başvurması öteki hal kaları oluşturuyor.
Uzun sözün kısası Şevket Rado’ya Mektuplar yaratıcıyla yapıtı arasında “mahrem” ve kesin bir ilişki olduğuna inananlar için önemli bir kitap. Üstelik beklenmedik bir zamanda ortaya çık ması başka çalışmaları da ateşleyecek nitelikte. ■
AYNUR TAŞTAN
O
rhan Veli, Oktay Rifat ve Melih Cevdet Andav’ın Şevket Ra- do’ya M ektuplarından*, elbet te başka başka okumalara varmak da mümkün ama M ektuplar’ı bitirdiğimde bende uyanan ilk izlenim bu oldu; hani, “onca yoksulluk varken”... M ektup lardan, sonunda derlediğimin yoksul luk olması ya da üç şairin mektuplarının da gide gele para meselelerinde odaklan masında Şevket Radonun Aile, Resim li Hayat ve Doğan Kardeş dergilerinde yönetici olmasının payı elbette büyük ama üç şair, sadece, telif ya da çeviri ya zılan karşılığında ikide bir para’dan söz açtıklan için değil (mesela Oktay Ri- fat’ın m ektuplarında, hem Radyo- evi’ndeki görevi, hem de İstanbul’da bastırmayı düşündüğü kitaplar nedeniy le tersine bir para akışı söz konusu), bu meselenin arka planmda kalan yaşayış- lanvla da dizbovu yoksulluk içindeler:İlk alıntılan
İlk alıntılar Orhan Veli’den: “Bir de te lif hakkı olarak ne istemeliyim? Bana sü- rade cevap verirsen memnun olurum. Çünkü paraya olan ihtiyacımı tasavvur edemezsin. Mutabık kaldığımız takdir de hemen tercümeye başlarım.” (s. 31) “Teklifinizi esas itibarıyla ka
bul ediyorum. Fakat siz böy le bir kitaba ne verebilirsiniz? Çünkü bu şiir tercümelerinin her birini muhtelif mecmu alara ayrı ayn zamanlarda şat sam ve her biri için, on, on beş lira para alsam yirmi tane si üç yüz lira eder.” (s. 33) “Sana, acil olan ihtiyacıma bi naen birkaç tane daha La Fontaine tercümesi gönderi yorum. Sen de bana elli lira gönderebilirsen memnun olurum. Böylelikle alacağım paranın üçte birini almış ola cağım.” (s. 35) “Fransızca ga zetelerden öğrendiğime göre Marcel Ayme’nin çocuîdar için yeni bir kitabı çıkmış. Getirtmek istiyorum. Çok güzelmiş. Doğan Kardeş için tercüme etsem işinize yarar m ı?” (s. 47)
Oktay Rifat’tan ilk alıntı, “bir miktar dünyalık” için bir teklif: “Sana yakında bazı ha
vadisler vereceğim. Merak etmeni iste diğim için malumat vermek istemiyo rum. Cahit’i görürsen söyle muhakkak konuşma göndersin. Sen de tekrar bir şeyler hazırla! Eğer işine gelirse Radyo fonik piyesler de gönderebilirsin. İster adapte eder, ister kendin yazarsın. Bir miktar da dünyalık edinirsin.” (s. 69) “Derhâl o zât-ı muhteremle görüş ve ne ticeyi bana bildir. Şiir kitabım da beş al tı formayı geçmez. Ahmet kaç basılır? Sana derhalkaç para göndermem lazım? Şiir kitabı kaça çıkar?” (s. 71) “Evi sat tım. Fakat henüz parasını alamadım. Alır almaz 390 lirayı göndereceğim.” (s. 77) “Gelelim senin Radyo konuşması na: Konuşma, dediğin gün yapılacak. Parasını ancak bir ay sonra alabilirsin. O da 15 hra olarak. On Hra da Radyo mec muasından alacağını söylüyorsun. Ben sana her ikisini de bir ay sonra gönderi rim. Bir aydan evvel konuşmanın para sım almaya imkân olmadığını bilmeli sin.” (s. 79) “Şimdi gittim. Feridun Fâ zıl ile görüştüm. Birinci yazına para ve remiyorlar. Zira onun telif hakkı Umum M üdürlük’çe satın alınmış. Ayrıca bir ücret tahakkuk ettiremiyorıar. Ötekinin makbuzunu öğleden sonra alacağım. Galiba senin imza etmen lazımmış. Öte ki on lirayı da bugün hemen alacağım. Yirmi lirayı derhal postaya veririm.” (s. 83) “Gel gelelim bugünlerde çorak bir diyarda meteliksiz dolaşmaktayım. 15
li-Üç yoksul sair
ra bir hayli işime yarayabilir. Birçok ya ralara merhem olabilir. Anlayacağın bek liyorum. Bu on beş lirayı hemen gönder şekerim, üzme beni.” (s. 95)
Melih Cevdet Anday, paradan çok ra- k ı’dan söz ediyor açıkçası ve en tafsilat lı mektuplar onunki ama para, kaçınıl maz olarak var: “Sen bu Ankara’nm ev belasmı kabil değil tasavvur edemezsin. Biz de galiba herhangi biri mahalledeki herhangi bir eve razı olamıyoruz, istedi ğimiz bir yerde, istediğimiz büyüklükte olsun istiyoruz. Gönlümüzce bir ev bul mak ne güç. Sonra rakiplerle mücadele etmek de çok güç. Herifin bir mesela bin lira hava parası veriyor. Gel de başa çık.” (s. 129) “Aile’ye şiir yollamak isti yorum. Bilmem hoşunuza gider mi? Sonra Şevket, gönderdiğim gün dünya lığı hemen yollamanı rica edeceğim. Bu ay biraz açığım var. Ancak yazı yazmak suretiyle kapatabileceğim.” (s. 145) “Eee... birader, o halde ne oldu? Allahı nı seversen şu mütebaki elli lirayı (mas rafı içinden olmak üzere) telefon hava lesi ile yollayıver. Hem eve yollama. Çün kü bizim postacı öğleden sonraları gelir.
Efendi münasebetiyle yazılmış ve ‘şaira- ne’den bahsediyor. Bu yazıların benim kadar gazete için de faydalı olacağını tahmin ediyorum. Çünkü hepsi aktüel meselelere temas ediyor ve edebiyatla az çok alakalı insanlar için Sensationnel bir hususiyet taşıyor. Yalnız bunları yollaya- bilmem için söylediğim gibi senden ce vap almam lazımdır. Kırk yılda bir olsun bu zahmetten kaçınmayacağını tahmin ederim.” (s. 25) “Galiba yakında Varlık mecmuasında şiir hakkında makaleler neşredeceğim. Onlardan münasip par-çalar alıp gazetende mevzubahis edebi lirsen memnun olurum. Oktay’la temas halinde olduğunuzu Nurullah Atâ’dan duydum. Kendisine selam ederim. Senin de gözlerinden öperim aziz dostum Şev ketçiğim.” (s. 29) “Gönderdiğin kitapla rı aldım. Çok teşekkür ederim. Baskı da çok hoşuma gitti. Belki Yaprak’ta bu şi irlerden bahsedeceğiz. Sen bizim Yap rak la hiçalakadar olmuyorsun. Halbu ki herkesten evvel senden ve Vâlâ Nu rettin Bey’den bir alaka bekliyorduk. Ayrıca İstanbul’daki teşkilatımız biraz zayıf. Siz birer vesile bulup
bahsederse-i,
nız ben şiir kitabının herhangi bir kitap gibi, daha doğrusu Avrupa’da basılan ir kitapları gibi düz bir kapak içinde çı masını istiyorum.” (s. 75) “Kitabımın ka pağına Allah rızası için klişe yaptırmasın ne olur. Hiç olmazsa bu sözümü dinle sin. Muharrir kendi kitabmı tashih etme sin! Dünyanın bir yerinde görülmemiş
eydir bu. Şevketçiğim bütün kuvvetin- e mâni olmaya çalış. Sana da yalvarıyo rum. Kapağa klişe, herhangi bir kompo zisyon istemiyorum.” (s. 83) “Kitabı niç beğenmedim. Kusurlarını Nebioğlu’na yazdım ve değişiklik yapmasını istedim. Bu değişiklikler yapılmazsa kitabın piya saya sürülmesine katiyen razı olmayaca ğım ve zararı tabii sineye çekeceğim.” (s. 89)
Rakı, kavga, küslük...
Melih Cevdet Anday’da bol bol rakı var işte; ve kavga var, küslük var: “Sana buraya ait ne havadis vereyim, mübala ğasız her akşam mutlaka içiyorum. Ne cip Fazıl’a benzeyen bir emir emrim var. Terhis bekliyoı
rum. işte bu kadar...” (s. 113) “Gelir
gel-Orhan Veli, şinasi, Oktay Rifat, Melih Cevdet Anday (Soldan, sağa). Bu üç yoksul sair, aynı za manda Türk şiirinin yenileşmesinde ilk köklü değişimi başlatmıştır.
Halbuki öğleden sonra Sabahat mektep te, ben işteyim. Yani evde kimse yok. Daire adresime yolla.” (s. 153) “Siz de beğenirseniz telif hakkı imdadıma yeti şecek demektir. Eğer uygun bulmazsanız hikâyeyi, gene taanhütlü olarak bana ia de etmeni bilhassa rica edeceğim. Başka bir yere, mesela bir gazeteye falan veri rim.” (s. 155)
Öne çıkan konular
Yoksulluk ya da para meseleleri dışın da üç şairin mektubunda öne çıkan ko nular, kişilikleri hakkında belli ipuçları na ulaşmamızı sağladığı kadar, Orhan Veli, Oktay Rifat ve Melih Cevdet An- day’m söz konusu dönem için nelerde- nerelerde odaklandığının da göstergele ri. M ektuplar’ı bu gözle okuduğumuz da, Garip ya da şiirde yenileşme
nareke-Ö
ifi meselelerin sadece Orhan Ve ri d an dile getirildiğini, dahası Or han Veli’nin gerçekten de “sözcülük” ro lünü üstlendiğini görüyoruz:“Akşam gazetesinde senin yazdığın bir Kitabiyat sütunu var. Bu gönderdiğim yazıyı orada neşretmeni istiyorum. Eğer orada neşretmen doğru olmazsa başka tarafa koydur. Bir de şür hakkında bazı yazılar yazdım. Fıkra büyüklüğünde ya zılar. Onları neşretmen mümkün mü? Bunu bana bildirirsen o yazıları da gön deririm. Bir tanesi Nasır ve Süleyman
niz gazetenin duyulmasına ve yayılması na yardım edebilir.” (s. 47)
Söz konusu dönemde Oktay Rifat, özellikle başındaki sevdayla sarhoş: “Ben hiç değişmedim; eski hamam, eski tas. Yalnız deh gibi âşıkım ve hanımın emri veçhile erken yatıp erken kalkıyo rum. Sigarayı azaltmaya çalışıyorum. Bir de içkili lokantalara uğramıyorum. Hep si bu kadar. Arkadaşlara vaziyeti bildir, sonra bir an evvel belediyenin yani nikâh dairesinin yolunu tut. Cahit Sıtkı evlen mek üzeredir. Melih Cevdet kezâ.” (s. 67) Ve yayımlatmayı düşündüğü kitap ları konusunda gösterdiği titizlik, hem pek duygulandırıcı, hem de Oktay Rifat şiiri hakkında belli ipuçları veriyor: “Kardeşim; ben tekrar işe başladım. Dört beş gündür devam ediyorum. Ah met’in encâmım çok merak ediyorum. Nasıl, Nebioğlu’na kendini beğendire- bildi mi? Aman Şevketçiğim Ahmet’i görücü dolaştır ve muhakkak başgöz et.” (s. 69) “Benim yüzümden giriştiğin zahmetlerden dolayı binlerce teşekkür. Nebioğlu’nun teklifini kabul ediyorum. Azami on güne kadar parasını postaya tevdi edeceğim. Yalnız bu hususta be nim de bazı düşüncelerim var: I- Kapa ğın klişe olmasını katiyen istemiyorum. Atatürk hakkında çıkan şür kitabını gör medim. Bir kere gözden geçiririm.
Yal-Terhis bekliyorum ve fasılasız sıkılıyo- Işte I
mez tabii Oktay’la buluştuk. Ber-mu’tad rakıdan yakayı kurtaramıyoruz. Sana Ankara’dan verilecek hiçbir havadisim yok. Dün gece bir hayli uykusuz kaldı ğımız için şimdi Oktay’la yatıp uyuma ya karar verdik. Ben bu arada sana bu kı sa mektubu yazdım.” (s. 115) “Ben yeniden asker oldum. Maamafih Ankara’da kal dım. Akşamları yine dairede çalışıyorum. Geceleri mutla ka nişanlımın evindeyim. An nesine babasına fena tesir et mesin diye, rakıyı azalttım. Maamafih ara sıra kendimi tutamayıp kafayı tütsüledik ten sonra da evlerine damla dığım oluyor. Böyle zaman larda onlar belki bir şeyin far kına varmıyorlar ama sen gel bir de ne çektiğimi bana sor. Gözlerimi şaşı farz ediyorum. Sesim ve kelimeler ağzımdan başka türlü çıkıyor, gibi geli yor bana.” (s. 117) “Nihayet iş meydana çıktı. Emniyet müdürüyle konuştuk. Vekil de Emniyet’e telefon etmiş. Takibatı durdurun demiş. Bu iş de böyle. Yani diyeceğim, insan senede bir iki pot kırı yor, bir iki skandal yapıyor. İş fena adam olmamakta, kim seye fenalık etmemekte. Gerisi unutu lur.” (s. 123) “O vakit memur Müeyyet bizi geri çevirdi. Oktay da izin almak üzere Haşan Refik Bey’e telefon etti. Fa kat bu sırada telefonu eline alan Müey yet ‘Bunlar bulut gibi sarhoş, burada re zalet çıkaracaklar. Yukarı alamam.’ de yince, umum müdür muavini de onun fikrini tasvib etti. Bunun üzerine Ok tay’la Müeyyet münakaşaya başladılar. Ben de her iki tarafı yatıştırmak maksa dıyla araya girdim ve memur Müeyyet’e ‘Bu yaptığın hareket arkadaşıma mertçe bir hareket değil. Bir arkadaşını amirinin gözünden düşürmek sana yakışır m ı?’ şeklinde nasihat yollu bazı sözler söyle dim. Müeyyet bu sözlerimi ters anlaya rak ‘Vay., ben namert değilim, namussuz değilim’ diyerek gözüme bir yumruk vurdu.” (s. 125) “Oktav’la dargınlığımın o mahkeme işi yüzünden olduğunu ne reden çıkardın? Hiç böyle şeyler olur mu? Oktay’la başka sebeplerden darıl dık. insan bir başkası hakkında sekiz on senede yanılabiliyormuş demek. Biz, ta biatları başka başka adamlarmışız.” (s. 137)
Bu üç yoksul şair, aynı zamanda Türk şiirinin yenileşmesinde ilk köklü değişi mi başlatmış üç şair ve Şevket Rado’ya Mektuplar, söz konusu şairlerin yaşayı şı, ilgi ve yaklaşımlarından hareketle on ların bu yanına da ışık tutuyor; meraklı sı için, satır aralarında. ■
J
C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I 6 3 5
ALPAY KABACALI
Ş
evket Rado (1913-1988), bir yandan gazetecilik yapıyor, bir yandan -Şevket Hıfzı imzasıyla- şiir yazı yordu. İstanbul ve Ankara’da Ca hit Sıktı Tarancı, Ahmet Muhip Dıra- nas, ziya Osman Saba ile tanışıklıkları ol du. Çok geçmeden, Ankara’da, -o yıllar da şiirimizdeki “Garip” hareketinin ya ratıcısı olan- Orhan Veli, Oktay Rifat ve Melih Cevdet’le tanıştı. Bu şairlerle iliş kileri 1940’ların sonlarına değin sürdü. Derken, Şevket Rado, Resimli Hayat ve Hayat dergilerinin, Hayat’ı yayımlayan kuruluşun çıkardığı başka magazin ya yınlarının yöneticisi oldu. îşyerindeki grev nedeniyle bu yaymlar kapandıktan sonra, kendi adına Tarih ve Edebiyat Mecmuası’m çıkardı. “Akşam gazetesi nin fıkra muharriri olarak bu hareketi (Garip’i) eski nesillere karşı ben müda faa ediyor ve eskilerin düşmanlığını ka zanıyordum” diyen (Hayat Tarih ve Ede biyat Mecmuası, Haziran 1978) Şevket Rado, ne yazık ki bu dergide çağdaş ede biyata pek yer vermedi. Verdiğinde de, örneğin “Nâzım Hikmet halen günün mevzuu olduğu için biz de merak eden okuyucularımızı tatmin etmek üzere Memet’in babası hakkında söyledikleri ni 30 Mart 1970 tarihli Milliyet gazete sinden aynen naklediyoruz” diyerek (ay nı dergi, Kasım 1978), edebiyat dışına taştı. (Burada bir parantez açmak gere ğini duyuyoruz. Sayın Mehmet Nâ- zım’ın 1970’te, yaşının ve psikolojik du rumunun etkisiyle, babasını suçlaması o kadar önemli değildi; Ama bugün, bü tün dünyada Nâzım Hikmet’in 100. ya şı kutlanırken, onun bütün kitaplarının telif gelirini almakta bulunan kişi ola rak, kamuoyuna vereceği bir mesaj ya da yapacağı bir şeyler olmak!)Ayrılan yollar
Şevket Rado ile üç şairin yolları, mek
tuplaşmaların kesildiği 1949’da ayrılmış
tı. Orhan Veli, 17 Ocak 1949 günlü mek tubunda “Sen bizim Y aprakla hiç alâka dar olmuyorsun;” diyordu. Şevket Rado bununla da kalmıyor, Akşam’daki köşe sinde, Garip’çilerin yayımladıkları Yap r a k ! alaya almaktan kaçınmıyordu. Me lih Cevdet, 15 Şubat 1949 günlü mektu bunda, “Akşam’daki yazını okudum. Buna da eyvallah, ama umumi olarak Yapraklan bahsetmedin de alay edile cek tarafımızı yakaladın” diye yazıyordu. Şevket Rado’ya, yine de, çağdaş ede- bivatımız adına teşekkür borçluyuz. Ki tabı hazırlayan Emin Nedret İşlinin be lirttiğine göre, 1930’lu yıllarda tanıştığı bu şairlerden gelen mektupları özenle saklamış, zarflarını bile atmamıştır. Böy- lece, elimizdeki, hemen hepsi eski harf lerle yazılmış olan bu mektupların ve zarflarının tıpkıbasımlarının yer aldığı, daha önce yayımlanmamış fotoğraflarla da zenginleştirilmiş kitap ortaya çıkmış tır.
Enis Batur, “Türk Şiirinin Şeytan Üç geninden M ektuplar” başlıklı önsözün de, şu noktaya dikkati çekiyor: “Türk Şiiri’nin en gözüpek kolektif hareketle rinden birini yaratan Garip üçlüsünün, farklı yakınlık dozlarıyla ilişkide olduk ları Şevket Rado’ya, hareketin en sıcak döneminde yazdığı mektupların ve on larla ilgili kimi ikonografide parçaların bir kitapta buluşturulması, bana kalırsa, anlamlı bir örnek ortaya koyuyor. Orhan Veli’nin, Oktay Rifat’ın, Melih Cevdet Anday’ın ortak, kesişen serüvenlerinin olduğu kadar, kişisel güzergâhlarının da okunması açısından ciddi katkılar geti rebilecek tanık-metinler bunlar.” Enis Batur’a göre, bu mektuplar, dönemin “atmosferi”ni yansıtmakla kalmayan, be lirli konulardaki görüşleri, bakış açıları nı yansıtması yönünden de önem taşıyan metinlerdir: “Örneğin, 1940’lı yıllarda Türk şairinin aşk ve evlilik
kutupların-Üç şairin
yaşamından
daki yaklaşımlarına ışık düşürdü, yazış maları -o ışığın, o dönem şiirlerinin alım- lanma sürecine katkıları olacağını aklı- başında kimse yadsıyamaz sanırım.”
Ne var ki, -Şevket Rado da o yılların biraz öncesinde Şevket Hıfzı imzasıyla şiir yazmış olmasına karşın- doğrudan doğruya şiiri, şiirin sorunlarını konu alan mektuplar değildir bunlar. Yine o dö nemlerin Cahit Sıtkı -Ziya Osman mek tuplaşmalarını gözönüne aldığımızda, Şevket Rado ile “Garip’çiler” arasında yakın arkadaşlıklar kurulmuş olduğu iz lenimini de vermiyor. Bu mektuplar, da ha çok, eski tanıtıldıkların ve Şevket Ra- do’nun Ankara’daki, Garip’çilerin İs tanbul’daki kimi küçük işlerinin kovuş turulmasını sağlayan ilişkilerin sürdü rülmesine yarıyor. Bir süre sonra Aile dergisinin ve Doğan Kardeş’in yöneti mine geçen Şevket Rado, geçim sıkıntı sı içerisindeki Orhan Veli üe Melih Cev det açısından, telif ücreti elde etmeleri ni sağlayan bir yayıncı oluyor.
Geçim sıkıntısı
Bu mektupların ortaya koyduğu ger çeklerden biri de, geçim sıkıntısı içeri sindeki genç şairlerin birazcık “telif üc reti” elde edebilme çabalarıdır. Üç şa irin, hatta Şevket Rado’nun küçük yazı ücretlerini ivedilikle elde edebilme ça baları, aynı zamanda, edebiyatçılarımı zın (özellikle Türkiye’de Yazarm Kazan cı kitabında) yakından izlediğim ‘müz min’ ve önemli sorunlarındandır. Kitap taki mektuplar, bu
soruna tanıklık et mektedir.
Bu m ektuplar dan öğrendiğimize göre, Oktay Ri- fat’ın “Ahmet” ad lı romanı yayım lanmadan yitip git miştir. Oktay Ri- fat’ın mektupla rından,, onun “Ya şayıp Ölmek Aşk ve Avarelik Üzeri ne Şiirler” başlıklı kitabının ilk baskı sını yayımlatma se rüvenini de -yazık lanarak- izliyoruz: Şairlerimizin on li ralık telif ücretle
rine şiddetle gereksinim duydukları o savaş yıllarında Oktay Rifat, satılan ev lerinin parasıyla bir şiir kitabı yayımla maya karar verir. Kendisi Ankara’da me mur olduğu için İstanbul’a gelemez, Şevket Rado’ya rica eder. Şevket Rado
Oktay Rifat, E$i sablha Hanımla. Orhan veli. Melih Cevdet Anday'la Ankara’da (Üstte).
Melih Cevdet Andav Hürriyet-i Ebediye'de (İstanbul). Üstte ise 80. yaş gününde. aracılığıyla, 1944 sonlarmda Nebioğlu Yayınevi sahibi Osman Nebioğlu ile an laşır. Kitap Nebioğlu Yaymevi adına çı kacak, ama bütün giderleri kendisi öde yecek. Osman Nebioğlu’nun bu gider lere karşılık olarak istediği 390 lirayı da gönderir. Bu işe aracılık eden Şevket Ra do’ya kaç kez rica etmesine, hatta açık ça “yalvarıyorum” diye yazmasma kar şın, kitabın dizgi provaları kendisine gönderilmez, dizilmiş şiirlerin düzeltisi ni yapmasına olanak verilmez. Kitabın kapağıyla ilgili istemleri de yerine geti rilmez. Sonunda (8 Mart 1945’te) Şev ket Rado’ya kitabın dağıtılmasını iste mediğini belirten bir telgraf çeker. Piya saya sürülmeyen bu kitap, 1946’da Mar mara Kitabevi yayını olarak yeniden ba sılacak; üçüncü.baskı 1962 ae Yeditepe Yayınları’nda -adrnın bir sözcüğü değiş tirilip- “Yaşayıp Ölmek Aşk ve Avarelik Üstüne Şürler” başlığıyla çıkacaktır. Biz, Osman Nebioğlu’nun Oktay Rifat’tan kitabın üretimi (dizgi, baskı, kâğıt ve cil di) karşılığı “fahiş” bir bedel aldığını da saptadık: Burhan Arpad, 5 Aralık 1942 günlü Yürüyüş dergisinde (alıntı: A. Ka- bacalı: Türkiye’de Yazarın Kazana, İst. 1981, s. 77-79) dizgi, baskı, kâğıt fiyat larıyla ilgili rakamlar vermiştir. O yıllar da fiyatlar değişmediğinden, 1942’deki bu fiyatların 1945’te de geçerli olduğu nu kabul etmek gerekir. Bir formanın dizgi baskısı 15-20, bir formanın bin adedinde kullanılan kağıdın bedeli 15- 18 liradır. Oktay Rifat’m kitabı 5 forma (80 bin adedinde kullanılan kâğıdın be deli 15-18 liradır. Oktay Rifat’ın kitabı 5 forma (80 sayfa) olduğuna göre, for malarının kâğıt ve baskı bedeli en çok
190 liraya ulaşır. Kapak kartonu, baskı sı ve cildi için de olsa olsa 70 lira harca nır. Bu durumda toplam harcama 260 li rayı geçmez. Demek ki Osman Nebioğ lu, Oktay Rifat’tan -en az 130 lira (yüz de elli) fazla para almıştır.
Edebiyatımızın kazancı
Kitabı baskıya hazırlayan Emin Ned ret îşli’nin çabasına da değinmek gere kir. Kitabın sonuna koyduğu açıklama notları, okura mektuplarda sözü edilen kişiler, kitaplar, olaylar, yayınlar vb. üze rine bilgi vermekte ve yararlı olmakta dır. Kimi notlarda (Örneğin Ölmez Eserler Yaymevi, Insel Kitabevi), başka hiçbir kaynakta rastlanmayacak bügıler yer almaktadır. Ancak, çok küçük bir düzeltme yapmak gerekiyor (not 39): Nebioğlu Yaymevi, kurucusu Osman Nebioğlu’nun öldüğü yıl (1988’de) de ğil, çok daha önce kapanmıştır.
Bir döneme ve şiirimizde önemli yer leri olan üç şairin yaşamlarına ışık tutan bu mektupların özenle baskıya hazırla nıp çok özel ve özenli bir kitap içerisin de yayımlanmış olması, edebiyatımız adına bir kazançtır. Bu kitaba gösterilen özenin, yayıncılığımızdaki benzeri b a sımlar için de örnek olmasını diliyoruz.»
C U MHU R İ Y E T K İ T A P S A Y I 6 3 5 S A Y F A 7
İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha Toros Arşivi