18 Temmuz
S O N
t
=
Profesör
--- Osvlet adamı
Midhat Cemal KUNTAY
Ne onun neslinin, ne bizim neslimi zin bu ayarda bir evlâdı daha yok tur. -Maliye Nazın Cavit Beyin
\
notlanndan-H
afekı Paşayı seçkin devlet ada j mı olarak tanıyanlar yakın- dan bilenlerdi. Büyük ilim a- j damı olarak tanıyanlar bütün talebe- I sidir.İnsanlar uzaktan yanlış görülürler. Devlet adamı Hakkı Paşa, uzaktan yanlış görülen insanlann en başında gelir. Balolarda, oyun salonlarında, hattâ Tepebaşı bahçesinde onun gö rülmediği gün ve gece yoktu. Enerji sini bu kadar çeşitli şeylere dağıtan adamın devlet işlerile uğraşacak va kit bulamıyacağına, onu uzaktan ta nıyanlar, kendi kendilerine karar ve rirlerdi. Ve bu karar da, öyle sanıyo rum ki, iktidar mevkiinde olanlara kar şı duyulan tatlı kinlerin de menfi tesi ri yok değildi. Fakat Hakkı Paşa, dev let adamı olarak vazifesini her gün ve her gece (hattâ gece yarılarına ka
dar) yapan bir insanın rahat vicda- nile her eğlenceye herkesin gözü ö- nünde iştirak etmekten korkmazdı. Zaten o, hususî ve umumî hayatın da, aktör olmıya hiçbir zaman tenez zül etmedi. Avrupa kafalı olduğu hal de bu şöhretini azaltab'lir korkusile, kendisinin çok yerli olduğu fikrini verecek şeylerden kaçınmazdı: «İn san, her gittiği yerde kendini avuta cak şeylerden istifade etmelidir» der ve ilâve ederdi: «Bir sosyetede oldu ğum zaman şampanya içerim, biriç j oynarım, dansederim.. Fakat, Erenkö yünde bir dostuma gece yatısına git tiğim zaman, bahçeli kahvelerde nar gile içerim, tavla oynarım, ve gece Karagöze giderim.»
Onun en sevimli tarafı kültürünün mahiyetinin ve üslûbunun çok garplı olduğu halde aktör olmayışı, züppe olmayışı, ve AvrupalI görünmek sev dasında olmayışı idi. Karşınızda bir profesör değil, bir sadrazam değil, bir insan bulurdunuz.
Ve onun sadrazam olduğu devirler de onun, sadrazamlık etmiş başka bir zatla aralarında şu fark vardı: Öteki sadrazam, odasında bir ahba- bile yarenlik ederken mühürdarı gi rer, bir Avrupa gazete muhabirinin ziyarete geldiğini söylerdi. Bu sadra zam, misafirini savar, ve mühürdarı na şu emri verirdi:
— Mphâbire biraz meşgul olduğumu söyleyiniz, ve kendisini bekleme oda sına alınız, bana da bir dosya getiri niz.
On beş yirmi dakika sonra gazete muhabiri sadrazamın odasına girdiği zaman, kendisini kalın bir dosyaya eğilmiş bulurdu. Ve tabii ki bir müd det sonra muhabirin Avrupadaki ga zetesinde bu sadrazamın çok çalışkan olduğu basılırdı.
Hakkı Paşa bu sahne adamlığını bilmezdi. Küçük konağındaki büyük kütüphanesini (İkisi iki hazin ser vetti) bilenler büe azdı. Bu kü tüphane onun yatak odasında durur du. Hattâ dostları, kendisine: «Canım Paşa, muazzam bir kütüphanen var, bunu aşağı katta bir odaya indirsen ve misafirlerini, bu yazıhanenin önü
ne koyacağın yazı masasında kabul etsen!» dedikleri zaman o, bu sahne tertibatına gülerdi- Karısını, çok er kenden kaybeden Paşa, bütün bir ö- mür onun hayalile kaldığı yatak oda sında okur, yazardı. Bu meşguliyet lerini başkalarının görmesine kendi sini muhtaç bulmazdı. Hattâ, Meclisi Mebusanda, bir istizah takriri üzere sadrazamın izahat vermesi kararlaş tığı bir gün, bana yanlış anlatmadı- larsa, galiba Rahmi Bey, bu istizah hakkında görüşmek için öğleye doğru Hakkı Paşanın konağına gider. Paşa- hm yatak odasında olduğunu söyler ler. Rahmi Bey kendi kendine kızar. Meclisi Mebusanda o gün bir istizah takririne cevap verecek olan sadraza mın öğleye kadar yatak odasından çıkmaması kadar acaip bir şeye kız mak gayet tabiî idi. Yatak odasında şu sözler geçer:
— Paşam, bugün Mecliste izahat vereceksiniz.
— Biliyorum. Saat ikide oradayım. Bu kısa cevaba, Rahmi Bey (Bana anlattıklarına göre) bu sefer büsbü tün tutulur. Fakat bir şey söylemez. Yalnız ziyaretini kısa keser. Ve oda dan kalben biraz dargın çıkar.
Rahmi Bey gittikten sonra Hakkı Paşa, dün geceden ve o sabahtanberi küçük kâğıtlar üzerine hazırladığı notları sıralar. Ve ikide Meclisi Mebu- sana gider. O gün elinde bu ufak kâ ğıtlara yazılmış notlarla, Hakkı Pa şanın dört saat süren sözleri en ta biî bir hitabetin, en olgun bir vuku fun büyüsile bütün mebusları hayret ler içinde bırakır. Rahmi Bey de sad razamın yatak odasında uyumadığım anlar.
Bütün bu hakikatlere rağmen dev let adamı Hakkı Paşayı tarihçilerin ve vesika meraklılarının yazacakları sayfalara bırakıyorum.
Benim anlatmak istediğim Hakkı Paşa hocamız olan, ve çok insan olan Hakkı Paşadır.
İkinci Abdülhamid zamanında, İs- tanbulun en kalabalık yeri Hakkı Pa şanın hukuk mektebindeki hukuku düvel dersiydi. Bütün gençler, kendi sınıflarındaki başka dersleri bırakır lar, Hakkı Paşa’yı dinlemiye koşarlar dı. Hakkı Paşa eşi görülmemiş bir ü- niversite hatibi idi. Bu, âdeta, hita- betsiz bir hitabetti: Kelimesiz, terkip siz, cümlesiz, ibaresiz bir hitabet! Ga yet ufak kelimelerle, en sade sözler le hukuku düveli anlatırdı. Tarihin en uzak, vakalarından aktüalitenin bir haftalık yeni hâdiselerine kadar hepsinin üstünde hukuku düvel kai delerini tatbik eder, en eski ve en ye ni hukuku düvel âlimlerinin fikr-i mahsuslarım inceler, ondan sonra kendi de fikr-i mahsusunu iddiasız bir sesle söylerdi. Zaten onun hiçbir şeyinde, ne sesinde, ne sükûtunda id dia yoktu. Oturduğu yerden emin o- lan Avrupanın sahici âlimleri gibi Hakkı Paşa da kendisini silerdi. O- nunla konuşurken karşınızda kimse yoktu. Mahviyetini bu kadar tabiî- leştirmişti. Ve, bu çok büyük, bu fev kalâde büyük üniversite hatibi hurda seslerle, ufak kelimelerle bir saat söylerdi. Kürsüden indiği zaman, bu 'ufak sözler, bu ses parçalarından iba
ret hiçler bir malûmat ehramı' olarak j kürsüde ayağa kalkardı. Kendi hesa-^ bıma ben, yurdumuzda, mesleğinin j sonuna ermiş iki adam gördüm: Ab- j dülhak Hâmid, Hakkı Paşa.
İkinci Abdülhamid zamanında, hap sedilmediği, sürgüne gönderilmediği halde, Hakkı Paşanın sessiz, caka sız bir ıztırap kahramanlığı vardı. Onun dersleri gürültüsüz bir isyandı. Dev letin batacağını açık söylemez, fakat şahsî bir lügatle, şahsî bir kamus di liyle bize anlatırdı- Kapitülâsyonları anlatırken onun dersleri bir göz f o » . şıııdan çok acıydı. Bir dokötora im tihanında -alenî olduğu için- bir hâ- i diseye şahid oldum. Talebeden birine Ayastafanos muahedesini sordu. Ce vap alamadı. Bu sükût karşısında, hukuku düvel hocası Hakkı Bey (Hak kı Paşa) sapsan oldu. Ve o talebeye yüzlerce kişinin derin sükûtu içinde şu sözleri söyledi;
— Bir coğrafya imtihanında hocası bir Fransız kızma Alsas Loreni so rar. Kız cevap vermez. Hocası: «Bari haritada yerini gösteriniz.» der. Kız kalbini gösterir. Sîzin Ayastafanos muahedesini bilmemeniz acı şeydir efendi!
İnsan Hakkı Paşaya gelince, onu «daima eğlenen adam» sananlar ya nılıyorlar.
Hissiz insanlara eğlence, gelirmiş yaşamak. Mısraını kendisine okuduğum gün, yıllarca evvel kaybettiği karısının ha yalile gözleri dolmuştu. Ve o, yalnız I kitap ad'amı değildi. Hakkı Paşanın ! beşeri hakikatler üzerinde de çok şah sî rüyetleri vardır. Kendisinden duy- i duğum birçok hayat kaideleri arasın da bir tanesini hâlâ unutmam. Bir gün şöyle dedi:
— İnsan çok zengin olur, çok malû matlı olur, çok zeki olur, çok mes'ud olur- Bunların hepsi iyi... Fakat akıl lı adam odur ki, bunları başka insan lara affettirmeyi bilir!
Hakkı Payı bu kaideyi en evvel ken dinde kullanmayı bildi: Memleketi mizde eşsiz olan ilminin üstünlüğünü kimseye hissettirmedi, ve hususî ha yatında hiç kimseye karşı bir dakika sadrazam olmadı.