• Sonuç bulunamadı

Ahmet Rasim için ne dediler?

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Ahmet Rasim için ne dediler?"

Copied!
4
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

V

Ahmed Rasim için

neler dediler?

t

3 U

t

r .

i

t "

J A F T

B İ R

A

( İ T A ,

r

--- —

M erhum İstanbul m ebusu Ahm et R a- sim B eyin kızları Rasim e. Sadiye hanım lara ve oğlu Şeyda ve Osm an Beylere.

H eybeliada Değerli babanızın ölüm ü büyük kayıp­ tır, çok acı duydum .

R E İS İC U M H U R

G A Z İ M U S T A F A K E M A L A H M E T İH S A N TO K G Ö Z:

Ben A hm et R asim ’in 49 senelik arkada­ şıyım. D aha m ektepten evvel onu tanıdım. O D arüşşafaka'ya. ben M ülkiyeye girdik. Sonra yazı m asasında birleştik. Çok nam uslu ve çok tem iz olan bu adam m atb u at âlem inin son derece dürüst bir şahsiyeti idi. (1932)

P E Y A M İ SAFA:

O nu son defa B ursa vapurunda görmüş­ tüm. Elini öptüm. Y anında oğlu vardı. P ek az şey konuştuk: A deta hiç bir şey. Gözleri dalgındı. Belki o zam andan beri m eçhuller â- iemine bakm ağa başlam ıştı bile. Sisler içinde idi. B ütün sevgimi kendisine hissettirm eğe ça lışarak. yüzüne uzun uzun baktım . Sonra e- lini te k ra r öperek ayrıldım .

Zavallı Agâh, ona âşıktı. Bu rastgelişim i ve bendeki hazin tesirini anlattım , tekrar o- nu andık ve hâdise .itibariyle zengin h ay a tı­ nın parçalarını hatırlayarak, onu ziyaret için evvelce verdiğimiz kararı tazeledik. F akat, ha y a t bu. Olm adı. Gidem edik. E vvelâ Agâh, sonra ustası ustamız, aram ızdan çekildiler.

A bdullah Zühtü, H aşan B edrettin, M ah­ m ut Sadık. M ünir, Agâh, Ahm et Rasim... Yaş farklarına rağm en aynı m ektebin hocaları ve talebesi. Bilseniz, bu yurda ve bu işe ne e- m ekleri vardır! N e diyorum bilmez misiniz hiç!

Şimdi, önüm de. A hm et R asim in «Şehir M ektupları» duruyor. Öz T ürkçe mi istiyor­ sunuz? Öz T ü rk neş’esi ve zarafeti mi isti­ yorsunuz? K ıvrak, zeki, hisli, titrek, candan bir üslup mu istiyorsunuz? O Osmanlıca dev­ rinde o yüksek burjuvazi veya saray devrinde halk dili mi istiyorsunuz? «Şehir M ektupları» nın her parçası bunları veriyor™

Bu eser bütün bir devrin hicviyesidir. B ir «Satyre de moers» dur,

B aştan başa heyecandır ve her p arça­ sının, her satırının ve kelim esinin içinden yıldırım gibi kuvvetli bir his ceryanı geçer: H âlâ okunabilir, sevilebilir, hâlâ tazedir ve yeni yetişm iş gibi dum anı üstündedir, yeni yaratılm ış gibi üstünde A hm et R asim in bü ­ tü n ruhu tü ter.

F a k a t bu m ilyonlarca satır yazm ış insanı

1957 yılında, yâni Ahmet Rasim in ölümünden

yirmi beş yıl sonra,

Hilmi YÜCEBAŞ Ahmet Rasim hakk ında söylenenleri, yazılanları, derle­

yip kitap haline getirmiş.

Önümüzdeki sayılarda, Üstad yazarın dört ciltlik Büyük Osmanlı Ta­

rihini okuyucularına ilâve olarak vete cek olan MEYDAN bu ehemmiyetli

kitabın sahibini daha iyi tanıtmak aı zusu ile, bu hatıralar derlemesinden

seçmeler vermektedir .Hilmi Yücebaş ’in kitabı 128 sayfa, 2 T.L. dir.

dört cüm le ile anlatm ak kaabil mi? O nun i- çin büyük cildleı lâzım. Bunu olsun ihmal etm iyelim : Kitap, âbide, heykel, ihtifal... O her şeye lâyıktır.

B üyük m uharrirdi. F ak at bunu söyle­ m ek için yine geciktik. Yine tam ir kabul e t­ m eyecek kadar.

F A L İH R 1 F K I A T A Y :

B u m ünasebetle şu hatıram da tek ra r­ lanm ağa değer; R ahm etli A hm et R asim ’in hikâyesi idi bu. Yeşilay Derneğinin bir to p ­ lantısında konferansçı sorar;

AŞIKANE GÖRÜŞME

Aşıkaane görüşm eyi severim. O

ne tattı şeydir! O ne şairane sohbettir! N az. cilve, işve, ğirişme (nazlanm a), vefadan bahis• cefadan şikâyet, kahka- ' ha, hande (g ü lm e ) açılıp serpilme, göz süzmesi, iç ekm esi, yiirek vurması, geliyorlar d iye korkm a, ürkme, saklan­ ma, etrafı dinlem e, nefs tutukluğu, si­ nede ( göğüste) güm bürtü, gönülde üzün tü, kol kola geziş, ağaç altında oturuş, akşam leyin ah, ğeceyarısı vah, seherde eyvah, kuşlukta illallah, öğleyin gören­ lerden maşallh, ikindi zamanı yine ge­ lirim inşallah• baharda Kâğıthane, y a ­ zın Sular, sonbahard fener kışn B on- marşe, işte bunların cüm lesi başımdan gelip gsçmiştir de ne kadar tatlı oldu­ ğunu bilirim... (Ş eh ir M ektupları: 1911) A h m e t R A S İM

— Sevgili dinleyicilerim, bir eşeğin önü ne bir kova su, bir kova rakı koysanız h an ­ gisini içer?

H em en biri cevap verir: — T ab iî suyu..

— Neden?

Bir keyif ehli de orada imiş. İkinci ceva­ bı o verir:

— Eşekliğinden!

A tatürk hikâyeye bayıldı idi. Sık sık tek ıa r ederdi. Bir akşam Çiftlikte eski küçük köşkün önünde oturyorduk. U zakça duran bir işçi çocuğu bizi seyrediyordu. A tatürk:

— Gel çocuğum buraya... dedi. Çocuk sofraya yanaştı. A tatürk sordu: — B ir eşeğin önüne bir kova su bir kova d a rakı koysalar hangisini içer?

Çocuk önüm üzdeki kadehlere bakarak: — R akıyı efendim , dem esin mi?

A tatürk gülerek:

— Aman «neden olduğunu sormıyalım» demişti.

B U R H A N F E L E K :

D ünkü gazeteler bize Ahm et Rasim B eyin de hayat kitabım kapattığım haber verdi. Ahm et R asim B ey’in vefatından duy­ duğum uz teessürü ifade için edebî kudre­ te ve kalem yorm ağa hacet yoktur. O bize ilk sam im î ve candan hitabı yapan yazı b a­ bam ızda O nun ne lisana ettiği hizm etleri, ne gazeteciliğe verdiği em ekleri sayıp dökm e­ ğe şimdi m ahal yok. D aha yakınlarının göz y aşlan dinm eden böyle m addî hesaplara gir m ek doğru değildir.

A hm et R asim Bey, tam m ânâsı ve b ü ­ tü n vasıflariyle (Şehir uşağı) dediğimiz, zeki, cevval ve nüktedan adam tipini yaratm ıştı. Bu tip bizde enderdir. M erhum un en büyük m eziyetlerinden biri de herkesle iyi geçinm e­ si ve meclisârâ oluşu idi.

Y azılarında olduğu kadar sözlerinde de nüktedan olan Ahm et Rasim Beyin zıyaı te­ lâfi edilemez Cenabı H ak ona rahm et etsin ve bize de Ahmet Rasim ’ler ihsan eylesin!.. M illiyet: 23.9.1932

Vâ — Nû:

M atbuatın en eski em ekdarı Ahm et R a ­ sim öldü. M ahm ut Sadık'm vefatından son­ ra, şeyhül m uharririndik ünvam bu ihtiyar üstada intikal etm işti ve* kalem inin m eziyeti tak d ir edilerek İstanbul m ebusu intihap olu­ nan Ahm et Rasim, cidden bu iki payeye de lâyıktı. Zira o, tam m ânâsıyle, b u m em leke­ tin irfanını, hissini ve zevkini kendi şahsına m ezcetmiş bulunuyordu. Tarihim izi teteb b u etmiş, bu sahada cilt cilt eserler m eydana getirmişti. Hissiyatı. T ü rk kütlesinin hissiya­ tından hiç de aykırı değildi; bilâkis, arzu, te­ m enni ve cehitleri, istihale cereyanlarım ızın en ön safına ilerleyerek tekâm üller gösterdi. H ele zevki, — hususî sahada ve edebiyat sa­ hasında — tam bir İstanbul çelebisinin zevki addolunabilir!

Ahm et Rasim , yazdığı büyük tarih k ita ­ bından, bilhassa, m azideki örf ve an’ane ci­ hetlerine, garip teferruata, köşeye bucağa e- hem m iyet vermiştir.

Eserin asıl m etni belki hiç de nev’i şah ­ sına m ünhasır olm ayan alelâde bir Osmanlı tarihidir. Bu tarihin asıl alâkayı cazip ciheti, m etne ilâve edilmiş örf ve an’ane tetebbuları- dır; garip tefe rru a ttır ki, Ahmet Rasim, eseri­ nin haricinde de birçok m akalelerle, tarihin bu cihetini tetkik etmişti.

An’an atı tetk ik işini tarih te yapm akla kalm am ıştır. A hm et R asim deyince- asıl in­ sanın aklına gelen, kendi zamanım, bu son

(2)

yarım asrı, — keza tarihi tetebbu ettiği cihet­ ten — anlatan insandır. İhtiy ar üstad, bütün yazılarıyle. istikbale, kendi zam anına ait, yı­ ğın yığın örf ve âdet vesikaları terkederek öl­ müştür. Son yarım asrın zihniyetine, tiplerine, yaşayışına en sadık ayna olmuştur.

O, benim, H ikm et F eridun’un ve diğer fıkra m uharrirlerinin gazete köşelerindeki sü­ tunlarının büyük babası addolunabilir. Bu nevi «köşe» leri gazetelere o getirm iştir de­ nilebilir. Bizde onun pek çok anasırı vardır. K endisinden çok istifade ettik. O nun için m er hum u bihakkın üstadım ız sayıyoruz.

A daptasyon salgını devrinde garp ede­ biyatının hem en hiç tesirinde kalm ayan m uharrir Ahm et R asim ’dir. Y azılarından bir çoklarını, tam kendi harsım ızın malı sayabi­ liriz.

Ahmet R asim in en bariz hususiyeti de, kem ale ermiş okuyucu dim ağlarına hitap e t­ mesiydi. Bizim pek çok m uharrirler, onsekiz yaşındaki küçük hanım okuyuculara hitap e- derler. Yaşını başını almış, tahsilini bitirmiş, görgüsünü ilerletm iş kütlenin kıraat zevkini tatm in edecek, onun m alûm atına bir şey ilâ­ ve eyleyecek, m erak ve alâka iştihasını gıcık Iayacak ediblerim iz azdır. İşte Ahmet R a- sim, — tarih, eski edebiyatı ve geniş hayat bilgisi sahasındaki tetebbuları sayesinde — b u ender insanlardandı.

İhtiy ar m uharrir- m atb u at ağacından, asla çürüm eden olgunlaşmış bir m eyve gibi irişerek kopm uş gitmiştir.

Şimdiki rejim, onu, zihniyet ve zevkile bihakkın tem sil ettiği İstanbulum uzun me­ busu seçtirerek âhır ömründe, sefalette b ırak ­ m ayarak, irfan sahasındaki kıym etlere karşı kadirşinas olduğunu göstermiştir.

A hm et Rasim ’e Allah R ahm et eylesin. O, edebiyat tarihim izin en ehem m iyetli sahi- felerinden birini işgal edecek ve bıraktığı vesikalardan istifade edildiği görülünce, za­ m anla kıym eti büsbütün anlaşılacaktır.

A. Ş Ü K R Ü E S M E R :

Üç nesil gazeteciliğimizin üstadı Ahmet Rasim Bey, dün bütün m em leket m ünevver­ lerinin m atem duyguları ve kendisini seven­ lerden cenazesinde bulunabilenlerin gözyaş­ ları arasında toprağa tevdi edildi.

„. A hm et Rasim Bey kad ar m ütenevvi m evzular hakkında yazı yazmış m uharrir gel­ m em iştir. G azetecilikte kıym eti olan hiç bir şey gözünden kaçmazdı.

... Ahm et R asim B ey içerdi. F ak at dai­ m a itidal dairesinde. R akıyı içtiğinden çok fazla sena etm iştir. F a k a t rakı hakkm daki m ethiyelerinin tek bir satırını m üskiratın te­ siri altında yazmış değildir. Bir gün bu içki bahsi üzerinde görüşürken, üstad bana d e­ m işti ki:

«Herkes beni çok rakı içer zanneder. B u kanaatin yerleşmesine sebep kendi yazı­ lanındır. A rtık bunu tashih edecek değilim. F a k a t düşünülsün; Bir kütüpühane dolusu yazı yazdım. B unlardan tek bir satırını içki­ nin tesiri altında bulunduğum sırada yazmış değilim.»

Y U S U F Z İ Y A O R T A Ç :

A hm et R asim öldü. İstanbulun elli sene­ lik sesini toplam ış yegâne plâk kırıldı de­ mek. İstanbulun elli senelik renklerini, m an­ zaralarını, hâtıralarını toplam ış yegâne film yandı demek!.

A hm et R asim kim dir?

B ir şair, bir hikâyeci, bir m üverrih, bir m ütercim , bir m uallim, bir'm izahçı, bir m u­ harrir..

Ahm et R asim şairdir: O nun birçok şarkı larm ı alatu rk a saz üstadlarının yay ve mız­ raplarından hâlâ dinleyebilirsiniz.

A hm et R asim hikâyecidir: İlk Sevgi, M ektep Arkadaşım, B içare Genç gibi üçer, dörder form alık birçok hikâyeleri, yıllarca el­ den ele dolaştı.

A hm et R asim M üverrihtir: D ört ciltlik Osm anlı T arihi, Yeni M ecm uada aylarca tefrika edilen M eşrutiyet T arihi, T arih ve M uharrir isimli kitabı, üstadın büyük adını

her zam an hürm etle andırm ağa değer. Ahm et R asim m ütercim dir: G arp edebiyatından bir çok nüpıuneler verdi. «Ömr-ü Edebî» yi bu yoldaki hizm etine bir örnek diye gösterebili­ r i . Ahm et R asim m uallim dir: T ü rk diline o- lan geniş vukufundan kim bilir kaç nesil ders aldı. Biz, m ektep sıralarında onun kavaidini okuyarak yetiştik:

A hm et R asim mizahçıdır: E linde kalem, sihirli bir şeytan tüyü gibi, her çizdiği çeh­ re ve m anzaradan bir tebessüm çıkardı Şe­ hir M ektupları ve Eşkâli Zaman, millî zekâ ve millî nüktenin iki ölmez eseri olarak ya­ şayacaktır. Ahm et Rasim m uharrirdir: İşte onun asıl hüviyeti, asıl kıym eti, asıl eşsiz ta ­ rafı!

M uharrir Ahm et Rasim, hilkatin kendisi ne verdiği ve kendisinin hilkatten aldığı b ü ­ tü n feyizleri, benliğinin bu cephesinde topla­ mış, şair A hm et Rasim, hikâyeci A hm et R a­ sim, m üverrih A hm et Rasim, m ütercim Ah­ m et Rasim, m uallim Ahmet Rasim, mizahçı Ahm et Rasim, m uharrir Ahm et Rasim in a te ­ şinde erimişler, duygularının, bilgilerinin, hü nerlerinin bütün özlerini onun varlığına aşı­ lamışlardır.

SAAT

... B enim çocukluğumda saat namı

na bit «piryol» ile maşalı mu mandallı mit dolaplı m ı ne derler, o saatlerle■ di­ vanhane, m uvakkithane saatleri, bir de kurulunca:

Am an am an Bağdatlı, Cilvesi şekerden tatlı.

şarkısını çağıran fanuslu saatler vardı.

O da şunda bunda, şurada burada.

G üğuklu saatler bunlardan sonradır.

M ahallelerde bile kadınlar yoğurtçu geç ti mi:

— Ayol, ikindi oldu! Anne, nam a­

zını kıl!

Gazcı bağırdı mı:

— E yvah! akşamlar oldu, ben hâ­

lâ m utfaktayım . N edir bu benim çilem?.. derler, m ekteplerde ilm -i hâl (d in bil­ gisi ) hocaları namaz vakitlerini tarif ederken:

— Ağaçların, düm düz, dikli şeyle­

rin gölgeleri diplerine çekilip de bir ka ­ rış kadar uzanmağa başladı m ı öğle, upuzun oldu m u ikindi vaktidir, akşam namazının vakti, karşıdan ğe^en müs- lüm an mı, hıristeyan mıdır, fark olunur olunm az olduğu zamandır, yatsının sa­ baha kadar müsaadesi vardır.

diye izahat verirlerdi.. (M uharrir B u Ya: 1927)

A h m e t R A S İM

İşte yarım asrın unutam adığı Ahm et Rasim!

R E Ş A T F E Y Z İ:

Ahm et Rasim ilk büyük T ü rk içtimai­ yatçısıdır. İstanbulu, içindeki insanları bize tanıtan, sevdiren Ahm et Rasim dir. Onun eser lerinde bütün bir âlem yaşar. O, en keskin görüşlü bir içtim aiyatçı olduğu kadar, k u v ­ vetli, sistem, sahibi bir filozoftur. A hm et R a ­ simin eserleri bir halk felsefesinin en tam m ânâsıyle, bütün düstur ve ruhunu zaptet- miştir.

Sanatın ve İçtimaî ilim lerin hangi zavi­ yesinden bakılırsa bakılsın, A hm et R asim bir şahika gibi gözükür. Bu yüksek tepenin a - zcîiiiet ve nüfuzlu kudretini, seneler bizi ondan uzaklaştırdıkça daha iyi anlayacağız.

N U R U L L A H A T A Ç :

A hm et Rasim Bey için bugünlerde çok şeyler yazılacaktır. G ördüklerini anlatm ayı, biz yaştakiler için artık büyük bir şey ifade etm eyen vakaların hikâyesini bile tatlı tatlı dinletm eği bilirdi. (M uharrir, Şair, E d ib ) ini z< t kle, bir defada okum uştum.

Eserleri, gerek mevzuu, gerek lisan iti­ bariyle bir devrin damgasını taşıdığı için el­ b ette ki uzun zaman kalam ıyacaktır. H a ttâ bugün bile onları okuyanlar azdır. F ak at o- nun yaşadığı senelerin tarihini tetkik etm ek isteyenler o kitaplardan çok istifade edecek­ tir, bundan başka m üntehibat kitaplarına gi­ recek birçok p arçalan vardır:

Ahm et Rasim bir gazeteci yani günün hâdiselerini takibe, her neden bahsederse et sin yazılarında bir «actualité» kokusu bulun­ durm ağa mecbur bir m uharrirdi. F ak at bu ş a ­ ir olm asına mâni değildi. B unu söylerken şarkılarını, bir gençlik eseri olarak K itabei G am ’ını düşünm üyorum ; şarkıları pek bil­ mem, K itabei G am ’daki m ensur şiirleri, bir zam anlar Y akup K adri’nin adeta heyecanla bahsetm esi üzerine okum ak istem iştim. F a ­ kat onlarda Ahmet R asim ’in yazılarında hiç alışmadığımız bir tasannu, bir «préciosité» bulduğum için okuyam adım . H ay ır Ahmet Rasim in asıl şiiri o kitabında değil, ertesi sa­ bah neşredilm ek üzere alelacele yazılmış ma- kalelerindedir. Şairlik dediğimiz şey be’ki sa dece, her anı hâfızam ızda canlı olarak sakla­ yabilm ek dem ektir. Ahmet Rasim her an, en eski günlerini de yaşıyor gibi idi. O nlar­ dan, heyecanını karşılarındakine de sirayet et tirerek bahsederdi. B ahsederdi diyorum- k en ­ disiyle ancak iki defa konuşm uştum ; fakat o- nun yazısında öyle bir konuşm a hâli vardı ki insan «yazardı» dem ekten çekiniyor. Bugün bize pek garip ve zevksiz gelen terkip dolu T ürkçe ile yazarken bile yine konuşur gibi idi.

Ahm et Rasim gazeteci idi ve gazetecili­ ğin ne kadar şerefli bir meslek olduğunu is- b at etmişti.

H er gün yazdığı zam anlar m akalelerinin gayesi bir veya iki sütunluk yer doldurm ak­ tan ibaret olduğunu kabul etm em işti. Sırf kendi hayatına ait hâdiselerden bahsettiği zam an bile okuyucularına bir şey öğretmek, hakikatin keşfine elinden geldiği kad ar hiz­ m et etm ek istediği belli idi.

Gazeteci idi, fakat kalem ini hiç bir za­ m an hak bilmediği şeyin m üdafaasına, ken­ disinden başka kim seye yaram ıyacak m en­ faatler tem inine âlet etm edi.

R E F İK A H M E T S E V E N G İL :

İstanbul m uharriri.. A hm et Rasim yarım asır bu güzel şehri gezip dolaştı. Bu güzel şehrin hayatını ve tahassüsünü yaşadı. İstan ­ bulun ve İstanbullunun bütün hususiyetleri­ ni, en ince ve hisli noktalara kadar gördü, bu m üşahede onun adesesinden geçerken bir k at daha güzelleşti. Biz Ahm et Rasim in yazı larında yarım asır kendimizi bulup sevdik.

... Şarkıları ve besteleri var ki bütün şehrin dilindedir. İstanbullu, aşkını elemini hâlâ bu İstanbulun m uharririnin nağmelerin deki tatlı hassasiyete tevdi.ediyor.

E R C Ü M E N D E K R E M T A L U :

O nu benim gibi tanıyanlar da tasdik e- derler ki aram ızdan ayrılışı erken oldu. D a ­ ha yaşıyam az m ıydı? E lbette ki yaşa-dı. F a ­ kat o, sağlam vücudunun içinde çok hisli bir ruh taşıyordu. Fazla hassas ruhlar ise, en sağlam teni bile çabuk çürütürler.

R asim ’i, yüksek ve m etin seciyesinin en yakınlarından dahi gizli tuttuğu m eçhul bir elem, bir gam silsilesi vakitsiz m ezara götür­ dü.

Benliğini kem iren o gizli derdi unutm ak için, yazar, yazar, güfteler uydurur, onları besteler, içine m utlaka bir tu tam acı katılan o nefis, mizahi tasvirlerini çizer, çocukluğu­ nun m esut günlerini icazkâr kalem iyle can­ landırır, gerçekten vefakâr diye tanınm ış ol­ duğu iki te k varlıktan: anacığı ile kara an n e­ sinden sık sık bahseder, onların tem iz hâtı- ralariyle kendi ruhunu, gönlünü âdeta y ı­ kardı.

N U R E T T İ N A R T A M :

Ü zerinden tam on iki sene geçmiş... E v ­ velki gün Ahm et R asim ’in cenazesini H

(3)

eybe-liada topraklarına gömdüğümüzün on ikinci yıldönüm ü idi.

Ahmet Rasim ’in cenazesine gittiğimiz sabahı, bu kış Hüseyin Rahm inin tabutunun arkasından onun m ezarının önünden geçer­ ken de, o yağışlı ve soğuk günde de h atırla­ mıştım.

B üyükada’ya bir eğlenti âlem ine gittiği için aynı vapurdan H eybeliadaya inmiyen şık bir edebiyatçı ve ona karşı bizim M ahm ut Y esari’niıı duyduğu nükteli öfke..

T ab utunun arkasında büyük sakalından göz yaşları dam lıya dam lıya yürüyen Gazino­ cu M ardik Efendi...

H üseyin R ahm i’nin cenazesinde de rast ladığım M ardik Efendide rahm etli R asim ’in bir çok hâtıraları olsa gerektir. İstan b u llu arkadaşların onu K adıköy’ünde bulup bil­ diklerini, hatırladıklarını not alm aları R a ­ sim’in hâtıralarını tam am lam ak bakım ından faydalı olacaktır.

Ahm et R asim ’i her andıkça onun anne­ sinden aldığı «kalemden ayrılma» öğüdünü ve bunu ne m ânâya aldığını hatırlarım .

R ahm etli D arüşşafaka’dan çıkınca o za ­ m anın geleneğine uyarak, Posta ve Telgraf N ezaretinin kalem lerinden birisine çırağ edil miş; fakat bir taraftan da gazetecilik âle­ mine girmişti. Annesi bir gün genç ve toy oğ­ luna şu öğüdü vermiş derler:

— Oğlum kalem den ayrılma!

Genç Ahm et Rasim, burada ikinci m â­ nâsına kullandığı «kalem» i birinci m ânâsına almış ve gerçekten ölünceye kadar kalem den ayrılmamış, kalem iyle tertem iz bir hayat kazanm ıştır. —

A H M E T K A B A K L I:

A hm et Rasim ve Sait F aik arasında iyi­ ce izah edemiyeceğim bir benzerlik buluyo­ rum. Halbuki, şüphesiz, eserleri ve sanatları arasında bir tesirden, bir ilgiden bahsedile­ mez. Sait Faik, Ahmet R asim ’den çok uzak ve çok ayrı sanat şartlan içinden çıkm ıştın buna rağm en bu iki sanatkârım ız neden bir birini andırır?

Bu andırışı, ilkin, onların insanlığında bulm aya çalışıyorum. İkisi de olgun adam lar. H ayatı, bizim tırm anam adığım ız bir yüceden seyrediyor, hırssız, garazsız sanat tülleri al­ tından görüyorlar. Bu iyimser bakışın altın­ da bütün katılıklar yum uşayıp çehreler gü­ zelleşip kavgalar duruluyor. Onlar, kâinata (D enilebilir) veli gözleriyle, tasavvufçu n a­ zariyle bakıyorlar. D ünyayı fazla ciddiye a l­ dıkları yok; yani ona değeri kadar kıym et ve­ riyorlar. Böylesine bir hoş görüşle bakılan hayat, tabiî sanatkârı bir tiyatro oyunu k a ­ dar zevklendiriyor. D ekordaki, kıyafetteki fo yaları, dil hatalarını, hareket densizliklerini hoş görebiliyorsan hangi oyun eğlendirici de­ ğildir ki? İşte, A, Rasim ile Sait F aik seyret ­ tikleri h attâ seyre m ecbur oldukları her çe­ şit oyunun tadını çıkarıyorlar. «M ihneti ken dine zevk etm edir, âlem de hüner» düsturu bu m uhteva ile doldurulduğu zaman, ger­ çekten beşerî değer kazanır

H âtıraları ve hakkında konuşanlar A. Rasim ’i bize varlıksız, derbeder, h attâ dâva- sız, para, mevki, nâm ve şan kaygusundan u- zak bir adam olarak tanıtırlar. D ünyayı d ü ­ zeltm eğe kalkm am ış, kimse ile kavga etm e­ miş. Allahın herhangi bir kulu gibi yaşayıp ölm üştür. Hiçbir siyasî tara k ta bezi, hiçbir İçtimaî dâvada işi yoktur. Sanat üzerine bile fazla konuşmamış; arının bal yapm asındaki lâfsız ham aratlıkla sanatını düzenlem iştir. Bı sözler, Sait F aik’e de hemen hem en uygula­ nam az mı? Bu, benzersiz hikâye ustasının m ecm ualarda sanat kavgasına tutuştuğunu, sanatını bir dâvanın uşağı yaptığını veya filânca devletliye hulûs çaktığını kim gör - müş? Bir düşünün, Sait F aik ’e bunlar yakışı­ yor mu? Alıştığımız için yadırgam ıyoruz, yoksa, böyle dünyada Sait F aik gibi san atk â­ rın yaşam sı n âd irattan olsa gerek.

Sonra, onların yaşayışında da sanatların da da, yadırganm az bir yerlilik var. F ık rala­ rında, hikâyelerinde görülen çevre ile, şahıslar la haşırneşir, dost, ahbaplar, çevreyi ve in ­ sanı sınıflara ayırarak belirli bir tara f tu tm u ­

yorlar.. M esire yerinde balıkçı kahvesinde, m eyhanede, «Menekşeli âdi» de, kayıkta, eğ ­ lence evinde hep aynı rahatlık ve iç e m n i­ yeti ile oturuyorlar. Aldıkları çevreyi yaşattık ları adamı, şişirm iyorlar ve kınam ıyorlar. E n fazla kızdıkları, tiksindikleri kim seye bile «Merhaba» diyecek yüzleri var.

İnsanlarda bir m âzur taraf bulm ak hata larını insanlıklarına bağışlam ak, bu tanrılık duygu ancak ehlinde bulunuyor. Yüce M ev- lâna: «Bin defa tövbe bozanı, silinmez, gü­ nahlar işleyeni bile» nur sütunlu dergâhına çağırm ıyor mu? «Biz öyle m ahlûklarız ki, bâ- zan m elekler, insan yaratılm adıklarına üzü • lür; bazan da şeytanlar bizden olm adıklarına ■ şükrederler» diyen de o gönüller hâkanı d e­ ğil mi? Görebilen için, iyi ile kötünün kıl kadar farkı yok. Görem iyenler, olam ıyanlar, bilem iyenler insanı mesele yapıyorlar, onu ka vun seçer gibi ayırm aya kınam aya, sınıflan • dırm aya çalışıyorlar.

Sait F aik ile Ahm et R asim ne çevreyi ne adam ı ayırıp seçerler. N e buldularsa ne gördülerse onu yazarlar. K afalarına, «Realis- me» in veya «Marksizm» in peşin görüşlerini doldurup, insanlar arasına karışm az, m etot­ larına, ülkülerine insanlar arasında delil a ra ­ m azlar. İnsan ve tab iat onlarda Allahın y a­ rattığı gibidir.

Ahm et R âsim bir H iristo’nun m eyhane­ sinde oturur içer. M asasında her soydan ve dinden her irfanda her refahta adam vardır, o hepsiyle canciğer, hem haldir. Sohbetler e- dilir, m eyler süzülür, udlar âyârlanır, şarkılar türküler, nükteler.. Ayılınca vakit bulunca, R âsim yazar, söyletir, dinletir. Okuyana, o iç­ ki, o musiki, o şiir âlem lerinden süzülen bir neşe sirayet eder. K ahve tiryakisi hacı efen­ dinin bir m ürai softa idiğini, «Kitapçı K ir- kor» un patron. «Tatyos Efendi» nin m etelik­ siz, m eyhaneci çırağının gündelikçi, h a ttâ Ah­ m et R asim ’in beş parasız m uharrir olduğunu düşünm eyiz bile. Ö nüm üze hayatın kendisi konm uştur beğenip beğenm em ek elimizde de ğildir zaten.

Sait F aik’in.«Bir takım insanlar» rom a­ nında geçen şu toprak ağasına da bakalım :

«O. herkesle dost, iyi. sessiz, bir üçyüz dönüm sahibi adamdır. Ç uhadan elbiseler giyer. T üc carlarla pazarlıkta m ahçuptur. G ündelikçile­ rin parasını verirken içinde: «Acaba az mı ve­ riyorum?» diyen bir ses kalmıştır.»

Dediğim gibi bu, bir toprak ağacı, yani Allahın beîâsu V erin bu adamı, Orhan K e­ m al’in veya Sam im Kocagöz’ün eline, görün ne garibeler, «Sosyal Dâvalar» ne zorlu p a t­ ron işçi meseleleri çıkarırlar karşınıza. Hiç, toprak sahibinden böyle bahsedilir mi, hani zulmü- hani softalığı, hanı kirlettiği işçi kız­ lar, verem ettiği çiftlik kâtipleri...

Hülâsa, A. Rasim de, S. F aik de insan­ lar m ahalleler içine kendilerini yüksek gö­ rerek, «Ben hikâyeciyim , yazıcıyım, ben fi­ lân filân kitapları okudum , filân şeyleri bili­ rim yazdığım hikâye filânınkine benzesin, şu dâvaya hizm et edip cem iyeti şöylece düzen­ lesin» diyen sınırlı ve ham düşüncelerle ka­ rışm ıyorlar. Y azdıkları olayı yaşıyor, en çirkefli gerçeği benim siyor, seviyor, sonra y a ­ zıyorlar. Bu yüzden gerçek denen m aşukayı da en güzel en sade belirten onlar. İkisinin de dilinde hiç bir pelteklik, ikisinin de y aşa­ yışında hiç bir çiğlik yok. Sait Faik, A h­ m et R asim ’i herhalde çok seviyordun R asim m erhum da yaşasaydı, eminim Said’in hi­ kâyesine, m aceralarına karışır onun candan dostu olurdu.

H İK M E T F E R İD U N ES:

İhtiy ar edibin en şayanı dikkt tarafı fev kalâde kadirşinas olmasıdır. D ünyanın en iyi kalbli insanlarından biri olan A hm et R asim in kadirşinaslıkta ne derece ileri gittiğini gös­ term ek için bir vaka anlatayım :

Ü stadı bir yazı meselesi için üç dört ay evvel ziyarete k arar vermiştim. Kendisini H eybelinin eteğine ilişmiş küçük bir lokanta­ da buldum. Denize karşı ta h ta bir m asanın et rafında oturduk. E debiyattan, gazetecilikten, eski h ay attan ve bilhassa A hm et M ithat E- fendiden bahsettik. B ir aralık aklım a geldi sordum:

— Üstadım.. M ithat Efendi hakkında uzun bir eser, m eselâ büyükçe bir kitap yaz­ madınız. H albuki Ahm et M ithat E fendiyi siz den iyi tanıyan yoktur. Onu scizden iyi tahlil edecek de bulunam ıyacak zannederim .

Benim bu sözlerim den sonra hiç üm it etm ediğim bir şey oldu. A hm et M ith at E - fendinin hayatı hakkında büyük bir eser yaz­ m adığından bahsederken Ahm et Rasim Be­ yin gözleri dolu dolu oldu. B irdenbire sene­ lerin yorgun bir ifade ile süzdüğü gözlerinden iri iri yaş dam laları akm ağa başladı. Ölen ho­ canın arkasından akıtılan bu iri göz yaşları, A hm et Rasim B eyin uzamış sakalları üzerin den arkası arkasına süzüldü. Ü stad bird en ­ bire parm ağını dudağına götürdü:

— Sus, dedi, o benim en büyük güna­ hım... Beni Ahm et Rasim yapan Ahm et M it- hattır. O benim hocam, hâmim, ustam, üs- tadım dı. En sevdiğim adam dı. B en bunca se­ ne cilt cilt kitap yazayım da onun hayatına dair bir küçük kitapçık çıkarm ıyayım ? H a ­ yatım da affedemiyeceğim en büyük günahım bu.. B undan büyük suç, bundan büyük k ab a­ hat olur mu?

Ahm et Rasim, yetişm iş oğlunun yanında durup dinlenm eden m ütem adiyen ağlıyordu. Göz y aşlan d urup dinlenm iyordu. Bu, sene­ lerden sonra üstadını hatırlarken göz yaşını döken kadirşinas sanatkâra baktım . B ana A hm et R asim bir iyilik ve kadirşinaslık âb i­ desi gibi göründü. Onu uzun uuzn teselli et­ meği zaid buldum . Z aten kendisi:

— Teselli ile kendim i uyuşturam ıyacak kadar üzgünüm.. T am yaram ın üzerine bas­ tın. Son günlerime yaklaştığım ı hissettikçe bu kabahat beni kemiriyordu., diyordu.

H albuki Ahm et R asim in bu meselede en küçük suçu bile yoktur.

Ahm et R asim Bey A hm et M ith at E - fendiden hem en yazılarının yüzde ellisinde bahseder, «Şehir M ektupları» müellifi, ü sta ­ dını o kadar iyi anlatm ıştır ki Ahm et M ithat Efendinin kırm ızı kuşağı ve çıplak ayağı ile yazı yazması hepim izin gözümüzün önüne ee lir.

(4)

BU HAFTA BİR KİTAP

O K T A Y A K B A L :

İhm al ettiğimiz usta yazarlarım ızın b a ­ şında Ahmet Rasim gelir. Nedense bazı yazar lar talihsiz oluyor, ölüm lerinden sonra u n u tu ­ lup kayboluveriyorlar. Ama çok sürm üyor, o yazar, kişiliği ve eserleriyle yeniden edebiyat dünyasına- bu defa daha da yücelmiş. büyüü- müş olarak katılıyor. Sanırım ki Ahmet R a ­ sim için de aynı şey olacak. Çok değil bir kaç yıl sonra yeni nesiller onu geçmiş ed e­ biyatımızın sayılı ustalarından biri olarak kabul edecekler. Bu, eserlerinin yeniden b a­ sılıp yayılm asiyle m üm kün olacak. Ahmet R asim ’in dili de birçok çağdaşlarınınki gibi günüm üzün diline aykırı değil. Aksine A h ­ m et Rasim- halkın dilini edebiyatın dili olarak seçen bir yazar olduğu için eskimeden- çürü­ m eden dipdiri duruyor. «Şehir M ektupları», «M uharrir, Şair, Edip», «Gülüp Ağladıklarım» gibi eserleri yeni harflerle basılsa, bunu öte ­ kileri de takip etse- Ahmet Rasim günüm ü­ zün yaşayan yazarları kadar ilgi çekecektir.

Bîr kaç

hâtıra

M Ü T A R E K E D E V R İN D E

«Şehir M ektupları» m uharriri Birinci D ünya H arbini takip eden M ütareke devrin­ de V akit gazetesinde yazı yazıyordu. Ahmet Rasim Bey her gün erkenden makalesini e- vinda hazırlar, öğleye doğru m atbaaya g ele­ rek idare odasında bir masanın öîıünde o tu ­ rurdu. İd are odasına giren çıkan çoktu. R a ­ sim B ey bunları dinleyerek öğleye kadar va­ kit geçirir, öğleden sonra çıkar, berm utad Sucu Koçoya uğrardı. B urada bir m üddet de kitap okuduktan sonra akşam a doğru K a- dıköyüne dönerdi. Kendisi hayatının en m un­ tazam geçtiği ve en verimli surette çalıştığı zamanın bu devre olduğunu söylerdi.

B E Ş S E N E G İY İL E N A Y A K K A B I

Ahm et Rasim Bey, dünyanın en sessiz in sanlarından biriydi. Bağırıp çağırdığı, hiddet­ lendiği hiç görülmemiştir. O herkesle, h attâ kaldırım taşları ile, dosttu! Bir gün bir ark a­ daş ayakkabılarının çabuk eskidiğinden şikâ­ yet ediyordu. Rasim Bey:

— Ben bir ayakkabıyı beş sene giyerini, dedi.

A rkadaş sordu:

— Aman bunun sırrını bize de anlatır mısınız?

— O rtada sır diye bir şey yok... Ben kaldırım taşlarına dostça m uam ele ederim, onlara okşar gibi basarım, siz, ayaklarınız kal dirim taşları ile kavga eder gibi yürüyorsu­ nuz! B ütün m esele sizin de düşm anlığı b ıra ­ karak dost olm

anızdadı-T Ü R K İ S anızdadı-T A N , A F G A N İS anızdadı-T A N ' Ö lüm ünden iki yıl evveldi. K adıköyün-

deki evinde Ü stad Ahmet Rasim ’i görmeye gitmiştim. M asasının üstü bir yığın kitapla, san kâğıtla doluydu. Bu fişlere tek tek keli­ m eler alm akla sözlüğünü yazıyordu. M eyve mezesiyle yudum yudum içerken de yavaş yavaş konuşuyor, arasıra yerinden kalkıp o- turuyordu.

Uzunca görüştük. Bir ara bilmem kim içindi:

Bağıra çağıra, ah-ü efgan ede ede so­ nunda m ebus oldu, dedi.

E vet — dedim — nasılsa olabildi. Jjakat, her m ebusluk böyle ah-ü efganla olay

ı, şu koca T ürkistan Afganistana dönerdi. Sevimli bir glüüş, Üstadın ak ve pâk cehresine ne k adar da yakışm ıştı ya...

K İ T A B I N K A Ğ ID I

Ahm et Rasim. yeni bastırdığı bir kitab ı­

nı Recai Zade E krem B eye takdim etmişti. Eseri şöyle bir elleyen üstad:

— Kâğıdı güzel, demişti.

Ahm et Rasim hemen cevabı yapıştırdı: — E vet efendim, sizin Zem zem e'nin kâğıdından!.

SU C U KOÇO- A R A B A C I Y A Ş A R

A. Rasim Beyin baş ahpabı Sucu Koço idi. Koçonun dükkânı Babıâli caddesinde İkbal K ütüphanesinin yanında idi. Koço kır bıyık­ lı, bir parça aksi bir adamdı. F akat Ahmet Rasim Beyin karşısında kuzu gibi idi. G e­ celeri dükkânında yattığı için B abıâli cad­ desinde olan biten her şeyi bilirdi. Ahm et Rasim Bey dükkândan içeriye girince Koço kendisiyle bir m asada karşı karşıya oturur, sohbete dalardı. Bu sırada su veya şerbet iç­

m ek için gelen olursa istem iyerek yerinden kalkar suyu, yahut şerbeti verdikten sonra derhal R asim Beyin karşısına geçerdi. Bu dostluk Koço’nun ölüm üne kadar devam etti.

Ahm et Rasim Beyin eski dostlarından

Yok, acıttım, biliyorum... Öyle değil mıri ?

EĞRİ YATIP DOĞRU

KONUŞALIM

Burada okuyucularım a pek elim

bir itirafatta bulunm ak m ecburiyetin­

deyim . Her zam an dedim yine diyece­ ğim. B en yazı yazm aktan b ıktım li­ sandım. H em kim e rastğelsem: «Rasim

B ey bizim gazeteye bir m akale lü tfe­ din« der. Beni asıl usandıran, bıktıran okuyuculardır. E ve t okuyucular sîzler­ siniz. Siz vefasız insanlar hangi zam an beni akşam üzeri matbaa çıkışı gelip al diniz da şöyle bir birahaneye götürüp birkaç kadeh ile olsun gönlüm ü aldınız mı? S iz hiç öyle şeyler düşünür m ü ­ sünüz? Sizi eğlendirmediğim zam anlat hile beni unutursunuz. A rtık bu günden

itibaren hayatı tahririyeden çekiliyo­

rum. K üçük gazetenin idare m em ur

muavinliğini deruhte ettim . A rtık bu m akalem benim son m akalem dir. Biraz saçma yazıyorsam da kusurum a iki se­ bepten dolayı bakılm am alıdır. Birinci sebep m akaleyi meccanen tahrir ettiğim den dolayı. İkinci sebep son m akalem olduğu içindir. A rtık bu dünyada ya zı­

cılıktan ve m uharrirlikten hayır yok.

Elveda ey okuyucular! Badem a «Vakit» nam ındaki fesad ceridesinde benim ya­ zılarımı görm eyeceksiniz, görseniz bile

inanm ayınız. Ç ünkü o yazıların bana

taalûku yoktur. O adamların ne kadar sahtekâr olduklarını ben bilirim. İşte bu kadar aziz okuyucularım . Bana daha fazla k ö tü söyletip k u tu m u açtırm a­ yın.

Fazla tafsilât alm ak için beni gör­ m e k isteyen olursa her cuma günü M ı­ sır çarşısında davul tozu tüccarı Hacı E vliya E fendinin dükkânına teşrif ed e­ bilirler. D iken: 24.1.1921

A h m e t R A S İM

biri de Arabacı Yaşardı. Bir zam anlar m ek­ tep te beraber okudukları Yaşar, Rasim Beyi çok severdi, o da kendisine m uhabbet göste­ rirdi. Arabacı Y aşarın Rasim Beyin ölüm ün­ den sonra vakit vakit H eybeliadaya giderek eski bir arkadaşının mezarı başında bir kaç kadeh içtiğini, şişede kalan rakıyı m ezarın etrafına döktüğünü anlatırlar.

T U H A F Ş E Y !

Ahm et Rasim Bey bir gün tram vayla B eyazıda gidiyordu. Yolun bir dönek yerin­ de tram vay hızlıca sarsılınca herifin biri üs­ tadın ayağına bastı. A rkasından da dönüp:

— Affedersiniz! Acıttım galiba? dedi. Ahmet Rasim Beyin fena halde canı yanm ış olm akla beraber:

— Estağfirullah, hayır! cevabını verdi. Lâkin öteki İsrar ediyordu:

— Hayır!. — Hele, hele!. Bu sefer üstad kızdı:

— Be adam! diye bağırdı. Ne tuhaf şey­ sin!. Canımı yaktığın elverm iyorm uş gibi bir de zorla itiraf ettirm ek istiyorsun!

SU İLE...

A hm et R asim ’i bir gün bir ziyafete ça­ ğırırlar, üstad bakar ki sofrada içkiden eser yok. Çaresiz m asaya oturur, önce balık g eti­ rirler. Üstad:

— Am an bana bir kadeh, ben rakı ile b a­ lığı pek severim der.

A rkasından ekşili köfte gelir üstat;

— Am an bir kadeh rakı, daha. K öfte ile bayılırım.

D erken dolm a gelir. O nunla da bir k a ­ deh içer. A rkasından baklava gelir. Ü stad o- nunla da bir kaç kadeh yuvarlar. N ihayet ev sahibi dayanam ayıp:

— Kuzum üstad. rakıyı hangi şey ile içmezsiniz? Der.

A hm et Rasim gülerek: — Su ile, cevabını, verir.

M U A L L İM N A C İN İN E S A M İS İ

M uallim Naci (E sam i) isimli bir kitap yayınlam ıştı. Ahm et Rasime, eser hakkında fikrini sordular. Ü stad şu cevabı verdi:

— Adam sen de. N acinin esamisi mi okunur?

B E S T E Y İ B O Z D U N

R ahm etli üstad A hm et Rasim bir kaç dostu ile Beyoğlunda eğlenmiş, sonra bir fay­ tona atlam ışlar, U nkapanı köprüsü yolu ile İstanbul tarafındaki evine dönüyordu. K öp­ rüyü geçtiler, köprüden kurtulan fayton he­ nüz bir kaç m etre ilerlem işti ki, Ahmet R a ­ sim üstad, arabacıya:

— Dur! diye bağırdı.

B irkaç adım ilerdeki yalaklı çeşmeye gözü ilişmişti; K aranlığı iyice kovarmyan cansız bir aydınlıkta, tem iz pâk giyinişli bir adam , başı yalağın içindeki sulara göm ül­ müş, hareketsiz duruyordu.

A hm et R asim arabadan atlıyarak çeş­ m eye doğru koştu. Adamcağızın başını, ce­ ketinin yenlerini ıslatm ak pahasına sudan çı ­ kardı. Yüzü hem en tanıdı. Bu, devrin en bü­ yük bestekârlarından R ahm i beydi. Ahmet R asim e teşekkür etmesi beklenirken or.un yüzüne sitemli bir bakış fırlattıktan sonra:

— Ah, dedi. G ördün mü yaptığını? A hm et Rasim şaşkın bir halde ne y a p ­ tığını düşünürken R ahm i bey ilâve etti:

B esteyi bozdun üstadım , besteyi boz­ dun.

N E F A R K V A R

Eski B abıâli caddesinde bir «Kitapçı A- rakil Efendi» vardı. B u zarif ve okum uş ad a­ m ın dükkânında devrin aydınları toplanır. A bdülham it zam anında başbaşa verecek yegâ ne yer burasım bulduklarından, sohbet ed er­ lerdi.

Araki! Efendi, satılm ası yasak olan F ran sızca kitapları kendisine tedarik ettiği için Ahm et R asim de bu dükkânın m üdâvim leri m eyanındaydı.

B ir gün m erhum gene uğram ış sevim ­ li dükkân sahibiyle konuşuyordu. T am o sı­ rada içeri, her halinden cahil olduğu anlaşı­ lan, genç züppe kıyafetli biri girip Ahmet R asim in başını şişirmeğe başladı. M esele şuydu: K ıym etli el yazm ası bir k itaba A ta- kil Efendi yirm i kuruş ( iki güm üş m ecid.ye) istiyor, ve diğer âdi bir kitabı da on beş ku ru ­ şa satıyordu. M üşteri ise her ikisinin de on beş kuruşa verilm esinde İsrar ediyordu. M üş­ teri nihayet A hm et Rasim e:

— Beyefendi., dedi; siz söyleyiniz bari: Şu iki kitabın arasında ne fark var?

N ef’i divanı ile âdi bir kitabı m üsavi t u ­ tan cahil adam a A hm et Rasim çoktan not vermişti. H erifi baştan savm ak için:

— A ralarında ne fark mı var?.. D edi Y irm i bes kuruş!..

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Cultured rat aortic smooth muscle cells were preincubated with isosteviol, then stimulated with angiotensin II, after which [3H]thymidine incorporation and endothelin-1 secretion

The objective of this proposal study is to investigate the molecular pharmacologic effect of the traditional chinese Bu-Yi medicine on protecting and repairing of

Düşünce tarihinde estetik bir değer olan güzelliğin metafizik alandaki yansı- masında iki temel görüş vardır. Bunlardan birincisi, Tanrı’nın güzelliğinden, varlık

In this study, which deals with the problem ofevil which is the most important problem of the history of thought, we have mutually evaluated the thoughts of Plantinga and

藥學科技報告 主題:心臟 B303097035 藥三 黃亭婷

The Hyderabad request read : “ In view of the officially proclaimed intention of India, as announced by its Prime Minister, to invade Hyderabad, and in view

Çalışmada, biyoaktif cam içerikli rezin modifiye cam iyonomer simanın florid salınım değeri, antibakteriyel özelliği ve 12 aylık klinik başarısının geleneksel cam iyonomer

Yapılan literatür araĢtırmasının ardından üçüncü bölümde, Konya kentinin ülke içerisindeki yerine, genel özelliklerine ve ulaĢım yapısına değinilerek; örneklem