Milliyet ıı
DİZİ
Perşembe 3 Ağustos 199519
Dereköy’de sahiplerinin göçettiği bir eski ada evi. Yıkılmış, dökülmüş, ama yağma edilmemiş. Ada yönetimi bu konuda bir hayli hassasmış. Öyle ki göçederken kapısının üstüne kilit yerine ip bağlayanlar bile var
ereköy’deki durum
gerçekten şaşırtıyor. Hemen
hemen tüm evlerin kapısı
kilitli. Kimi de kalın bir iple
bağlayıp, çekip gitmiş. Bazısı
yıkılmaya yüz tutmuş.
önlerinde, bahçelerde
yükselen otlar dam hizasına
gelmiş
TERTEMİZ KİLİSE
Daha yeni badana edilmiş.
Köyün yalnızlığı ürkütüyor. Ama Bir köylü de eşeğini duvardaki
yaşayan çok az sayıdaki Rum’un kilisesi tertemiz, demirlere bağlayıp gitmiş
kurtuluşlu bir Rum teyze...
Ailece 45 yıl önce göç
etmişler. Anlatıyor: “Kocam
öldü, kızım İstanbul’da evli.
Adada hayat kalmadı. Evlerin
kapısı kapalı. Koca köyde 86
kişi kaldık
E r k a n Yi ğ i t
Kilitlenen
pkapılar
boşalan
köyler...
Ö K Ç EA D A’nm nüfusu 8 bin
500. Yüzölçümü 289 kilometre kare. Semadirek’le burun buru na. Yunan jetlerin in Lozan ’a a yk ırı iniş ve kalkışları adanın en uç burnu Uğurlu’dan görü nüyor. Adaya son yıllarda Ka radeniz bölgesi, İsparta ve Muğ la’dan getirilenler olmuş. Kim i termik santra lın istimlak bölgesinden, kimi Karadeniz’in heyelan korkusundan. Özellikle Şahinkaya Karadenizlilerin yaşadığı yeni bir köy. Kara den iz’in toprağı az sahil şeridinde tarlaya hasret insanlar adanın genişliğinde ekip biç mede bir hayli ustalaşmışlar.
Nerde kalmıştık?
YALNIZLAR KÖYÜ
Kahveci Yani’nin göz yaşları bizi önüne
katıp nerelere getirdi, tik durak dibek kahve sinden Speridon Domdas, Keşiyako Akto- poda. Yani Vlaho, Herolambo Dağleri, Pa- nayot Berber’e veda edip ayrılıyoruz. Yolu
muz Dereköy’e uzanıyor. Adaya gelmişken “ son Rumlardan” bulabildiklerimizin hepsini ziyaret edelim diyoruz. Zaten bir Rum köyün den başlamıştık. Dereköy Karadenizli yurttaş ların Şahin kayasıyla komşu. Birinden ke- mençe sesleri geliyor, birinde sessizlik. îk i köy arasında daha şimdiye kadar bir kırgın lık bile olmamış. Yolları düşenler, bir fincan kahvelerini içip hal hatır soruyorlarmış. Ze- ten kaderleri de aynı. “ Ada insanı olmak.” Yani unutulmak. Haritada var olmak, denizin ortasında hatırlanmamak. Dereköy de Zeytin li gibi tepelerde. Uzaktan taş kesme binalar çarpıyor göze. Kim i bir, kim i iki, ya da üç katlı. Yaklaştıkça tuhaf oluyor insan. Köy ka rantina ürperticiliğinde. Sokaklarda ne bir çocuk, ne bir büyük var dolaşan. Evlerin ka- püarında kilitler, pencerelerde kepenkler. Do laş dolaş merhaba diyecek birini bulamıyor sun.
A D A D A N TA Ş A N ÖZLEM
Horozlar dolanıyor gübreliklerde. B irileri olmalı. O ne! Kaptan köşkü bir balkona otur muş yaşlı adam uzakları gözlemekte. Balko nun altına yanaşıp hal, hatır soralım diyoruz. T ın m ıy o r bile. Sesimizi yükseltiyoruz yine de. Sanki gidin dercesine elini sallıyor bize. Ne desek tıs yok. Sadece eli kalkıyor hasrete. Ne hasreti, ne sessizliği bu? Horozlar hayatm belirtisi olmuş, peşlerine takılıyoruz sessizce. Biraz ilerde beyaza boyalı bir kilise. Bir yaşlı köylü eşeğini bağlayıp, gidiyor evine. Birkaç yaşlı, bir şirin Rum kadınıyla sohbette. Bun lar da kim dercesine bakıyorlar ikimize. Se lam verip yanlarına ilişiyoruz birlikte. Kim olduğumuzu soruyorlar önce. Rum kadını atı lıyor sevinçten delice. İstanbul’un tramvaylı döneminde çelik çomak oynarken bildiğimiz Tatavlalıymış meğerse. Yani Kurtuluşlu bir Rum teyze. Ailece 45 yıl önce göçetmişler bir hayli ümitlice. Adanın en eski sakinlerinden oluvermiş seneler geçince. N iy e geldiğimizi soruyor, sonra sıra kendisinde.
— „ - - J J r ■ Î Ş ■ ^ * 4MİKtJ ■ »
ttt*
' V
f tf r * :
A f * Fotoğraflar İ r G a r b i s Ö Z A T A YfM
-•
Dağlar tepeler niye doluyor göçenlerle. İşte Dereköy’de göçün gerisinde kalanlar bu yüz den ağlıyor hep birlikte. Oğlunu, kızını özle yen gönlünün suyunu koyuveriyor orta yere. Yaşlıların ağırına da gidiyor kalıvermek böy- lece. Gençlerin çoğu Amerika ve Avrupa ül kelerinde. Dereköylü Marika en çok ağlayan lardan biri şimdilerde. Beyoğlu’nun beyliğin de geçmiş genç kızlığı. Hacolopulos Pasa-
j ı ’nda çorap çekmiş, düğme dikmiş. Bir ara pudra satmış kadınlara, makyajcılığın fakir dönemlerinde. Hafta sonlarında sevgilisiyle buluşmuş, Alkazar önlerinde. Ardaş’ta rakı içmiş, Despina’da fasıl dinlemiş. İnci Sine-
m ası’nm müdavimi, Orhan Günşiray’la, Ne riman Köksal’ın sevgilisiymiş.
G Ö Ç VE ÖTESİ
Yıllar geçmiş. Sevgi dolu dünyasına bir ka
ra haber düşmüş. Kocası ölünce akrabalarının yanma adaya göçmüş. Gidiş o gidiş. Alkazar’ı, İnci Sineması’nı, Tokatlıyan Pasajı’nı, Japon mağazasındaki oyuncakları soruyor. Nasıl söylesem ki, hiçbiri yok. Biracdar, şıracılar, lahmacuncular, tavukçular, tinerciler, fuhuş bezirganları sardı dört bir yanı. Şişli’de artık tramvay deposu ve son durağın yerinde sey yarlar tezgah açıyor. Beyoğlu’nda nostalji turu yasak. Boğaz’daki Hristo dükkanı butik olun
ca felç oldu. Sarıyer’in böreğinin adı, Emirgan çaymm tadı kalmadı.
Bırak Madam Marika sen keyfine bak. De-
reköy’ün yalnızlığında duvara astığın bebek gravürüne kafayı tak. Olmuyor işte. Hele bir de yaşlandın mı, yandın. Ne gözünden yaş, ne gönlünden eski aşk gidiyor demek ki. Mari- ka’nın şimdi bir kahvesi var. Masaları kırık,
camları çatlak. Birer gazoz ikram ediyor. “ Pa ra almam” diyor. Duygulanıyoruz. Kime ne sa tıp, ne kazanacak. Şu güzel kadına bak. Yine dönüyorum eskilere. Çocukluğumuzdaki Ma rika teyzelere. Bir paskalya çöreği daha verse-
nize, mezarlık çıkışında lati lokum ikram etse nize.
Kahvedeki yaşlıların tercümanı Madam Marika. Hepsi adına konuşuyor. Diğerleri
başlarıyla tasdik ederken gözleri doluyor. Bir
,k . 1
“Kocam öldü. Kızım İstanbul’da evli. On
yıl var ki gidemiyorum yanlarına. Adada ha yat kalmadı. Bakın etrafınıza. M illet geçim derdine düştü, gençler de iş ve okumak. Evle rin kapısı kapalı. Koca köyde 86 kişi kaldık.”
Y A Ğ M A Y O K
“ÇOK ÖZLEDİM”
Madam Marika tüm üzüntüsüne rağmen neşeli. İstanbul’da uzun yıllar yaşamış. Kızı İstanbul’da evli. Terkedilmiş köydeki tarihi kahvesinin kapısında Erkan Yiğit’e "İstanbul’u ve geç mişi çok özledim" derken, gözleri doluyor
D erek ö y’deki dunun gerçekten şaşırtıyor. Hemen hemen tüm evlerin kapısı kilitli. Kimi de kaim bir iple bağlayıp, çekip gitmiş. Bazısı yıkılmaya yüz tutmuş, bazısı hala yeni gibi a- yakta. Kapı önlerindeki bahçelerde yükselen ot ve ağaçlar dam hizasına gelmiş. Ancak ev lere bir A lla h ’ın kıüu ginnemiş. Ada yöneti mi bu konuda çok hassasmış. Sık sık yapılan kontrollerde evlerde işgalci aranıyormuş. An
cak bulunamıyormuş. Dansı İstanbul’un başı na diyoruz. Boğaz’m en güzel tepelerini bUe yağmalayan ve yağmalatanları bir güzel anı yoruz!
Neden herkesin gözü yaşlı. Yalnız Yunanis
tan heveslenmesin, yeni bir malzeme çıktı di ye sevinmesin. Adadan göçün ardında ne bas kı var. ne de bilmem ne farkı. Yıllar önce gi den olmamış mı? Elbette var. Ancak dönüp geldiklerinde bir daha turist bile gitmemeye yemin etmişler. “ Bize orada ikinci sınıf insan muamelesi yaptılar. Ne varsa yine doğup bü yüdüğümüz topraklarda var” demişler. Ancak yine de gitmişler. Peki niçin?
Dereköy’ün derinliklerinde dolaştıkça gö çün nedenleri dönüp dolaşıp, ekonomiye bağ lanıyor yine. Sanki tüm ülkede öyle değil mi?
HOŞÇAKALIN
Dereköy’ün yalnızlığını paylaşan bu yaşlı Rum'un gözü sürekli uzaklarda. Adayı terkedip giden yakınlarını bekliyor olmalı. Evinin balkonundan inmiyor, kimseyle konuşmuyormuş. Rumca “yasu” “selam" diyoruz. Yanıtı kısa oluyor. Orakali (Hoşça kalın)
hasret oratoryosu başka bir şey değil. Ege’nin ortasında unutulmak acı. Gözleri hep kapalı evlerde. Bir zamanlar laternaların çaldığı bah çelerde şimdi hüzün şarkıları söyleniyorsa ka bahat kimde?
D ereköy’e veda edip ayrılırken arkamızdan gözyaşları akıyor, hayırlı yolculuk niyetine. Tepeden aşağılara kayıyor gibi iniyoruz. İşe bak. Ağlama adasına mı geldik, nostalji turuna mı. Karadenizlilerin mahallesinden geçiyoruz. Kemençe nağmeleri, “ pulsuz, imzasız bir dilek çe” gibi ilgililere. Onların da hasreti, onların da sıkıntılar var yüreklerinde. Karadeniz nere, Ege nere.
YAR IN : İKİNCİ A D A DA A Y N I
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi