• Sonuç bulunamadı

Mektupların ışığında bir dönem

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Mektupların ışığında bir dönem"

Copied!
6
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

1 8 N İ S A N 2 0 0 2

□ Selma Fındıklı’nın yeni romanı ‘Gü­ müşlü Martı’yı H. Vasfi Uçkan tanıtı­ yor --- J . sayfada

□ Betül Tarıman, A bdülkadir Bu-dak’ın kitabını tanıtıyor ....8. sayfada

□ Andre Gorz sefaletten kurtuluşun yollannı anlatıyor ... 12. sayfada

□ M. Güler, Cem alettin Aykın’ın “Zor Zam anlar” ını değerlendirdi... .. 18. sayfada

Cumhuriyet

P A R A S I Z E K

__________ _ ® i ___________ a _ _________________

kitap

Şiirimizde bir dönemi fcaşte&uje’«

M *

m

m

~ ^ ^

Şevket

Rado'ya

Türk şiirine ‘Garip Hareketi’ ve

sonrasıyla büyük Bir ivme kazandıran üç

büyük şairimizin, Orhan Veli, Oktay

Rıfat ve Melih Cevdet Anday’ın,

arkadaşları Şevket Ra do’ya aşağı yukarı

aynı dönemde yazdıkları mektuplar bir

kitapta toplandı. Dönem içinde yaşanan

birçok olav bu mektuplarla yaşamdık ve

doğruluk kazanıyor. Uç şairin yaşamının

ilginç yanları okurlarm bir hayli İlgisini

çekecek.

KEMAL BEK

M

ektup, uygulayımın (teknoloji) yaşamımızı is­ tila etmediği; sözlü olarak telefonlaşmanın,.ya­ zılı olarak da fakslaşmanın, e-mailleşmenin, etleşmenin, daha henüz yaşamımıza girmemiş başka aberleşmelerin bilimkurgusal olarak bile bilinmediği zamanlarda, yaşamımızın en önemli araçlanndandı. Ço­ cukluğumuzda, “Bak postacı gelivor/ Bize selam edi­ yor,” diye başlayan tekerlemeyle o büyüleyici üniforma-ık ko- ökme-diğine, o karmakarışık zarf yığınları içinde hangi mek­ tubu hangi eve bırakacağını nasıl şaşırmadan bulabil­ diğine şaşardık. Çocukluğumuzun büyücülerinden bi­ riydi postacı.

Sonra okulda “mektup türü”nü öğrendik; mektu­ bun, “özelm ektup”, “işm ektubu”, “edebîm ektup” gi­ bi türleri vardı. Jules Verne’den Halide Edip’e, Reşat Nuri’ye birçok yazar kimi unutulmaz romanlarını mek­ tup türünde yazmışlardı. Bir Kadın Düşmanı nın fet­ tan kahramanı Sara’nın mektuplarını kim unutabilir?^ Sonra büyüyünce bizim de yaşamımıza girdi mek­ tup. Aşkımızı “Sevgili...” diye başlayan mektuplarla bil­ dirdik. O zamanlar “Seni seviyorum” sözü bu denli ayağa düşmemişti. Sonra, “Şu sıralar dardayım, acaba bana biraz borç... ” diye ödünç para da istedik mektup­ la. Kimimiz, “... gerçi ücreti az, ama yine de hiç yoktan iyidir,” diye biten mektuplara sevindik. Çocuğumuzun asker ocağından yolladığı özlem tüten mektubunu oku­ madan uzun uzun göğsümüze bastırdık. Mektup, “kut­ sal metin”di bizim için o zamanlar.

sı içinde kapı kapı dolaşan postacıyı izler; ağzı açı ca çantasında tıka basa dolu mektupları nasıl dö

Sonra yaşamımıza, daha doğrusu benim yaşamıma “Z iyaya M ektuplar” girdi. Bu türde ilk okuduğum, Tarancı’nın Ziya Osman Sabaya içini açtığı, benim için unutulmaz kitap... O yıllarda, ünlü yazarların mektup­ larının yayımlanması “etik” bir sorun sayılmaz, tartış­ malar da çıkmazdı. Üstelik, biz yazın meraklısı gençler sevinirdik de; sevdiğimiz yazarların “okur”u düşün­ meksizin yazdığı sereserpe satırları okuduğumuzda on­ ları daha iyi tanıdığımız için.

Şimdi “ünlülerin mektupîarı”m derleyen yerli yaban- kitaplar, kitaplığımızda birkaç rafı kaplayacak denli aldı. Bunların en yenisi, sözünü ettiğimiz “mektu­ bun altın çağT’nda, 40’lı yıllarda, üç “Garip” şairin, Or­ han Veli Kanık, Oktay Rıfat ve Melih Cevdet Anday’ın yaşıtları ve arkadaşları olan yazar-gazeteci Şevket Ra- do’ya yazdığı mektupları derleyen Şevket Rado’ya Mektuplar kitabı. Yazınseverler ve yazınımızın “Ga­ rip”! konusunda araştırma yapanlar için önemli bir bel- ge(l).

Kamuoyunca tanınmış kişilerin mektuplarının ken­

dilerinden izin alınmadan yayımlanmasının doğru olup olmadığı, zaman zaman tartışılmıştır. Anımsadığım son örnek, Attilâ Ilhan’a yazılan mektuplara tepkilerdir. Ki­ tapta mektubu yayımlanan kimileri bunda şaşılacak bir şey olmadığını ve mektuplarının yayımlanmasına karşı çıkmadıklarını; kimileriyse kendilerinden izin alınma­ masına sitem ettiklerini söylemişlerdir.

Mektup, yazanın mıdır, kendisine gönderilenin mi­ dir? Ölmüş bir kişinin mektuplarının yayımlanmasına kalıtçılarının (vârislerinin) izin verme hakkı var mıdır? İzin verilse bile bu mektuplara “sansür” uygulanmalı mıdır? İşte “etik” bir sorun...

Kitaba “Türk Şiirinin Şeytan Üçgeninden Mektup­ lar” başlıklı bir “önsöz” yazan Enis Batur’a göre, “İki kişi arasındaki yazışmanın her koşulda özel olduğunu savunmak zor değil şüphesiz; (...) Gelgeldim, öteki ku­ tupta, işin içinden çıkılmasını olanaksızlaştıran kamu­ ya mal olmuşluk boyutunun beklediğini unutamaz, gör­ mezden gelemeyiz. (...) Ucu açık kalmaya yazgılı bir tartışma bu.” Çünkü mektup, anı defteri bir yana,

(2)

______

O K U R L A R A “Türk şiirinin en gözüpek kolektif hareketlerinden birini yaratan Garip üçlüsünün, farklı yakınlık dozlarıyla ilişkide oldukları Şevket Rado’ya, hareketin en sıcak döneminde yazdığı mektupların ve onlarla ilgili kimi ikonografik parçaların bir kitapta buluşturulması, bana kalırsa, anlamlı bir örnek ortaya koyuyor. Orhan Velinin, Oktay Rifat’ın, Melih Cevdet Anday’ın ortak, kesişen serüvenlerinin olduğu kadar, kişisel güzergâhlarının da okunması açısından ciddî katkılar getirebilecek tanık- metinler bunlar. Yazın tarihçilerinin, araştırma­ cılarının bu türden bel­ geler arasında mekik do­ kuyarak geliştirebilecek­ leri yorumlar, bir dilin yazınsal cephesi bağla­ mında vazgeçilmesi güç, başvuru noktalarına ula­ şılmasını sağlamaları ba­ kımından da önemli gö­ rünüyor bana. ” diyor EmsBatur “Şevket Ra­ do’ya Mektupların” girişindeki yazısında. Gerçekten de Garip şi­ iri, Orhan Veli, Oktay Rıfat ve Melih Cevdet Anday’la ilgili bir çok konudaki bilgilerimizin yanlışlığını gösteriyor bize hitap.

Andre Gorz, çağımızın önemli düşünürlerinden biri. Dilimizde de yayımlanan “Yaşadığımız Sefalet- Kurtuluş Çareleri” kitabıyla, çalışma toplumunun sonunun geldiği ilan ediyor. Gorz la kitabı üzerine yapılmış bir söyleşi ve Nilgün Tutal’ın bir değerlendirmesi yer alıyor sayfalarımızda. Bol kitaplı günler!...

TURHAN G Ü N A Y

K im i»

imtiyaz sahibi: çağ Pazarlama Gazete Dergi Kitap Basım ve Yayın A$ yi temsilen

Cumhuriyet vakfı adına Ilhan Selçuk o Yayın Danışmanı: Turhan Günay o Sorumlu Mü­ dür: Fikret İlkiz o Görsel Yö­ netmen: Dilek AkıskalK Bas­ kı: Sabah Yayıncılık A$ > İdare Merkezi: Türkocağı Cad. No: 39-41 Cağaloğlu, 34 334 İstan­ bul Tel: (212) 512 05 050 Rek­ lam: Publi Media

Selma Fındıklı yen i bir romanla okur karşısında

Gümüşlü M artı

Selma Fındıklı “Gümüşlü

Martı”da 4. Murat dönemini

öyküleştiriyor. Yarattığı

kişileriyle canlı kanlı bir roman

yazmış Fındıklı.

H. VASFİ UÇKAN

“O lm uşum d erd -i firak ınla z â if ş o l h a d d e K im getirm ez h a yâ le nakşım ı nakkaşlar.”

N

esimi’nin bu beytiyle başlayan Sel­ ma. Fındıklı’nın yeni romanı GÜ- . MÜŞLÜ MARTI okura sunulmuş­ tur. GÜMÜŞLÜ MARTI altıncı yapıtı Sel­ ma Fındıklı’nın. Dördü roman, ikisi öykü­ ler. ilk romanı 1994’te çıkmıştı. O kitabın arka kapağında Ayla Kutlu "... Tertemiz bir dille okura sunuyor Nerede Yüreğim’i. Us­ ta bir anlatımla yaşayıp bitirilmiş bir tarihi öykülüyor.” diyordu. Evet, Gümüşlü Mar- tı’da da bir tarih övküleşivor. IV. Murat dö­ nemi. O dönem fonda kalıyor doğal olarak. Yazar için önemli olan romanın kahraman­ larıdır. Ve bir romanda olması gereken tüm boyutlarıyla iç, dış dünyalarıyla o romanın kişileri. Onlar da nakkaş Yusuf, anası, ba­ bası, kız kardeşi, Anna (Andelib), Nizam Usta, Despot Rupen, Rahibe Diruhi, Başra­ hibe Eliza, Rahip Karakin.

Selma Fındıklı roman ve öykü yazarı ola­ rak tanınır; bilinir. Aynı zamanda TRT An­ kara Radyosu Tiyatro Bölümü’nde drama­ turg. Onun ikinci kitabı Loş Sokağın Kadın­ ları (Öyküler) Haldun Taner üçüncülük ödülünü, dördüncü kitabı Ankara istasyo­ nu (Öyküler) Iş Bankası Büyük Ödülü’nü almıştı. Yani ödüllü bir yazar Selma Fındık­ lı. Edebiyatımıza “sessiz ama düzeyli” bir giriş yaptığı yazılmıştı bir kitabının arka ka­ pağında. Bu yeterli değil sanırım. Ona şun­ ları da eklemek gerekir: Özenli, üretken ve araştırmacı bir yazar. IV. Murad dönemin­ de pek çok olay vardır elbette. Bunların ba­ zıları da biliniyor. Böyle olmasına karşın onun Gümüşlü Martı için de ayrıca bir araş­ tırma yaptığı inancındayım ben. Ve yapmış­ tır da. Hatta kitapta adı geçen manastır ve kilise (İstanbul’da var mıdır bilmiyorum) varsa oralara da gitmiştir; yoksa eğer başka bir manastıra, kiliseye gidip ilgililerle ko­ nuşmuştur.

Nereden nereye

Gümüşlü M artı’da Yusuf’un babası Ya- kup devşirmedir. Onu yıllar yıllar önce alıp getirmişler, Galata’da Acemioğlanlar kışla­ sına teslim etmişler; sonra da Yeniçeri oca­ ğına, Asesbaşı Bölüğü’ne verilmiş. Annesi ise Bedesten önüne gözleri bağlı olarak ge­ tirilmiş ve orada satılmıştır. Onu satın alan­ lar da on dört yaşına geldiğinde adını Ce- maliye olarak değiştirip Yakup adında bir asesle (gece bekçisi) evlendirmişlerdir.

Yusuf yalnızca bunları öğrenebilmiştir ba­ basından, bir de nasıl nakkaşaneye verildi­ ğini anımsıyor. Bir ara evde resim çizerken, babası Bu gece devriye nöbetimi tamam eyledikten sonra Paşakapusu’na varıp Ases- başı’nın huzuruna çıkacağım bi’iznillah. Da- lu budağı uzundur onun... Tanır sernakka- şı...” demiştir. Onu nakkaşaneye verecektir babası. Ee baba bu.. Günümüzde yok mu böyle babalar. Kız kardeşi Gülnüş’u Resul Ağa adında oldukça yaşlı, ama paralı bir adamla evlendirdiğine göre onu da verecek­ tir oraya; onun sevmediği, istemediği nak­ kaşaneye.. Zaten annesi hastadır, bir süre sonra ölür.

Yusuf’u daha sonra tersanede kalyonlar­ da nakkaşlık yaparken görürüz. O çalışırken bir martı da kalyonun köşkünde, oradaki

dülgerin türküsünü din­ ler gibidir. O gümüşlü martıdır. Gümüşlü mar­ tıyı daha çok görecektir Yusuf. O sırada birden “Kaptan paşa geliyor... Boşnak Paşa.. Topal Re­ cep Paşa geliyor...” diye bağırarak kaçışmaya baş­ lar çalışanlar. Yusuf şaşı­ rır. Bir alay yeniçeri de tersanede, kalyonlarda çalışanlara saldır­ maktadır. Yusuf’un çalıştığı kalyona çıkan yeniçerilerden biri de ona saldırır ve onun sol ayağmı bileğinden palasıyla keser kopa­ rır. Yusuf o acıyla kendini boşluğa, denize bı­ rakır.

Bunun nedeni de kalyonların sefere hazır hale gelmesi gecikmiş de onun içinmiş. “Se­ fer gecikti bre namerder. Kaptan paşamızın Bahr-i Sefid üzre seferi ziyade gecikti bu yaz” diye saldırırlarmış çalışanlara. IV. Murat dö­ nemi bu. Kaptan Paşa Akdeniz seferine çı­ kacakmış da ondan.

Yürekte olan

Yusuf neden sonra bir kilisede gözlerini açar. Yanında bir rahip vardır. Bir de on iki, on üç yaşlarında bir kız çocuğunun aralık

ka-E

ıdan kendisine baktığını görür. Sonra da apı kapanır. Yusuf buraya nasıl geldiğini sorar rahibe. Rahip “Bir kayıkçı kardeşimiz getirdi” der ve anlatır, “Haliç Zindankapı- sı’ndan Yemiş iskelesine zerzevat yükünü boşaltıp geri dönerken bulmuş sizi. Tersane­ de kopan kıyamette yaralandığınızı anlamış. Ölüden farkmız yokmuş.

Ama yine de bileğinizi tuzla bağlayıp bu­ raya yetiştirdi. Cemaatimizde ünlü bir hekim vardı çünkü”. Hekim gerekeni yapmıştı, aya­ ğında büyükçe bir sargı vardı Yusuf’un. Ar­ tık onun bir ayağı yoktu; tek ayakla kaldığı­ na göre yarım adam sayılırdı. Yusuf böyle düşünüyordu.

Kapı aralığında görünen esmer kız da da­ ha bebekken kilisenin kapışma bırakılmış. Boynundaki haç Müslüman olmadığım gös­ terdiği için Anna adı verilmiş, vaftiz edilmiş. O manastırda kalıyormuş. Kimsesizmiş. Bu kilise de o manastırın kilisesiymiş. O kız Yu­ suf’a manastırda kaldığı sürece arada yeme­ ğini, suyunu getirir, ona yardım eder, yanla­ rında kimse yoksa onunla konuşur. Kısaca­ sı Yusuf’a karşı bir yakınlığı vardı bu kızın. Yusuf’un da öyle. Gözleri hep onu arar, onu görünce içinde bir türlü anlayamadığı kıpır­ tılar oluşurdu.

Altı hafta kalır manastırda Yusuf. Rahip onun nakkaş olduğunu kendi ağzından öğ­ rendiği için bundan sonra onlara da bir şey­ ler yapmasını rica eder. Özellikle kutsal re­ simler. Böylece onlar yortularda satılacak, Yusuf da para kazanacaktır. Yusuf’un hoşu­ na gider bu öneri. O ne olacağını, ne yapa­ cağını düşünürken neyle karşılaştı. Hem de bu öneriyi bir rahip yapıyordu ona ve o ra­ hibin yardımıyla iyileşmişti, iyileşmiş sayılır­ dı. Ama bunu, bu öneriyi kabul ettiğini Müs- lümanlar duysaydı...

Yusuf manastırdan ayrılır, baba evinde is­ tenen resimleri yapmaya başlar. Bitirdikleri­ ni götürür teslim eder. Yıllarca sürer bu ça­ lışma. Artık eli de, evi de para görmüştür. Ama onun her manastıra gidişinde görmek istediği biri daha vardır Anna. Asıl o... O da Yusuf’un gelmesini bekler, onu düşünür. Geceleri onunla birliktedir rüyasında, onun ayak sesini duyar gibi olur. Kopan ayak ye­ rine yaptırdığı sökülüp takılan tahta parça­ sının o yürürken çıkardığı sesi. Ona olan sev­ gisini manastırda bir tek Rahibe Diruhi se- zinlemiştir, o bilmektedir. Onunla konuşur­ ken onun sevdiği despot Rupen’in sözleri kafasında çın çın eder Anna’nın, “Sevmek­ ten korkma. Öyle sev ki sığmasın yüreği­ ne...”

Anna Başrahibe Eliza’dan çekinmektedir. En çok ondan. Yoksa Yusuf’un her manas­ tıra gelişinde koşa koşa yanma gidecektir. Ama manastırın duvarlarına yazılmış In­ cil’den ayetler aklına gelir, kuralları düşü­ nür, onu gözleyenleri düşünür, Başrahibe Eliza’yı düşünür. Gerçi istenen bir rahibe olamamıştır. Bu doğru... Yıllardan beri için için bir Müslümam sevmektedir. Nakkaş Yusuf da gene gelmiştir, ayazmadadır işte.

Rahibe Diruni’yle konuşmaktadır Anna. Daha doğrusu Diruhi konuşmakta, o dü­ şünmektedir; gözleri de ayazmada.. En so­ nunda konuşur konuşur, Anna’yı iter Diru­ hi, “Aptallık etme. Hadi git..” der, ayazma­ yı gösterir. Anna artık dayanamaz. Ona olan aşkı ne yasak dinler, ne günah, ne baskı, ne kural, ne kiliseden kovulma korkusu.. Ora­ da, masada duran fesleğenlerden bir demet alır ve ayazmaya yönelir. O sırada bir martı çığlık çığlığa uçup pencerelerden birine ko­ nar. O gümüşlü martıdır.

Yusuf’la evlenirler. Adı da “Andelib” ola­ rak değişir Anna’nın. Ama bu kez de Yu­ suf’un kız kardeşi Gülnuş, “O kâfir kız. Onunla aynı çatı altında yaşayamam” diye tutturur. Yaşayamazsa nereye gider?. Gide­ cek yeri var mı? Kocası ölmüş, kızı evlenmiş, torun torba sahibidir Gülnuş. Gidip dama­ dının evinde de kalamaz... Tartışma böyle­ ce sürer gider.

Yusuf’un bir kızı olur. Ne yazık ki doğum­ da Andelib (Anna) ölür. Çocuğa da M er­ yem adı verilir. Doğumdan önce söylemişti bunu Anna, “Kız olursa Meryem koyalım..” demişti. Andelib’i (Anna) yitirdikten sonra Yusuf’un sağlığı bozulmaya başlar. Hep onu düşünmekte ve dalıp gitmektedir. Birinde çok kötü olur, artık ona göre “Azrail uzağın­ da değildir”. Meryem de on bir, on iki yaş­ larına gelmiştir, ya ölüverirse ne olur?. Gü­ vendiği, Meryem’i emanet edebileceği bir yakını kalmamıştır, yoktur. Ve sonunda ka­ rarım verir, kızını manastıra verecektir. Onu tanıyan belki bir iki kişi kalmıştır manastır­ da.

Nitekim Rahibe Diruhi başrahibe olmuş­ tur. Ve Meryem’i manastıra götürür babası. Orada M eryem’le bir genç rahibe, Diru- hi’nin isteği üzerine bahçeye gezmeye çıkar­ lar. işte o zaman konuşmaya başlar Yusuf. Sonunda da “ Anna’yı sizden almıştım on iki yıl önce. Gönülde olmasa bile görünüşte Müslüman olmuştu. Buna hakkım yoktu belki. Şimdi borcumu ödüyorum işte. Kızı­ mı veriyorum manastırınıza” der.

Evet... Ne vapabilirdi Yusuf?. “Azrail uza­ ğında değildi” onun, o öyle diyordu ne za­ mandır. Doğru “uzağında değil” gibi. Peki ölse kim bakar Meryem’e? Kim analık ba­ balık eder o zaman? Artık kimsesi yoktu Yu­ suf’un, kalmamıştı. Üstelik Meryem’in ana­ sı da biliniyordu. Anası neyse kızı da oydu: “Kâfir”... Kız kardeşi bile Anna’ya “Kâfir kız” diye ayak diredikten sonra...

Anna’yla Yusuf’un kendi ağızlarından, anlatıcı olarak kaleme almmış Gümüşlü Martı. Anlatım sıcak ve duyarlı. O dönem­ de kundağı içinde daha bebekken manastı­ rın kapışma bırakılmış ve boynunda haç ol­ duğu için Müslüman olmadığı anlaşılan An­ na’yla nakkaş Y usuf un öyküsü bu. Yalnız onların öyküsü de değil; biraz da despot Ru- pen’le Diruhi’nin öyküsü. Ama onlar sevgi­ lerini içlerine gömmüşler. Rupen intihar et­ miş. Diruhi ona olan sevgisini hep içinde saklamıştır. Oysa Anna’nm sırdaşıydı o, ona yol göstermişti, hem de hırsla Yusuf’un oturduğu ayazmaya doğru iterek. Ne var ki o Anna’nm yaptığını yapamamıştı işte. ■

Gümüşlü Martı/ Selm a Fındıklı/ Koman/

R em zi K itabevi/ 160 s.

ÖZÜR: Fethi Naci’nin yazısı bu hafta elimize ulaşmadığı için kullanamıyoruz.

BİR DE DÜZELTME: Geçen haftaki sayımızın kapağmda yer alan Nazan Ip- şiroğlu ile söyleşiyi Zehra Ipşiroğlu ger­ çekleştirmişti. Yanlışlıkla Jale Parla’nm adı yayımlandı. Düzeltir, özür dileriz.

(3)

Kapak konusunun devamı... *•“ şinin en özel kalıcı belgesi’’midir. Bana kalırsa, “çok çok özel” bölümleri dışında, herhangi bir sanatçının mektup­ larının yayımlanması gereklidir; mektup­ lar, o sanatçıyı çok daha iyi tanımamızı sağlamaktadır; hem zaten, sanatçı, yapıt­ larıyla kendisini okura açmamış mıdır? Dolayısıyla yaşamöyküsü yazarları, ince­ lemeciler, eleştirmenler için de bulun­ maz hazinedir mektuplar. Elbet de esas olan, mektubu yazanın, yayımlanmasına izin vermesidir. Ölmüş sanatçıları adına da izni kalıtçıları verecektir.

Şevket Rado’ya M ektuplar kitabı, Enis Batur’un yukarda sözünü ettiğimiz yazısıyla başlıyor. Kitabı düzenleyen Emin Nedret Nişli’nin bu mektupları derlemesinin öyküsünü ve üç “Garip- çi”nin Şevket Rado’yla arkadaşlıklarını anlatan “Dört Arkadaş” başkklı yazısın­ dan sonra, mektupları içeren “Orhan Ve­ li Kanık Mektuplar/Belgeler”den olu­ şan ana metinlerle sürüyor. Nişli, kitaba, mektupları daha iyi anlamamıza yardım­ cı olacak 97 not eklemiş. Kitabın son bö­ lümü, her çağdaş kitapta bulunması ge­ reken “dizin” bölümü. Kitapta yer alan; Rado’nun, O. Velinin, M. Cevdet’in ve O. Rifat’ın çok sayıda fotoğrafı, yapıta bir küçük albüm niteliği kazandırıyor.

Mektuplar yazıldığı sırada Ankara’da olan üç arkadaşın İstanbul’daki Rado’ya yazdıkları, genellikle kendi yazılarının ve yapıtlarının İstanbul’da basımıyla ilgili “iş mektubu” olarak nitelenebilir. Bu yargıya en çok uyanlar, Orhan Veli’nin yazdıklarıdır; O. Veli, mektuplarında he­ men hiç özel yaşamından söz etmemek­ tedir. Buradan, O. Veli’nin Şevket Ra­ do’yla, öteki iki “ Garip’’çiden daha az yakın olduğu çıkarılabilir mi:

“Akşam g a z etesin d e sen in b ir Kitabi- y a t sütunun var. Bu g ön d erd iğim yazıyı orada n eşretm en i istiyorum . E ğer orada n e şretm en d oğru olm azsa başka tarafa koydur. Şiir hakkında bazı yazılar yazdım. Fıkra bü yük lüğünde yazılar. Bana bildirir­ sen o yazıları da gön deririm . Bir ta n esi nasır v e S üleym an E fendi m ü n a seb etiyle yazılm ış v e şa iran eden bahsediyor. Bu ya ­ zıların b en im kadar ga z ete için d e fa y d a ­ lı olacağını tahm in ediyorum . Çünkü h ep ­ s i ak tüel m e s e le le r e tem a s ed iy o r v e e d e ­ biyatla az çok alâkalı insanlar için S en sa ­ t io n n e l bir h u su siyet taşıyor. Kırk yılda bir olsu n hu za hm etten kaçınm ayacağını tahm in ed erim .” (25).

"Sana, â cil olan ihtiyacım a bin aen bir­ kaç ta n e daha La F ontaine tercü m esi g ö n ­ deriyorum . Sen d e hana e lli lira g ö n d er e­ bilirsen m em n u n olu ru m .” (35).

“Nurullah Ata B ey ’in Ankara’y ı teşri­ fin d e n sonra ö ğren d im ki b en im şiir d e f­ terim s e n d e imiş. K itabın n için çıkm adı­ ğın ı bir türlü anlayam adım . M âni; ahvali hâzıra mıdır, yoksa kitapçının s a r fı naza­ rı mıdır, yok sa N urullah A taç B ey ’in h id ­ d e ti m i? M alum d e ğ l. H er n e ise. (...) Ga­ liba yakında Varlık m ecm uasında şiir hak­ kında m ak aleler n e ş r e d e c e ğ m . Onlardan m ünasip parçalar alıp g a z eten d e m evzu- u h a h sçd eb ilirsen m em n u n olurum . ’’ (29).

"G önderdiğin kitapları aldım . Çok te ­ şekkür ederim . Baskı da çok hoşum a g it­ ti. B elki Yaprak’ta bu şiirlerd en b a h sed e­ ceğiz. Sen bizim Yaprak’la h iç alâkadar o l­ m uyorsun. H albuki h erk esten e v v e l sen ­ d en v e Vâlâ N urettin B ey ’d en bir alâka bek liyoru z" (47)

O. Rifat’ın yazdıklarında, “iş” dışında özel yaşamlardan da söz edilmektedir:

"Ben bekârlar kralı, g e c e kuşu Oktay Rifat on g ü n e kadar evlen iyoru m . K âğıt­ larım askıda. D üğün z a nnediyorum ya p ­ mayacağız. B u gü n lerd e Z onguldak ’a teş­ r i f ed ersen nikâhım da bulunabilirsin. (...) B en h iç d eğişm ed im ; esk i ham am , esk i tas. Yalnız d e li g ib i âşıkım v e hanım ın em ri v e çh ile erk en yatıp erk en kalkıyo­ rum. Sigarayı azaltm aya ça lışıy o ru m .”

(67).

Şiirimizde bir dönemi başlatan üç şairimizin bir dönemi

Şevket Radtfya Mektuplar

Türkân Rado, Şevket Rado ve Vâhit Turan (Küllük te). O. Rifat’ın “Ahmet” adlı bir romam olduğunu, bu yapıtı çok önemsediğini, bastırmak için evini bile satmaya razı ol­ duğunu ya da satılmak üzere olan evden eline geçecek parayı romanın basımı için harcamayı düşündüğünü mektuplardan öğreniyoruz:

“K ardeşim , b en i tekrâr işim e başladım. D ört b eş gü n d ü r d eva m ed iyoru m . Ah­ m et’in en câm ını çok m erak ediyorum . Na­ s ıl N ebioğlu ’na k en disin i h eğen d ireb ild i m i? Aman Ş evk et’çiğim , A hm et’i görü cü g ö rü cü dolaştır v e muhakkak haşgöz et. ”

(69).

“Bizim e v kat’î su rette satılıyor. Yalnız kitapçı dükkânı açmak için d e ğ il başka iş­ ler için. (...)Şevketçiğim , h u m ey a n d a h em şiirlerim i h em d e A hm et’i basmak istiy o ­ rum. Yalnız b ir kitapçının firm a sı altında çıkarmak lâzım. B en tevziat işiy le uğraşa- mam. Tahsilat yapam am .” (71)

Birçok mektubunda, çıkaracağı kitap­ ların kapaklarının, biçiminin, yazı tipi­ nin nasıl olması gerektiği konusunda uzun uzun ayrıntılı bilgi veriyor. Kitap­ ların her bakımdan doyurucu olmasını is­ tiyor:

"I. K apağın klişe olm asını kat’iy en iste­ m iyorum . (...) Yalnız b en şiir kitabım ın h erh a n gi b ir kitap gibi, daha doğru su Av­ rupa’da basılan şiir kitapları g ib i düz b ir kapak için d e çıkm asını istiyorum . (...)

II. Kitap ebat bakımından n e pek büyük n e pek küçük olm alı. A.B.C. ’nin ebadı iyi, y a n i Ziya’nın şiirlerini görm üşsündür. O kitap hoşu m a gidiyor.

III. S ahife bağlantısı bakım ından da ki­

tapta h içb ir h u su siyet göz etm iyoru m . Sa- h ifen in ald ığı kadar şiir koymak lâzım. H ani A hm et H aşim ’in kitaplarında ilk sa h ifey e b ir kıt’a konulur, ötek i sa h ifey e şiirin g er isi yazılırdı, işte b en b ö y le şe y is­ tem iyoru m . Ziya O sm an’ın kitabının ter­ tib i fe n a d e ğ il.” (75); “B en g ö rm ed en ki­ tap satışa çıkmasın. B elki satışa arzedilm e- sin d en vazgeçerim . N ebioğlu ’nun em ek ­ lerin i d e öderim . (83).

M. Cevdet’in mektupları, konuları ba­ kımından daha çok O. Rifat’inkilere ben - ziyor; ama onun kimi mektupları, öteki iki arkadaşının yazdıklarından çok daha uzun ve çok daha ayrıntılı. Kadınlar ve çapkınlıkları konusunda kısa da olsabil- giler de aktarıyor M. Cevdet:

“G ayet iy i b ir yolcu lu k yaptık. Çünkü gü z el kadınlar vardı. Kâzım G elib olu ’ya çıkarken b en bunlardan b iriy le ahbap o l­ dum. Çocuklu, zengin v e g ü z el bir kadın­ dı. G eceliğ im le kamarasına g ir m ey e kalk­ tım. Kadın m ü th iş korktu. (...) G ittim, e l­ lerin i fila n öp tü m v e o yuvarlak p e n ce r e ­ d en y a n b elim e kadar sarktım. (...) K adın bana iki ayrı adres verdi." (109).

Bu olay olduğu sırada, M. Cevdet ye­ dek subaydır!

Melih Cevdet, çeşitli mektuplarında Rado’ya askerlik yaşamından, evlenme tasarılarından, evlilikten çokça söz edi­ yor.

“Sana nişanlılık hakkında n e yazayım ? E vlilikten g e r i o ld u ğu için acı, bekârlık­ tan ileri o ld u ğu için tatlı bir şey. Bu m e­ s e le le r hakkındaki etü tlerim i şifâ h en an­ latm ayı tercih ed erim .” (117).

Melih Cevdet Anday, Oktay Rifat, Orhan Veli yenilikçi Türk şiirinin şeytan üçgeni.

“Biz A nkara’ya g e l ­ dik ten son ra am eliya t o ld u (eşi). E p eyce d e m ühim m iş. B ir hafta on günlük sıkıntıdan sonra kurtulduk. D ört kilo ka­ dar ağırlaştı. İyi koca ka­ rısının k ilosuyla anlaşı­ lır m ış ” (\2\).

Hele Radyoevi’nde, bir memurla kavga edip mahkemelik oluşu var ki, okumaya değer. Mahkemede tanıldık için admı verdiği Ra- do’ya ifade verirken ne­ ler söylemesi gerektiği­ ni inceden inceye anla­ tıyor:

‘İ ş t e Ş evk et b en m e­ se le y i b ö y le anlattım. Se­ nin d e i s tin âb e su retiy le şa h â d etin e m üracaat ed ecek olurlarsa m es ele­ y i hatırlam ana yard ım etm ek m aksadıyla bir d efa yazm ayı m uvafık bu ld u m .” (125).

M. Cevdet, mahkeme sonucunda bir ay hapis, 30 İifa para cezasına mahkûm olur, sabıkası olmadığından cezası tecil edilir! İşli, bu konuda Hikmet M ünir’in Rado’ya gönderdiği gazete kesiğinin kli­ şesini de kitaba eklemiş.

Arada bir (!), “iş” konularında da ya­ zıyor M. Cevdet:

“Buraya g e lir gelm ez sen in işin le m eş­ g u l oldum . T ercüm e ettiğin eserin aslıyla ter cü m e ettiğin y e r e kadarki m ü sv ed d ele­ ri h em en gön der. Tedkik ettirelim . Dak­ tilo ile yazdırırsan m ak bule geçer. ”(115). “Sana K ip lin g’d en ter cü m e ettiğ im iki çocu k hik â yesi yollu yoru m . Bu h ik â yele­ ri bu ld uğum kitabın adı, ]u st so stories fo r little children. (...) B en bizim çocuk lar için en u ygu n b u ld u ğu m ik isini çevirdim . Z annederim iki fo rm a tutar. (...) Sana a y­ rıca, bu h ik â yeler için d ört ta n e resim y o l­ luyorum . Bu resim leri A vrupa’dan y e n i g elm iş b ir ressam tanıdığım , k en d i isteğ i ile y a p tı.” (149).

Mektuplar, hem Orhan Veli, Oktav Ri­ fat ve Melih Cevdet’i, Şevket Ra do’ya sözcüklere bürünerek “göründükleri” insan yanlarıyla tanımamıza yararlı olu­ yor; hem de bu şairlerin yaşamlarının, yaşamöykülerinde hiçbir zaman yer al­ mamış ve almayacak “İnsanî” yanlarını görmemizi sağlıyor. Örneğin, şiirde bü­ yük devrimlerden birini başarmış her üç şairin de 40’h yıllarda mektuplarını eski yazıyla yazmaları ilginçtir. Biz okurlar olarak, sevdiğimiz sanatçıların “insan” yanlarım da merak ederiz, öyle değil mi?

Şevket Rado’ya M ek­ tuplar, YKY’nin alışagel­ diğimiz özenli, dizgi yan­ lışlarından arınmış, güzel bir kapak içinde sunulan basımıyla, mektupların daha iyi anlaşılması için özenle hazırlanmış “not- lar”ıyla, hele yayınevleri­ nin hem sayfa sayısını art­ tırmamak hem de iş çık­ masın diye savsakladıkla­ rı “dizin”iyle, okurun ilgi­ sini hak eden bir kitap. ■ Şevket Rado’ya M ek­ tuplar/ O rhan Veli Ka­

nık, Oktay Rifat, M elih C ev d et Anday/ Haz.: Emin N edret İşli/ YKY/ İstanbul, 2002/170 s.

(4)

ERAY CANBERK a

B

ugün 60’lıyaşlarını sürenler Hayat dergisini çok iyi hatırlarlar. Hayat 1950’li yılların ortalarında çıkma­ ya başlamış, kısa sürede önde geıen bir “magazin” dergisi olmuş, özellikle genç kuşaklar arasında okur bulmuştu.

Der-f

t yalnızca genç kuşakların değil yaşb uşakların da dergisiydi. Bu geniş ilginin pek çok nedeni vardı: Baskı tekniği (tifd­ ruk denen yeni bir teknik), kâğıdı (ince ye nitelikli), kapak resimleri (çoğu o dö­ nemlerin ünlü ve yabancı sinema oyun­ cusu kadınlar), yenilikçi sayfa düzeni. Dış görünüşle ilgili nedenlerden başka içerikle ilgili nedenler de vardı ve bu ne­ denler “magazin” dergisi olmanın getir­ diği, hep genel geçer olan nedenlerdi; zemine ve zamana uygun olmak gibi. Hayat Amerikan hayranlığının günde­ me geldiği, Amerikanvari hayat görüşü­ nün ithal edildiği, Amerika’ya benzeme hevesinin yaratıldığı o dönemde “aile” dergisi olarak evlere girebilme olanağı olan, ailece okunmasında salonca görül­ meyen bir dergiydi. Şevket Rado dergi­ nin yönetmeniydi ve her hafta yayımla­ nan köşe vazılarıvla okurlar tarafmdan tanınıyordu. R adonun yazıları doğru­ dan güncel siyasal olayları konu almadı­ ğı için yansız gözüken, biraz öğüt verici, sıradan okurun hoşlanacağı tarzda ahlâ­ kî, “m odem ” ama bir yandan da “b i­ zim” değerlerimize sahip çıkan bir kale­ min ürünleriydi.

Radonun sohbet niteliğindeki bu ya­ zıları 1950’li yıllarda ülkeyi yöneten De­ mokrat Parti’nin siyasal anlayışıyla, bir başka deyişle “Amerikanvari demokra­ si” anlayışıyla tersleşmiyordu. 1960’tan sonraki siyasal değişim içinde de Hayat vaym yaşamını, Rado da köşe yazılarını sürdürdü. Fakat yazar ve dergi yönet­ meni olarak tanınan Rado 1970’lı yılla­ rın başında bir başka nedenden günde­ me geldi. O yıllarda hafif müzik besteci­ si ve sanatçısı olarak adını duyuran Hü- meyra’mn “Kördüğüm” adlı şarkısının güftesi herkesin dikkatini çekmiş, şarkı dillerden düşmez olmuştu. Güftenin Şevket Hıfzı’va ait olduğu ortaya çıktı. Peki, Şevket Hıfzı kimdi? Şevket Hıf- zı’nın Şevket Rado olduğunu öğrendiği­ miz zaman şaşırdığımı hatırlıyorum. Çünkü az da olsa Şevket H ıfzının şiir­ lerine rasdamıştım; bu imzayı tanıyor­ dum. Sevdiğim şiirleri yazdığım şiir def­ terimdeki 1959 tarihli sayfalarda Şevket Hıfzı’nın “Kaybolan Sevdiklerim” baş­ lıklı şiiri bile vardı. Nereden bulmuş­ tum, hatırlamıyorum.

Şiir serüveni

Şevket Hıfzı’nın yayımlandıktan çok sonra edindiğim Şiirler (1970) adlı ve alt başlığı “Bir Başlangıcın Hikâyesi” olan ve Şevket Rado imzasını taşıyan kitabı­ na bakıyorum; “Kördüğüm” 1933, “Kaybolan Sevdiklerim” 1935 tarihini taşıyor. Radonun kitabında “Bir Başlan­ gıcın Hikâyesi” adk uzun yazıda Şevket Hıfzı’mn şiir serüveni anlatılıyor. Kitap­ taki şiirlerin ilki 1931, sonuncusu 1941 tarihini taşıyor. Şiirlerinin yayımlandığı 10 yıllık süre içinde Şevket Hıfzı olum­ lu eleştiriler almış. Cahit Sıtkı ve Ahmet M uhip’le adı birlikte anılmış. Ahmet Haşim’in ve Nurullah Ataç’ın övgüsünü kazanmış.

Hukuk öğrenimi için Ankara’da bu­ lunduğu sırada yine Ankara’da bulunan üç genç şairle; Orhan Veli, Melih Cev­ det ve Oktay Rifat’la arkadaşlık kurmuş, sırası gelince bu şairlere her yönden des­ tek olmuştu. Kendi anlatımıyla “geçine­ bilmek için çalışmaya mecbur olmuş” ve genç yaşta gazetelerde çalışmaya başla­ mıştı, İstanbul’da düzeltmenlikle başla­ yan basın yaşamı yazar olarak Ankara’da sürmüş, 1937’de tekrar İstanbul’a gelin­ ce kendini iyiden iyiye gazeteciliğe ver­ mişti. Şevket Rado Hukuk Fakültesi’ni bitirme başarısını ve şairlikten

uzaklaşı-Mektupların ışığında

bir dönem

şını şöyle dile getiriyor: “Fakat bu başa­ rı Şevket Hıfzı’nın şairliğine malolmuş- tu. Artık şiir yazmıyor, şairlikten yavaş yavaş uzaklaştığını hissediyordu. Gün­ delik fıkra yazmak tüketici bir işti ve şi­ ir yalnız kendisine bağlananlara sadık kalıyordu.”

Anlaşıldığı kadarıyla geçim derdi bas­ kısının yanı sıra Şevket Hıfzı’yı bir baş­ ka yaşam biçiminin, bir başka dünyanın baştan çıkarıcıhğı da şiirden uzaklaştır­ mış. Böylece yazar Şevket Rado şair Şev­ ket Hıfzı’nm yolunu kesmiş. Bu durumu yine kendi kaleminden şöyle dile getiri­ yor: “Kısacası artık Şevket Hıfzı şiir dünyasında kalarak hayatının bundan sonrasını Şevket Rado’ya bırakmış bulu­ nuyordu.”

Şevket Hıfzı’nın serüveni karşısında bir şiirsever olarak biraz hüzün, biraz burukluk duymamak elde değil. Eğer evket Hıfzı’ya yakınlık duymuşsanız, evket Hıfzı umut bağladığınız bir şair olmuşsa bu duygulara bir de kırgınlığı ekleyebilirsiniz.

Araştırmacı-yazar Emin Nedret İşli Şevket Rado’ya Mektuplar başlıklı ça­ lışmasında üç şairin (Ornan Veli, Melih Cevdet, Oktay Rifat) Şevket Rado ile olan ilişkisine “Dört Şair” başlıklı bir yazıyla değinmiş. Yazının sonlarında şöyle diyor İşli: “Gençlik ve ilk yazarlık dönemlerinde çok sıcak olan ilişkiler, ilerleyen yıllar ve yaşlarda aynı derece­ de yürümez. Orhan Veli’nin erken ölü­ mü, Melih Cevdet Anday ve Oktay Ri- fat’ın Ankara’dan İstanbul’a geç gelişle­ ri ilişkilerin gölgelenmesine, hatta kop­ masına sebep olur. ” Bu görünürdeki ne­ denlere belki “hüzün, burukluk ve kır- ınlık” da eklenebilir. Bu gölgelenme ve opmada farkldaşan yaşama biçimleri­ nin ve dünya görüşlerinin de etkisi ol­ muştur belki.

Orhan Veli'den Rado'ya

Orhan Veli’nin Rado’ya yazdığı mek­ tuplar (ilk mektup 31.5.1939, son mek­ tup 17.1.949) arasında bir kopukluk gö­ ze çarpıyor. îlk iki mektup 1939’da ya­ zılmış. Sonraki mektup tarihsiz ama 1946 ya da 1947’de yazılmış olabilir. Çünkü mektup “Bundan evvelki mektu­ bumda size birçok kitabı tercüme etmek istediğimden söz etmiştim.” diye başlı­ yor ve 23 Nisan 1945’ten başlayarak ya­

yımlanan Doğan Kardeş dergisinden söz ediyor. Ayrıca bir önceki mektupta çeviri konusundan söz edilmiyor. Nite­ kim bundan sonraki 22.3.1947 tarihli mektupta çeviri konusu ve telif sorunu üzerinde duruluyor. Daha sonraki mek­ tuplarda La Fontaine çevirilerinin serü­ venini öğreniyoruz. Orhan Veli 17.1.1949 tarihli ve Yaprak antetli mek­ tupta Rado’ya “Sen bizim Yaprak’la hiç alâkadar olmuyorsun.” diye sitem edi­ yor.

Oktay Rıfat'ın ilk mektubu

Oktay Rifat’ın ilk mektubu 30 Kânûn- ı evvel 1939 tarihini taşıyor. İlk mektup­ lar daha çok “ailevî” mektuplar. M ek­ tuplar arasında Zonguldak’tan gönde­ rilmiş bir mektup da var (31 Kânûn-ı sâ- nî 1943). Bu mektubu Rado eski yazıdan yeni yazıya çevirerek saklamış. M ektup­ lardan Oktay Rifat’ın 1940’ların başın­ da Ahmet adlı bir roman yazdığını ve bu romanın yayımlanamadığını öğreniyo­ ruz. Şairip ilk kitabı Yaşayıp Ölmek ve Avarelik Üzerine Şiirler’in başına gelen­ ler uzun süre mektupların ana konusu olmuş. 27 Ağustos 1947 tarihli mektup­ ta Oktay Rifat yeni ev adresini vermiş: Uludağ Sokak 11/1 Maltepe/Ankara. Böylece şairin “Uludağ Sokak Satıcıla­ rı” başlıldı şiirinin esin kaynağını da öğ­ renmiş oluyoruz. Oktay Rifat Baudela- ire’den yaptığı “Fakirlerin Ölümü” baş­ lıklı çeviriyi de Rado’ya göndermiş. Ay­ nı şiiri daha sonra Orhan Veli’nin de çe­ virdiğini biliyoruz. Orhan Veli şiiri “Yoksulların Adı” diye çevirmiş.

Melih Cevdet Anday’ın ilk mektubu

Çanakkale’den gönderilmiş ve

19.7.1941 tarihini taşıyor. Anday o sıra­ lar yedek subay. Anday’ın mektupları da daha çok “ailevî” konular çerçevesinde. Ankara Radyoevi’ndeki bir olaydan ötü­ rü Anday’ın mahkemeye verildiğini öğ­ reniyoruz. Kitapta olayla ilgili gazete ke­ siği de yer alıyor.

Işli’nin hazırladığı kitap görsel malze­ me yönünden zengin bir kitap. Bu açı­ dan okura ve edebiyat araştırmacılarına olanak sağlıyor. “Dört Arkadaş” başlık­ lı yazıda da belirtildiği gibi üç şairin Ra­ do’ya yazdıkları mektupların hepsi eski yazı. Kitapta mektupların özgünleri de (fotokopileri) verildiği için şairlerin es­ ki yazı d yazılarını da görebiliyoruz. Ba­

zı mektup zarfları­ nın özgünleri veril­ miş. Buradan şairle­ rin yeni yazı eî yazı­ larının güzel, oku­ naklı, işlek yazılar olduğu anlaşılıyor. Mektupların eski yazı ile yazılmış ol­ maları dışında baş­ ka ortak özellikleri de var. Mektupların hemen hemen hep­ sinde şairler çalışmalarının yayımlan­ ması konusunda Rado’dan yardım isti­ yorlar. Bu açıdan mektuplar ülkemizde yazarm “gelir”i konusunda somut ve ayrıntılı bilgi kaynakları. Kitabın resim (fotoğraf) yönünden de zengin olduğu­ nun altını çizmek gerekiyor.

Enis Batur’un kitabın başında yer alan “Türk Şiriinin Şeytan Üçgeninden M ektuplar” adlı yazısı yazarların, sa­ natçıların mektuplarının yayımlanması­ nın “etik” yanma değiniyor. “Yazı/n” adamı olarak mektupların gün ışığına çıkarılmasında yarar gördüğünü belir­ tiyor Batur. Edebiyat tarihi açısından, meraklı ve araştırıcı okur açısından mektupların önem taşıdığını kabul et­ memek olanaksız. Batur’a göre İşli’nin çalışması “sıkı” okur için bir “post-mo­ dern” roman tadında. Şevket Rado’ya Mektuplar’ın kitaplaşmasında Emin Nedret İşli’nin araştırmacılığının, me­ rakının, “sahaflığı” dert edinmesinin büyük payı var. Kitap elbette İşlinin ürünü ama bu ürünün ortaya çıkmasın­ da bir oluşum zinciri de söz konusu. İşin temelinde şiir, şairler, dostluklar, ayrılıklar, mektuplar, gereksinmeler var. Sonra Şevket Radonun büyük bir titiz­ likle saldadığı “mektuplar” geliyor. Bu­ rada insanın akima bazı sorular takılı­ yor:

Rado bu mektupları yalnızca duygu­ sal nedenlerle mi sakladı? Yoksa “bel­ geci” yanı mı ağır bastı? Yoksa Şevket Hıfzı’nın anısma mı...diye uzayıp gide­ bilen sorular. Kitap bu açıdan da ve bir başka yönden de bizi Şevket Hıfzı üze­ rine düşünmeye çağırmıyor mu?... Mektupların Rado’nun ölümünden sonra eşi Türkân Rado tarafmdan ayrı bir titizlikle korunması zincirin bir baş­ ka halkası. Belgelerle yetinmeyen îş- li’nin ilgili kişilere başvurması öteki hal­ kaları oluşturuyor.

Uzun sözün kısası Şevket Rado’ya Mektuplar yaratıcıyla yapıtı arasında “mahrem” ve kesin bir ilişki olduğuna inananlar için önemli bir kitap. Üstelik beklenmedik bir zamanda ortaya çık­ ması başka çalışmaları da ateşleyecek nitelikte. ■

(5)

AYNUR TAŞTAN

O

rhan Veli, Oktay Rifat ve Melih Cevdet Andav’ın Şevket Ra- do’ya M ektuplarından*, elbet­ te başka başka okumalara varmak da mümkün ama M ektuplar’ı bitirdiğimde bende uyanan ilk izlenim bu oldu; hani, “onca yoksulluk varken”... M ektup­ lardan, sonunda derlediğimin yoksul­ luk olması ya da üç şairin mektuplarının da gide gele para meselelerinde odaklan­ masında Şevket Radonun Aile, Resim­ li Hayat ve Doğan Kardeş dergilerinde yönetici olmasının payı elbette büyük ama üç şair, sadece, telif ya da çeviri ya­ zılan karşılığında ikide bir para’dan söz açtıklan için değil (mesela Oktay Ri- fat’ın m ektuplarında, hem Radyo- evi’ndeki görevi, hem de İstanbul’da bastırmayı düşündüğü kitaplar nedeniy­ le tersine bir para akışı söz konusu), bu meselenin arka planmda kalan yaşayış- lanvla da dizbovu yoksulluk içindeler:

İlk alıntılan

İlk alıntılar Orhan Veli’den: “Bir de te­ lif hakkı olarak ne istemeliyim? Bana sü- rade cevap verirsen memnun olurum. Çünkü paraya olan ihtiyacımı tasavvur edemezsin. Mutabık kaldığımız takdir­ de hemen tercümeye başlarım.” (s. 31) “Teklifinizi esas itibarıyla ka­

bul ediyorum. Fakat siz böy­ le bir kitaba ne verebilirsiniz? Çünkü bu şiir tercümelerinin her birini muhtelif mecmu­ alara ayrı ayn zamanlarda şat­ sam ve her biri için, on, on beş lira para alsam yirmi tane­ si üç yüz lira eder.” (s. 33) “Sana, acil olan ihtiyacıma bi­ naen birkaç tane daha La Fontaine tercümesi gönderi­ yorum. Sen de bana elli lira gönderebilirsen memnun olurum. Böylelikle alacağım paranın üçte birini almış ola­ cağım.” (s. 35) “Fransızca ga­ zetelerden öğrendiğime göre Marcel Ayme’nin çocuîdar için yeni bir kitabı çıkmış. Getirtmek istiyorum. Çok güzelmiş. Doğan Kardeş için tercüme etsem işinize yarar m ı?” (s. 47)

Oktay Rifat’tan ilk alıntı, “bir miktar dünyalık” için bir teklif: “Sana yakında bazı ha­

vadisler vereceğim. Merak etmeni iste­ diğim için malumat vermek istemiyo­ rum. Cahit’i görürsen söyle muhakkak konuşma göndersin. Sen de tekrar bir şeyler hazırla! Eğer işine gelirse Radyo­ fonik piyesler de gönderebilirsin. İster adapte eder, ister kendin yazarsın. Bir miktar da dünyalık edinirsin.” (s. 69) “Derhâl o zât-ı muhteremle görüş ve ne­ ticeyi bana bildir. Şiir kitabım da beş al­ tı formayı geçmez. Ahmet kaç basılır? Sana derhalkaç para göndermem lazım? Şiir kitabı kaça çıkar?” (s. 71) “Evi sat­ tım. Fakat henüz parasını alamadım. Alır almaz 390 lirayı göndereceğim.” (s. 77) “Gelelim senin Radyo konuşması­ na: Konuşma, dediğin gün yapılacak. Parasını ancak bir ay sonra alabilirsin. O da 15 hra olarak. On Hra da Radyo mec­ muasından alacağını söylüyorsun. Ben sana her ikisini de bir ay sonra gönderi­ rim. Bir aydan evvel konuşmanın para­ sım almaya imkân olmadığını bilmeli­ sin.” (s. 79) “Şimdi gittim. Feridun Fâ­ zıl ile görüştüm. Birinci yazına para ve­ remiyorlar. Zira onun telif hakkı Umum M üdürlük’çe satın alınmış. Ayrıca bir ücret tahakkuk ettiremiyorıar. Ötekinin makbuzunu öğleden sonra alacağım. Galiba senin imza etmen lazımmış. Öte­ ki on lirayı da bugün hemen alacağım. Yirmi lirayı derhal postaya veririm.” (s. 83) “Gel gelelim bugünlerde çorak bir diyarda meteliksiz dolaşmaktayım. 15

li-Üç yoksul sair

ra bir hayli işime yarayabilir. Birçok ya­ ralara merhem olabilir. Anlayacağın bek­ liyorum. Bu on beş lirayı hemen gönder şekerim, üzme beni.” (s. 95)

Melih Cevdet Anday, paradan çok ra- k ı’dan söz ediyor açıkçası ve en tafsilat­ lı mektuplar onunki ama para, kaçınıl­ maz olarak var: “Sen bu Ankara’nm ev belasmı kabil değil tasavvur edemezsin. Biz de galiba herhangi biri mahalledeki herhangi bir eve razı olamıyoruz, istedi­ ğimiz bir yerde, istediğimiz büyüklükte olsun istiyoruz. Gönlümüzce bir ev bul­ mak ne güç. Sonra rakiplerle mücadele etmek de çok güç. Herifin bir mesela bin lira hava parası veriyor. Gel de başa çık.” (s. 129) “Aile’ye şiir yollamak isti­ yorum. Bilmem hoşunuza gider mi? Sonra Şevket, gönderdiğim gün dünya­ lığı hemen yollamanı rica edeceğim. Bu ay biraz açığım var. Ancak yazı yazmak suretiyle kapatabileceğim.” (s. 145) “Eee... birader, o halde ne oldu? Allahı­ nı seversen şu mütebaki elli lirayı (mas­ rafı içinden olmak üzere) telefon hava­ lesi ile yollayıver. Hem eve yollama. Çün­ kü bizim postacı öğleden sonraları gelir.

Efendi münasebetiyle yazılmış ve ‘şaira- ne’den bahsediyor. Bu yazıların benim kadar gazete için de faydalı olacağını tahmin ediyorum. Çünkü hepsi aktüel meselelere temas ediyor ve edebiyatla az çok alakalı insanlar için Sensationnel bir hususiyet taşıyor. Yalnız bunları yollaya- bilmem için söylediğim gibi senden ce­ vap almam lazımdır. Kırk yılda bir olsun bu zahmetten kaçınmayacağını tahmin ederim.” (s. 25) “Galiba yakında Varlık mecmuasında şiir hakkında makaleler neşredeceğim. Onlardan münasip par-çalar alıp gazetende mevzubahis edebi­ lirsen memnun olurum. Oktay’la temas halinde olduğunuzu Nurullah Atâ’dan duydum. Kendisine selam ederim. Senin de gözlerinden öperim aziz dostum Şev­ ketçiğim.” (s. 29) “Gönderdiğin kitapla­ rı aldım. Çok teşekkür ederim. Baskı da çok hoşuma gitti. Belki Yaprak’ta bu şi­ irlerden bahsedeceğiz. Sen bizim Yap­ rak la hiçalakadar olmuyorsun. Halbu­ ki herkesten evvel senden ve Vâlâ Nu­ rettin Bey’den bir alaka bekliyorduk. Ayrıca İstanbul’daki teşkilatımız biraz zayıf. Siz birer vesile bulup

bahsederse-i,

nız ben şiir kitabının herhangi bir kitap gibi, daha doğrusu Avrupa’da basılan ir kitapları gibi düz bir kapak içinde çı masını istiyorum.” (s. 75) “Kitabımın ka­ pağına Allah rızası için klişe yaptırmasın ne olur. Hiç olmazsa bu sözümü dinle­ sin. Muharrir kendi kitabmı tashih etme­ sin! Dünyanın bir yerinde görülmemiş

eydir bu. Şevketçiğim bütün kuvvetin- e mâni olmaya çalış. Sana da yalvarıyo­ rum. Kapağa klişe, herhangi bir kompo­ zisyon istemiyorum.” (s. 83) “Kitabı niç beğenmedim. Kusurlarını Nebioğlu’na yazdım ve değişiklik yapmasını istedim. Bu değişiklikler yapılmazsa kitabın piya­ saya sürülmesine katiyen razı olmayaca­ ğım ve zararı tabii sineye çekeceğim.” (s. 89)

Rakı, kavga, küslük...

Melih Cevdet Anday’da bol bol rakı var işte; ve kavga var, küslük var: “Sana buraya ait ne havadis vereyim, mübala­ ğasız her akşam mutlaka içiyorum. Ne­ cip Fazıl’a benzeyen bir emir emrim var. Terhis bekliyoı

rum. işte bu kadar...” (s. 113) “Gelir

gel-Orhan Veli, şinasi, Oktay Rifat, Melih Cevdet Anday (Soldan, sağa). Bu üç yoksul sair, aynı za­ manda Türk şiirinin yenileşmesinde ilk köklü değişimi başlatmıştır.

Halbuki öğleden sonra Sabahat mektep­ te, ben işteyim. Yani evde kimse yok. Daire adresime yolla.” (s. 153) “Siz de beğenirseniz telif hakkı imdadıma yeti­ şecek demektir. Eğer uygun bulmazsanız hikâyeyi, gene taanhütlü olarak bana ia­ de etmeni bilhassa rica edeceğim. Başka bir yere, mesela bir gazeteye falan veri­ rim.” (s. 155)

Öne çıkan konular

Yoksulluk ya da para meseleleri dışın­ da üç şairin mektubunda öne çıkan ko­ nular, kişilikleri hakkında belli ipuçları­ na ulaşmamızı sağladığı kadar, Orhan Veli, Oktay Rifat ve Melih Cevdet An- day’m söz konusu dönem için nelerde- nerelerde odaklandığının da göstergele­ ri. M ektuplar’ı bu gözle okuduğumuz­ da, Garip ya da şiirde yenileşme

nareke-Ö

ifi meselelerin sadece Orhan Ve­ ri d an dile getirildiğini, dahası Or­ han Veli’nin gerçekten de “sözcülük” ro­ lünü üstlendiğini görüyoruz:

“Akşam gazetesinde senin yazdığın bir Kitabiyat sütunu var. Bu gönderdiğim yazıyı orada neşretmeni istiyorum. Eğer orada neşretmen doğru olmazsa başka tarafa koydur. Bir de şür hakkında bazı yazılar yazdım. Fıkra büyüklüğünde ya­ zılar. Onları neşretmen mümkün mü? Bunu bana bildirirsen o yazıları da gön­ deririm. Bir tanesi Nasır ve Süleyman

niz gazetenin duyulmasına ve yayılması­ na yardım edebilir.” (s. 47)

Söz konusu dönemde Oktay Rifat, özellikle başındaki sevdayla sarhoş: “Ben hiç değişmedim; eski hamam, eski tas. Yalnız deh gibi âşıkım ve hanımın emri veçhile erken yatıp erken kalkıyo­ rum. Sigarayı azaltmaya çalışıyorum. Bir de içkili lokantalara uğramıyorum. Hep­ si bu kadar. Arkadaşlara vaziyeti bildir, sonra bir an evvel belediyenin yani nikâh dairesinin yolunu tut. Cahit Sıtkı evlen­ mek üzeredir. Melih Cevdet kezâ.” (s. 67) Ve yayımlatmayı düşündüğü kitap­ ları konusunda gösterdiği titizlik, hem pek duygulandırıcı, hem de Oktay Rifat şiiri hakkında belli ipuçları veriyor: “Kardeşim; ben tekrar işe başladım. Dört beş gündür devam ediyorum. Ah­ met’in encâmım çok merak ediyorum. Nasıl, Nebioğlu’na kendini beğendire- bildi mi? Aman Şevketçiğim Ahmet’i görücü dolaştır ve muhakkak başgöz et.” (s. 69) “Benim yüzümden giriştiğin zahmetlerden dolayı binlerce teşekkür. Nebioğlu’nun teklifini kabul ediyorum. Azami on güne kadar parasını postaya tevdi edeceğim. Yalnız bu hususta be­ nim de bazı düşüncelerim var: I- Kapa­ ğın klişe olmasını katiyen istemiyorum. Atatürk hakkında çıkan şür kitabını gör­ medim. Bir kere gözden geçiririm.

Yal-Terhis bekliyorum ve fasılasız sıkılıyo- Işte I

mez tabii Oktay’la buluştuk. Ber-mu’tad rakıdan yakayı kurtaramıyoruz. Sana Ankara’dan verilecek hiçbir havadisim yok. Dün gece bir hayli uykusuz kaldı­ ğımız için şimdi Oktay’la yatıp uyuma­ ya karar verdik. Ben bu arada sana bu kı­ sa mektubu yazdım.” (s. 115) “Ben yeniden asker oldum. Maamafih Ankara’da kal­ dım. Akşamları yine dairede çalışıyorum. Geceleri mutla­ ka nişanlımın evindeyim. An­ nesine babasına fena tesir et­ mesin diye, rakıyı azalttım. Maamafih ara sıra kendimi tutamayıp kafayı tütsüledik­ ten sonra da evlerine damla­ dığım oluyor. Böyle zaman­ larda onlar belki bir şeyin far­ kına varmıyorlar ama sen gel bir de ne çektiğimi bana sor. Gözlerimi şaşı farz ediyorum. Sesim ve kelimeler ağzımdan başka türlü çıkıyor, gibi geli­ yor bana.” (s. 117) “Nihayet iş meydana çıktı. Emniyet müdürüyle konuştuk. Vekil de Emniyet’e telefon etmiş. Takibatı durdurun demiş. Bu iş de böyle. Yani diyeceğim, insan senede bir iki pot kırı­ yor, bir iki skandal yapıyor. İş fena adam olmamakta, kim­ seye fenalık etmemekte. Gerisi unutu­ lur.” (s. 123) “O vakit memur Müeyyet bizi geri çevirdi. Oktay da izin almak üzere Haşan Refik Bey’e telefon etti. Fa­ kat bu sırada telefonu eline alan Müey­ yet ‘Bunlar bulut gibi sarhoş, burada re­ zalet çıkaracaklar. Yukarı alamam.’ de­ yince, umum müdür muavini de onun fikrini tasvib etti. Bunun üzerine Ok­ tay’la Müeyyet münakaşaya başladılar. Ben de her iki tarafı yatıştırmak maksa­ dıyla araya girdim ve memur Müeyyet’e ‘Bu yaptığın hareket arkadaşıma mertçe bir hareket değil. Bir arkadaşını amirinin gözünden düşürmek sana yakışır m ı?’ şeklinde nasihat yollu bazı sözler söyle­ dim. Müeyyet bu sözlerimi ters anlaya­ rak ‘Vay., ben namert değilim, namussuz değilim’ diyerek gözüme bir yumruk vurdu.” (s. 125) “Oktav’la dargınlığımın o mahkeme işi yüzünden olduğunu ne­ reden çıkardın? Hiç böyle şeyler olur mu? Oktay’la başka sebeplerden darıl­ dık. insan bir başkası hakkında sekiz on senede yanılabiliyormuş demek. Biz, ta­ biatları başka başka adamlarmışız.” (s. 137)

Bu üç yoksul şair, aynı zamanda Türk şiirinin yenileşmesinde ilk köklü değişi­ mi başlatmış üç şair ve Şevket Rado’ya Mektuplar, söz konusu şairlerin yaşayı­ şı, ilgi ve yaklaşımlarından hareketle on­ ların bu yanına da ışık tutuyor; meraklı­ sı için, satır aralarında. ■

J

C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I 6 3 5

(6)

ALPAY KABACALI

Ş

evket Rado (1913-1988), bir yan­dan gazetecilik yapıyor, bir yandan -Şevket Hıfzı imzasıyla- şiir yazı­ yordu. İstanbul ve Ankara’da Ca­ hit Sıktı Tarancı, Ahmet Muhip Dıra- nas, ziya Osman Saba ile tanışıklıkları ol­ du. Çok geçmeden, Ankara’da, -o yıllar­ da şiirimizdeki “Garip” hareketinin ya­ ratıcısı olan- Orhan Veli, Oktay Rifat ve Melih Cevdet’le tanıştı. Bu şairlerle iliş­ kileri 1940’ların sonlarına değin sürdü. Derken, Şevket Rado, Resimli Hayat ve Hayat dergilerinin, Hayat’ı yayımlayan kuruluşun çıkardığı başka magazin ya­ yınlarının yöneticisi oldu. îşyerindeki grev nedeniyle bu yaymlar kapandıktan sonra, kendi adına Tarih ve Edebiyat Mecmuası’m çıkardı. “Akşam gazetesi­ nin fıkra muharriri olarak bu hareketi (Garip’i) eski nesillere karşı ben müda­ faa ediyor ve eskilerin düşmanlığını ka­ zanıyordum” diyen (Hayat Tarih ve Ede­ biyat Mecmuası, Haziran 1978) Şevket Rado, ne yazık ki bu dergide çağdaş ede­ biyata pek yer vermedi. Verdiğinde de, örneğin “Nâzım Hikmet halen günün mevzuu olduğu için biz de merak eden okuyucularımızı tatmin etmek üzere Memet’in babası hakkında söyledikleri­ ni 30 Mart 1970 tarihli Milliyet gazete­ sinden aynen naklediyoruz” diyerek (ay­ nı dergi, Kasım 1978), edebiyat dışına taştı. (Burada bir parantez açmak gere­ ğini duyuyoruz. Sayın Mehmet Nâ- zım’ın 1970’te, yaşının ve psikolojik du­ rumunun etkisiyle, babasını suçlaması o kadar önemli değildi; Ama bugün, bü­ tün dünyada Nâzım Hikmet’in 100. ya­ şı kutlanırken, onun bütün kitaplarının telif gelirini almakta bulunan kişi ola­ rak, kamuoyuna vereceği bir mesaj ya da yapacağı bir şeyler olmak!)

Ayrılan yollar

Şevket Rado ile üç şairin yolları, mek­

tuplaşmaların kesildiği 1949’da ayrılmış­

tı. Orhan Veli, 17 Ocak 1949 günlü mek­ tubunda “Sen bizim Y aprakla hiç alâka­ dar olmuyorsun;” diyordu. Şevket Rado bununla da kalmıyor, Akşam’daki köşe­ sinde, Garip’çilerin yayımladıkları Yap­ r a k ! alaya almaktan kaçınmıyordu. Me­ lih Cevdet, 15 Şubat 1949 günlü mektu­ bunda, “Akşam’daki yazını okudum. Buna da eyvallah, ama umumi olarak Yapraklan bahsetmedin de alay edile­ cek tarafımızı yakaladın” diye yazıyordu. Şevket Rado’ya, yine de, çağdaş ede- bivatımız adına teşekkür borçluyuz. Ki­ tabı hazırlayan Emin Nedret İşlinin be­ lirttiğine göre, 1930’lu yıllarda tanıştığı bu şairlerden gelen mektupları özenle saklamış, zarflarını bile atmamıştır. Böy- lece, elimizdeki, hemen hepsi eski harf­ lerle yazılmış olan bu mektupların ve zarflarının tıpkıbasımlarının yer aldığı, daha önce yayımlanmamış fotoğraflarla da zenginleştirilmiş kitap ortaya çıkmış­ tır.

Enis Batur, “Türk Şiirinin Şeytan Üç­ geninden M ektuplar” başlıklı önsözün­ de, şu noktaya dikkati çekiyor: “Türk Şiiri’nin en gözüpek kolektif hareketle­ rinden birini yaratan Garip üçlüsünün, farklı yakınlık dozlarıyla ilişkide olduk­ ları Şevket Rado’ya, hareketin en sıcak döneminde yazdığı mektupların ve on­ larla ilgili kimi ikonografide parçaların bir kitapta buluşturulması, bana kalırsa, anlamlı bir örnek ortaya koyuyor. Orhan Veli’nin, Oktay Rifat’ın, Melih Cevdet Anday’ın ortak, kesişen serüvenlerinin olduğu kadar, kişisel güzergâhlarının da okunması açısından ciddi katkılar geti­ rebilecek tanık-metinler bunlar.” Enis Batur’a göre, bu mektuplar, dönemin “atmosferi”ni yansıtmakla kalmayan, be­ lirli konulardaki görüşleri, bakış açıları­ nı yansıtması yönünden de önem taşıyan metinlerdir: “Örneğin, 1940’lı yıllarda Türk şairinin aşk ve evlilik

kutupların-Üç şairin

yaşamından

daki yaklaşımlarına ışık düşürdü, yazış­ maları -o ışığın, o dönem şiirlerinin alım- lanma sürecine katkıları olacağını aklı- başında kimse yadsıyamaz sanırım.”

Ne var ki, -Şevket Rado da o yılların biraz öncesinde Şevket Hıfzı imzasıyla şiir yazmış olmasına karşın- doğrudan doğruya şiiri, şiirin sorunlarını konu alan mektuplar değildir bunlar. Yine o dö­ nemlerin Cahit Sıtkı -Ziya Osman mek­ tuplaşmalarını gözönüne aldığımızda, Şevket Rado ile “Garip’çiler” arasında yakın arkadaşlıklar kurulmuş olduğu iz­ lenimini de vermiyor. Bu mektuplar, da­ ha çok, eski tanıtıldıkların ve Şevket Ra- do’nun Ankara’daki, Garip’çilerin İs­ tanbul’daki kimi küçük işlerinin kovuş­ turulmasını sağlayan ilişkilerin sürdü­ rülmesine yarıyor. Bir süre sonra Aile dergisinin ve Doğan Kardeş’in yöneti­ mine geçen Şevket Rado, geçim sıkıntı­ sı içerisindeki Orhan Veli üe Melih Cev­ det açısından, telif ücreti elde etmeleri­ ni sağlayan bir yayıncı oluyor.

Geçim sıkıntısı

Bu mektupların ortaya koyduğu ger­ çeklerden biri de, geçim sıkıntısı içeri­ sindeki genç şairlerin birazcık “telif üc­ reti” elde edebilme çabalarıdır. Üç şa­ irin, hatta Şevket Rado’nun küçük yazı ücretlerini ivedilikle elde edebilme ça­ baları, aynı zamanda, edebiyatçılarımı­ zın (özellikle Türkiye’de Yazarm Kazan­ cı kitabında) yakından izlediğim ‘müz­ min’ ve önemli sorunlarındandır. Kitap­ taki mektuplar, bu

soruna tanıklık et­ mektedir.

Bu m ektuplar­ dan öğrendiğimize göre, Oktay Ri- fat’ın “Ahmet” ad­ lı romanı yayım­ lanmadan yitip git­ miştir. Oktay Ri- fat’ın mektupla­ rından,, onun “Ya­ şayıp Ölmek Aşk ve Avarelik Üzeri­ ne Şiirler” başlıklı kitabının ilk baskı­ sını yayımlatma se­ rüvenini de -yazık­ lanarak- izliyoruz: Şairlerimizin on li­ ralık telif ücretle­

rine şiddetle gereksinim duydukları o savaş yıllarında Oktay Rifat, satılan ev­ lerinin parasıyla bir şiir kitabı yayımla­ maya karar verir. Kendisi Ankara’da me­ mur olduğu için İstanbul’a gelemez, Şevket Rado’ya rica eder. Şevket Rado

Oktay Rifat, E$i sablha Hanımla. Orhan veli. Melih Cevdet Anday'la Ankara’da (Üstte).

Melih Cevdet Andav Hürriyet-i Ebediye'de (İstanbul). Üstte ise 80. yaş gününde. aracılığıyla, 1944 sonlarmda Nebioğlu Yayınevi sahibi Osman Nebioğlu ile an­ laşır. Kitap Nebioğlu Yaymevi adına çı­ kacak, ama bütün giderleri kendisi öde­ yecek. Osman Nebioğlu’nun bu gider­ lere karşılık olarak istediği 390 lirayı da gönderir. Bu işe aracılık eden Şevket Ra­ do’ya kaç kez rica etmesine, hatta açık­ ça “yalvarıyorum” diye yazmasma kar­ şın, kitabın dizgi provaları kendisine gönderilmez, dizilmiş şiirlerin düzeltisi­ ni yapmasına olanak verilmez. Kitabın kapağıyla ilgili istemleri de yerine geti­ rilmez. Sonunda (8 Mart 1945’te) Şev­ ket Rado’ya kitabın dağıtılmasını iste­ mediğini belirten bir telgraf çeker. Piya­ saya sürülmeyen bu kitap, 1946’da Mar­ mara Kitabevi yayını olarak yeniden ba­ sılacak; üçüncü.baskı 1962 ae Yeditepe Yayınları’nda -adrnın bir sözcüğü değiş­ tirilip- “Yaşayıp Ölmek Aşk ve Avarelik Üstüne Şürler” başlığıyla çıkacaktır. Biz, Osman Nebioğlu’nun Oktay Rifat’tan kitabın üretimi (dizgi, baskı, kâğıt ve cil­ di) karşılığı “fahiş” bir bedel aldığını da saptadık: Burhan Arpad, 5 Aralık 1942 günlü Yürüyüş dergisinde (alıntı: A. Ka- bacalı: Türkiye’de Yazarın Kazana, İst. 1981, s. 77-79) dizgi, baskı, kâğıt fiyat­ larıyla ilgili rakamlar vermiştir. O yıllar­ da fiyatlar değişmediğinden, 1942’deki bu fiyatların 1945’te de geçerli olduğu­ nu kabul etmek gerekir. Bir formanın dizgi baskısı 15-20, bir formanın bin adedinde kullanılan kağıdın bedeli 15- 18 liradır. Oktay Rifat’m kitabı 5 forma (80 bin adedinde kullanılan kâğıdın be­ deli 15-18 liradır. Oktay Rifat’ın kitabı 5 forma (80 sayfa) olduğuna göre, for­ malarının kâğıt ve baskı bedeli en çok

190 liraya ulaşır. Kapak kartonu, baskı­ sı ve cildi için de olsa olsa 70 lira harca­ nır. Bu durumda toplam harcama 260 li­ rayı geçmez. Demek ki Osman Nebioğ­ lu, Oktay Rifat’tan -en az 130 lira (yüz­ de elli) fazla para almıştır.

Edebiyatımızın kazancı

Kitabı baskıya hazırlayan Emin Ned­ ret îşli’nin çabasına da değinmek gere­ kir. Kitabın sonuna koyduğu açıklama notları, okura mektuplarda sözü edilen kişiler, kitaplar, olaylar, yayınlar vb. üze­ rine bilgi vermekte ve yararlı olmakta­ dır. Kimi notlarda (Örneğin Ölmez Eserler Yaymevi, Insel Kitabevi), başka hiçbir kaynakta rastlanmayacak bügıler yer almaktadır. Ancak, çok küçük bir düzeltme yapmak gerekiyor (not 39): Nebioğlu Yaymevi, kurucusu Osman Nebioğlu’nun öldüğü yıl (1988’de) de­ ğil, çok daha önce kapanmıştır.

Bir döneme ve şiirimizde önemli yer­ leri olan üç şairin yaşamlarına ışık tutan bu mektupların özenle baskıya hazırla­ nıp çok özel ve özenli bir kitap içerisin­ de yayımlanmış olması, edebiyatımız adına bir kazançtır. Bu kitaba gösterilen özenin, yayıncılığımızdaki benzeri b a­ sımlar için de örnek olmasını diliyoruz.»

C U MHU R İ Y E T K İ T A P S A Y I 6 3 5 S A Y F A 7

İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Roman gerçekliğinden yaşam gerçekliğine dön­ düğümüzde, Yaşar Kemal’in -yani yazann- kendisi ile Derviş ve Küçük Mustafa kahramanları arasında bir

J*ai trouvé à'mon retour des Etats-Unis où je m'étais rendu pour des raisons de santé le livre que vous avez eu 1*amabilité de m'envoyer* Ayant moment nément égaré

M ithat Cemal, Abdülhak Şinasi'lerin imrenerek, yürekleri yana­ rak baktıkları konaklann, köşklerin, yalıların gerçek yüzlerini gös­ teriyor, geçmişe imrenerek,

Haliyle sa¤ gözden al›nan çocuk bilgisi sol yar›m küreye gi- derek, hastan›n sözel olarak verdi¤i yan›t› etkiliyor.. S›ra- lad›klar›m›z›n tümünü göz önünde

Türk Kulak Burun Boğaz ve Baş Boyun Cerrahisi Derneği (Türk KBB BBC Derneği) bu konuda bir çalışma yaparak, olası/kesin COVID-19 olgularında, orofa- ringeal

Bu çalışmada, eleştirel yönetim çalışmalarının kuramsal altyapısını oluşturan Eleştirel Kuram’ın gücü nasıl algıladığı, özellikle Kuram’da büyük

These two micro-level perspectives differ from each other— the network perspective on migra- tion stresses migrants’ specific mechanisms to facilitate the development of

Merrieketin güzel sanatlar sa­ hasındaki boşluğuna doldurarak, ressamlar, heyketraşlar ve mi­ marlar yetiştirmek için yetmiş i- ki yıl evvel temeli atılarak,