• Sonuç bulunamadı

Behçet Necatigil’in Şiirlerinde Sokak: Kentleşme Süreci Aralığında Hüzünlü ve Tedirgin Deneyimler

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Behçet Necatigil’in Şiirlerinde Sokak: Kentleşme Süreci Aralığında Hüzünlü ve Tedirgin Deneyimler"

Copied!
26
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

VE TEDİRGİN DENEYİMLER

Ferda Zambak

*

THE STREET IN BEHÇET NECATİGİL’S POEMS: SAD AND UNEASY EXPERIENCES WITHIN THE SCOPE OF

URBANIZATION PROCESS

ÖZ: Behçet Necatigil, Türk edebiyatında “evlerin şairi” olarak bilinir. Ev, Behçet Necatigil için kişinin hem kendi iç dünyasına açılması hem de sokakla oluşturduğu karşıtlık bakımından önemli bir duraktır. Şimdiye kadar yapılan Behçet Necatigil’le ilgili çalışmalarda, Necatigil’in ev algısı üzerinde pek çok kez durulmuş fakat onun sokakla kurduğu toplumsal ve sanatsal ilişkiye fazla değinilmemiştir. Oysa hem mekân bakımından hem de “ev”le oluşturduğu karşıtlık bakımından sokak, Necatigil’in dışarıya açılan bir gözü olduğu gibi, değişen sosyal şartların izlendiği, kültürel ve bireysel hafızanın depolandığı “ev” kadar önemli bir duraktır. Mahalleleri, evleri, bir başka deyişle birbirinden ayrı olarak gözüken yaşam alanlarını birbirine bağlayan sokak, zaman içerisinde değişen görüntüsüyle şaire bir yandan şehrin ve toplumun nabzını tutma imkânını sunar. Öte yandan şair, bireysel duygulanımlar etrafında sokakla nasıl bir ilişki kurulması gerektiğini okuruyla paylaşır. Eskinin canlı bir şekilde hatırlanmasına imkân vermeyecek derecede değişen sokak, hem güvensizliği ile hem de can sıkıntılarının giderilmesi için insanlara sonsuz seçenekler sunan ayartıcı bir mekanizma olmasıyla şiirdeki yerini alır. Bunların yanı sıra Necatigil şiirinde sokak, tıpkı ev gibi ona şiirsel yaratma cesaretini veren önemli bir güdüleyicidir. Çalışmada, Necatigil’in şiirle-rinde geçen sokak görüntüleri, hem toplumsal değişim hem de değişimin şairde

Yeni Türk Edebiyatı, Sayı 16, Ekim 2017, s. 187-212. * Yrd. Doç. Dr., Iğdır Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü,

(2)

uyandırdığı akisler etrafında değerlendirilmeye çalışılacak ve böylece sokağın Necatigil şiirindeki gönderimleri kavramsal bir çerçevede yeniden ele alınacaktır. Anahtar Kelimeler: Behçet Necatigil, sokak, toplum, modernleşme, kent, şiir. ABSTRACT: Behçet Necatigil is known as “the poet of homes” in Turkish Lite-rature circles. Home is an important lay-by, through which he both opens a gate to his inner World and creates a contrast with the Street. In many studies on Behçet Necatigil so far, his home perception is viewed many times, but the social and artistic relationship he built with the street has not been surveyed much. Whereas, in terms of place and its contrast with the “home”, beside its being an eye opening to the outer world, where changing social conditions can be observed and, cultural and personal memories are stored, it is another lay-by as much important as “home. The Street, which connects neighbourhoods, homes, in other words, living qu-arters that look as if they are separated from each other, in one hand offer the possibility to the poet to feel the pulse of the city and the society with its changing forms and on the other hand he shares his opinions with the reader on how to get in contact with the Street in terms of affectivity. The Street, which rule-out the old to be remembered clearly, takes place in the poetry, both as the symbol of mistrustfulness and as a seducing source of numerous alternatives to let up the boredom. Besides, in Necatigil’s poetry; the street is an important incentive, which courages him on poetic creativity, just as the home. In the study; street images in Necatigil’s poems will be interpreted both in terms of social upheaval and reflections on the poet inspired by the changes. Thus, anaphors of the street in Necatigil’s poetry will be re-evaluated within a conceptual context.

Keywords: Behçet Necatigil, street, society, modernization, city, poetry. ...

Giriş

Behçet Necatigil şiirlerinde, “ev”le olduğu kadar, “sokak” ve ona dair görüntülerle de yakından ilişki kurar. Ev ve sokak, şair için diyalektizmi oluşturan önemli bir algı alanıdır. Sanatçının kimi zaman sokaktan eve kimi zaman da evden sokağa yol alan yaşam alanı, süreç içerisinde kendisine yaratıcı itkiyi sağlayan bir bakış açısı sunar. Necatigil şiirlerinde, bu mekânların değişen koşullar etrafında şaire sunduğu görüntüler ile şairin duygulanımları etrafında oluşan görüntüler arasında bir tarafıyla realist diğer tarafıyla romantik denilebilecek bir karşılıklılığın olduğunu söylemek yanlış olmaz. O, bireysel ve toplumsal değişimin en belirgin hâllerini sokakta bulur. Sokak, Necatigil şiirinde bireysel dünyanın olduğu kadar toplumsal olanın da yakalandığı zihinsel bir mekân, bir bellektir. Sokak, fizikî realitesinin ötesinde, sosyal bilim araştırmalarında değişen kültürlerin, toplumların ve zamanların gözlemlendiği akışkan bir sahnedir. İçerisinde barındırdığı

(3)

evler, caddeler, parklar vb. alanlarla diğer yaşam alanlarını da kucaklayan, fiziksel olarak dışarda olmasına rağmen kişiye en içerden bakışı sunabilme kapasitesine de sahip olan bir mekândır. Sokak, birbirini tanımayan insanları da aynı mekân etrafında buluşturarak ortak bir belleğin oluşumuna zemin hazırlar. Bu bellek, bir tarafıyla özel alana bir tarafıyla kamusal alana ait olmasıyla sokağı, kamusal ve özel alanın kesiştiği bir yere dahil eder. Sanayi ve teknolojinin bu kadar etkin olmadığı dolayısıyla kamusal ve özel olanın birbirinden bu kadar keskin hatlarla ayrılmadığı modern öncesi dönem-lerde sokak, aile gibi doğaya ait, doğanın kucağında bir yer olarak tanımlanıyordu. Dolayısıyla kamusal yaşamın maddi kaynak ve motivasyonları henüz sokağa uğrama-mışken orada hâlâ aile gibi ortak bir duygu birliğine rastlamak ya da bu paydaşlığa ait ayrılıkları tartışmaya açmak olağandı.1 Oysa modernliğin bir nosyon olarak bireysel ve toplumsal hayata girmesiyle birlikte doğaya ait olan ile kültüre ait olan arasında bir karşıtlık oluştu. Fakat bu karşıtlık, özellikle Aydınlanma döneminde iki alan arasındaki mutlak bir düşmanlıktan öte bir denetimler ve dengeler sorunu olduğu anlamına geli-yordu. Özel alan, kamusal alanı, göreneksel ve keyfi ifade kodlarının bir bütün olarak kişinin gerçeklik anlayışını ne ölçüde etkilediğinden yola çıkarak denetliyordu. Bu sınırların ötesinde, kişinin bir yaşamı, kendini ifade etme biçimi ve hiçbir göreneğin buyrukla yok edemeyeceği bir dizi hakları vardı. Fakat, kamusal alanda özel alan karşısında düzeltici konumundaydı, doğal insan bir hayvandı; bu yüzden kamusal alan, yalnız aile sevgisi kodlarına bağlı bir yaşamın ürettiği doğaya has bir eksikliği düzeltmekteydi: Bu eksikliği yabanıllıktı. Kültürün kusuru adaletsizlikse, doğanın kusuru da kabalıktı.”2 Doğa ve kültür ya da kamusal ile özel olan arasındaki birbirini tamamlayıcı bu etkileşim, tüm ayrıksılıklarına rağmen birleştirici, dengeleyici olmaya yönelik bir hedefi barındırıyorlardı. Bugün bu hedeften giderek uzaklaşılması, iki alanı birbirine yabancı kavramlar hâline getirmiştir. İçerinin/özel alanın, dışarıya/kamusal alana olan bakışındaki değişim, sokağı önce yavaş yavaş doğal olana ait olmaktan uzaklaştırmış, onu kamusal ile özel olan arasında bir yerde bırakmış, sonra da onu tamamen kamusal olanın bir parçası hâline getirerek tekinsizleştirmiştir. Sokak, onu paylaşan sakinlerinin, ortak duygu ve kültür belleği olmaktan çıkarak maddi yaşamın mücadele edilen tehlikeli alanlarından birine dönüşmüştür.

Behçet Necatigil’in şiirlerinde, gerek şairin yaşam hikâyesi etrafında gerekse kendi muhayyilesinden şiire yansıyan sokak görüntüleri, bu sosyal ve kültürel değişimi okura hissettirir. Modernleşmenin insan ve toplum hayatına getirdiği birincil düzeydeki kamusal ve özel alan ayrımı, aralarındaki etkileşimi en aza indirgemeye başladığından beri hissedilen huzursuzluk ve eskiye dair duyulan özlem, onu yâd ederek yapılmak istenen nostalji belki de en fazla Behçet Necatigil şiirlerinde okurun karşısına çıkar. 1 Sennet, Kamusal İnsanın Çöküşü, s. 128.

(4)

1. Kayıp Sokağın Peşinde

Behçet Necatigil şiirleri içerisinde sokak denildiğinde ilk akla gelenlerden biri “Eski Sokak”tır. Necatigil, şiirde öncelikle henüz modernleşmenin en önemli göster-gelerinden biri olan çok katlı apartmanların uğramadığı bir sokağı tasvir eder:

Küçük ahşap bir dizi evlerdi On yıl önce o sokak. Sonra geniş caddelere çıktık Apartıman—sizden uzak3

On yıl önce, dizi dizi küçük ahşap evlerin olduğu o sokaktan geniş caddelere çıkılmasıyla birlikte apartmanla tanışılır. Apartman, Necatigil’in yaşadığı yıllarda, modernleşme hareketlerinin dikkate değer mimari bir göstergesidir. Mimari ve iç mekân tasarımı, yeni, modern ve Batılı bir ev içi kültürü oluşturmak 1930’lu yılların temel takıntısıdır. Modern kent hayatının daha geniş bağlamı içinde “ev” fikrinin kendisi, kusursuz bir cumhuriyet kavramı olarak sunulur. 1938 tarihli popüler bir dergiye göre, bu durumun kanıtlarından biri de mesken mimarisinde kullanılan mal-zemenin (kasaba ve şehirlerde ahşap, köylerde kerpiç) geçiciliğidir. Yazıda gururla şöyle denir: “Ebediyen hâkimi olacağına kanaat getirdiği bu topraklar üzerinde Türk milleti artık ikamete karar vermiştir. İşte bunun için tahta köprülerin yerlerini demir ve beton köprüler, tahta evlerin yerlerini taş ve beton binalar almaktadır... Avrupalı için ev sırf şahsın olan hususi bir şeydir: Bizde ev şimdi bu medeni seviyeye yükselen bir müessese ve teşkilat olmaya başlamaktadır...”4 Eski sokağın görüntüsünü değiştiren apartmanlar, geleneksel mimariye ve onun sunduğu yaşam şekillerine alışkın insanlar için zorlu bir değişim sürecine geçişi ifade eder. Çünkü burada evler ve sokaklarla birlikte yaşam tarzları da değişir. Konak ve köşk devrinin geniş ailesi, apartmanla birlikte yerini çekirdek aileye bırakmış, küçük ahşap evlerin bulunduğu sokaklardaki mahalle bilinci ise kaybolmaya başlamıştır.

Necatigil’in “Eski Sokak” şiiri, eskinin yani gelenekselliğin sunduğu bir aradalığa mesafe koyan betonlaşma karşısında değişen yaşam algısının ve tarzının beşeri açıdan oluşturduğu eksiklikleri göstermesi açısından önemlidir. Necatigil’in yaşamında bi-rebir karşılığı olan bu şiir, kızı Ayşe Sarısayın’ın ifade ettiği üzere, Beşiktaş Camgöz Sokağı’ndaki ahşap evden, yine Beşiktaş’ta cadde üzerindeki bir apartman dairesine taşınılması üzerine yazılmıştır. Babasının alışkanlıklarına son derece bağlı olduğunu ifade eden kızı, şairin gerginliğini, çalışma odasındaki düzenin aynısını kurabilmek adına annesiyle birlikte geceler boyu tüm kitapları, dosyaları ve dergileri ellerinde 3 Necatigil, “Eski Sokak”, Şiirler, s. 314.

(5)

paketler hâlinde taşıyıp yeni eve yerleştirişlerini anlatır. Bu şiiri okuduklarında ise yıllar sonra aynı sıkıntı ve tedirginlikleri hep birlikte yüreklerinde duyduklarını ifade eder.5 Necatigil’in duyduğu sıkıntı aslında sadece alıştığı düzenin geçici de olsa bo-zulmasından değil, küçük ahşap evden, kendisini daha ait hissettiği henüz tamamen kamusallaşmamış eski sokaktan, kamusal alanın mimarisi olan apartmana taşınmanın verdiği huzursuzluktur. Dış dünyadaki değişimlerin şairin iç dünyasındaki yankısının azımsanmayacak derecede olması, şairin sokağa ve topluma dair dikkatlerinin şiirde çok kez konu edilmesine neden olur.

“Eski Sokak” şiirinde, Beşiktaş’ta cadde üzerindeki bir apartman dairesine taşı-nılmasıyla birlikte tavsif edilmeye devam edilen sokak, eskiye dair özlemi dile getirir. Yeni sokağın insanlarının dışarıyla iletişim kurmayan hâlleri, kendilerine ayrılan da-irelerde hayatlarını beton duvarlarla bölümleyerek yaşamaları ve araya giren manevi mesafe, şair için bir şikâyet ve huzursuzluk sebebidir:

Çocuklar orda büyüdü Orda okula gitti,

Komşunuzduk ama görüşemedik Hiç vakit yoktu.

...

Bilmezdik, siz

(Hiçbir şey paylaşılamazdı) Çarşılardan neler getirirdiniz (Herkese kendi telâşı). Girer miydi evinize, yer miydi Turfanda bir meyva, iyi bir besin Kalın kâğıtlarda çöplerimiz— Çocuklar görüp imrenmesin! Açılan kapıyı hemen kapatmak Karşılıklı gizlemekti bir şeyleri. Gelip gidenimiz olurdu ya Gülüşmeler bizden değildi.6

Herkesin kendi telaşı içinde birbirlerini görmekten yoksun hâlleri, âdeta çocuklar görüp imrenmesin diye kalın kâğıtlara sarılan çöpler gibi, apartman duvarları da in-sanların birbirlerini fark etmesine engeldir. Açılan kapıların hemen kapatılması, aynı 5 Sarısayın, “Çok Şey Yarım Hâlâ” Ayşe Sarısayın Babası Behçet Necatigil’i Anlatıyor, s. 39-41. 6 Necatigil, “Eski Sokak”, age., s. 314.

(6)

yerde yaşayan insanların birbirlerine yabancılaştığını göstermekle kalmaz, değişimin oluşturduğu tedirginliğin yaşamın her alanına etki etmeye başladığını da gösterir. Bu durum, sokağa ait komşuluk ilişkilerinin değişen kentle birlikte doğal paylaşım ve duygulanım süreçlerinden koparılıp ekonomik süreçler tarafından yeniden yapay bir şekilde üretilmeye başlanmasıyla ilgilidir. Modern anlamda yeniden üretilen ahşap ev apartmana, sokak ise caddeye dönüşmüş, insanlar da nefes alıp veremeyen beton duvarların arasına hapsedilmiştir. Ahşabın canlılığı ve kokusu yerini betonun meka-nik soğukluğuna, yaşama dair işaretler taşımayan donukluğuna bırakmıştır. Nitekim kentleşme süreci bireylerin deneyimlediği, yaşadığı ve çevrelerinde sürüp giden değiş-melere tepki verdiği birincil aşamadır. Gündelik deneyimin ortak akla dayalı temsilleri çoğu zaman derindeki manaları örter, çünkü kentleşme süreci, içinde anlaşılabilir ve anlaşılmaz pek çok temsilin olduğu, kafa karışıklıklarının yaşanabileceği, keşmekeş bir kokteyl gibidir.7 Bu yüzden modernleşme hareketleriyle birlikte hız kazanan kent-leşme süreci, kişilerarası iletişimden sosyalkent-leşme süreçlerine değin insana dair pek çok unsuru yeniden yapılandırma yoluna gitmiştir. Modernleşme ve kentleşme süreciyle birlikte beşeri paylaşımı aksatan hatta kesintiye uğratan bilincin sorgulaması “Eski Sokak”la yapılmış gibidir. Şairin paylaşımda bulunamadığı komşularıyla ilgili yaptığı gözlemler ve eksik kaldığına inandığı yaşanamamış diyaloglar âdeta bu şiir vasıtasıyla telafi edilmek istenir:

Bilmezdik kaç nüfus her hâne Duyulurdu sertçe sesi bir kapının: Bağıran bir erkek boşluğa karşı Ağlayan bir genç kadın. Kimdin sen, karşımızdaki ev, Sarı ampul söner onbire doğru. Eğilirdim, havasız sokak--Camlar kararırdı.

Bitmezdi makinede dikişin, Kimdin sen, bitişik komşu? Üç yavrunla kalmışsın Bir tanıdık söylemişti.

Kimsin sen--- sorsaydım hepinize, Gelirdi aynı yankı hepinizden: Sana mı kaldı, işine bak, Kimsin sen?

(7)

Bilinmedi, ne çare, sizdendik,

Yalnız biraz daha iyi yaşamaya özlemli. Şimdi aynı uzaklık, aynı utanç, Düşündükçe o sokağı, o evleri.8

Komşularının kim olduğunu bile tam olarak bilmeyen şair, şiir boyunca onlarla âdeta empati kurar. Onlara kim olduklarını sorduğunda alacağı cevaptan emin olmasına rağmen, kabahati değişen insanlara değil, sokağa ve evlere bulur. Çünkü özlem, hep eski sokağa ve küçük ahşap evleredir. Şiirin en başında bir defalığına dile getirilen bu özleyiş, şiir boyunca, geçmiş-şimdi, eski-yeni tezatlıkları üzerinden güçlü bir şekilde okura hissettirilir.

Necatigil’in sokağın değişiminden bahseden bir başka şiiri ise 1949’da yayımlanan “Değişen Dünya”dır. Şiirde değişen dünyadan payını alan sokak karşısında hüzünlenen şair, modernleşmenin mekânlar ve insanlar üzerindeki tesirinden rahatsızlık duyar. Ahşap, bahçeli küçük evlerin yerini paylaşımda bulunmaya müsaade etmeyen beton apartmanlar ve insanlar arasındaki ortaklıkları en aza indirgemeye çalışan bir mesafe almıştır. Beşeri olanın kurulup yaşanmasına izin vermeyen yeni düzen beraberinde yabancılaşmayı ve yalnızlaşmayı getirmiştir. Antony Giddens’a göre, modernitenin küreselleştirici eğilimleri yani zamanın ve mekânın yeniden organizasyonu, yerinden çıkarıcı mekanizmalar ve modernin refleksivitesi, modern toplumsal hayatın geleneksel pratikler karşısındaki yayılmacı özelliklerine dayanır. Modernitenin en belirgin özel-liği olan zaman ve mekân bakımından uzaklaşmalar ile yerel koşullar ve ilişkilerin süreli değişkenliği arasındaki bağlantı ise çoğu zaman çeşitli karşıt oluşumlara yol açan diyalektik bir olgudur. Modern olanın yerel olan ile oluşturduğu diyalektik ise daha çok geleneksel ortamlarda yaşayan insanları etkiler.9 Nitekim Necatigil şiirle-rinde eski sokağın ve ona dair görüntülerin yeni ile yer değiştirmesi, bu diyalektiğin oluşturduğu sarsılmayı net bir şekilde okuruna hissettirir. Yine Giddens’a göre, eskiye dair görüntülerin yitirilmesiyle yaşadığı ortama yabancılaşan insan, varlıksal güvenlik dayanağını da yitirdiğini hisseder. Varlıksal güvenlik daha çok gündelik hayattaki doğal tutumların gerektirdiği paranteze almalarla yakından ilişkilidir. Gündelik eylem ve söylemin sıradan özellikleri olarak görünen şeylerin ötesinde bir kaos gizlidir. Bu kaos, sadece düzensizlik değil, aynı zamanda şeyler ve diğer kişilerin gerçekliği duy-gusunun kaybolmasıdır.10 Şairin “Eski Sokak” şiirinde ısrarla vurgulamaya çalıştığı iletişimin önünü kesen modern yapılanmalar, bu açıdan sadece sokağın ya da kentin fiziksel görünüşünü değil, insanın varoluşsal güvenliğini sarsacak gerçeklik sanrıları yaşamasına da neden olur. Bu yüzden, karşılaşma mekânları suskun ya da çekimserdir. 8 Necatigil, “Eski Sokak”, age., s. 315.

9 Giddens, Modernite ve Bireysel-Kimlik Geç Modern Çağda Benlik ve Toplum, s. 37. 10 age., s. 54.

(8)

Necatigil’in eski sokakla kurduğu bağın güçlülüğü ve yeniyle yaşadığı çatışma, onun hatırlama ve çatışma eylemlerini ilk önce mekânlar vasıtasıyla oluşturduğuna iyi bir örnektir. Nitekim her bellek tekniğinin ilk aracı mekânlaştırmadır. Mekânın hatır-lama kültüründe, toplumsal ve kültürel bellek pekiştirme tekniklerinde başrole sahip olması boşuna değildir. Bu olgu için “bellek mekânları” kavramı kullanılabilir. Bellek sanatı hayali mekânlarla, hatırlama kültürü ise doğal mekânlara koyduğu işaretlerle çalışır.11 Bu yüzden şairin eski sokağa dair olan her şeyi, oranın ahşap küçük evleriyle hatırlaması, yeniye dair olan her şeyin de eskiye dair olanı özlemle hatırlatması tesadüf değildir. Nitekim şiirde, eski sokağın belleğini yıkarak inşa edilen yeni yapılar, sadece sokağı değil onun getirdiği yaşam biçimlerini hatırlamak isteyen insanları da bir nevi belleksiz bırakma girişimi gibi algılanır. Benzer şekilde “Değişen Dünya” şiirinde şair, sokak boyunca karşılaştığı manzara karşısında, insanların bu değişimden köklü bir şekilde etkilendiğini şu dizelerle ifade eder:

İnsanları değişmişti Ondan belki de.

Sonra pek çok evlerin yerinde Yeni yeni binalar belirmişti. Ahtapotlar gibi apartımanlar Buraya da salmış kollarını Yoksul aileler çekilmişler Satıp savıp mallarını.12

“Eski Sokak” şiirinde bahsedilen küçük evler gibi burada da dar gelirli ailelerin sahip oldukları küçük evlerin yerini “ahtapot” olarak nitelendirilen, sokağın nefesini kesip ruhunu boğan apartmanlar alır. Böylece şairin gezerek hatırlamak istediği eskiye dair yaşantılar, sokağın yeni görüntüsüyle kesintiye uğrar. Modernleşme ve kentleşme süreçleriyle birlikte gündelik yaşam pratikleri de değişime uğrayan insanın, gerek artan nüfus gerek yeni moda eğilimler karşısında savunmasız bırakılarak sunî yaşam alanlarının içerisine mahkûm edildiği gözlemlenir. Birbirlerinin kapısını davetsiz şekilde çalan komşular artık yoktur. Mallarını satarak sokaktan gitmek zorunda kalan dar gelirli ailelerin yerini, apartmanı tercih eden yeni insanlar almıştır. Böylece şairin sokak vasıtasıyla nostalji yapma imkânı da ortadan kalkmıştır:

11 Assmann, Kültürel Bellek Eski Yüksek Kültürlerde Yazı, Hatırlama ve Politik Kimlik, s. 62-63. 12 Necatigil, “Değişen Dünya”, age., s. 72.

(9)

Böyle böyle benim eski mahalle Hoyrat servetlerin karşısında Silinip gitmiş bile.

Eski günler nerdesiniz

Açın kapınızı da evinize gireyim Ama nerde o evler

Ne bileyim. Şimdi anam ağlıyor Zenginliği, fakirliği İnsan zamanla anlıyor.13

Henri Lefebvre Gündelik Hayatın Eleştirisi III adlı kitabının giriş kısmında, git-tikçe makineleşen dönemlerle birlikte insanlığın değer kaybına uğradığından bahseder ve okurunun zihnini şu soru ve cevaplarla açmak ister: “Nesnelerin kralı, pilot-nesne olan otomobilin hâkimiyeti kuşkusuz ki insanlar ve şeyler üzerinde etkili oldu. Daha iyiye doğru mu? Bunu kanıtlayamazsınız; dezavantajların avantajlara denk olduğunu söyleyebiliriz en azından. Ama yeter bu kadar bayağılık! Geçmişte TV yoktu. Ama dikkatli olun; medya, iletişim, enformasyon insanları birleştirmek yerine ayırıyor ol-masın? Bu durum, tekniklerin toplumsal ve politik kullanımına, özel olanın toplumsal olana dâhil olmasına bağlı değil midir? İletişim geliştiğinden beri toplumsal hayatın çok şey kazandığına ve çok zenginleştiğine inanıyor musunuz? Öfkelenmektense düşünün. Eğer isterseniz, ilerlerken nelerin terk edildiğini anlamak için bir süre geriye bakalım. Bir zamanların Paris’i! Vaktinin Île-de-France’ı ve Fransa’sı! O vakitler tüm bir bina ev gibiydi! Binada oturan insanların –hâli vakti en yerinde olanlar alt katta, yukarıda daha mütevazı olanlar, çatı altlarında ‘hizmetçiler’–hepsi birbirini tanır, sever ya da nefret eder; hep birlikte daha büyük bir topluluğun –mahallenin, kendisi de geniş ve güzel bir topluluk olarak algılanan şehrin–içinde küçük bir topluluk olarak algılanan şehrin–içinde küçük bir topluluk oluştururlardı.”14 Birbirini tanıyan seven ya da nefret eden ama her şeye rağmen bir arada yaşama ruhunu kaybetmemiş olan bu küçük top-lulukların yerini bugün birbirinden habersiz, ortak paydalarını kaybetmiş insanların yaşadığı kentler almıştır. Sokak ya da mahalle, kendisini terk etmek zorunda kalan küçük topluluklarını kaybettiğinden beri, kentlerin yuttuğu güvenliksiz ve kimliksiz alanlar hâline gelmiştir. Necatigil, “Coğrafyada Şart Kipi” adlı şiirinde bu dönüşümün yavanlığını şöyle ifade eder:

13 Necatigil, “Değişen Dünya”, age., s. 73.

14 Lefebvre, Gündelik Hayatın Eleştirisi III Moderniteden Modernizme (Gündelik Hayatın Meta-Felsefesi),

(10)

Coğrafya kitabında konu: Yeryüzünün şimdiki hâli. Ülkelerin yüzölçümü, Engebeler, dağ, orman, vadi. ...

Bilgi! Kitaplar ne bilir,

Ben ölçmedimse bütün ölçümler boşuna. Yağmurların sözü nasıl edilir,

Alnım ıslanmadıysa serin yağışlarında. ...

Gök-delen yapılardan söz açar Işıklar içinde bir şehir

Salaşlardır sallanan, ben gezemiyorsam Adımlarım değmiyorsa uzun, sonsuz sokaklar Başlamadan bitiverir.15

İnsanlar ve mekânlar arasındaki iletişimin varlığına derinden bağlı olduğu görülen Necatigil şiirde, artık sokakların, şehirlerin ve ülkelerin coğrafya kitaplarındaki sıradan bilgilerle var olduğunu ifade eder. Ona göre sokakları adımlanarak ölçülemeyen bir uzunlu-ğun, alnı ıslatmayan bir yağmurun varlığı hem bireysel belleğin hem de sanatsal yaratımın oluşmasına imkân vermeyeceği için yaşamayan bir coğrafya olacaktır. Şairin adımlarının değmediği uzun sonsuz sokakların, muhayyilesinde başlamadan bitiverecek olması, sokağa dair yaşanmışlığı deneyimlememiş olmaktan kaynaklanır. Bu yüzden Necatigil’in sokak-larla kurduğu ilişki, ona sanatsal yaratımı verecek özelliklere de sahip olmalıdır. Onun muhayyilesini hareketlendirmeyecek, bireysel belleğini oluşturmaya imkân tanımayacak bir sokak, coğrafyada sadece şart kipi olmanın ötesine uzanamayacak kadar sonlu ve ya-pay olur. Mekâna dair olan bellek, sonsuz çağrışımlara imkân yaratabilecek kadar zengin olmalıdır. Bu ise ancak doğallığını bir başka deyişle gelenekselliğini kaybetmemiş hâliyle mümkün olabilir. Oysa şairin sokaklarda karşılaştığı her görüntü, eskiyi anımsatamayacak ölçüde değişmiştir. “Burç” şiirindeki dizeler okura bunu bir kez daha gösterir:

Geçende yolda...

Dediğimiz oluyor, birden irkiliyoruz Yıllar var oysa...

Parsellerine batağın, hangi Kaf Düşmüş burçlardan bir bölük anka Adresler, yapılar değişiyor.

(11)

Her yerde bir yerde tuta tuta Kaymış futa belden gördüğüm Zamanı unutma.16

İnsanı aniden irkiltecek, adresleri değiştirecek şekilde hızlı devam eden değişim karşısında mekâna ait belleğini muhafaza etmeye çalışan şair, okuruna da bu hatırlatmayı yapar. Bu uyarı, modernleşen sokakla birlikte kültürel belleğin de yok olması kaygısından kaynaklanır. Futa yani ipekli peştemalın belden kaydığı zamanlara referansta bulunan şair, zamana ve mekâna tanıklık yapmış eşyaları okuyucusuna hatırlatır. Bu eşyalar, küçük nesneler olsa da Lefebvre’nin ifade ettiği gibi, geçmiş zamanlarda insanlar için değerlidir. Saklanır, hediye edilebilir hatta bu eşyaların insanları sıkıca sarıp koruduğuna inanılır. Böylece kişileri dışarıdan koruyacak bir güvenliğe ihtiyaç yoktur.17 Dışarıdan herhangi bir güvenliğe şiddetli bir biçimde gereksinim duymayan eski zaman insanları-nın, o çok değer verilen eşyalar vasıtasıyla oluşturdukları ortak maneviyat, tehlikelerin önündeki bir kalkan gibidir. Oysa modernleşen ve makineleşen, zamanla birlikte değer yitimine uğrayan eşyalar, özenle saklanılan yerlerinden edilmiş, kaybolma hatta yok olma tehlikesiyle baş başa bırakılmıştır. Yerinden edilen evler, insanlar ve adresler gibi, eşyalar da ait oldukları yerlerden başka yerlere taşınarak anlam kaybına uğratılmıştır.

Necatigil’in “İğne” adlı şiirinde, İsa’yla beraber göğe yükselen iğnenin, İsa ve göğe yükselmek arasındaki aldığı kutsal atıftan koparılarak çamurlu sokaklara düşü-rülüşü şöyle tavsif edilir:

Öyle değerli iğne Göğe çıkardı İsa, Düşürdük ararız Çamurlu sokaklarda18

İğne, kaybedilen anlama, kültürel hafızaya ve kutsalın bile artık sıradanlaştırıl-maya başladığına örnektir. Dolayısıyla özel ve özgün olanın yitirilmeye başlanması, bir yandan da modernleşen dünyada eşyanın haiz olduğu anlamlarından uzaklaştırıl-ması hatta onun fiziksel ve pratik realitesinin görmezden gelinerek hakir görülmesi anlamlarına da gelmektedir.

Necatigil, değer yitimi karşısında duyduğu huzursuzluğunu telafi edecek, yeni değerler üretebilecek yapılanmalara etrafında rastlayamaz. “Kör Işık” şiirinde tavsif ettiği şehir ve sokak, yeni anlamlar yüklenemeyecek kadar betonlaşmış, eski arka sokak ise zifiri bir karanlık içinde kalmıştır:

16 Necatigil, “Burç”, age., s. 253.

17 Lefebvre, Gündelik Hayatın Eleştirisi III Moderniteden Modernizme (Gündelik Hayatın Meta-Felsefesi),

s. 15.

(12)

Büyük şehrin küçücük evleri kayıp, Çok şeyler eksildi.

Bir kaya gibi düştü yüksekte yapılardan, Yer katlarına, bir yılan derisi.

...

Çekip gider umursamaz, kırık-boş Tabaklar önünden şık.

Işıklar içinde çünkü ana cadde, Arka sokak zifiri karanlık.19

Kişilere nostalji yapma imkanı bile sunamayan, üzerine karanlık çökmüş eski sokaklara karşın yeni olan evler, caddelerin genişlik ve albenisine karşın dar ve rahat-sızlık vericidir. “İç Yapı” şiirinde, bu durum şu dizelerle ifade edilir:

Az geri çekilme her yeni yapı Geçsinler geniş

Taşıtlar adam almıyor, geçsinler geniş. Onlar eski yürekler, eski evlermiş Bugünküler koz kabuğunda

Caddeler adam almıyor, caddeler geniş. Varınca, oturunca

Rahat – eskidenmiş,

Gir çık dar şimdi, caddeler geniş20

Kamusal alanı ifade eden caddeler, artan nüfusla birlikte genişletilmiş ve insanların rahat hareket etmesini sağlamış olsa dahi, koz yani ceviz kabuğu gibi olan küçük ve etrafıyla iletişimini kesmiş apartman daireleri, topluma ve kendisine yabancılaşmanın simgesi hâline dönüşmüştür. Caddelerin genişlemesi, şair için önemli değildir, onu ilgilendiren şey, insanlar arası paylaşımların genişliğidir. Çünkü o, pek çok şiirinde gerek sokaklar gerekse evler aracılığıyla kaybedilen ya da kaybetmek üzere olunan ortak yaşamların izini arar.

“Bir İstanbullunun Not Defterinden II” adlı şiirinde şair geçmişi, kimi zaman taşıtlar almayınca yürüdüğü çamurlu sokaklarda eski öğrencilik günlerini anımsayarak kimi zaman sokaklara kurulan eski pazarları, sergileri gezerken yakalamaya çalışır. Huzursuz olduğu bugünü, geçmişten bugüne yansıyan küçük görüntüler ve düşlerle yamamaya çalışır. Fakat yitimlerin çokluğundan arda kalan boşluklar büyüktür. Bu 19 Necatigil, “Kör Işık”, age., s. 109.

(13)

yüzden Necatigil için birbirini tamamlayan parçaları bulup organik bir bağ oluşturmak neredeyse imkânsızdır.

İstanbul’daki yaşam, caddelere ve kaldırımlara taşan kalabalığıyla mahşer yeri-dir. İnsanların birbirlerini itip ezebildikleri bir yere dönüşen kentte, şair de varlığının giderek silikleştiğini düşünür:

Sokaklarda gerçeğin yüzleri Park etmiş kaç yüz kaldırımlarda Bir yol

Bulmaya çabalar arabasız ...

Bir mahşerde itile kakıla Sindikçe sinerek

Ben bu yaşa gelmiş adam Başka yere gidemem ki.21

1961 yılında yayımlanan “Görücüler” şiirinde ise şair, görüntüsü bozularak âdeta hafızasına güçlü bir darbe indirilmiş olan sokakların, evlerin ve insanlarının da yitik, bir başka deyişle anlam kaybına uğramış olduklarından bahseder:

Biz sizin adınıza dünya evlerini Gittik gördük.

Biz size en uygun hangisi Aradık bulduk.

Sonra size söyledik, biz boyuna söylüyoruz, Sizse gülüyorsunuz yeniçağ bilgiçleri. Pis sokaklar, uzun tabureler, apsent Öylesine ayartmış ki sizi

Hep gülüyorsunuz oyuk gövdelerde. Tevrat yapraklarının yitik oğulları siz, Biz hep bekliyoruz eski konaklarda.22

Necatigil, kendisiyle yapılan “‘Genç Nesil’ Hareketinde Necatigil ve İzlenimleri” başlıklı konuşmada, devrinin sanatını; vazife hissi, namus hissi, aile hissi gibi insanlık duygu ve faziletlerini ihya etmekle ödevli gördüğünü ve kalplerde doğruya, iyiye, güzele karşı arzu uyandırmak gerektiğini belirtir ve şöyle devam eder: “Kaderin elinde harcanan insanlara saygı duymasak bile merhamet beslemeliyiz. Sallantıya uğramakta 21 Necatigil, “Bir İstanbullunun Not Defterinden II”, age., s. 393-394.

(14)

olan ahlâk; sanatın, kötülükleri göstermesiyle düzelecektir. Sanatçı bunu yaparken bir vâiz edası takınmasa da olur. İşin acılığını ruhunda duyması ve kendini sarsan acıyı başkalarına sezdirmesi; en taş yüreklerde bile zamanla tesirini gösterecektir. Cemiyette istismarcı insanlar, perişan insanlar, bozuk düzenler bulunduğunu söyleyen sanatçı; iyi insanları, iyi günleri diline dolayan sanatçı kadar bu davaya hizmet eder. Asıl kötülüğü; hakikatlerin örtbas edilmesinde, kumaşların altındaki yaranın yersiz bir utanca uyulup gösterilmemesinde aramalıyız.”23 Çevresine ve topluma karşı gösterdiği duyarlılığı şiirlerinden anlaşılan şairin bu vazifeyi gerek realist gerekse romantik anlamda yerine getirdiği söylenmelidir. Kendisini toplumcular arasında görmeyen Necatigil, toplumsal şiirlerinin de çözümün uzağında kaldığını, inceleyen, eleştiren türden olmadıklarını dolayısıyla şiirin kendisinde dış buluşmalar olarak değil, içte sürüp giden algılar, ger-çeğin bir yüzünü statik planda kavrayışlar olarak oluştuğunu24 ifade eder.

Necatigil’in sokağa odaklanan şiirlerindeki sokak ve ev karşıtlığının yanında, onun eski ve yeni yaşantılar karşısındaki duygulanımları, şairin kendi iç evi ile dış dünya arasındaki başka bir diyalektiğe de işarettir. Bu diyalektik anlaşılırlığını en iyi sanata dair yaratım sürecinde bulur: “Dünya bir kişinin içinde var olduğu anlamlı ilişkilerin bir modelidir ve o kişi, bu dünyanın tasarlanmasında yer alır. Nesnel bir gerçekliği olduğu açıktır, ama bu kadar da basit değildir. Dünya kişiyle her an karşılıklı ilişki içindedir. Dünyayla benlik arasında kesintisiz bir diyalektik süreç süregider; bu iki kutuptan her biri diğerinin varlığına delalet eder ve bunlardan birinin yoksanışı her ikisinin de anlaşılmasını olanaksız kılar. Bu yaratıcılığın hiçbir zaman öznel bir görüngü olarak sınırlandırılamayacak olmasının nedenidir; yaratıcılık asla basit bir biçimde kişide olup bitenlerin terimleriyle incelenemez.”25 Bu yüzden sanatsal yaratım süreci, içeri ve dışarı ile sürdürdüğü ilişkiye ara vermez, aralarında bulunan diyalektik, şiirsel olanın ortaya çıkmasını sağlar. Bu seyrin dinamik bir şekilde devam ettiği Necatigil şiirleri, asıl anlamını bu iki alan arasındaki anlamsal paslaşmalarda bulacaktır. Nitekim Necatigil’e zaman zaman “Önsöz” şiirinde ifade ettiği gibi, “Hulyalarıyla yaşardı/Bir Behçet Necati vardı/Gece yarılarında, sokakta/Kâğıda bir şeyler yazardı”26 dedirten etkinin böyle bir paslaşmanın ürünü olduğu göz ardı edilmemelidir.

“Görücüler”de “yeniçağ bilgiçleri” olarak adlandırdığı yeni ve yitik insanın, “pis sokaklar”, “uzun tabureler” ve “apsent” ile ayartıldığından, düşünemez ve etrafını du-yumsayamaz hâle geldiği ima edilir. Gülüşlerin oyuk gövdeler içinden tavsif edilmesi, hem fiziksel sağlığın hem de kaybedilen yaşam amacının oluşturduğu boşluğu imler. Oysa şair, şiirin ilk dizelerinde görüldüğü üzere, bu fiziksel ve anlamsal kayba izin 23 Necatigil, Düz Yazılar II, s. 11-12.

24 Necatigil, age., s. 81. 25 May, Yaratma Cesareti, s. 73. 26 Necatigil, “Önsöz”, Şiirler, s. 444.

(15)

vermemek için onları uyardıklarını hatta onları hâlâ eski konaklarda beklediklerini ifade ederek bu kaybın telafisini arzular.

Necatigil’in yaşadığı dönemde (1916-1979) Cumhuriyet’in ulus inşa sürecinde geçirdiği mimari değişime tanıklık ettiği göz önünde bulundurulursa onun sokağa bakış açısındaki realizmin tesadüf olmadığı anlaşılır. O, şiirlerinde günlük hayatın küçük gerçeklerini, ayrıntılarını dile getirirken içinde yaşadığı toplumsal kesitin, kentli orta sınıfın sorunlarını ihmal etmemiştir.27 Yaşadığı çevreye ve yaşantılara duyarlılığı, onun gerçeklikten kopmamış sanatsal yaratım sürecinin sokağa dolayısıyla topluma açık olduğunu gösterir. Necatigil’e göre, sanatçının üstlendiği birtakım sorumluluk-ların olması gerekmektedir. “Sanatçı, içinde yaşadığı topluma karşı bazı vazifeleri olduğunu düşünmeli, sanatını sade güzele değil, iyi ve faydalıya da yöneltmelidir. Güzel, çok vakit iyinin içindedir: Toplumun realitelerini görmezden gelerek kendi renkleriyle yetinen bir sanatkâr çevresini daraltmış, hitap kabiliyetini azaltmış olur. Sanatkâr, bozuk düzen bir toplum kaosuna müdahalelerde bulunmazsa onu elinden geldiği kadar düzeltmekten yüksünürse ferdî, kifayetsiz bir sanata saplanır kalır.”28 Necatigil’in toplumsal duyarlılığı aslında paradoksal bir şekilde dışarı ile kurduğu ilişkinin yoğunluğu ile birebir ilişkili değildir. Öğrencisi Hilmi Yavuz’un bu konuyla ilgili tespitleri dikkate değerdir: “Necatigil, hayatını, belki de daha öğrencilik yılla-rından beri, eviyle okulu arasına sıkıştırmış, sadece, çok sınırlı sayıda arkadaşları ya da dostları ile birlikte olmuş; hayatını eviyle, –belki daha doğru bir deyişle– odasıyla sınırlandırmıştır. Necatigil’in odası, onun zaten iyice darlaştırılmış olan kamusal ha-yatına karşı, özel hayatının içine yerleştiği alanı belirler. Ve, tuhaf bir karşıtlık çıkar karşımıza: Dünya, yani Behçet Necatigil’in kamusal hayatının gerçekleştiği alan, olanca genişliğine ve insana sunduğu sınırsız yaşantı deneyimlerine karşın, alabildiğine daraltılır ve öğretmenlik ya da öğrencilik ettiği okullarla ve bir iki kahve ya da içki evi ile sınırlanırken; oda, yani Behçet Necatigil’in özel hayatının gerçekleştiği alan, olanca darlığına ve insana sunduğu son derece sınırlı yaşantı deneyimlerine karşın, alabildiğine genişletilir. Hiç abartmadan söyleyeyim; Necatigil’in odası, Dünya’dan büyüktür.”29 Zamanının büyük bir kısmını odasında geçiren Necatigil’in dışarı algısının son derece geniş olması, sanatçının kendi içtenlik evinin derinlik ve zenginliğinden kaynaklanır. Bu durumu ise Bachelard’ın fenomenolojinin mekâna yaklaşım şeklini açıklamaya çalıştığı ifadelerinden anlamak mümkündür. Ona göre “Fenomenoloji, olgulara başka türlü yaklaşır; daha doğrusu imgeyi olduğu gibi, şairin yarattığı gibi ele alır, onu kendine mal etmeye çalışır; imgeyi, düş kurma yetisinin sınırına taşır. Şairliğin çok uzağında da olsa, o yaratıyı kendisi için yinelemeye, sürdürmeye, elinden 27 Türk, Şair ve Öğretmen Kimliğiyle Behçet Necatigil, s. 21.

28 Çetin, Behçet Necatigil Hayatı, Sanatı, Eserleri, s. 99. 29 Sarısayın, age., s. 97.

(16)

geldiğince abartmaya çalışır. Bu durumda, çağrışım artık rastlanmış olan, etkisinde kalınmış olan şey değildir. Aranan, istenen bir şeydir. Şiirsel bir yapıdır”.30 Görüldüğü üzere, fenomenolojinin mekâna ve ona dair imgeleri nasıl alımladığını anlatan ifadeler, şairlere ait olanın da benzer süreçlerden geçtiğini ifade eder. Dışarıya ait olan ancak şairin kendi içtenlik evinde sürdürülerek arzulanır hâle getirilebilir. Böylece çağrışım ve ona dair imgelem, sınırları belli, etkisinde kalınmış dar alandan düşsel olanın ge-nişliğine transfer edilmiş olur. Nitekim Necatigil’in odasından sokağa, topluma hatta dünyaya açılan duyumsama, ancak böyle bir teşekkül ile şiire dahil olmuş olabilir.

Şairin “Zincir ve Gece Vakti Bir Sokağı Düşünmek” şiirlerinde bu tespitin izlerini açık bir şekilde görmek mümkündür. Necatigil’in bir dünyayı kucaklayabilmesi için kimi zaman pencerenin önündeki sokağa bakması kimi zaman gece vakti bir sokağı düşünmesi anılara dalabilmesi ya da tanımadığı insanlara seslenebilmesi için yeterli gibidir. Gözlem ve muhayyile gücü, onu bulunduğu odanın ve baktığı sokağın çok ötesine taşımaya yeter fakat bu, yaşanılan zamana ait görüntülerin gerçekliğinden kopmaya yol açmaz.

“Sisler İçinde İnsanlar” adlı şiirinde, şairin sokağa dair realist duyarlılığı okurla buluşmaya devam eder. Şiirde, değişen şehir ve sokaklarla birlikte, eski tanıdıkların da yitirildiğinden onların ancak tenha sokaklarda yeniden karşılaşmalarla fark edilir olduğuna değinilir:

Tenha sokaklarda giderken yalnız, Durdurur bir başkası beni dalgınlığımda; Sallanır iki el, anlatır bir ağız,

Kırık dökük sözler kalır aklımda: – Görüşelim, siz şimdi nerdesiniz?31

Eski sokaklar gibi insanlar da sisler içinde kalmış, önceden çok yakın olan uzağa düşmüştür. Hatırlamanın kuvvetli güdüleyicisi olan mekânların değişimi, insanlara ve geçmiş yaşantılara dair görüntüleri bulanıklaştırmıştır. Şairin bir tanıdığıyla yolda karşılaşmasının ardından eski bahçelerden yüzüne değen yarım rüzgâr, hafızanın do-layısıyla yitik olana dair anı belleğinin bütün olarak yaşatılamadığının bir işaretidir:

Sisler içinde insanlar, çoğu yakınken uzak; Bir yerden tanıyorum ama nerden? Ardından bakarım, köşeyi döndü mü yok: Bir yarım rüzgâr değer gider yüzüme Eski bahçelerden32

30 Bachelard, Mekânın Poetikası, s. 239-240. 31 Necatigil, “Sisler İçinde İnsanlar”, Şiirler, s. 121. 32 age., s. 121.

(17)

Eski sokaklar ve evler ile birlikte yeni olan da bir taraftan hızla inşa edilmektedir. “Maden” şiirinde bu inşaatın gürültülerinin gece olduğunda sustuğunun vurgulanmasına rağmen, insanın kaybetmeye başladığı mazi karşısında, modern olana dair bir bellek oluşturamamasının sancıları bir daha dile getirilir:

Uyur sokak, uyur ev Susturur gece makinaları

Ya neden durmadan gürültülerdeyiz?33

İnsanların sürekli gürültü içinde olması, eskinin sakinliğinin ve sadeliğinin karşı-sında yeninin kalabalığının, yabancılığının dolayısıyla kaosunun fazlasıyla hissedilir olması ile ilgilidir. Bu yüzden sokağın sessizliği, değişime ayak uyduramayan insanın huzursuz tarafını teskin edemeyecek kadar pasif; huzursuzluk ve endişe ise insanı sessizlikte de rahat bırakmayacak kadar gürültülü addedilmiştir.

“Elif” şiirinde şair, Tepebaşı Bahçesi’nin arka tarafındaki bir kahvede otururken bir yandan kahvenin ön tarafındaki caddenin kalabalığını ve gürültüsünü öte yandan yokuştan inip çıkan adamları tavsif eder. Caddenin ve sokakların hareketliliğine rağmen, şairin mekânda hissetmek istediği şey, “o eski yalnızlık” olarak ifade ettiği duygudur:

Kahvenin ön tarafı Bir asfalt cadde

Geçilmez taşıttan akşamları Taksiler sel hâlinde. Çekelim üstümüze O eski yalnızlığı Ufukta gün sönüyor Asfaltta, gerimizde Taksilerin çığlığı Çarklar dönüyor.34

Necatigil’in maziye olan bağlılığı ve güveni, gerek sokak gerekse ev dairesinde okurun sıkça karşılaştığı bir durumdur. Onu dinginleştirip huzura kavuşturacak olan içinde tanıdıklığın ve paylaşımın olduğu o eski sokaklar ve evlerdir. Ona göre eski sokak ve evler, fiziki gerçeklikleri ile şairde hoşlanma uyandıran estetik bir görüntü değil, insanlara bütün duygu ve düşünceleri ile bir yaşam alanı sunan kültürel bir hafızadır. Bu sebeple eski sokak/lar, Necatigil şiirinin âdeta hüzün ve özlemle duyumsanmaktan vazgeçilmeyen kayıp mekânlardır. “Adım” şiirinde “sapa sokak bir kenar mahalle” 33 Necatigil, “Maden”, age., s. 357.

(18)

ye35 adının verilmesini, sokağı kendisine benzettiği yani benzer varoluş ayrıksılığını yaşadıklarını düşündüğü için anlamlı bulan şair, eski sokaklara olan hasretini bir kez daha dile getirir.

2. Gecenin Ayartıcı Ara Durakları

Behçet Necatigil’in şiirlerinde karşılaşılan diğer sokaklar, geçmiş zamanın izleri-nin özlendiği ve arandığı yerlerdir. Yalnızlığın verdiği sıkıntıyı gidermek için başıboş gezilen yerler olarak da tavsif edilen sokaklar, gecenin karanlığının ve sessizliğinin etkisiyle ürpertici olacaktır.

“Gece Vakti” şiirinde, sokakta kalmış olan delikanlıya seslenen şair, onun yollar gibi sokakta kalışından üzüntü duyup duymadığını sorar:

Kale her zamankinden korkunç: Gece vakti, karlar altında, kışın. Üzüyor mu seni delikanlı, Yollar gibi sokaklarda kalışın?36

Sokakta oluş, Necatigil şiirinde, daha çok bekâr erkeklerin hayatıyla özdeşleşen bir durum gibidir. Nitekim akşam vakti erkeklerin evlere çekilişinden sonra bir bekâr olarak kendisini de sıkıntı ve yalnızlık içinde caddelerde dolaşır bulur: 37

Bu berbat düşünceler saatinde; Tanrım, başı boş bırakma beni!38

Bekârlar için berbat düşüncelerin saati olarak belirtilen akşam/gece saatlerinde, Tanrı’ya kendisini başıboş bırakmaması için yalvaran şair, “Hep Aynı Hikâye” şiirinde sokakların, yalnızlığa ve onun getirdiği efkâra bir avuntu olabilmesi maksadıyla dönüp dolaşılabilecek tek yer olduğunu, bütün ürkütücülüğüne rağmen kabul etmek zorunda kalmış gibidir:

Efkâr basıyor akşamları deme gitsin Gece olmaz mı almakta beni bi telâştır Avunur diye olur a, bu umılmayacak dert Sokak sokak dolan gez, cadde cadde dolaş dur.39

35 Necatigil, “Adım”, age., s. 408. 36 Necatigil, “Gece Vakti, age., s. 18.

37 Çetin, Behçet Necatigil Hayatı, Sanatı ve Eserleri, s. 208. 38 Necatigil, “Gece Vakti”, Şiirler, s. 18.

(19)

“Geceleyin Erkekler” şiirinde ise “Gece Vakti” adlı şiirine benzer bir şekilde, gecenin sokağı tekinsizleştiren tarafına değinilir, gecenin ve sessizliğin sokağa yaptığı, bir baskın olarak tavsif edilir:

Gölgelerin alçaldığı saatler Gözünüze çarpmış olmalı:

Sessiz panik darmadağın eder adamları, Gece baskını, yer yer.40

Bir aileye sahip olup akşamları eve dönen erkekleri ayrı tutan şair, onların huzura ve aşka gittiklerini, geriye kalanların ise yalnızlık azabı çektiklerini ve sığınaklarının meyhane, bahanelerinin ise içki olduğunu vurgular. Bu hâliyle sokak şiirde, ömrün yalnızlık azabıyla geçirildiği ve harcandığı bir yer olarak okura sunulur:

Ey garip, senin de yerin yoksa eğer İşte meyhane.

Gel, yalnız adam, sığınağa sen de gel İçki bahane.

Çünkü geceye karşı konur iki türlü: Biri ailece evlerde

Öbürü har vurup ömrü İçkili yerlerde.41

“Çıkmak” şiirinde sokakları yine, bekârların başıboş dolaştığı hatta onları striptiz evlerindeki davetleri aşk sanacak yanılsamalar içerisine sokan yerler olarak işaret eder. Sokağın ve gecenin, yalnızlığın verdiği kendinden dışarı çıkmak istemiyle insanı nereye sürükleyeceği bilinemez. Bu yüzden her zaman sahte ve geçici deneyimlere açıktır:

Siz dolaşırken gece sokaklarında Striptiz evlerinde bir delikanlı Sorar: Çıkalım mı? Belki aşk bu42

“Tiryak” şiirinde de gecelerini sokaklarda geçici heveslerle geçirerek kendisini avutmaya çalışanlar, köşe başlarında bir yanıp bir sönen lambası gevşek fenerlere benzetilir. Karanlık sokakların kişiyi içine çektiği avarelik, onlara anısı yıllarca sürecek tiryakiliklere de mahkûm edebilecek risklerle doludur:

40 Necatigil, “Geceleyin Erkekler”, age., s. 51. 41 age., s. 52.

(20)

Bir köşe başında Lambası gevşek fener Bir yanar bir söner Siz ona benzersiniz! Karanlık sokakta Öptünüzdü nasılsa Dudak tiryakiliği Anısı yıllarca.43

Necatigil, şiirlerinde görüldüğü üzere, kişiyi yalnızlığını avutmak için sokağa çıkaran ve orada ömrünü harcatan savurgan bilince karşıdır. Çünkü sokak, insanı bir süre sonra sokakta olmaya, oranın alışkanlıklarına göre yaşatmaya çalışacak ve yalnızlığın verdiği itkiyle varoluşsal zedelenmeyi hızla parçalanmaya götürebilecek bir güce sahiptir. Gece ile beraber çöken karanlık ise, evlerine çekilen kalabalıklarla oluşan sessiz sokakları tekinsiz hâle getirecektir. Yalnızlığını sokakla ya da orada bulunan diğer insanlarla paylaşmak isteyen insanı da fark etmeden pek çok değerden mahrum bırakıp yitikleştirecektir. Böylece sokakların, hatta eskiden kutsal sayılan eşyaların uğradığı değer kaybı, insanın da uğra-yacağı yetimlikle pekişecektir. “Diyalog” şiiri, şairin okura bu konuda bir uyarısı gibidir:

– Gecenin geç saatinde Hasta, yorgun hâlinle

Sokaklarda geziniyorsun, doğru mu?44

İnsanın evin ötesinde gezindiği caddeler ve sokaklar, şaire göre kişiye anlık bir rahatlama verse de dış dünyaya olan merak âdeta bir susuzluk gibidir, giderildiği an cazibesini ve oraya olan geçici aitliği sonlandıracak bir özelliğe sahiptir. Bu yüzden sokak, Necatigil şiirinde bir ara duraktır ve asıl olan ev ile birbirine karıştırılmamalıdır. “Kesik” şiirinde bu durumu şu dizelerle imâ eder:

Bir yerde bir şeyin bizden ötelerde Olması rahatlık bir iki gider geliriz Sonra kesilir sular.

Sonra giderilir merak bir susuzluk gibi suda Düzayaktı galiba üç dört basamak

Bu gece mi öldü bu—

Ben caddeyi galiba bir şeyle karıştırıyorum Bir yerde iyidir yanılmış olmak.45

43 Necatigil, “Tiryak”, age., s. 399-400. 44 Necatigil, “Diyalog”, age., s. 32. 45 Necatigil, “Kesik”, age., s. 239.

(21)

Sokağın ara durak olmasının nedeni, dışarıya ait olan şeylerin geçici dolayısıyla köksüz olarak görülmesi ile ilgilidir. Ona göre paylaşmak hatta bunalmak bile “evcek” yani yuva ile yapılabilecek bir köklülüğe sahip olmalıdır. Bu yüzden sokak ancak dönülmesi arzulanan bir ev var ise anlamlı ve kişiyi zenginleştirebilecek bir yerdir. Kişinin hayatta var olma amacını hatırlatarak bir yere ait olma duygusunu besleyen ve ona hayatta bir rota sağlayan ev, içerde bir liman gibidir. “İçerlek” şiirinde de dışarda olup evlerine dönmek bilmeyenlere şöyle seslenir:

Onlar evlere hiçbir şey almazlar mı, şaşıyorum. Yollarla, sokaklarla, kahvelerle iş bitmiyor ki! Trenler, gemiler, düşler bırakıyor insanı bir yerde Sonra gene dönülmez bir yol gibi ev!

Onların yolları akşamüstleri, gece Sona ermez mi evlerde, şaşıyorum.

Yorgunlukları yollara yaymak, iyi ama sonu yok ki! Sevdalar sokaklarda serin ama sonu yok ki! Bölüşmek umutları, paylaşmak acıları, bunalmak, Ummak yarınlardan bir şey, evcek yok mu, Şaşıyorum.46

Sokakta fazla zaman geçirenlere bir eve dönüş çağrısı niteliği taşıyan bu şiirde yuvanın, evin bir içtenlik mekânı olarak görüldüğünü belirtmek gerekir. Nitekim ev ve yuva ikilisi yeni bir olgu değildir. Basit düzeyde oturma işlevinin doğal ortamı olduğu söylenebilir. Oraya dönülür, kuşun yuvaya, kuzunun ağıla döndüğü gibi, oraya dönmek düşlenir. Bu dönüş göstergesi, sonsuz düş kurmalarının belirtisidir, çünkü insanın dönüşleri, insan yaşamının büyük ritmi içinde, yılları aşan tüm ayrılıklara karşı düş kurma yoluyla savaşan ritimle gerçekleşir. Aralarında yakınlık kurulan yuva ve ev imgeleri, bağlılığın içtenlikli bileşkesini yansıtır. Bu alanda her şey yalın ve nazik dokunuşlarla gerçekleşir. Ruh, bu yalın imgelere öylesine duyarlıdır ki uyumlu bir okuma aracılığıyla en ince titreşimleri bile duyar. Kavramlar düzeyinde bir okuma sönük, soğuk, çizgisel kalır. Yuva imgesi alanında çizgiler o kadar incedir ki bir şairin bunların tadına varabilmesi şaşırtıcıdır.47 Kavramsal düzeyde derinlikli bir şekilde açıklanamayacak kadar düşsel ve içtenlikli olan ev/yuva, bu özellikleri nedeniyle in-sanı hem manevi hem de düşsel anlamda tatmin edebilecek titreşimlere sahiptir. Bunu titreşimleri çok iyi hissedebildiği görülen Necatigil’in, insanları geceleri sokaklardan çekip almak istemesinin nedeni, içtenliğin ve düş evinin sokakta bulunamayacak kadar yalın ve nazik olduğunu fark etmesi ile ilgilidir. Bu yüzden insanların yalnızlıkları 46 Necatigil, “İçerlek”, age., s. 141.

(22)

içinde sokaklarda başıboş gezmelerini ve bir yuva içtenliğinden mahrum kalmalarını istemez. “İsimsiz” şiirinde, şairin bu duyarlılığını görmek mümkündür:

Balkonlarda mahrum kızlar gezinir Sokaklarda mahrum erkekler. Ben bilirim onların çektiklerini Ölüp gidecekler48

Geçici addedilen sokaklar, şair için insanda gerçek ve düş arasında yanılsama oluşturacak bir etkiye sahiptir. Bir taraftan sunduğu sınırsız seçenek ve yarattığı son-suzluk duygusu etrafında kişiyi hakiki olanla karşılaştırdığını zannettirecek kadar aldatıcı öte yandan insana kendisinden uzaklaşma imkânlarını verebilecek kadar cez-bedicidir. Bu durum daha çok modern olanın, insanı modernleşmenin nesnesi olduğu kadar özneleri de yapmayı, onlara kendilerini değiştiren dünyayı değiştirmek için güç vermeyi, onları girdaptan çıkartıp bunu kendilerine mal ettirmeyi amaçlayan şaşırtıcı çeşitlilikte görüş ve düşünceyi içermesi ile ilgilidir.49 Nitekim kişinin yuva gibi köklü ve sıcak bağlılıkların geliştirilmesine izin veren bir dönüş mekânından yoksun olması, ev ve sokak arasındaki sarsılmayı kuvvetlendirecek ve sokağın ayartıcı cazibesi galip gelecektir. Sokakta birden fazla seçeneğin olduğunu vurgulayan “Duraklar” şiirinde sarsılma, hayal ve gerçek ikilemi etrafında şöyle dile getirir:

Hayal mi gerçek mi Kollaya önleye Düşleri, düşmeleri İşte gene sokaktasın50

Dışarısı ve ona ait olan şeyler, Necatigil şiirinde kimi zaman o kadar içerde ve derindedir ki “Yollar ve Evler”de, herkesin evlerine gittiği vakitlerde tenhalaşan şehrin yollarının üşüyebilme ihtimali bile şiire dâhil olur:

Şehir kapıları kapandı Yollar kaldı sur dışında. Kim alır onları evine Nereye gider onlar; Gece ayazında Üşümez mi yollar?51

48 Necatigil, “İsimsiz”, age., s. 444.

49 Berman, Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor, s. 28-29. 50 Necatigil, “Duraklar”, age., s. 334.

(23)

Şair dışarıyı, sokakların tenhalaştığı vakitlerde insanlar gibi yolları da eve dâhil etmek isteyen diyalektik bir muhayyile içerisinden görür. İç ve dış’ın oluşturduğu diyalektik, ev ve sokak paralelinde somutlaşsa da görüldüğü üzere, çoğu zaman somut olanı basit düzeyde ifade etmek amacıyla kullanılmamıştır. İnsan varlığı açısından iç ve dış’ın diyalektiği birbirini sürekli tetikleyen ve varlığa hareket kazandıran bir yapıdadır. Varlığın içine kapanıp kalındığında dışarı çıkma ihtiyacı duyulur. Varlıktan çıkar çıkmaz da oraya dönmek istenir. Böylece, varlığın içinde her şey çevrimdir, dönemeçtir, geri dönüştür, söylemdir dolayısıyla her şey sonu gelmez nakaratların yeniden ele alınışıdır. Bu sebeple insan varlığı bir sarmaldır ve o sarmalın içinde bir-birini devrikleştiren pek çok dinamizm bulunur.52 Bu nedenle Necatigil’in sokaktan eve dönüşün gerçekleşmesini arzulayan tavrı hatta insanların akşamları eve dönme-yip sokaklarda başıboş gezindikleri süreler, iç ve dış karşıtlığının bitmek bilmez bir döngüyle şairin varlığını sardığının kanıtıdır. Sanatsal yaratım sürecinde, kendisine ağırlık merkezi aramadan döngüsüne devam sarmal, Necatigil şiirinde tematik olarak eve dönüşü kendisine ana eksen olarak belirleyerek okurun karşısına çıkar. Çünkü tanıdık ve güvenilir olan ev, insanın sadece fiziksel güvenliğini değil, aynı zamanda manevi bütünlüğünü de korumasına, kurmasına yardımcı olacak böylece ruhsal bir sağaltım işlevi de görecektir.

“Sokaktan Gelmek” şiirinde sokağın canlılığı ve tazeliği ile kişiyi ayartıcı bir işlevi olduğuna tekrar değinilir. Sokağa çıkacak olanı Tanrı’ya emanet eden şair, sokağın insanı eksilttiğine inanır:

Sokağa mı çıkıyorsun, dikkat et Emanet ol Tanrıya,

Sokak demek

Eksilmek yarı yarıya.53

Sokak birlikteliği, paydaşlığı bozabilecek çeşitliliği ile evin sessizliğini, tekrarlanan gündelik işleriyle, sorumluluklarıyla rutini bozabilecek bir etkiye sahiptir. Bu yüzden şaire göre, sokağın cazibesine kapılarak eve gelenlerin, başka yaşayışları gözlemleme deneyimlerinden sonra, evi beğenmeme riski vardır. Şiir, okuruna bu cazibe karşısında sendelememesi ve ana rotasını unutmaması için uyarısını tekrarlar:

52 Bachelard, Mekânın Poetikası, s. 227-228. 53 Necatigil, “Sokaktan Gelmek”, Şiirler, s. 97.

(24)

Bir sokağa çıkmayın bozulur bunca büyü Yavan gelir ev size,

Hayatınız kuytu ve küflü, Sokaklarsa aydınlık taze. Ayartıcısı caddelerin eseri Zalim gelişleriniz, Evde size uzanacak elleri İtmek istersiniz.

Haince sokaktan dönüşünüz Sisli, karda...

Çünkü başka yaşayışlar gördünüz Dışarda.54

Necatigil şiirinde sokak, kişiyi manevî anlamda esir alabilecek bir tekinsizliği barındırmasının yanında, fiziki anlamda da bir güvensizliğin işaretidir. Ana rotası ev olmayanların varoluşunu savurup cazibesi ve sunduğu çeşitli imkânlarla insanı baştan çıkarabilecek özelliğe sahip olan sokaklar, hem insana sağlayamadığı güvenlik sorunuyla hem de insanı maddi olanın aksesuarlarıyla sınıflandırıp nesneleştiren tarafıyla modern kaosun en iyi gözlemlenebildiği bir yerdir. Örneğin “Sıralar” şiirinde ölümün, tenha sokaklarda dolaşan bir olgu olarak belirtilmesi, dışarıya karşı duyulan tedirginliğin keskinliğini göstermesi bakımından önemlidir.

Taşı aşkı bas bağrına ansızın kalabalık Tenha sokaklarda gelen giden ölüm55

İnsanların birbirini ve yaşamlarını yakından tanıyıp paylaşımlarda bulundukları eski sokak, tanıdık olan yüzüyle güvenilir olana daha yakınken, şimdi ise hem fiziki hem soyut gerçeklikler düzeyinde ölüme daha yakın görülmektedir. Sıralar şiirine benzer bir şekilde, “Dışarda” şiirinde de sokağın değişen yüzünü gözlemlemek, dükkân vitrinlerinden bile mümkündür. Dışarda insanların nefsine hitap eden çok şey vardır ve kişinin bu uyaranlar karşısında duyarsız kalması hemen hemen imkânsızdır. Fosforlu camların yani süslenmiş vitrinlerin insanları cezbetmek adına şeytanca bir sırıtış içinde olması, insanları ayartmak ve onları nesnelerin bağımlısı ya da daha aşırı bir ifadeyle kölesi durumuna getirmek için çalışan yeni düzenin küçük ama güçlü göstergeleridir:

54 Necatigil, “Sokaktan Gelmek”, age., s. 98. 55 Necatigil, “Sıralar”, age., s. 356.

(25)

Yandı sokak lambaları mum alevi pervane Şeytanca sırıtır fosforlu camlar

Gördüm zifir sarısı dükkân vitrinlerinde Belliydi biliyordu bezgindi

Evimize gidelim.56

Şair, vitrinleriyle insanı kendisine çeken dükkânlardan içeri girse, kendisiyle alay edilip küçümseyeceklerini düşünür. Çünkü vitrin camlarının fosforlu hâli, insana değil paraya saygı anlamına gelmektedir. Betonlaşan evler, kalabalıklaşan caddeler, küçük ama içinde pek çok manevi referansı taşıyan sokakları ve insanın tabiatını değiştirmiş-tir. Mekân, kişilerin fark etme ve duyumsama kabiliyetlerini maddi olana doğru sevk etmeye başlamıştır. Bu durumdan her zaman huzursuzluk duyacak olan şair, okura hemen “Evimize gidelim” çağrısında bulunacaktır:

Alay eder küçümser eziliriz girsek Hep paraya saygı camlar

Camların ardı sırnaşık kirli Yapışkan çarpar

Evimize gidelim.57

Sonuç

Behçet Necatigil şiirlerindeki sokaklarla, beşeri paylaşımların ve kültürel gele-neğin devamlılığını sağlayan yapıların yerinden edildiği bir süreci okura sunmuştur. Geleneksel yaşamın simgesi olan küçük ahşap evleriyle mahalle kültürünü oluşturan sokaklar, modernite ile birlikte yerlerini beton apartmanlara, kalabalık caddelere ve albenisi olan ışıklı vitrinlere bırakarak kamusal ile özel olan arasında keskin hatların oluşmasına zemin hazırlamıştır. Beşeri paylaşımlardan bir başka deyişle doğal olan-dan beslenen eski sokakların, kamusal yaşamın maddi kaynakları ile yeniden inşa edilmesiyle bireysel ve toplumsal hayata ait dengeler arasında ayrıklıklar meydana gelmiştir. Bu durum, insanların bir arada olma, iletişim kurma dolayısıyla ortak bir hafıza oluşturma imkânlarını kesintiye uğratıp çekimser, suskun ya da kaotik, gürül-tülü yeni alanların doğmasına neden olmuştur. Mekânların olduğu kadar, eşyaların ve insanların da değer yıkımına uğradığı bu süreçte sokak, insanın nesneler dünyasında savrulup, özne’liğini yapay üretim araçlarının çarklarına kaptırabileceği ayartıcı ve güvenliksiz bir alana dönüşmüştür.

56 Necatigil, “Dışarda”, age., s. 125. 57 age., s. 126.

(26)

Necatigil’in şiirlerinde, anayurt olarak belirlenen eve/yuvaya dönemeyenler, so-kağın yabancılaşmış bu kalabalık yeni dünyasında telafi edilemeyecek varoluşsal bir yitikliği yaşama riskiyle karşı karşıya kalmışlardır. Bu yüzden onun şiirlerinde sokak ancak bir ara durak olmak şartıyla ve ev ile kurduğu diyalektizm etrafında oluşturacağı düşsel sonsuzluk alanı ile anlamlı olacaktır. Nitekim sanatsal yaratım sürecinde, küçük odasından büyük bir dünyaya açılmayı başaran Necatigil kendi içtenlik evini, içeri ve dışarının arasında aralıksız devam etme özelliği gösteren diyalektik ile inşa etmiştir. Bu durum onun mekânlara ve yaşantılara karşı olan duyumsama gücünü arttırırken, ona şiirsel olanı evrensel olana taşıyabilme imkânını sunmuştur. Bu hâliyle Behçet Necatigil merkezine insanı ve ona ait her şeyi koyduğu şiirlerinde, sokağı geçirdiği tüm değişim süreçleri etrafında hem realist hem de romantik bir bakış açısıyla ele al-mış ve okuruna da bu serüvenin önemli özneleri olarak kalmaları arzusuyla uyarılarda bulunmayı ihmal etmemiştir.

KAYNAKLAR

Assmann, Jan, Kültürel Bellek Eski Yüksek Kültürlerde Yazı, Hatırlama ve Politik Kimlik, çev. Ayşe Tekin, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2001.

Bachelard, Gaston, Mekânın Poetikası, çev. Aykut Derman, İstanbul: Kesit Yayıncılık, 1996. Berman, Marshall, Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor, çev. Ümit Altuğ-Bülent Peker, İstanbul:

İletişim Yayınları, 2016.

Bozdoğan, Sibel, Modernizm ve Ulusun İnşası Erken Cumhuriyet Türkiyesi’nde Mimari Kültür, İstanbul: Metis Yayınları, 2008.

Çetin, Nurullah, Behçet Necatigil Hayatı, Sanatı, Eserleri, Ankara: Akçağ Yayınları, 2013. Giddens, Antony, Modernite ve Bireysel-Kimlik Geç Modern Çağda Benlik ve Toplum, çev.

Ümit Tatlıcan, İstanbul: Say Yayınları, 2010.

Harvey, David, Kent Deneyimi, çev. Esin Soğancılar, İstanbul: Sel Yayıncılık, 2016.

Lefebvre, Henri, Gündelik Hayatın Eleştirisi III Moderniteden Modernizme (Gündelik Hayatın

Meta-Felsefesi), çev. Işık Ergüden, İstanbul: Sel Yayıncılık, 2010.

May, Rollo, Yaratma Cesareti, çev. Alper Oysal, İstanbul: Metis Yayınları, 2016. Necatigil, Behçet, Şiirler, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2016.

, Düz Yazılar II, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2006.

Sarısayın, Ayşe, “Çok Şey Yarım Hâlâ” Ayşe Sarısayın Babası Behçet Necatigil’i Anlatıyor, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2011.

Sennet, Richard, Kamusal İnsanın Çöküşü, çev. Serpil Durak-Abdullah Yılmaz, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2016.

Türk, Hikmet Sami, Şair ve Öğretmen Kimliğiyle Behçet Necatigil, Ankara: Akçağ Yayınları, 2006.

Referanslar

Benzer Belgeler

Anma törenine, sanatçının tüm mal varbğını bıraktığı Türk Eğitim Vakfi’nın Genel Müdürü Ünal Somuncu, ses sanatçısı Mustafa Sağyaşar ve sevenleri

Merhum Meşrutiyet inkılâbına ka­ rışarak İstanbul’da fevkalâde komi­ serlik vazifesinde bulunmuş, bilâha­ re İsveç’te jimnastik ihtisasını yapa­ rak memlekete

Bağdat Mektupçuluğundan emekli Suphi Bey ve Raziye Hanım’ın oğlu olan Ali Çelebi, 1904 yılında İstanbul’da do­ ğar.. Baba Suphi Bey döneminin

nen, Selçuklular zamanında yapılmış ilk roket çalış­ malarına ait plan ve krokiler; Kurtuluş Savaşı sıra­ sında kullanılmış olan uçaklara ait maketler;

Nous travaillions beaucoup avec quelques ouvrières Que nous avons déniché au prix de mille difficul­ tés pour terminer les robes que nous avions. Nous allons

Aile mektuplarının çoğunda malî sıkıntılar, memuriyet ve ev nakilleri, oğlu Ali Ek­ rem’in tahsiliyle alâkalı hususlar, Nam- mık Kemal’in yazdığı eserlerle

Türkiye Bankalar Birliği Başkanı Ersin Özince, ‘güneşli günler görmeyi bek­ leyen’ çocuklarımızla ilgili gerçeği ve 2 0 0 3 yılında başlattıklan

Yaşı 70'i geçmiş ama yaptığı heykeller sayesinde ayakta duran Helen İçin Yıldız Kenter, “Helen biraz da benim” diyerek başarılı bir oyun