D Ü N Y A
ıımmlUTTu
ıe aittir. - 4 .J
%
»m.
sfoi
kaç g ü n r e rk e k d an çık u n y ü - isin i a- a oldu- ız lık ta n )lay ele ak şiiri ni olan ri d u y . ak şam , K atuşa- îğ in d e n tu ş a on a k tu t-1QÍl Í/M..um
t*d
I Y * I ) a) 2 l ¡i-* Í BEŞ"29 yaşında 15 altınla tâyin edildim. 65
Yo m d a 1,5 altınla emekliye ayrıldım,,
Z
iyaret saatini dikkatin seç, eşraf saatine rastlasın de diler. Buna istemiyerek ri ayet edenndım. Maamafıh Çal lının eşref saati bence her la man üstünde. Bütün sanatkâr ların böyle tatlı efcref saatleri olsa.Bir pazar sabahı evine git tim. ustad iısnüz kalkmıştı. Bu ••Ustad” kelimesi oe hasa ola rak birçoklarım sinirlendiriyor, tramvaya biniyorsun, biletçiye üstad; lokantaya gidiyorsun, garsona üstad! Bunuma bera- Der ben, keunıeyi tam mâna sında kullanmak istiyorum. E- vet, "Ustaa” henüz kalkmıştı. Sırtı haiiıçe bükülmüş, oerobe- yaz saçıan karma karışık, gü- ieryüzıe karşıladı beni.
Ateıyesi boya tüpleri,, tuval ler, turnolarla doıu idi. Köşede yaıagı varaı. Tabloların ustuste aurüugu köşede meşnur natür mortlarında gordugumuz nefis meyveler duruyordu.
Şövalede yarım bir çıplak taoıo vaı\n. Sraııı önüne yürü dü.
— Bitiremedim, dedi. Model istediği zaman geliyor, yaman bir Ermeni kızı.
Tabioların içinden seçtiklerini gösıenyorau. Bursada yaptığı bir resmi çıkardı:
— W°k severim bunu dedi. Resimde buğulu bir Bursa sa bahında Muradiye camii, muh teşem çınar gösterilmişti.
Bir köşede atlas üzırme sim le işıenmış gayet güzel bir yazı levnası gözüme ilişti. Çaıiı lev hayı okşar gibi sevdi ve evet dedi, bunu Neyzenin evinde bir tarafa atılmış buldum. Rahmet liden istedim. Beş lira venrsen alırsın demişti.
— Neyzeni tanırsınız tabii. — Nasıl tanımam, meyhane arkadaşımdı.
Bir sigara yakıp yatağına o- tuıdu. 'fath tatlı gülerek:
— Ey kızım dfd,, amaşılan birşeyıer soracaksın bana.
— Müsaade ederseniz efen dim.
— Haydi bakalım sevgili kız cağızım, hazırım.
— Efendim, sız zamanımızın canlı bir tarihi sayılırsınız. A- kademiden ilk Avrupaya tahsi le gönderilen olduğunuzu söy lüyorlar, merak ediyorum. O zaman Akademide nasıl çalışı lırdı ;
— Avrupadan ilk döndüğüm sene, elbiseli bir çingene model gelirdi. Sonraları müdürün mu halefetine rağmen pestemalla- örtülü çıplak kadın ve doıılu er kek modelle çalıştık.
— Avrupaya nasıl gönderildi niz 7
— Ha, bak bu önceleri bir mesele olmuştu. Sanayi-i Nefi se mektebinin üçüncü sınıfında iken aliyyüâlâ derecede diplo ma ile Avrupaya gönderilmeme karar vermişlerdi. Fakat beş ve altıncı sınıf arkadaşlarım iti razla, bilâ müsabaka Avrupaya gönderilmeme mâni oldular. Hattâ zamanın Tanin gazete sinde Hüseyin Cahit Bey, ‘‘Sa nayi-i Nefîsede hâlâ dönen fı rıldaklar” diye bir makale yaz dı. Bunun üzerine gönderilmem geriye bırakıldı. Sanayi-ı Nefi se Müdürü Osman Hamdi Bey Avrupa dönüşünde resimlerimi görerek, Heyet-d İlmiyenin (Ho calar Heyeti) Avrupaya gön derilmem hususundaki kararını tasvip etti. Maamaflh bir kon kur yapılsın, dedi. Resmim bi rinciliği kazandı. Müdür Ham di Bey, başarılar temennisi ile vaktin Paris Sanayi-i Nefise Müdürü Leon Bonat’ya bir Fer- dlnande Cormante isminde b.r akademisyen ve akademi hoca sının atelyesine verdi. Akade mide çalışmama müsaade etti. Çalışma başlamıştı.
Hocam resmimi ilk gördüğü gün omuzuma vurarak:
— Küçük Türk! Sen resim hakkında maalesef hiçbir şey bilmiyorsun. Yalnız güzeı Bos- forun renklerini nefsinde his setmişsin. Çalışırsan ümitvar bir ressam olabilirsin.
Aradan beş aıtı ay geçti. — Simdi işte tabiatı görmeğe başladın. Luvrdaki büyük matrr lerin eserlerini tetkik et, isti fade edersin, dedi. Fakat ben Luvrd’a kâbuslar İçinde Kalıyor, hiç zevk duymuyor, daha kon- tanparent ressamların eserleri ni tercih ediyordum. Hocama anlattığımda:
— Evet dedi. Yeni mesleğin tekniğine girenler için kontan- parent ressamları anlamak ko laydır. Zamanla Luvr’u sevecek sin, bunu sakın unutma.
Bir buçuk sene, sonra atelye- ye bir gelişinde:
— Küçük Türk! İyi gidiyor. Büyük inkişaf görüyorum. Altı ay sonra açılacak beynelmilel resim sergisine bir tablo hazır la.
“Bağ bozumu’ isminde, üç metre büyüklüğünde bir tablo yaptım. Hoca tabloyu görünce: — Oh! Çok fena İbrahim, etüdsüz tablo yapılmaz. Daha atelyede çalışman lâzım, dedi.
Akademide bir plener (açık
“ Bence san'at lisanla ifade
edilmez. San'at formüle edile
bilseydi nota g ib i çalınırdı,,
* ' ^ i v ^s»!
Çallı İbrahim’in gençliği.. hava atelyesinde çalışma) kon
kuru yapıldı. Bütün talebe için, de birinci olarak “Elere Defini tive” kartı aldım. (Hususî bir atelye verildiği gibi istediği modeli alabilir). Beni atelyeye massie yaptılar. Fakat hâlâ
ligine tayin ettiler. Akademiyi tamamen Fransa Ecole de Bo- sart’ı gibi bir mektep haline ge tirmeği düşünürken, diğer ar kadaşlar da mektebe tayin edil diler. Hep beraber Paris Sana yi-i Nefise mektebinin
progra-RÖPORTAJ
S E V İ M
T O P R A K
Fransızca bilmiyordum. — Peki ama hocam, lisanın sanatta büyük rolü olduğuna inanıyor musunuz?
— Sanat... Sanat nedir ki 7 Herkes buna bir cevap veriyor. Bence sanat lisanla filân öğre nilmez. Sanat formüle edilebil seydi nota gibi çalınırdı.
— Peki, sanat sizce nedir? — Tabiatı görebilmek, ondan edindiği intibaları fikir ve his- le ifade edebilmektir. Bu da öğrenilmez, ancak bu işe mü sait yaratılanlar başarabilirler. — Peki efendim, Luvı’dnn ne zaman zevk almağa başladı nız 7
— Haa! Üçüncü seneye gir diğimizde Luvr’a devama baş ladım. De!axroi’nın (Cezayirli kadınlar) nı kopye ettim. Ho cam bunu pek beğenmişti:
— Yarının büyük sanatkârı olacağını artık tebrikle Büyüye bilirim, dedi. Beşinci sene so nunda hükümet bizi geri çağır dı. Beni Sanayi-i Nefîsedekı ho camız Mösyö Valeri’in muavin
inim tatbike başladık.
— Umumî harp esnasında nasıl çalışıyordunuz?
— Bizi önce Divanyolunda bir konağa, sonra Şehzadebaşm da beş odalı bir eve çıkardılar. Heykeller odalara sığmadığın dan piyadistellerinden çıkarıla rak yere koyup tedrisat yaptı rıyorduk. Mütareke olunca mek tep Cağaloğiundaki Darülmual- ümin binasına nakledildi. Hü kümet lüzumlu yardımı esirge miyordu. Yalnız tedrisat bütçe si için bin lira gibi ufak bir pa ra idi. Bütçenin kifayetsizliği ni izah etmek üzere Ankaraya gitmem kararlaştırıldı. İsmet Paşanın idare ettiği toplantıda tedrisat bütçesinin arttırılma sını eklif ettim. Vaktin Maarif Vekili Safa Bey bizzat söz al dı ve:
— Paşam! Bu mektepte dört arkadaş ihtilâf halinde, ben bu mektebi kaldıracağım.
İsmet Paşa:
— Çallı İbrahim, ne diyorsun Vekil Beyin sözü ne diye sordu.
— Efendim, bizim İhtilâfımız tedrisat usulünün aramızdaki görüş farkındadır. Gaye birli* ğinde değil. Vekil Bey salâhi* yetli olduklarından mektebi ka patabilirler. Fakat biz dört ar kadaş tıpkı bir devlet mektebi yapacak kudretteyiz.
Bunun üzerine İsmet Paşa: — Çallı İbrahim, onbin lirayı ben Vekil Beyden rica ederim; fakat buna mukabil siz bize ne verebilirsiniz?
— Paşam, on senede on tana Çallı İbrahim, diye cevap ver dim. Üçüncü sene yirmibeş me zun verdik ve Avrupaya dört talebe gönderdik.
— Tedris son zamanlarda na sıl yapılıyordu?
— Leopolde Levy ve Avrupa, da An-drc Lothe’un ateiyesin- den gelen genç ressamlar mo dern sanat tedris etmek . yolu nu tuttular. Bu arada biz de beynelmilel kabul edilmiş klâ sik usulü tatbik ediyorduk.
— Modem sanat nedir? — Gaipten bir el vasıtasıyla cemiyetin nizamını bozmağa kasdedilmiş bir harekettir. Bü tün biletlerde maalesef bu zevk inhidamı görülmektedir.
— Picasso hakkında ne düşü, nüyorsımuz ?
— Allah taksiratım affet sin.
— Matiste, Duffie İçin ne dersiniz ?
— Vallahi, modem sanatta bir hürriyet havası var. Fakat ne Matiste de, ne Duffie’de ya pılmış bitirilmiş bir şey yok. Modern sanat esprisi ile bir fi kir ifade etmeğe imkân yoktur. Bir unsur vardır. Bunu stilize ve deforme yollarına gidilir. Bu tip kompozisyon ile fikir ifa de edilmez. Tabiat yalnız kons- trüksiyondan ibaret değildir. Tabiatın müziğini renk ve po- ezesini de almak lâzımdır.”
— Non figüratif nedir ? — Bizim arap harflerim bo zup uydurma şekil vermektir.
Ustad heyecanla konuşuyor du. Karşımda çok genç, hara retli bir artist vardı. Hocam de dim, nasıl tekaüt edildiniz, şa şıyorum. Güldü, güldü:
— Buna Recep Peker de saç mıştı, dedi. Bir gün yanma ça ğırıp sordu:
— Çallı! Sen tekaüt olmuş sun, ben şaştım buna.
— Efendim, ben ona değil, yirmi dokuz yaşında onbeş al tınla hoca tayin edildim, altmıı beş yaşında birbuçuk altınla tekaüt oldum, ona şaşıyorum. Yalnız teselli oluyorum kİ, dev let tarafından tekâüt edilmiş olmakla beraber çok şükür Al lah tarafından emekli değilim. Başvekil:
— İlim ve sanat adamlarımı* hakkındaki kanunlarımız tas hihe değer deyince dayanama dım:
— O zamana kadar da Çallı nalları dike., diye cevap ver dim.