• Sonuç bulunamadı

Salah Birsel üstüne

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Salah Birsel üstüne"

Copied!
10
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

MUZAFFER BUYRUKÇU

Salâh Birsel, sanatın tümü üstüne ciddî bir biçimde düşünmenin yaygın­ laşmadığı, vazgeçilmez bir sorun olarak benimsenmediği, salt duygulara baş vurularak, duyguların çok renkli, çok zengin uğultusundan ve küçük hayat deneylerinden yararlanılarak kutsal bir uğraşın ardından bilinçsizce koşul- duğu bir dönemde, şairliğinin yanı sıra bir düşünür kimliğiyle ortaya çık­ mıştır. Düşünmeyen, rastlantıların, rastlantılardaki dengesiz çekiciliğin için­ de gördüğü kaynaşmayla büyülenen, ellerinde yaşadıklarından başka bir kaynak bulunmayan genç yazara, düşüncenin o büyük, ölümsüz gerçeğini kavramadan olumlu bir iş yapılamayacağını göstermiştir.

Günlük kitabının “ 19 Kasım 1953” tarihini taşıyan bölümünde:

“Yirminci yüzyıl edebiyatının belli başlı karakteristiği sanatçıların sanat­ ları üzerinde düşünceye varmış olmasıdır diyebilirim.

Bugünkü şiirimizin iyi bir yolda yürüdüğünü düşünmemiz, söylememiz de sanatın ne olduğunu araştıran, sanata bir düşünür tavrıyle yaklaşan şair­ lerin yetişmiş olmasından gelmektedir.

Şiir, her sanat eseri gibi tabiat kanunlarını takip eder. Tabiat nesnelerine bakın: Eserde fazlalıklarla eksikliklere yer verilmeyeceği ilkesine oralarda rastlayabilirsiniz.

Şairin bir matematik problemi çözer gibi kelimeleri tartması, biçmesi, birbirleriyle dövüştürmesi gerekeceği fikri de hızını bundan alır. Gerçekten romancının, hikâyecinin, denemecinin yolu da budur.” demektedir.

Salâh Birsel, bu temel sorunu yoğunlaştırmış, alanını genişletmiş; a- rarken nasıl aranılacağı yöntemine de işaret etmiştir. Çalışmalarından çıkan sonuçlar üzerinde uzun uzun durmuş, dünya edebiyatını yüce ürünleriyle bugünkü durumuna getiren büyük ustaları incelemiş ve bulgularını özgün bir biçimde ilkeleştirmiştir. Yukarıda da anlatıldığı gibi edebiyatın^sadece duygu birikimlerinden, her zaman değişebilecek ve yanılmaya sürükleyecek bir karakteri olan izlenimlerden, gerçekle bir ilintisi bulunmayan sezgiler­ den, gözlemlerden doğamayacağını, bunlara güvenilerek yaratılan yapıtların eksik sayılacağını, kusursuz bir yapıtın varolabilmesi için düşünce'ye önce­ lik tanınmasını, düşüncenin yanlışlık yapmayı engelleyen gücüne inanıl­ masını savunmuştur.

(2)

MUZAFFER BUYRUKÇU 39

“Bir şiir yalnız o şiire giren değil, bir de girmeyen kelimelerden meydana gelir. (...) Bir şiirin güzelliği kendi dışında bıraktığı kelimelerin sayısıyle doğru orantılıdır.” ilkeleri bizim için bir anahtar niteliği taşımaktadır. Sözcükler örgütlenmeden, en elverişli teknik bulunmadan bir yapıtın iç düzeni sağlana­ maz. Ama bu sözcükler nasıl oluşmaktadır? Hangi gerçekler kitlesinin par­ çalarıdırlar ? Oradan nasıl getirilecektir? Getirilenlerin hepsi mi kullanılacak­ tır yoksa bir seçme mi yapılacaktır? Yapıtın kuruluşu ile ilişkisi bulunan bu soruların, verilecek karşılıklarla en küçük ayrıntısına kadar aydınlatılması gerekmektedir. Salâh Birsel’in karşılığı, seçme'dir. Salâh Birsel, seçmenin ve disiplinin her şeyden önce geldiğini, bu yöntem uygulanırsa verimli ve başarılı bir yola girebileceğimizi belirtmektedir. Sanatçının beyni, hayattan insan varlığına algılarla, sezgilerle, duyumlarla, izlenimlerle, etkilerle ve olay­ larla sızan, sonradan da sanat yapıtının gövdesini belirleyecek malzemeyi değerlendirme, titizlikle bir elekten geçirme işleminin yürütüldüğü bir

devinim'in buyruğundadır. Beyindeki bu çalışma sanat yapıtına aktarılmadan

önce düşüncenin denetiminden geçecektir.

“İyi bir şiir, sağlam bir şiir çokluk, il 1^bakışta kendi değerini, kendi ağırlığını belli etmeyen şiirdir. Zannım o ki, okundukça ortaya çıkan şiir, yüzyıllara da karşı koyacak bir nefes ve güç taşıyordur.”

“Bir şiir göründüğünden çok başka bir şeydir.”

“Başıbozukluğa, düzensizliğe yönelen bir şiiri şiir saymamayı bilmeliyiz.” “Şiirin bir yapısı varsa, bu yapı şiiri aydınlık olmaya zorlar. Bu söz ne kadar doğruysa bunun tersi de o kadar doğrudur: Aydınlık da şiiri yapıya, düzene götürür.”

“Şair, kelimelerin üzerinde çok durmak, az bilineni, sözlüklerde unutul­ muş olanı değil de yığınların diline yerleşmiş olanı seçmek zorundadır.” “Şair, değişen, değişiklikler arayan adamdır, oturduğu yere dört elle sarılan değil.”

“Bana öyle geliyor ki şairin çalışması bir üçgen, bir dikdörtgen veya herhangi bir geometri nesnesi çizen matematikçinin çalışmasına eşdeğerde olmalıdır.”

“Çağını saran, kavrayan yazar günlük olaylara da eğilmiştir. Yalnız bu eğilme bir yargıcın duruşma dosyasına eğilmesi gibi değildir. Yazar ne ya­ parsa yapsın çağımızın dışına çıkamaz. Topluma küsse de o gene toplumun içindedir.”

“Yazarların her eseri topluma yararlıdır. Yararlı olmayanlar, kötü bir biçimde yaratılanlar, daha doğru bir deyimle, yaratılamayanlardır.”

“Sanat eseri konudan çok başka bir şeydir. İyi bir konudan çokluk kötü eser, kötü konudan da çokluk iyi eser çıkar. Sanat, girintilerde, çıkın­ tılarda, önemsiz noktalarda, ayrıntılardadır.”

(3)

“Sanatı ayakta tutan şeylerle sanatı sınırlayan şeyleri birbirinden ayır­ malıyız. Gerçekçilik sanatı sınırlayan değil sanatı ayakta tutan şeylerdendir.” “Güzeli umursamayıp insansı olanın peşinde koşan bir şiir eninde so­ nunda ne güzel olur ne de ilginç.”

“Bir eser güzel değilse, doğru, iyi ve insansı da değildir. Hiç bir şey değil­ dir.”

“Estetik olan büyük bir biçime, bir dengeye, bir aydınlığa, bir olgunluğa, bir duyarlığa, bir canlılığa ermiş olandır. Şiirsel ise belli duygular ve sınırlar içinde kalan, küçük bir düzenden öteye geçemeyendir.”

“Şiirsel alanının yaratılarını hoş yargısıyle, estetik alanının yaratılarını ise güzel yargısıyle karşılarız.”

“İyi düzenlenmiş bir cümle, çın çın öten bir kelime, uygun düşen bir mısra, tekrarların meydana getirdiği bir biçim, şiirseldir, estetik değildir.”

“Zenginlik biçimde, yapıda, ölçüde, dengede, pürüzsüzlüktedir, başı­ bozuklukta değil.”

Ve ortaya konan bu ilkelerin kapsadığı doğruları, birbirleri arasındaki ilişkileri bir yerlere gizlenmiş, ama başka bir düşüncenin yaratılmasında kullanılabilecek çelişmeleri saptayacaktır. Yapıtı var edecek canlılıkların görünürdeki kalabalığıyle yetinmeyecek, daha büyük kalabalıklara götüre­ cek olanakları zorlayacaktır. Gözden kaçmış ya da bir düşüncenin yörünge­ sine girmiş gerçeklerde de, bulunanlardan daha önemli zenginlikler bulaca­ ğını umut ederek ardına düşecektir.

Sanatı besleyen her şeyden kuşkulanacaktır. Tartışacaktır. Kesinlik kazanmış doğruları yargılayacaktır.

Salâh Birsel, //kederiyle sanatçıları doğru’ya, mantığa uygun olana iten ve bu itişin ipuçlarını gösteren bir düşünürdür.

II

Sâlah Birsel, aklın süzgecinden geçmemiş bir duygular kaosunu yansıtan şiirin belki bir yerde ilgi çekici sayılacağını, ama aklın yönetimine girmeyen başıboş duyguların oluşturduğu şiirde bir eksiklik bulduğunu anladığından olacak, şiirini bu kaypak, bu sarsılan zemin üzerinde kurmaktan dikkatle kaçınmış; aklın seçkin ürünleriyle beslenen bir mısrada, estetikle hayatın özünü simgeleyen öğeleri birbirlerine kaynaştırarak, aklın güven veren yolu­ nu kendine en uygun yol olarak görmüş ve o yola girmiştir. Bu giriş en doğru bir giriş midir? Tartışılır. Tartışılır ama inandırıcı bir kesinliğe varılamaz. Nitekim bugüne kadar şiir nasıl olmalı konusunda ileri sürülen fikirler tar­ tışmayı ortadan kaldıracak bir sonuca bağlanamamıştır. Bağlanamayacaktır da. Şiiri, duygular evrenindeki karmaşayı yüze çıkaran bir anlatım aracı

(4)

MUZAFFER BUYRUKÇU 41

diye niteleyen ve örneklerle belirtenlere hak vereceğimiz gibi, aklın ürünü diye nitelenen şiirlerdeki yapının, duyguların karakterindeki yumuşak yapı­ dan daha büyük bir sağlamlık taşıdığını belirtenlere de hak verebiliriz; hatta şiiri duyguların yönetiminden kurtarmak gerektiğini savunanların orta­ ya koydukları gerçekleri kendimize yakın bulabiliriz. Çünkü, şiiri akılla

yazmalı ilkesi; büyük bir geçmişin çeşitli dönemlerinde kazandığı başarıları,

varoluşunun yadsınmaz nedenleri olarak gösteren duygusal şiirin organiz­ masında bir tutarhhk, bir yetkinlik bulunmadığı hâlâ sağlam bir kişiliğe ulaşa­ madığı, dengeden dengesizliğe, yücelikten basitliğe kayabileceği görüşünü getirmektedir. Ayrıca, şiirdeki yapının bölünmeye elverişli boşlukları içerdiği görüşünü de getirmektedir. Şiir, kendini daha güzele, daha büyüğe eriştirmek isteyen çıkışların ucundaki başka şiirlerle savaşmak zorundadır. Bu sanatın bütünü için de geçerlidir. Her tür kendiyle savaşmakta, parçalara ayrılmak­ ta, sonra o parçalar bağımsız birer gövdeye dönüşmektedir.

Salâh Birsel (bazı şiirlerinde damla damla kırıklıklara, küskünlüklere, dokunup geçen hüzünlere rastlansa bile) duygusal şiirin karşısına dikilmiştir. Onu değiştirecektir. Güçlü ve uygulanması zo^ bir karardır bu. Tek başına girdiği bu savaştan yenilgiye uğramadan çıkmak olanaksız gibidir. Çünkü karşısında, kendilerini duygusal şiirin yürütücüsü, geliştiricisi sayan, sınır­ larını her yapıtla biraz daha genişleten ve yüzlerce sözcüsüyle yerleşmiş bir pazarı ellerinde tutan büyük bir kalabalık vardır. Salâh Birsel’in baş kaldırışı, onların yasalarını hiçe sayarak yeni bir şiiri kurmaya çabalaması bir tedir­ ginlik, bir karmaşa yaratmaktadır. Her yeninin yadırganması, beııimsen- memesi doğaldır. Ve yeni'yi yaratanın kamışındakilerden gelecek saldırıları göğüslemesi, eyleminde sonuna kadar direnmesi gerekmektedir. Salâh Birsel de öyle yapar. Direnir. Duygusal şiirin karşısına çıkardığı yetkin örnekleri çoğaltır. Duygusal şiiri bütünüyle değiştirip gerçek şiirin kendi yaptığı şiir olduğunu benimsetemese bile hiç kimseye benzemeyen bir Salâh Birsel Şiiri'- nin varlığını koyar ortaya. Salâh Birsel’in izleyicisi yoktur. Tek başına bir

okul' dur.

Salâh Birsel’in yarattığı akılcı şiir önceleri, duygusal şiirin geleneklerine, zenginliklerine, tatlı tekrarlarına bağlı ve o şiirde kendi yaşama savaşının bazı titreşimlerini, bazı güzelliklerini, bazı anlık sarhoşlukları gören şart­ lanmış okura, kuru gelecek, o, sıkılacak, isyan edecek, belki de reddedecektir. Ama bu alışkanlıklarının bir ürünü sayılabilecek bağnazca tutumunun nö­ betinden kurtulduktan sonra ürkekliği, soğukluğu yitip gidecek, hatta bu şiirde, duygusal şiirin nasırlaşmış tadına benzemeyen, çarpıcı, özgün, düşün­ celerin çokluğunu ve canlılığını yansıtan bir tat bulacaktır. Ondan kolay kolay vazgeçemeyecektir ve durmadan o şiirde, aklın en uzak, en ince noktaların­ daki kaynakları, olanakları, kendi varlığına katacağı cevherleri arayacaktır. Salâh Birsel, şiirimize bu tadı getirmiş, bu sınırsız hareketlerle fokurdayan evreni sunmuş önemli bir şairimizdir. Şiirimizin görkemli bir doruğudur.

(5)

27 mayıs 1970 günlü Ulus gazetesinde kendisiyle yapılan bir konuşmada şunları söylemektedir: “Şu var ki, benim şiirlerimin kendine özgülüğü sadece yergicilikten de ileri gelmez. Humour’la ironi onun belli başlı kaynakları­ dır. Bundan başka birçok şiirim insanlara bir yaşama sevinci vermek çaba- sıyle yazılmıştır. Ah, içi gıcıklayıcıdır sabahları yalel dizesiyle başlayan şii­ rim bunlardan biridir. Bu çabamın ne dereceye kadar başarıya ulaştığını bilmiyorum. Nedir, şiirlerim üzerine yazı yazmış yazarlardan hiç biri bugüne değin bu yanıma hiç dokunmadılar.”

Kişi, varlığındaki ve hayatındaki aksaklıkların, eksikliklerin, mutsuz­ luğa sürükleyen boşlukların ve pürüzlerin farkına varmamışsa ya da farkına vardığı halde günlük birtakım uğraşların baskısından sıyrılıp zihinsel çalışmasını çok yakından izleyemiyorsa ayrıca bu aksaklıkları sezinlediği halde olağan sayarak tedirginleşmezse ve olağan'ın aralıklarına sıkışıp kalmış küçük güzelliklerle yaşamanın kolaylığına kendini bırakmışsa, ister istemez Salâh Birsel’in hem uyarıcı hem de vurucu diye adlandırabileceğimiz zekâsı­ na, keskin yergilerine hedef teşkil edecektir. Salâh Birsel, bayağılıklarla, hamlıklarla, düşünceden ve bilinçten uzak anlamsız yaşantılarla dolu davra­ nışları eleştirecek, sarsacak; varlığında ve hayatında bulunması gereken er­ demlerin, dengelerin, uyumların dışında körler örneği el yordamıyle dolaşan­ ları insafsızca hırpalayacaktır.

Salâh Birsel, düşünmeyen insana dayanamaz. İnsan düşünecek, kendini, çevresini, toplumunu ve evreni anlamaya çalışacaktır. Bu onun temelli gö­ revlerinden biridir. Düşünebilirse yanlışlıklar, hatalar azalacak, kendini yıp­ ratmayan, küçültmeyen bir yol bulabilecektir; aşağılanmayacak, onurunu en büyük tehlikeler karşısında bile savunabilecektir.

Attığı her adımın yaratacağı sonuçları önceden hesaplayan kişi, Salâh Birsel’in özlemini duyduğu kişidir.

“Ev-Kadın-Moda” şiiri bunun en güzel örneğidir.

Sizin ölmenize daha çok var Odalarınızı toplayın rica ederim Bilin ki yaşamak da bir çaba ister Kirpiklerinizi avkalayın sodalı suyla İç çamaşırlarınızı ütüleyin sabah akşam

Rica ederim somurtmaya kalkmayın Patlıcan kızartırken bile gülün Çarşıya çıkın sinemaya girin Koşun yüzün birdirbir oynayın Göğüslerinizi genişletin çekinmeden

(6)

MUZAFFER BUYRUKÇU 43

Sizin ölmenize daha çok var

Ot böcekleri toplayın gelen misafirlere Saçlarınızı temmuz aydınlığıyla tarayın Ha babam çene çalın la f yetiştirin Dedikodu yapın çamların altında

Daha çok erken gitmeyin rica ederim Susuz rakı için bardak bardak

Utanmayın çoraplarınızı sıyırın Ayaklarınızı daldırın vişne reçeline Boyuna konuşun ölmeyin rica ederim.

( Birçok şiirim insanlara bir yaşama sevinci vermek amacıyle yazıl­

mıştır. ) J

Yaşama sevinci. İnsanın bu en büyük gerçeği; çağımızdaki büyük düzen­ sizlik, büyük kargaşalık, savaşlar, her an serdirilen ölüm korkuları, kişinin kendim yeniden yaratabileceği malzemeyi bir özgürlük içinde seçemeyişinin acıları; ekonomik ve sosyal koşulların en ağırlarını üreten toplumun ters işleyişi yüzünden insana yabancılaştırılmıştır. “Yaşama sevinci” insanın dra- mına kafa tutan ve dramın ölümünü sağlayacak bir güç olmaktan çıkartılıp kötümserliğin, karamsarlığın yardımıyle sürgün edilmek istenmiştir.

Varlığa soluk aldıracak, onu baskınlardan, savaşlardan koruyacak güç­ teki erdemler yavaş yavaş eritilerek kişiyi çırılçıplak bırakmak istenmiştir.

Yaşama sevinci çok değerli bir maden örneği az rastlanan bir nesne durumuna getirilmiştir. Ama rastlansâl ve bir sürü belâlı çatışmalardan sonra ele geçse bile sürekliliği korunamamaktadır. Çünkü barındığı varlıkta yüzlerce karşıtı bulunmakta, bu karşıt güçlerde bu yabancıyı kovmak, kendi köklerindeki pislikleri yeni ve vazgeçilmez erdemler adı altında hi­ leyle sunmak için her şeyi yapmaktadırlar. Erdem diye tanıtılanların arasında bunaltı, korku, acı ve daha adı konmamış, beyni ve ruhu delik deşik eden, beyni ve ruhu kemiren, beyni ve ruhu hastalıktan hastalığa sürükleyen para­ zitler, yaşama sevinci”nin itişiyle evrendeki bütün gizlilikleri açıklığa çıkar­ ma yeteneğini sonsuz bir hızla çalıştıran, hayatını başdöndiiriicü güzelliklerle zenginleştirme ereğini güden insanın önüne engeller yığmak istemektedir. Ama bütün engellemeler boşunadır. “ Yaşama sevinci” bir süre insanın beynini ve ruhunu kaplayan kötülük katlarının altında sesini duyurma olanağını bula­ madan dursa, yetkileri elinden alınsa bile insan hayatından temelli sürülüp çıkanlamamaktadır. Çıkarılamayacaktır da. Bir resimle, bir müzik parça- sıyle, bir şiirle, bir hikâyeyle, bir şarkıyla gelecek, yalnızlıktan bunalan ve umudunu kesen kişiye gülümsemesini öğretecektir. “ Ben yok olamam, her zaman seninle birlikteyim, senin varlığında gizliyim.” diyecektir.

Salâh Birsel’in Hacıvatııı Karısı, Kikirikııame ve Ases kitaplarındaki şiirlerin pek çoğu, insanla koşulların arasında dolaşıp duran, gizlenen, zaman

(7)

zaman ortaya çıkan ama bir türlü insan hayatındaki ölümsüz yerini alama­ yan “yaşama sevinci”ni her anda, her nesnede, her ilişkide yakalamayı ve sunmayı amaç edinmiş şiirlerdir.

III

Çağımızdaki hızlı akış, yeniliği üzerinde daha bir iki söz edilmeden eskiyen olaylar dizisi ve hızlı akış içinde yer alan çeşitli inançlar, çeşitli öğ­ retiler, insan kavramının özündeki gerçeği anlamaya ya da gizlerin belirsiz karanlıklarına gömerek büsbütün yok etmeye çalışarak kalabalıkları arka­ larından koşturmaktadır. Bu karışık koşuyu, bu çelişmeli durumu benim­ seyen ve insan hayatını trajik bir çerçeve içinde vermenin en doğru bir tu­ tum olduğunu ileri süren kimseler vardır.

Dinsel inançların, geleneklerin, göreneklerin olumlu etkisini yitirdiği; ikiyüzlülüklerin, çapraşık ilişkilerin, güvensizliklerin ve günlük sorunların en önemlisi haline getirilen “ölümlerin” , “sosyal ve psikolojik bunalımların” küçülttüğü insanların durumuna “dram” adını verenler vardır.

Sosyal, ekonomik, siyasal koşulların gürültülü atmosferinde bocalayan tutsak insanı, kendini tutsak eden her şeye başkaldırmaya, kendisiyle birlikte düzeni değiştirmeye, karmakarışık bir görünüm kazanan kişiliğini açıklığa kavuşturarak her alandaki özgürlüğün ele geçirilmesini öneren kişiler vardır.

Hoşgörüye bağlanan ve insanın çıfıt çarşısına çevrilmiş karakter yapısı­ na hoşgörüyü yerleştirerek rahatlatmaya çalışan, toplumdan sıçrayan biçimsizliklerin oluşturduğu acıları telâşa kapılmadan ve her nesneyi ilişkili olduğu durumda ölçülü bir biçimde değerlendirerek bastırmaya çalışanlar, “acıyı” , “sıkıntıyı” yaşantılarının temelindeki kaynaşmanın dışında tutma eğilimini gösterenler vardır. “ Her şeye karşılık yaşamak güzeldir. Büyüktür. Hiç bir sarsıntı insanı çıkmazlarda kıvrandıracak kadar güçlü değildir.” di­ yenler vardır.

İnsanların mutluluğu, güzelliği, iç dünyalarında bulacaklarını söyleyen­ ler vardır.

İnsan hayatındaki her olayı, her durumu olağan karşılayan ve kala­ balıkların bu ilkeleri benimsemesini isteyenler vardır.

Yapılan her şeyde bir içtensizlik bulunabileceğini düşünerek “en güzel, en doğru” diye tanımlanan gerçeklerden kuşkulanan, durmadan eleştiren ve eleştiriyi insanın en sağlam yaratışı olarak görenler, hiç bir inanca, hiç bir öğretiye saygı duymayanlar vardır.

Bunca kötülüklerin ortasında ne yapacağını bilmeyen insanın, kötülük­ lerle savaşma gücünü besleyecek kaynakları göstererek “yaşama sevinci”- ne ağırlık verilmesini ve bu ilkeleştirilirse yenilgiye düşülmeyeceğini, yenil­ gi acısının duyulmayacağım, karamsarlığın yok edileceğini savunanlar var­ dır.

(8)

MUZAFFER BUYRUKÇU 45

Salâh Birsel, saptadığı eksiklikler ve aksaklıklarla alay eden, bıyık altın­ dan hafifçe gülümseyen ama bu gülümsemeye “neden bu işler böyle oluyor ?” sorusuyle yüklü bir acılık katan, ayrıca kendisine eksiklikleri, aksaklıkları sunarak yaşama sevincinin, yaşama güzelliğinin nerede aranacağını bilme­ dikleri için kendilerinin olmayan bir hüzünle karanlıklara batıp çıkanlara acıyandır. Bu yüzden davranışlardaki, tutumlardaki çelişkilere, dengesizlik­ lere yüklenmekte, “koşulların arasında kaybolmuş kişiyi” bulup çıkartarak yerine oturtmak istemektedir.

Salâh Birsel’in humour’u böyle bir “yapıcılığın”, böyle bir “olumlulu­ ğun” kaynaklarından beslenmektedir.

Salâh Birsel, düşüncelerin açık, sezilen ve gizlenen amaçlarına el atmak­ tadır. İzlediği, gözlemlediği her şeyde, her kıpırtıda küçük küçük güzellik­ lerle birlikte çok miktarda aykırılıklar buihıaktadır. Yaşanan toplum düzen­ sizse o toplumun bir üyesi olan insan da düzensizdir, açmazlar içindedir. Açmazlar içindeki insana bir yandan acırken bir yandan da iğneleyecek, kı­ zacak, yargılayacak, tatlı tatlı alay edecek ama alay ettiğini “ondan bencilce bir tat aldıktan sonra” bırakıp gitmeyecek, varlığının bilincine döndürmek amacıyle olanaklar gösterecektir.

Karşı çıkılmak umurunda değildir. “Düşüncelerim, davranışlarım benim kişiliğimi, dünya ve insan anlayışımı yansıtan güçlerdir. Yaşamımın özetidir. Sizler gibi düşünmediğim, sizler gibi olmadığım için mutluyum. Ama sizler benim gibi düşünmediğiniz, benim gibi olamadığınız için mutsuzsunuz.” der gibidir.

Seçme, doğruyu arayış; düzeni, dengeyi ve güzelliği arayış Salâh Birsel’ in hayat karşısındaki kesin tavrıdır. Seçmeyen özgür değil tutsaktır. Bütün acılar tutsaklıktan doğar. Seçmecilik bir dünya görüşüdür. Nitekim bu ger­ çek insan varlığı ile öyle uyuşmuş, o kadar ondan ayrı tutulamayacağını gös­ termiştir ki dünyanın her yanında sorunları omuzlayan kişilerin en büyük uğraşının seçme olduğu, seçme'nin önem kazandığı anlaşılmıştır. Kişi, etkilerin seller gibi aktığı seçme ile seçememe arasındaki dar boğaza gelip sıkıştı mı varoluş tarihinin ona yüklediği en büyük sorumluluklardan biriyle karşı karşıya kalmış demektir. Kararsızlıklar davranışlarını sınırlarsa, bir bocalamanın karanlık dehlizlerinde yuvarlanıp durursa dramı başlar. Seçerse, belki seçme'den sonra öteden beri hayatında varolan güzelliklerin birikiminden doğan rahatlığı özleyecek, çok kısa bir süre için kendini terk eden her eskinin arkasında bıraktığı pişmanlıklarla dolu bir umutsuzluğa yuvarlanacak, ama bütün bir ömür boyunca varlığını dengede tutacak bir bilinçlenmenin yararlı yönetimine girecektir.

Salâh Birsel, kendilerini dışardan gelecek her etkinin yoksul iç dünya­ larındaki yoksul öğelerden kurulu düzeni bozacağım düşünerek varlıklarını sımsıkı kapamak isteyenlerin bütün etkilere açık olmalarını, zenginleşme­

(9)

lerini, güçlenmelerini ve seçerek hayatın en uygun bir yerine (ki orda hep kurtulmuşlar vardır) yerleşmelerini ister.

Salâh Birsel, sanatını bu seçme gerçeğinin üstüne kurmuş, ne yapacağını bilmeden şaşkın şaşkın yaşayanlara bu konudaki düşüncelerini, ilkelerini ulaştırmaya çalışmıştır. Şiirler, denemeler, diyaloglar yazmıştır.

Salâh Birselde Kendimle Konuşmalar kitabı hakkında gene Ulus gazete­ sinde yapılan bir konuşmada: “Kendimle Konuşmalarda, ne yapmak istedi­ niz?” sorusuna şu karşılığı vermektedir. “Kendimle Konuşmalar, bir iç diya- logtur. Bir insanın kendi kendisiyle hesaplaşmasıdır. Zaten toplum da in­ sanı bir yerde kendi kendisiyle konuşmaya itmektedir.”

Kendimle Konuşmalar sadece Salâh Birsel’in kendi kendisiyle hesaplaş­

ması, kendini yargılaması, yanlışlıklarını, eksikliklerini, erdemlerini, yüce­ liklerini ortaya koyması değildir. Çünkü, Ben diye başlamıyor hiç bir konuş­ ma. Ben diye başlamadığına göre Salâh Birsel, bütün insanlarla, insanların hayatını kapsayan binlerce sorunla ilişkili görüşlerini, düşüncelerini söyle­ mektedir. Kendimle Konuşmalar dışa açıktır. Onun düşüncelerinde kendi ger­ çeklerinizi, kendi doğrularınızı yakaladığınız zaman, Kendimle Konuşmalar sizin de kendinizle konuşmanız oluyor, sizinle bitişiyor, Salâh Birsel’in iç dünyasıyle bir ortaklık kuruyorsunuz.

“... İnsanların işlerine bakın, onlarda, uzun boylu düşünüldükten sonra ortaya konmuş iş niteliği şöyle dursun, herhangi bir düşünce belirtisine bile güç rastlarsınız.

Hoş, bir düşünce üzerinde, alabildiğine derinleşen, onun önünü, arka­ sını, yanlarını yoklayan bir insanın, kimi zaman eyleme geçememek, boyuna düşünce alanında kalmak tehlikesiyle karşılaştığı da olur. Nedir, boyuna düşünüp az iş çıkaran, ya da bütün bütüne pısan kişi, yapacağı şeyi, söyle­ yeceği sözü tartmadan gerçekleştiren kişiden daha saygıdeğerdir.

Düşünmek kolay değildir.

Daha önemlisi, insanın doğru düşünme gücü ve kurallarına varabilmesi­ dir. Ne ki, düşünme gücü, düşünme kuralları üzerinde insanların anlayışları birbirini tutmadığı gibi, bunlara erişmek de, birtakım rüzgârları gerektirmek­ tedir.”

Attilâ Özkırımh, Salâh Birsel’in Kendimle Konuşmalar'ı için yazdığı ve

Türk Dili dergisinde yayımlanan yazısının bir yerinde: “Genellikle, bir göz­

lem, bir yaşantı, okuduğu bir haber, herhangi bir dergide gördüğü bir resim ya da öznel bir yargıyla, anlık bir duyguyla giriyor denemelerine Birsel. Sonra bu giriş bir başka düşünceyi ya da duyguyu çağrıştırıyor. O yeni dü­ şünce, o yeni duygu bir başkasını. Ama bu art arda gelen yeni konular gö­ rünmez ipliklerle bağlıdır birbirlerine.” demektedir.

(10)

MUZAFFER BUYRUKÇU 47

Atillâ Özkırımlı’nın yargısı doğrudur. Salâh Birsel, denemelerinde yet­ kinliğe ermiş bir düşünce mekanizmasının ayrıntılı bir biçimde nasıl çalışa­ bileceğini gösterir. Bu çalışmada bir sınır, bir yerde şaplamp kalma yoktur. Tam tersi sınırsızlık, alabildiğine bir arayış, alabildiğine gizliliklere ustaca sokuluş vardır. Ordan oraya sıçraması, gülerken somurtması bir düzenin ge­ reğidir. Bütün nesneler, bütün sorunlar, bütün konular birbirleriyle ilişkili­ dir ve her şey birbirinin içindedir. Birbirinin içinde saklananları ölüme mah­ kûm etmemek, onlara yaşama olanakları sağlamak Salâh Birsel’in “insanı ve dünyayı” anlatırken kullandığı en önemli yöntemlerden biridir.

Salâh Birsel, kendi gerçeklerinden uzak yaşayan okura kendi gerçek­ lerini sunarken şaşırtır.

Birisinin somurtması Salâh Birsel’in asabını bozar. Çözemediği bir prob­ lemin ağırlığı altında ezi^n ve ezildiğini de yüzünü kaplayan karanlıkla duyurmaya çalışan kişi, Salâh Birsel’in yergiciliğini güçlendirecek koşul­ ları hazırlayan kişidir.

Tekrar ediyorum: Salâh Birsel, şiirlerinde olsun, denemelerinde olsun

aksayan’a yönelen, aksayan'ın derinliklerinde saklı nedenleri, nedenlerin

önemini bulup çıkarma işine kendini adayan bir sanatçıdır. Bu tutumuyle Max Jacob’a yaklaşmaktadır.

Max Jacob’u tanımlamak için kullanılan iki cümleyi ben Salâh Birsel’in sanatı hakkında kullanmak istiyorum.

Salâh Birsel’in belli başlı özelliği alaydır. Bu alay, onu yalnızlığından kurtarır, ona insanlar arasında yaşadığını hatırlatır. Ama bu alayın kimi za­ man ortalığı birbirine kattığı, anlaşılır şeyleri anlaşılmaz yaptığı da görülür. Salâh Birsel, büyük bir şiir yüzyılından sonra geldiği, binlerce kez yara­ tılmış güzellikleri yeniden yaratmak istemediği için sanki yazılmış şiirleri alaya almış, onlara alaylı benzetmeler döşenmiştir.

Ve sanat gücü ağır basan yepyeni (ama içinde aklın, zekânın bütün oyunlarının bütün hünerlerinin bulunduğu) bir yergi şiiri getirmiştir.

N E C İ P T Ü R K Ç Ü

H a z ı r l a y a n

İbrahim Olgun

Çıkıyor

Referanslar

Benzer Belgeler

Ayrıca ters circulant matris olarakta bilinen negacyclic matrisler q  Binom katsayıları ile göz önüne alınarak bu matrisinde özdeğerleri, determinantı, spektral ve

Yüksek Adalet Divanı, Yassıada duruşmalarında, 6-7 Eylül olaylarım dava konusu yaptı ve Adnan Menderes'ten İstanbul Valisi Fahrettin Kerim Gökay'a, dönemin

Halbuki çok değil, daha bir sene önce, İstanbul’un serbest bir çevre­ sinde yetişmiş olan bir hanım kızı­ mız sinemada bir filmi erkeklerle birlikte

Merkez'de düzenlenen toplu gösterimlerden ilki 19 Şubat - 2 Mart tarihleri arasında "Japon Sinemasının Büyük Senyörü Akira Kurosawa" başlığı altında

Cumhu­ riyetin ilânından sonra ikinci devre Afyon mebusu olarak p o­ litikaya atılan Ünaydın daha sonra sırasiyle Londra, Roma, Budapeşte, Tiran ve Atina

Bununla şunu demek isti­ yorum, bence kat’î olan bir şey varsa, yeni neslin yazı tekniği en geniş manasıyla şiir yazı tekniğinden ilham alacaktır. Yani en

Sonuç olarak, Elazığ il merkezinde bulunan ilköğretim okullarında öğrenim görmekte olan öğrencilerin cep telefonu, televizyon ve bilgisayar gibi elektromanyetik

İbni Sinanın 900 üncü yıldönümü do- ayısile hazırlanan büyük kitabın bibli- oğrafyasını yaparken İstanbul kütübha- / ferinde onun (Tem cid) adında