• Sonuç bulunamadı

Beşinci Haremi Şerif

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Beşinci Haremi Şerif"

Copied!
144
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

BEŞİNCİ HAREM-İ ŞERİF

(2)

BEŞİNCİ HAREM-İ ŞERİF

Prof. Dr. Yusuf Kenan Haspolat

Tür

Araştırma

Sayfa Tasarımı

Erdinç Baş

Birinci Baskı

AĞUSTOS

2014(e-kitap)

Bu kitabın her türlü yayın hakkı Prof. Dr. Yusuf Kenan Haspolat’a aittir.

Tanıtım amacıyla yapılacak

kısa alıntılar dışında yazarın yazılı izni olmaksızın hiçbir yolla

çoğaltılamaz.

ISBN:

978-605-9064-00-2

(3)

Yusuf Kenan Haspolat

• 1954 yılında Diyarbakırda doğmuştur. Çocuk

Hastalıkları, Çocuk Acil, Gelişimsel Pediatri ve Endokrin dallarında

profesör olan yazar halen Dicle Üniversitesi Çocuk Hastanesinde

Anabilim Dalı Başkanı olarak görev yapmaktadır. Yazar evli ve iki çocuk

babasıdır.

Yayınlanmış Eserleri

Bedüzzaman ve Diyarbakır

Dicle İlçesi

Diyarbakır Ekonomi Tarihi 1

Diyarbakır Ekonomi Tarihi 2

Diyarbakır Sosyokültürel Tarihi 1

Diyarbakır Sosyokültürel Tarihi 2

Diyarbakır Sosyokültürel Tarihi 3

Diyarbakır Yeraltı Kaynakları

Diyarbakır Yerüstü Kaynakları 1

Diyarbakır Yerüstü Kaynakları 2

Diyarbakır'da Çevre ve Doğa (Sempozyum)

Diyarbakır'da Doğal Hayat, Su, İklim, Enerji, Maden

Eğil ve Turizm

Ergani İlçesi ve Turizm

Gül Şehri - Diyarbakır Sempozyumu

Hani İlçesi

Her Yönüyle Diyarbakır İlçeleri

Karacadağ

Peygamberler, Sahabeler ve Evliyalar Kenti Diyarbakır

Peygamberler, Sahabeler ve Evliyalar Kenti Diyarbakır (4. Baskı)

Sema (Şiir)

Tabiattan Fısıltılar (Şiir)

Tarih - Kültür - İnanç Kenti Diyarbakır

Tüm Yönleriyle Çermik İlçesi ve Turizm

Ümit (Şiir)

Tüm Yönleriyle Diyarbakır Kulp İlçesi Ve Turizm

Tüm Yönleriyle Diyarbakır Kocaköy İlçesi Ve Turizm

Tüm Yönleriyle Diyarbakır EĞİL İlçesi Ve Turizm

Tüm Yönleriyle Diyarbakır Camileri (Hz. Süleyman Camii)

Beşinci Harem-i Şerif

(4)

İÇİNDEKİLER

(5)

1.BÖLÜM

(6)

1

BEŞİNCİ HAREM-İ ŞERİF

Anadolu’nun en eski camisi olarak kabul edilen Diyarbakır Ulu Camisi, enlemesine yönlenen plan tiplemesi içinde, mihrabın yer aldığı güney duvara paralel payelerle destekli sahnlardan meydana gelen bir yapıdır. Cami, 715 tarihli Şam Emeviye Camisi’nden etkilenmiş görünmektedir. Her iki yapının ayrıldığı tek nokta, mihraba dik gelen sahn üzerinde Şam Emeviye Camisi’nde kubbe desteğinin görülmesidir. Bu nedenle, Diyarbakır Ulu Camisi de, bu tiplemenin mihrap önünde kubbe bulunmayan prototipi olarak görülür.

Birçok değişikliği büyütmeleri ve restorasyonları kapsayan Diyarbakır Ulu Camisi, yaklaşık olarak 7. yüzyıla tarihlenir. Cami orijinalinde düz damlı bir harim, şadırvanlı büyük bir avlu ve değişikliğe uğramış üç taraflı bir revak dizisinden oluşur. Avlunun kısa kenarları; geç antik Bizans yapı elemanları ile İslam motiflerini başarılı bir biçimde birleştiren iki katlı yapılarla çevrilidir (Gierlichs, 2000).

Avlu kuzeybatısına XII. yüzyıl ikinci yarısında eklenen Şafiler Camisi ve avlu kuzeydoğu kanadına XII. yüzyıl sonu XIII. yüzyıl başlarında eklenen Mesudiye Medresesi ile yapı şekli belirginleşir. Hanefiler bölümü; doğu batı doğrultusunda üç

(7)

2 nefli mihraba paralel sahnların, mihrap önünde dik bir sahnla kesiştiği, dikdörtgen planlı bir yapıdır. Güney cephenin ekseni ile batı köşesinin tam ortasında yer alan dikdörtgen minaresine giriş yapı içinden gerçekleşir.

Avlunun, doğu ve batısında yer alan sütunlarla destekli batıdaki çift katlı revağın, güney köşesindeki kapı ile dışarıya ve Zinciriye Medresesi’ne açılım sağlanır. Avlunun kuzeyinde yer alan geçiş, bir yandan kuzeydeki sokaklarla ilişkili iken, bir yandan da Mesudiye Medresesi ile ilişkilidir.

Avluda sekizgen planlı ve sekiz adet sütun üzerine oturmuş ahşap çatılı, saçaklı ve sivri külahlı şadırvan, hemen batısında ise, kare planlı sekiz mermer sütun üzerine oturtulmuş ve yerden yükseltilmiş bir namazgah, namazgaha batıda birleşik kare planlı bir açık havuz yer almaktadır. Avlu’nun kuzeybatı kanadını oluşturan Şafiiler Camisi, doğu-batı doğrultusunda mihraba paralel üç sahnlı dikdörtgen planlıdır. Sahnları oluşturan sütunlardan doğu ve batı yönündeki sivri kemerler, duvar payelerine oturmaktadır. Kuzey yönde tuvaletlerle birleşen duvarlar kalın ve sağırdır. Güney yönde mihrap, mihrabın iki yanında ise üçer pencere ve sonunda iki kapı açıklığı yer alır. Bu kapılardan en doğuda yer alanı avluya açılırken, en batıda yer alanı avlu batı revağına açılır.

Caminin duvarlarını oluşturan genel malzeme, düzgün kesme taş olarak işlenmiş bazalttır. Bazalt, tüm yapılarda, kemerlerde ve kemer üstü örgü sistemlerinde kullanılmıştır.

Ulu Cami’de devşirme olarak kullanılan antik dönem devirme malzemesi kullanımı, Selçuklunun egemen olduğu tüm alanlarda görülen bir uygulama olup, Selçuklu öncesinde İslam sanatı içinde Emeviler’den bu yana kullanıldığı da bilinmektedir.(22)

(8)

3

Ulu camii

(9)

4

Hz.Musa zamanında yapılan heykel kısmı kuzey taraf

(10)

5

(11)

6

Ulucami doğu kısmı

(12)

7

Doğu Maksuresi

Avlunun doğu kısmında yer alan doğu maksuresi kitabesinden anlaşıldığı üzere İnaloğlu , Mahmut ve Veziri Nisanoğlu Ali döneminde 1163-1164 yıllarında yaptırılmıştır Üst katı Osmanlı döneminde kütüphane amaçlı kullanılmıştır; Doğu revakının her iki katındaki sütunlar olağanüstü güzellikteki nakışlarla bezeli korint düzeninde başlıklara sahiptir. Kaynaklara göre bu sütun başlıkları antik bir tiyatronun cephesinden sökülerek bu yapıda kullanılmıştır 'Üst kattaki sütunlar tek parça alt kattakiler ise çeşitli boylarda iki veya üc sütun parçasının birleştirilmesinden oluşmuştur(117)

Ulu cami kuzey kısmı

Ulu caminin tarihçesi çok eskiye dayanır. Anadolu’nun ilk camisi olarak kabul edilir. Diyarbakır şehri İslam orduları tarafından 639 yılında fethedildiği zaman, bu yerde Saint Toma veya Mar toma kilisesi denilen bir mabedin var olduğunu, bunun ilkin üçte birinin, daha sonra tamamının camiye çevrildiği belirtilmektedir.

(13)

8 Bu dönemde kiliselerin camiye çevrilmesi doğal olarak karşılanmakta çünkü ibadet yapılacak mekânlara ihtiyaç duyulmakta bir taraf tanda savaşlar devam ettiği için zorunluluktan böyle bir uygulamaya gidilmiştir. Dünyanın her tarafında bu uygulamaları görmek mümkündür. Örneğin İspanya’nın, Endülüs Emevi Devleti’nin elinden çıkmasıyla birçok cami kiliseye çevrilmiştir. Başta bahsettiğim gibi bunlar zorunluluktan ortaya çıkan tarihi olaylardır.

(14)

9

Ulu camii

Caminin ilk dönemdeki mimari özelliklerinden pek fazla bir bilgi yoktur. Ama 1046 yılında şehrimize gelen ünlü İranlı bilgin ve gezgin Nasır-ı husrev’in sefername eserinde ulu camiyi şöyle anlatıyor: "Bu Camii de karataşla yapılmıştır. Öyle mükemmel bir yapıdır ki, ondan daha düzgün, ondan daha sağlam yapılmasına imkân yoktur. Camiin içinde 200 küsur taş direk(sütun) vardır. Her direk yekpare taştandır. Direklerin üstüne hepsi taştan olmak üzere kemerler yapılmıştır. Kemerlerin önünde öbür direklerden kısa direkler, o büyük kemerlerin üstünde yine bir sıra küçük kemerler vardır. Bu mescidin bütün damları kubbelerle örtülmüş, her tarafı oyma işleriyle, nakışlarla süslenmiş, boyanmıştır. Tam ortada taştan yapılmış bir havuz, havuzun ortasında bir lüle var ki fıskiyeden berrak su fışkırır. O suyun nereden gelip nereye aktığını göremezsiniz."

Bir diğer ünlü seyyah Evliya Çelebi Arapça adıyla (Camii Kebir) yani Ulu Camiyle ilgili olarak Seyahatname'sinde şu bilgiyi veriyor:

"Şehrin ortasında eski mabet, Diyarbakır’ın yüzsuyu yani Camii Kebir. Mürevvihler birliktirler ki bu eski ibadet yeri, ta Hazreti Musa zamanında yapılmıştır. Bahçe sütunlarının sağ tarafında bir sütun üzerinde İbranice tarihi vardır. Kale her kimin eline geçmiş ise, yine bu mabet, mabet olarak kalmıştır. İçinde öyle ruhaniyet var ki

(15)

10 bir kimse iki rekât namaz kılsa kabul olunduğuna kalbi şahitlik eder. Güya Halep’in Ulu Camii, Şam'ın Emevî Camii yahut Kudüs'ün Mescit-i Aksâ'sı, Mısır'ın Ezher Camii, İstanbul'un Ayasofya'sıdır."

Ulu cami İslam âlemi için önemli bir ibadet mekânı olarak görülür. Bu yüzdendir ki Diyarbakır ulu camii İslam âleminin 5.harem-i şerifi (kutsal mekân)olarak kabul edilmektedir.(64)

Diyarbakır Kalesi'nin merkezinde bulunan Ulu Canıi'ye basık kemerli derin bir kapıdan girersiniz. Ortada şadırvanı, etrafında revaklarıyla caminin avlusu Diyarbakır halkının-huzur bulduğu geniş bir dinlenme mekândır. Siz de hazla bir gölgeye oturup yapı hakkındaki notlarınızı karıştırırsınız. Ulu Cami'nin tarihçesi ile ilgili değişik görüşler sıralanır. Ancak kitabesine dayanarak Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah'ın eseri olduğunu kabul edenler çoğunluktadır. Meiikşah Şam'daki Kmeviye Camii'ni tamir ettirirken benzer bir örneğini burada yaptırmıştır. Uzun yıllar kentin cuma camisi olarak kullanılan yapı, deprem ve yangınlar yüzünden zamanla zarar görmüştür. Onarımlar sırasında iç mimaride kullanılan birçok malzeme avlunun cephesine taşınmış, harim mekânı değiştirilmiştir. Avlu etrafındaki görkemli revakların üstünde dolaşan çiçekli kufi kitabe kuşağında, 1091 tarihi ile Sultan Melikşah'ın; Sultan Ebu

Şûcâ Muhammed ve İnanoğulla-rından Atabek Elaldı'nın ( 1 1 1 7 ); İnaloğlu Ebu Mansur'un (1124); İnaloğlu Mahmud ile vezir Nisanoğlu Ali'nin (1103) ve mimar Hibetullah Gürgânî'nin (1155) adları okunmaktadır. Bu zatlar camiyi yaptıran, yapan

ve tamir ettiren kişilerdir.

Diyarbakır Ulu Camii, teşkilatlarıyla birlikte 80.00 x 80.00 m. bir alana oturur. Asıl cami kısmı doğu-batı doğrultusundaki dikdörtgen plânlı avlunun güney kenarı boyunca uzanır. Üç açıklıklı bir kapıyla girilen harim mekânı kıble duvarına paralel iki paye dizisi ile üç şahına ayrılmıştır. Bu sahınlar tam ortadan mihraba dik ve tavanı diğer mekânlardan daha yüksek geniş bir salımla kesilir. Genel hatlarıyla Şam Emeviye Camii'nin plân ve mimarisi tekrarlanmıştır. Sahınları ayıran ayaklar sivri kemerlerle birbirine bağlanmıştır. Ana eksen üzerinde bir mihrapla sağ ve solda girişler, pencereler, üstte yazı şeritleri ve üst örtüdeki kalem işi süslemeler dikkati çeker. Kıble duvarının batı kenarından kare kesitli minareye çıkılır.

(16)

11 Avlunun doğu-batı cepheleri iki katlıdır. Paye ve sütunlarla donatılan revakların avluya bakan cepheleri çok zengin taş oyma ve kabartmalarla süslenmiştir. Avlunun kuzeyinden Mesudiye Medresesi ile 1528 yılında Osmanlı döneminde yapılan

(17)

12

(18)

13

Ulu camii(Google earth)

Diyarbakır ulu camii 1115 tarihinde büyük bir yangın geçirmiş ve çok büyük hasarlar görmüştür. Urfalı Mateos Vakayinamesinde yangını şöyle anlatır:

"Büyük caminin üzerine geceleyin gökten ateş düştü. Ateş o kadar kızıştı ki duvar taşları odun gibi yandı. Şehrin bütün erkekleri oraya koştular, fakat bu sönmez ateşi bastıramadılar. Ateş, bilakis git gide daha çok alevlendi ve göklere yükseldi. Ateş Müslümanların bu mabedini kâmilen kül etti."

Yangında, Nasır-ı Husrev’in söz ettiği 200 kusur taş direk, kemerler ve bütün üst örtüyü kaplayan tüm kubbeler yıkılmıştır

Yangından 2–3 yıl sonra caminin onarımına başlandı. Özellikle batı, doğu ve kuzey duvarlarına antik bir tiyatro cephesinde sökülerek getirilen renkli mermer ve kara taştan sütunlar ile korint biçimindeki yapraklarla bezeli başlıklar üzüm dallı süsler maksure, kütüphane ve medreselerin avluya bakan yüzlerinde kullanıldığı görülmektedir.

Diyarbakır ulu camii birçok farklı dönemlerde eklentiler ve onarımlarla günümüze kadar ulaşmıştır. Büyük Selçuklular devrinde (1092) sultan melikşah zamanında tekrar onartılmıştır. Mimarı, Fındık burcunda çalışan Muhammed bin Salame el Ruhevi olabilir. Üslup yapılış bakımından birbirine benzerlikler göstermektedir. Daha sonra inaloğullarından Ebubekir Mansur ilaldı camiyi tamir ettirmiştir. (1117–1125). Bunu nisanoğulları zamanında yapılan onarımlar izledi. (1164) (Mimar Hibetullah El

(19)

14 gurgani).Daha sonra Gıyaseddin Keyhüsrev (1241) Artukoğulları, Akkoyunlular ve Osmanlılar döneminde de birçok onarım ve eklentilerden oluşmaktadır.

Yapımızda okunan tam 22 adet kitabe bulunmakta ve her kitabede ayrı bir ustalık ve hüner vardır.

Caminin planını belirli bir guruba sokmak zordur. Avlu ve mihrap duvarına paralel sahın düzeni ile kufe planlıdır. Ancak bu sahınlar ortada yüksek bir sahınla dikey olarak kesilmektedir. Bu özelliklede emevi plan tipi karşımıza çıkmaktadır. Gerçekte yapı Şam emeviye cami ile aşikâr bir benzerlik gösterir. Ancak Diyarbakır ulu camiinde mihrap önü kubbesi yoktur.

Esas cami (günümüzde Hanefiler bölümü olarak kabul edilen yer) iki ayak sırası ile üç sahına ayrılmıştır. Ayaklar birbirine sivri kemerlerle bağlanır. Üstte ikinci kemer dizisi yer almaktadır. Kıble yönünde sağda bulunan minare bazalt taştan yapılmış olup,kare gövdeli ve silindirik külahlıdır.

Ulu caminin hemen girişinde her iki tarafta aslan, boğa mücadelesi sahnesine yer verilmiştir. Bu sahnede ikonografik olarak gece ve gündüzün birbirleriyle olan mücadelesi anlatılmak istenmiş. Bir diğer anlamı ise gücün mücadelesi olarak gösterilmektedir.

Avlu ortasındaki şadırvan, namazgâh, güneş saati Osmanlı devrine aittir. Yine mihrap ile orta tavandaki nakışlar Osmanlı dönemine aittir. (64)

Evliya Çelebi, seyahatnamesinde; Diyarbakır Ulu Camisinin Hz. Musa zamanında yapıldığından bahseder.. (68)

Evliya Çelebi Ulu caminin Hz Musa zamanında yapıldığını İbranice bir kitabeye dayandırmaktadır.

Evliya Çelebi mabedin Hz.Musa yapıldığı hususunda Rum alimlerinin tümünün hemfikir olduğunu ifade etmektedir.

Lord Kınross isimli seyyah’ın 1954 yılı Londra basılı Toroslardan Asyalı Türkiyede bir Yolculuk isimli eserinde Ulu cami ile ilgili şu yorumda bulunur ‘Ayrıca evliyaların Ulu caminin Mosların(Hz.Musa) zamanında yapılmış olduğuna dair önerileri de göz ardı edilmiş olabilir’

(20)

15 Kanuni birinci İran seferinden dönerken 5 Ekim 1535’de Diyarbakır ulu camiinde Cuma namazını kıldı(71)

Seyahatnamelere göre ulu camii

Buranın en önemli eseri olan Ulu Camiyi seyyahların ağzından dinleyelim

Nasır-ı Hüsrev’in 1061 yılını anlattığı Sefername adlı eseri görülmektedir. Kara taşlardan yapıldığını belirttiği kalenin heybeti ve mimarisi karşısında şaşkınlığa düşerek devam eden Nasır-ı Hüsrev, Ulu Cami’yi şöyle anlatır

“(…) Ulu Camii de bu kara taşla yapılmıştır. Öyle bir mükemmel yapıdır ki ondan daha düzgün, ondan daha sağlam yapılmasına imkan yoktur. Caminin içinde iki yüz küsur taş direk vardır. Her direk yekpare taştandır. Direklerin üstüne, hepsi taştan olmak üzere kemerler yapılmıştır. Kemerlerin üstünde de öbür direklerden kısa direkler, o büyük kemerlerin üstünde yine bir sıra küçük kemerler vardır. Bu mescidin bütün damları kubbelerle örtülmüş, her tarafı oyma işleriyle, nakışlarla süslenmiş, boyanmıştır. Mescidin ortasında büyük bir taş vardır, o taşın üstüne bir adam boyu yüksekliğinde, çevresi iki arşın gelen pek büyük bir yuvarlak taş bir havuz konmuştur. Havuzun ortasında pirinç bir lüle vardır ki oradaki fıskiyeden berrak su fışkırır, o suyun nerden gelip nereye aktığı görünmez. Öyle büyük, öyle büyük bir abdesthane yapılmıştır ki ondan daha iyisi olamaz. Yalnız binaların yapıldığı taşların hepsi karadır.

Evliya Çelebi Seyahatnamesi

“(…) Şehrin ortasında eski mabed, büyük câmi. Diyarbekir’in yüzsuyu olan Câmi-i Kebir: Rum tarihçileri, bu câmiin tâ Hazret-i Musa aleyhisselâm zamanında yapılmış olduğunda birleşmişlerdir. Avlu sütunlarının sağ tarafında, beyaz bir sütun üzerinde İbranice tarihi vardır. Kale her kimin eline geçmişse yine mabed olmaktan geri kalmamıştır İçinde öyle ruhânîlik vardır ki, Bir Müslüman iki rekât namaz kılsa kabul olduğuna kalbi şahit olur. Sanki Haleb’in Ulu Câmii, Şam’ın Emevi Câmii, Kudüs’ün Mescid-i Aksâ’sı, Mısır’ın Ezher Câmii, İstanbul’un Ayasofya’sıdır. Kilise’den câmie çevrildiğine dair binlerce işaret vardır. Zira Minaresi dört köşedir ki, kilise iken çan yeri imiş. Mihrab ve minberi eski uslûptur. Câmiin içi avize ve kandiller ile süslüdür.

(21)

16

Küçük, büyük, çeşitli üç katlı sütunlar birbiri üzerine oturtulmuşlardır. Camiin içinde ayrıca Şâfii câmii vardır. Bütün Şafii mezhebinden olanlar burada ibâdet ederler. Bucâmiin dört kapısı vardır. Gece gündüz cemâatten boş kalmayıp, yetmiş seksen yerinde çeşitli bilim dallarında öğrenim yapılır. Nice yerinde tarikata mensup olanlar çile odasına girip kırk gün ibâdet ve zikir yaparlar. Câmiin dış avlusu beyaz ham mermer ile döşenmiştir. Avlunun ortasında abdest almak için bir havuz vardır. Havuzun bütün musluklarından namaz kılacaklar abdest tazeleyip, ibâdet ederler. (…) Avlunun dört tarafı, İstanbul’daki Sülaymaniye Câmii gibi yan sofalardır. Bu sofalar üzerinde çeşitli mermer, somaki, zenburî ve berakânî sütunlar vardır. En üstlerinde olanlar zayıf ve ince sütuncuklardır. Bu sütunlar üzerinde görülmeğe değer baş aşağı kubbeler vardır. Bu avlunun üç tarafında üç kapı vardır. Yeniden dört köşeli bir minare yapılmıştır. Sözün kısası Diyarbekir’de bu kadar büyük bir câmii yoktur. İçi onbin kişi alır. Yapının bütün eserleri, baş aşağı kubbeleri tamamen has kurşun ile örtülüdür. (…) Cami-i Kebir’de Mercaniye Medresesi: Bilginler arasında payesi vardır. Müderrisi orada molla olur. Müderrsisi ve öğrencileri vardır. Vakıfları kuvvetlidir. Odalarının belirli hizmetleri, et parası ve mum parası devamlıdır.(63)

Evliya Çelebi’nin eskiden buranın bir kilise olduğunu gösteren pek çok kanıt bulunduğunu ve

sonradan kilisenin camiye çevrildiğini ileri sürerken de yanıldığını kaydeder. Çünkü cami, çok büyükbir ihtimalle, eski bir kilisenin yıkıntılarının bulunduğu bir yere inşa edilmiştir. Aynı yerde,muhtemelen daha önce bir pagan tapınağının bulunduğuna işaret eder. Ona göre binanın kendisikesinlikle Müslümanların inşa ettiği bir eserdir ve bunu ilk defa Gabriel ortaya koymuştur.

Gabriel’den önce buranın kiliseden bozma olduğunu iddia eden tarihçilerin hiçbirinin Diyarbekir’egelip camiyi incelemediğini kaydeder. Evliya Çelebi’yi, caminin kare şeklindeki minaresi ve diğer“Suriye tarzı” özelliklerinin yanılttığı düşüncesindedir. Dahası bu yaygın yanlış kanaatin batılı seyyahları da aynı hataya düşürdüğünü belirtmektedir. O kadar ki bu düşüncenin yani eski kiliselerincamiye dönüştürüldüğü ile ilgili genellemenin bazı durumlarda haklı olduğunu ancak bazen de Ulu Camii’de olduğu gibi yanıltıcı genellemelere dönüştüğünü kaydeder. Örnek olarak da Şam’daki Emeviyye Camiisinin de benzer bir iddia ile değerlendirildiğini ancak bunların her zaman doğruolmadığını, ve bu konuda Hasluck’un etraflı bir çalışmayla bu hususu incelediğini kaydeder. (102)

(22)

17 Evliya Çelebi, caminin ortasında mevcut olan abdest havuzunun

güzelliğine dikkat çekerek buraya suyun Hamravat Pınarı ile Ali Nehri Pınarından getirildiğini, avlunun üç tarafında üç kapı bulunduğunu, eserini yazdığı tarihlerde dört köşe bir minarenin yapıldığını, vel-hasıl-ı kelam Diyarbekir içinde 10.000 kişiyi alacak böyle bir caminin bulunmadığını kaydederek bütün yapıları ve tersine dönmüş kubbeleri baştan başa saf kurşun ile kaplı bu camide halen Cuma hutbesinde hatibin, Bıyıklı Mehmed Paşa eliyle Âmid’i fetheden Selim Han’ın adını andığını kaydetmektedir. (102)

. Voyage de Constantinople a Bassora en 1781, Par le Tigre et l’Euphrate et

Retour a Constantinople en 1782, Par le Desert et Alexandrie; Par l’academicien Setsini Traduit de l’Italien adlı yayının içinde

“(…) Burada Türklerin birkaç tane camileri var. Özellikle Ulu Cami seyyahların dikkatini çekmektedir. Bu camide mermerden duvarların çevrelediği güzel bir avlu bulunmaktadır

Niebuhr’dan ve Sestini’den yaklaşık olarak altmış yıl kadar sonra bölgeden ve yapıdan bu defa Horotia Soutghgate söz eder. Yazarın 1840 yılı baskılı Armenia,

Kurdistan, Persia and Mesopotamia With an Introduction Upon the Condition of Mohammedanism and Christianity in Those Countries adlı kitabının 2. cildinde,

“Mardin’den Diyarbekir’e Yolculuk” adlı bölüm içeriğinde,çok kısa bir şekilde de olsa Ulu Cami’den de söz edilir. Yazarın Ulu Cami hakkındaki

“(…) Diyarbekir’in en önemli camisi eskiden bir Hristiyan kilisesi imiş. Ulu cami deniliyor ve bu yerdeki geriye kalan en güzel sanat eseri. Şimdi minare olarak kullanılan kare şeklinde bir kule var. Çatısı eğimli ve pencereler en tepede ve yuvarlak. Her şey bir araya gelince müstesna bir görünüşe sahip ve stil olarak Doğulu’dan çok Avrupalı. Bir kenarında taşla kaplı ve ortasında geniş bir fıskiye olan çok geniş bir alan var. Bu avlunun yüksek duvarları boyunca bir çok çeşit güzel mermerden yapılmış sütun sıraları var ve avlunun 4 tarafında Sünnilerin 4 mezhebini bir araya getiren ayrı yerler var. Kilisenin dış kapısında Kufik veya eski Arapça yazıtlar var

M. Chevalier Lycklama’nın Voyage en Russie, au Caucase et En Perse Dans la

(23)

18

Pendant Les Anners 1865, 1866, 1867 et 1868 adlı yayınının 4. cildi içinde

Diyarbakır ile ilgili bölüm altında Ulu Cami’den

“(…) Diyarbekir’de doğal olarak çok sayıda cami bulunuyor. En büyük camiler eskiden kiliseymiş ve Müslümanlar da burayı fethettiklerinde kendi ibadethanelerine çevirmişler. Burada en önemlilerini zikredeceğim ve ilk önce Ulu Cami’den başlayacağım. Bu cami, bir taraftan korintus tarzında çift sıra kemeri diğer taraftan da yarısı toprağın içine gömülü olan aynı tarzda kemerle çevrelenmiş büyük bir avluya açılmaktadır. Cami sırasıyla beyaz ve –Diyarbekir’in diğer tüm anıtları gibi- kara taşlardan inşa edilmiştir. Yanında sonradan eklenen güzel kare bir minaresi bulunmaktadır. Avlusunu, Arap sanatının en güzel dönemine ait bir tarzda yapılmış geniş bir revakın çevrelediği bir başka cami gezdim

Arifi Paşa Seyahatnamesi’nde, Evliya Çelebiden sonra çok uzun bir süreç

sonrasında ilk defa bir Müslüman yazarın Ulu Cami ile ilgili gözlemlerine tanık olmaktayız. Arifi Paşa’nın yolculuk günlüğü ve Diyarbakır yöneticilerinin isimleri dışında, yoğun bir şekilde kent ve kent çevresindeki yapılardan söz ettiğini gördüğümüz seyahatnamesinin “22 Perşembe” tarihli bölümünde

“(…) Câmi’-i Kebîr şârik vasatındadır. Murabba’u’ş-şekl mürtefice bir minaresi vardır. Ortası yani harem havlusu açık olup bir havuz ile ufak bir namazgâh bulunur. Asl-ı câmi’ müstatilü’ş-şeklidir. Oldukça cesîmdir. Kubbe-i vasatiyyesi puthâneden mütehavvil imiş. Havlusunun Şark ve Garb cihetlerinde müzeyyen mermer ka’ide ve amûdlar üzerine birer kâide var imişse de bozulmuştur. Yalnız direkleri Ba’albek harâbesi gibi kâ’imdir. Cihet-i şarkiyyesinde ise Mekteb-i Rüşdiyye-i Mülkiye bulunur. Ol dahî câmi’-i şerifle ta’mîr-i rahnedir.

Edmund Naumann’ın 1893 yılı baskılı Dom Goldnen Horn zu den Quallen des

Euphrat adlı seyahatnamesinin “Karaamid” başlıklı Diyarbakır bölümünde, Ulu

Camiden

“(…) Kervansarayın yakınında sağ kolda muhteşem mimarisiyle tarihi ve büyük bir yapı olan, harikulade bir mimari abide olarak tarihten bugüne gelen bir ulucami bulunuyor. Ulucami, Sasani döneminden kalma bir saray avlusunun sol kanadına inşa edilmiş. Alanın etrafında, korentiyen sütunlu kemerler bulunuyor. Batı kanadı

(24)

19

şimdilerde nalburhane olarak kullanılıyor. Aldığı sütun üstüne sivri damı olan büyük bir çeşme de görülmektedir

XIX. yüzyıl bitmeden bölgeye gelerek anılarını aktaran Lord M. P. Warkworth’un 1898 yılı baskılı Notes from a Diary in Asiatic Turkey adlı seyahatnamesinde, diğer seyahatnamelere göre çok daha detaylı olarak Ulu Cami’den söz edilir.

“(…) Etrafı gezip görmek için çok az vaktimiz vardı ve daha çok Arap ve Kürt melezi olan yerlilerin bağnazlığı bir Avrupalının camilerin içini gezmesini imkansız hale getiriyor. Ama Tigranes Sarayı denen Ulu Cami’nin avlusuna bakan muhteşem görüntüleri görmek için Diyarbeki’e gezi yapmaya değerdi. Bu binanın yapılış amacını gösteren kesinlikle hiçbir şey yok. 7. yüzyılda Heraclius’un emri ile yaptırılan bir Hristiyan Kilisesinin ve bir Ermeni sarayının kalıntıları var. Ama tarihi ne olursa olsun Bizans mimarisinin en iyi birkaç örneği dizaynının güzelliği ya da süslemenin zenginliği açısından karşılaştırılabilir. Yüksek bir aslan kabartmasıyla süslenmiş üstü kemerli bir geçişin altından geçerken geniş, etrafı çevrilmiş bir toprak parçasına giriyorsunuz; merkezinde kenarlarının etrafında küçük sütunların bulunduğu bir daire ile desteklenmiş bir kaplaması olan bir fıskiye duruyor. Solda cami var ve karşısında alçak basamaklar üzerinde üst yapılar mahvolan süslü sütunlardan bir çizgi var. Birbirlerine yüzü dönük olan diğer 2 tarafta, kemerlerin 2 sütunu tarafından delinen yüksek duvarlar, biri diğerinin üzerinde, çeşitli renkteki mermer ve porfirden ince kazıklar üzerine oturtulmuş. Yukarıdakiler kare, daha az sıvanmış ve Korint sütun başlıkları ile zenginleştirilmişler ve tüm yüzeyi de bol miktarda, en süslü yontulmuş yaprak ve çiçeklerle kaplanmış

Cumhuriyet Dönemi’nin ikinci ve son seyyahı ise, 1954 yılında basılan Within the

Taurus a Journey in Asiatic Turkey adlı kitabın yazarı olan Lord Kinross’tur.

“(…) Diyarbekir’de göze en çok çarpan bina şehrin tam merkezinde bulunan, girişinde bir çift güçlü aslanın bir çift boğayı aburca yediği Ulu Cami’dir. Kocaman avlusunun bir tarafı bir Osmanlı camisine yetecek kadar geniş öbür tarafında ise bir Bizans kilisesinin harabesi durur. Birbirinin yüzüne bakan diğer iki tarafta iki tane şaşaalı ama şaşırtan cephe var. Her biri korent tarzı sütunlardan bir sıraya sahip. Bazıları acanthus ve bazıları da nilüfer çiçeği şekilli sütun başlığına sahip ve oval kemerlerle sınırlandırılmışlar. Orijinal sütunlar çok küçük olduğundan yükseklik

(25)

20 kazanmak için üst üste konulmuşlar. Cephelerin ve özenilmiş dekorasyonun genel izlenimi klasik olduğu yönünde. Ama ayrıca bir çok kısmı arabeski somutlaştıran Kufıc el yazısı şeritler, sarkıt kaideleri ve anahtar ve zincir örnekleriyle yontulmuş sütunlar, Pers ya da Arap özellikleri gösteriyor. Öyle gözüküyor ki 6. yüzyılda Sasaniler var olan Roma ve Bizans bina sütunlarını bir sarayın temeli olarak kullanmışlar ve Pers tarzıyla bitirmişler ama sivriltilmiş kemerler Müslümanlar tarafından 12. yy’da eklenmiş olabilir. Etkisi bazı tuhaf islami Dükalar tarafından yapılmış bir çift Rönesans tarzı cephe gibi çok farklıydı. Ayrıca evliyaların Ulu Caminin Mosların zamanında yapılmış olduğuna dair önerileri de göz ardı edilmiş değildir.(63)

Ulu camii-tarihi görünüm

(26)

21

(27)

22

(28)

23

Ulu camii-tarihi görünüm

(29)

24

Tarihte ulucami

Doğu maksure-1945(A.Tekin)

(30)

25

1973 yılı Ulu camii(1973 il yıllığı)

1936 yılı Ulu camii

Yapı topluluğunu oluşturan genel malzeme, düzgün kesme tas olarak işlenmiş bazalttır. Avlu revakları üzerinde yer alan bitki ve geometrik süslemeleri ile taç

(31)

26 kapısının iki yanındaki figürlü süslemeler Türk İslam sanatının önemli verileri olarak kabul edilmektedir. Taş, ahşap ve metal malzeme kullanılan Ulu Camide taş olarak bazalt ve kalkerin bir arada kullanıldığı görülmektedir Taş süslemeler oyma tekniği kullanılarak oluşturulmuştur, Ahşap süslemeler, kapı kanatlan şadırvan korkulukları ve iç mekan tavan kaplamalarında karşımıza çıkmaktadır; Bu süslemelerde kafes oyma, boyama ve çatma tekniği kullanılmıştır(117)

Ulu cami İçinde

Gönüller huzur bulur Ulu cami içinde Eğri insan doğrulur Ulu cami içinde

Her şey gerçek yok mecaz Dua,tesbih ve namaz

Yapılır kalpten niyaz Ulu cami içinde

Kemerleri hoş durur Görenleri coşturur Her an Kur’an okunur Ulu cami içinde

(32)

27 İlim,irfan ocağı

Velilerin otağı Yüce dinin sancağı Ulu cami içinde Nur saçan kandili var Çeşmede sebili var Sakalı şerifi var Ulu cami içinde

Dört mezheb mensubuna Göre yapılmış bina

Mü’min ona aşina Ulu cami içinde Beşinci harem derler Dinde mücahit erler, Bülbül olup öterler Ulu cami içinde Rivayet dilden dile

Bir çok nebiler biler Kılmış farz-ü nafile Ulu cami içinde

(33)

28 Ve daha neler neler

Akıp gitmiş seneler Fetihte sahabeler

Ulu cami içinde (M.mergen) Diyarbakır’da kandil gecesi Ulucamii

Molla Hüseyni Fari’nin ‘Tarih-i Hamis’ isimli eserinde Hz.Yunus’un Ulu Cami’de 3 ay namaz kıldığı ifade ediliyor

Ulu cami ve Mesudiye medresesinin tarihiyle ilgili bir söylem

Texier’nin ,Ermenistan,İran ve Mezopotamya hakkındaki eseri (Bölüm 3,s.21)’nde şu bilgiler var:’Amid’in en dikkat çekici anıtlarından biri,söylendiğine göre Tigranes’e ait olan,ancak II .Sapor tarafından işgal edilen kadim saraydır.Bu anıtta birbirine paralel iki cephe ve camiye dönüştürülmüş büyük bir bina vardır.Yapının bugüne kadar ayakta kalmasının nedeni,bu dini işlevi olmalıdır.Cephelerinden her biri,pahalı ve nadir mermerlerden yapılmış çift sıra sütunlarla süslenmiştir,işçilik 3. ya da 4.yüzyıllara aittir (66)

(34)

29 Edmund Nauman seyahatnamesinde ‘Ulucami,Sasaniler zamanından kalan sarayın avlusuna inşa edilmiştir ve sarayın sol avlusunu içine almaktadır.Bu tarafta korint başlıklı sütunlar üzerinde kemerler vardır.demektedir.(67)

1935 Ulu cami meydanı(A.Hayati Avşar)

(35)

30 Ulu Camii Diyarbakır'daki en büyük yapılar topluluğudur Yapı topluluğunda iki cami (Ha- nefiler ve Şafiler Bölümü), iki medrese (Mesudiye ve Zinciriye), doğu-batı maksuresi, minare, abdesthane ve bütün bu yapı topluluğunun ortasında büyük dikdörtgen bir avlu bulunmaktadır, Camiye giriş üç ayrı yerden sağlanır; Doğuda olan kapı ana (taç) kapıdır. Ana giriş kapısının iki köşesinde aslanla boğa mücadelesini simgeleyen ve simetrik olarak işlenmiş kabartma iki figür bulunmaktadır, İki hayvanın mücadelesini konu alan ana giriş kapısı oldukça geniş açıklıklı bir kemer seklinde avluya açılmaktadır; Kuzeyde bulunan kapı, ikinci derecede kullanılır, Kapıdan avluya uzunca bir aralık ile ulaşılır, Bu geçidin çevresi Mesudiye Medresesi, Safiler bölümü ve abdestlik tesisleriyle çevrilmiş ve daraltılmıştır, Batı taraftaki kapı ise batı maksuresi ile Hanefiler bölümünün köşesinde bulunmaktadır.

Bu kapıdan dar bir sokakla Zinciriye . Medresesin ulaşılmaktadır Avlu içerisinde yer alan şadırvan, sekiz adet sütun üzerine oturtulmuştur, 1849 yılında yapılan bu şa-dırvanın mermer sütunlar işlemeli olup üst örtüsü ahşap çatılı sivri külahlıdır Bu şadırvanın yanına kurulan yerden yiikselti1miş kare planlı namazgah bulunmaktadır

(36)

31

Ulu camii girişi(Doğu taraf

1154 yılında İnal Nisan dönemine ait kitabe

(37)

32

Doğu kapı girişi(1973 il yıllığı

Ulu camide namaz vakti

Ulu camide namaz vakti

(38)

33

Ulu cami boşken

(39)

34

Beşinci harem-i şerif

Diyarbakır Ulu Camisi ibadet mekanını enine kesen üç nef ve orta mekanın diğerlerinden daha farklı yükseklikte oluşundan ötürü Şam Emeviye Camisi’ni andırmaktadır.

Şam emeviye Cami, erken İslam Cami mimarisine uygun şekilde enine planda genişlemektedir.

Çünkü ilk İslam Mescidi olan Medine'deki Peygamber Mescidi'de bu planda inşa edilmişti. Kıbleye doğru enine gelişen bir dikdörtgen namaz kılma yeri ve arkasında uzanan geniş bir açık avlu. Bu camiyi görenler, ardından Diyarbakır Ulucami'ye giderlerse Şam'dakinin neredeyse aynısı ile karşılaşacaklardır.

http://www.gezikitap.com/

Bu iki caminin önemli özelliği Harem-i Şerif oluşlarıdır. Diyarbakır Ulu camii 4 dine ibadetgahlık yapmış Mukaddes Mabed (5.Harem-i Şerif)dir

Diyarbakır ulu camiinin önemli manevi bir özelliği vardır:

Anadolunun ilk camii olup,Diyarbakır'ın fethinden bugüne hiç bir zaman düşman işgaline uğramamıştır.Ulu camii 5 Harem-i şerif'den birisidir.Bunlar:

1.Mescid-i Haram 2.Mescid-i Nebi 3.Mescid-i Aksa 4.Şam Emevi camii 5.Ulu camii(Diyarbakır)

(40)

35

Diyarbakır ulu camiinde Cuma namazı Avluda cuma namazı

(41)

36

Tavan

4 mezhep ve Ulucamii

Diyarbakırın tarihi camilerinden Ulu cami dört mezhebe hizmet etmiştir.

Şairliği ile de maruf olan Ebul hasan Aliel-Amidi,Ebul-Kasım Ubeydullah b.el-Ferra,Ebu Abdullah el-Baradani,Muhammed b.Ali b.Selamet gibi,büyük Hanbeli fakihleri Mervanoğulları zamanında ,Diyarbekir’de ve bilhassa Amid’de fıkıh okutmuşlardır.Mamafih Nasruddevle zamanında Amide ve Silvan müşterek kadusu olan Hüseyin b.Salma maliki fakihi olup,bu mezhebe göre,icra-i kaza etmiştir.Bunun ölümünden sonra İbnü’l-Beğal lakabı ile maruf olan ve Amid surları kitabelerinden birinde adı geçen Ebu Hasan Ali Hasan b.Ali el-Amidi kadı olmuştur.Bu fakih Hanbeli mezhebinde idi.Nasruddevle zamanında Şafii mezhebinin büyük fakihlerinden Ebu Abdullah Muhammed b.beyan el_kazruni Diyarbekir’e gelmiş ve kendi mezhebini yaymağa başlamıştır.Bundan sonra XI.asırda bu bölgede Fahrülislam Ebu bekr eş_Şaşi ibn ül_Şahna ve ebu’l-Ganim gibi,Şafii fakihlerini de görmekteyiz.XI.asır sonunda Türklerin gelmesiyle Hanefi fıkhı güçlendi(75)

Ulu Camii’nin Diyarbakır’ın Sosyo-Kültürel ve Ekonomik Hayatındaki Yeri ve Önemi (76)

Diyarbakır denildiğinde akla ilk gelen eser durumunda olan Ulu Cami, tarihte Diyarbakır’ı ziyaret eden seyyahların tamamına yakının dikkatini çekmiştir. Bundan

(42)

37 dolayı, çoğu zaman verdikleri bilgiler birbirinin tekrarı da olsa, Ulu Cami’den söz etmeden geçememişler.

Klasik İslâm şehrinin en önemli alamet-i farikası şehirlerin merkezinde yer alan ulu camilerdir. “Ulu Cami” bazen de aynı anlama gelen “cami’-i kebir” şeklinde ifade edilmiştir. Nitekim bütün eski şehirlerimizde bir “ulu cami” ya da “cami’-i kebir” bulunmaktadır. Çoğunlukla oradaki mahalle adı için de kullanılmaktadır. Bu durum, Diyarbakır Ulu Cami için, Osmanlılardan günümüze kadar devam etmektedir.

Camiler, tarihte klasik İslâm şehirlerinde, mabet olmanın dışında eğitim öğretim ve kültür merkezi, devlet müessesesi, siyasetin konuşulduğu ve icra edildiği merkez, kamu yönetimi, adalet hizmetlerinin yürütüldüğü yer ve askerî amaçlar gibi çok yönlü hizmetlerin sunulduğu mekânlardı. Diyarbakır Ulu Cami de şehrin, özellikle ticaret, kültür-sanat, eğitim merkezi durumundaydı. Nitekim günümüzde Suriçi’nin bütün önemli yolları halen Ulu camiye çıkmaktadır.

Diyarbakır Ulu Cami’nin tarihte ve bilhassa Osmanlılar döneminde şehrin en önemli ilim ve kültür merkezi olduğu anlaşılmaktadır. Arşiv belgelerinden ve seyyahların aktardıkları bilgilerden bu durum anlaşılmaktadır. Vakıf defterlerindeki verilerden, Ulu Cami’de, hitabet, imamet, maarif, te’zinat, muhassıllık ve huffazlık gibi hizmetlerinin verildiği tespit edilebilmektedir. Evliya Çelebi’nin verdiği bilgilere göre; “…bu cami, gece gündüz cemaatsiz kalmayıp yetmiş-seksen yerinde çeşitli ilimler

öğretilir. Nice yerinde tarikat ehli kişiler çileye girip tevhit ve zikirle meşgul olurlar.”

Diyarbakır Ulu cami ve çevresinin bir kültür merkezi olduğu hususu Tavernier’in de gözünden kaçmamıştır. O da buradan söz ederken “… etrafında mollalar, dervişler,

kitap ve kağıt tüccarları ve yasayla ilgili kişiler bulunuyor ifadelerini kullanmıştır.

Osmanlılar döneminde caminin Hanefî ve Şafiî kısımlarının kütüphanelerinin büyük rağbet gördüğü ayrıca cami külliyesi içerisinde El-Hac Ömer Efendi Kütüphanesi ile El-Hac Abdurrahman kütüphanesinin yer aldığı başka kayıtlardan anlaşılmaktadır

Bu önemli eserin ayakta kalması ve hizmetlerin kolaylıkla yürütülmesi için önemli vakıfların buraya tahsis edildiği, Osmanlı arşiv kayıtlarından, anlaşılmaktadır. Bu kayıtlara göre Diyarbakır’daki en önemli cami vakfı “Vakf-ı Cami’-i Kebir” vakfı idi. Bu vakfın geliri 1518 tarihinde 18546, 1540 tarihinde 84447 ve 1564 tarihinde ise 84535 akçe idi. Bu vakıf gelirleri arasında 1518’de 44, 1540’ta 103 ve 1564’te 169 dükkânın geliri yer almaktaydı.

Bazı Osmanlı kayıtlarından Gayrimüslimlerin camilere yakın yerlerde ikamet etmelerine müsaade edilmediği anlaşılmasına rağmen Diyarbakır “Cami’i-i Kebir”

(43)

38 mahallesinde Müslümanlar ile Hıristiyanların birlikte yaşadıkları görülmektedir Bu durumun Osmanlılar zamanında, Diyarbakır’da, Müslümanlar ile Hıristiyanlar arasında iyi komşuluk ilişkilerinin sürdüğüne işaret etmektedir.

Diyarbakır Cami’-i Kebir mahallesinde 3 seyyid, 13 şerifin burada ikamet ettikleri müşahede edilmektedir. Seyyid Mehmet veled-i Seyyid Ahmed’in bâzergân, Ahmed veled-i Ali ile Emir Hacc veled-i Ali’nin sarrâc oldukları görülmektedir Burada özellikle seyyid ve şeriflerin birer meslek erbabı olarak maişetlerini temin etme yoluna gitmiş olmalarına dikkat çekmek gerekir, zira günümüzde kendilerini seyyid diye tanıtanların bir kısmı bu özelliklerini öne çıkarıp çalışmadan halkın dinî duygularını sömürerek geçinmek istediklerine şahit olunmaktadır. Oysa Hz. Muhammed’in soyundan gelenlerin dilenmeleri dinen hoş görülmemektedir.

Diyarbakır Ulu Cami, halk arasında kutsal bir mekân olarak bilinmektedir. Diyarbakırlılar, burayı Beşinci Harem-i Şerif kabul etmektedirler. Nitekim Diyarbakır eski milletvekillerinden İrfan Yazıcıoğlu’nun başbakana bu yönde bir rapor verdiği ifade edilmektedir Bu husun Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde de yer almaktadır. Ona göre burası; Halep’in Ulu Camii, Şam’ın Emeviye Camii, Kudüs’ün Mescid-i Aksası, Mısır’ın Ezher Camii ve İstanbul’un Büyük Ayasofya’sı gibi başka bir kutsal mekândır.(76)

Ulu Cami, Diyarbakır şehrinin imar planı üzerinde olduğu gibi kültürel

yapılanması üzerinde de etkili olmuştur Günümüzde birçok yeni iş merkezleri açılmasına rağmen Ulu Cami ve çevresi hâlâ Diyarbakır için vazgeçilmez önemli bir ticaret bölgesidir.

Bu önemli mabet tarihte, Ulu Camii, Cami’-i Kebir, Çarşı Cami ve Sivake adları ile anılmıştır. Bugün halk arasındaki yaygın olarak Ulu Cami adı kullanılmaktadır.

Diyarbakır Ulu Cami İslâm fethinin simgesi, Müslümanların Bizans İmparatorluğu’na galebe çalmasının sembolü olması bakımından psikolojik bir önem taşımaktadır. Bu eserde, tezahür eden sanat numuneleri İslam sanatının ulaştığı zirve ve estetik anlayışının izlerini yeni kuşaklara taşıması ve sunması eserin önemini artırmaya devam etmektedir. Ayrıca eserin bu özellikleri hem ziyaretçileri, hem de orada ibadet edenleri memnun etmekte, onları kendine hayran bırakmaktadır.

Ulu Cami, Diyarbakır şehrinin İslâmî kültür kimliğini kazanmada ve

sürdürmede bütün ortaçağ ve Osmanlı tarihi boyunca en önemli göstergesi olmuştur. Burası İslâm hâkimiyetinden sonra ve Osmanlılar zamanında şehrin dinî hizmetlerinin

(44)

39 yanında ticaret, eğitim, kültür ve sosyal alanı olma özelliğini korumuştur. Bu hususiyetlerini büyük ölçüde günümüzde de sürdürmektedir.

Bu mabetin Müslümanların ilk fetihleriyle beraber, İslâm dünyasının en muteber insanları olarak kabul gören sahabinin, Anadolu’daki ilk ve en eski camisi olduğunun bilinmesi ve Osmanlılar zamanında, Peygamber neslinden olan, seyyid ve şeriflerin ikamet için caminin yakın çevresine rağbet ettiklerinin ortaya çıkarılmasının günümüz şehir sakinlerinin ve gelecek nesillerin üzerinde olumlu bir etki bırakacağı umulmaktadır.

Diyarbakır Ulu Cami, günümüzdeki binası itibarı ile kilise ya da eski bir Şemsi tapınağının camiye tahvil edilmiş bir bina değildir; ancak mekân olarak İslam öncesi toplulukların da burayı mabet olarak kullandıkları anlaşılmaktadır.(76)

Yapım tarihi bilinmeyen Ulu Camii Anadolu’nun en eski camilerindendir. 639 yılında Diyarbakır’ın Müslümanlar tarafından fethedilmesi ile MarToma Kilisesi camiye dönüştürülmüştür ve bu güne kadar da camii olarak kullanılmıştır. Üzerindeçeşitli uygarlıkların izlerini ve kitabelerini taşıyan Ulu Camii yapı topluluğunundefalarca onarıldığı anlaşılmaktadır. Bu nedenle orijinal halinden ne kadarfarklılaştığı bilinmemektedir. Avlu yüzü silme altı konsolları, silme ve silme üstü sıralarının değiştirildiği, üst örtüsünün bir sıra yükseltilerek ahşap taklidi betonarme tabliyeye dönüştürüldüğü anlaşılmaktadır. Ulu camii Hanefiler ve Şafiiler bölümü

olmak üzere iki kısımdır. Enine planlı tek katlı bir yapıdır. Kuzeyini helâlar batısınıise bir ev sınırlar. Avlu yüzeyinde boşaltma kemerli 6 pencere vardır. Siyah erkek (gözeneksiz) bazalt taşıyla örülüdürler. Kemer araları ve yukarısı beyaz taşla örülmüşaraya 2 yatay sıra işlenmiştir. Kemer kilitlerini izleyen tek beyaz sıra yazıtlıdır. Girişenine planlı ve 3 sahanlıdır. 2 sıralı 5 adet alt başlıksız bazalt kolon doğudan batıya

kemerlerle birbirine bağlıdır. Kemerler ve araları bazalt taşından yapılmıştır.

Yapının Doğu, Batı ve Kuzey taraflarındaki sütun ve sütun başları hariç hemenhemen tamamında gözenekli ve gözeneksiz bazalt taşı kullanılmıştır. Duvarlar,Kemerler, Kemer ayakları, Döşemeler ve minarenin tamamında el ile kesilmiş inceyonu gözenekli ve gözeneksiz bazalt taş kullanılmıştır. İnce yonu taş duvarların arkakısımları ise yine bazalt taşla örülmüş moloz taş duvarların yüzeyleri ise sıvanmıştır.

(45)

40 Diyarbakır yöresinde bazalt taşının kullanıldığı tarihi yapıların ilk yapımındabağlayıcı olarak kireç harcı kullanılmıştır. Ulu camii de cephe yağmuru almayanaşınmamış yerlerde taş sıraları arasında kireç harcı kullanıldığı görülmüştür.

Orijinal olduğu tahmin edilen cephe duvarlarında büyük ebatlı bazalt taşlarınkullanıldığı görülmüştür. Bunların yükseklikleri 30 – 50 cm., uzunlukları 40 – 100cm., derinlikleri ise 20 – 40 cm. olarak belirlenmiştir. “Akça geçmez” adı verilen örgü tekniğiyle örülmüş olan bu kısımlarda taşlar birbirlerine mümkün olduğu kadar yanaştırılmıştır. Diğer bir tabirle “Sıfır derz” uygulamasıyla yapılmış ve derzler bir çizgi halinde görülmektedir. Ayrıca derzlerde yöreye özgü süsleme tekniği olan cas denilen harçla süslemeler yapıldığı görülmüştür. Cephe duvarlarının kimi yerlerinde dış etkilerle cas süslemelerinin döküldüğü tespit edilmiştir. Restore edildiği anlaşılan bölümlerde ise daha düz yüzeyli, küçük ebatlı taşlar kullanılmıştır. Bunların yükseklikleri 20 – 35 cm., uzunlukları 30 – 60 cm., derinlikleri ise 15 – 25 cm. olarak belirlenmiştir. Bu kısımlarda da taşlar mümkün olduğu kadar birbirlerine yanaştırılmış olsa bile orijinal dokunun yakalanmadığı ve derzlerin daha aralıklı olduğu görülmüştür. Bir diğer farklılık ise orijinal kısımların aksine kireç yerine çimento harcının kullanıldığıdır.(1)

(46)

41

Ulu camii

Ulu camii(havadan görünüm)(Foto.F.Türkoğlu

Ulu camii(M.Sözen

Şimdi mimariyi biraz bırakalım,Ulu camide yaşam kültürüne bakalım

Mevlüt Mergen 'Geleneklerinden Koparılan Ulu Cami!' diye dertlenerek konuya giriyor

Yapım tarihi kesinlikle bilinmeyen ve çağlar ötesinden günümüze kadar türlü değişiklikler sergileyerek gelen Diyarbakır Ulu Camii nam-ı diğer, 'Cami-i Kebir'in fiziki

(47)

42 yapısı gördüğü onarımlarla deyim yerinde ise daha da güzelleşmekte ve Bir 'cazibe merkezi' olmak yolunda ilerlemektedir.

Ancak bu mübarek yapının manevi değeri, 1374 yıl önce ne ise bugünde aynıdır, yapılan onarımlar sadece sağlamlaştırmayı gerçekleştirirken 'makyaj'lanmasıyla da daha güzel bir görünüm kazanmaktadır.

Çok değil bundan elli-altmış yıl öncesine döndüğümüzde bildiğimiz klasik Ulu Cami görüntüsü gitmiş ve daha başka bir Ulu Cami çıkmıştır karşımıza diyebiliriz.

Bu durum itirazımızı değil, hoşnutluğumuzu oluşturmuştur ancak, bu mabedin geçmişten gelen bazı 'gelenek' ve 'görenek'leri unutulmuş, ülke genelinde bütün camilerde uygulanan standartlar yaşanmaya başlanmıştır.

Bilindiği üzere Ulu Cami, Hanefiler ve Şafiiler bölümü olarak iki bölümden oluşmaktadır, bu bölümlere yakın zamanlara kadar atanacak İmamların mutlaka kendi cemaatine uygun, yani Şafi'ül-mezhep veya Hanefi'ül mezhep olmaları gerekirdi. Bu gerekliliğe gerek duyulmamaktadır.

Öteden beri Diyarbakır'da Şafii cemaati, yalnız Ulu Camide değil, her camide çokluktadır, buna rağmen bu hassasiyet yakın zamanlara kadar gösterilirdi. Ulu Camide bir de 'İmam-ı evvel' ve 'İmam-ı sani' bulunurdu. Yani iki imamla yürütülürdü, ilk etapta namaza yetişemeyenler yarım saat sonra ikinci imamın arkasında namazlarını cemaatle eda ederlerdi.

Bu durum, Şafiiler içinde aynı idi, bir de müezzinleri vardı Ulu Caminin, denecektir ki şimdi de var doğrudur ama, sözünü ettiğimiz, o elli-altmış yıl öncesinin müezzinliği yok denebilir, sözü biraz açacak olursak, özellikle öğle ve ikindi namazlarında dört müezzin tam kadro bulunurlardı da tesibihatı bölüm, bölüm dört ayrı sesten yaparlardı, diğer vakitlerde ise mutlaka iki müezzin görevinin başında bulunurdu. Ayrıca 'ser müezzinlik' kadrosu vardı Ulu Camide, yakın zamanlara kadar bu kadro başta merhum Celal Güzelses olmak üzere, merhum Hacı Recep Peker ve diğerleri tarafından doldurulmuştu.

(48)

43 Ezanlar yine vaktinde okunuyor. Namazlar yine vaktinde eda ediliyor, doğrudur buna hiç mi hiç itirazımız yok, ancak o günlerin cemaatinden çok değil, bir kişiyi bulunuz da sorunuz aradaki farkı, ahengi, huşu ve huzuru, size o söylesin, Cuma akşamları namazın ardından ve tesbihattan sonra okunan iman ve nikah duasının gerekliliğini o anlatsın.

Hiç kimseyi suçlamak diye bir niyet ve kastımız yok, dedik ya ülke genelinde standartlaştırılmış bu hizmetler, nasıl yerine getirilmesi isteniyorsa aynen öyle ifa ediliyor ‘hademe-i hayratın’ görevlileri tarafından. Sıcak yaz günlerinin Ramazanlarını yaşıyoruz, geçmişte de yaşadığımız gibi.

Ancak şimdi ikindi namazlarından sonra avlu yıkanmıyor, kilimler, hasırlar serilmiyor, taht kurulmuyor şadırvanın önüne, o tahtta müezzinler oturur oradan kamet getirir, bunu yaparken, Namaz içindeki tekbirleri, hatta ayetleri hangi makamda okuyacağını imam efendiye bildirmiş olurlardı, günümüzde ise imamlar bildiğini okuyor, dev klimalar içerisini serin tutuyor denebilir.

Ulu Caminin yitirilen geleneklerinden birisi de 'Rıhle-i Şerif'in' yani Sevgili peygamberimiz Muhammed Mustafa'nın (s.a.v), mübarek sakal-ı şerifinin, Müslümanların ziyaretine açılmasıdır.

Ramazan'ın yirmi yedinci günü yani Kadir Gecesi bu işlem yapılırdı, şöyle ki; muhafaza edildiği minberin en üst kısmında bulunan kasadan çıkarılır.

Baş üstünde ve cemaatin Tekbirleri ve Salavatları Arasında, Cami'nin sol başına getirilir. Burada Müftü veya vekili tarafından bohçalar dualar okunarak açılır ve ziyaret ettirilirdi ki bu işlem ikindi vaktine kadar devam ederdi. Bu gelenek de, rafa kaldırıldı ve her gün ayrı camilere götürülerek Müslümanların ziyaret etmesi sağlandı. Oysa bu uygulama adaba aykırı bir uygulamadır, zira o gitmeyecek, götürülmeyecek.

Müslümanlar O'na gelecek ve peygamberlerinin manevi huzurunda ziyaretlerini yapacaklardır, denecektir. Nüfus çoğalmış, eski usul artık uygulanamaz olmuştur, doğrudur.

Ancak, koca mabedin içinde bir 'sakal-ı şerif' bölümü oluşturulabilir ve cam kafes içinde ziyaret, Ramazan boyunca açık tutulabilirdi, Bununla da bütün şehir halkının

(49)

44 bu ziyareti tıpkı İstanbul'da Hırka-i Şerif ziyareti gibi ziyaret yapması sağlanırken Ulu cami de ziyaretçi akınına uğrardı. (88)

ULU CAMİ TAŞ İŞÇİLİĞİ

Tarih boyunca Diyarbakır’da yaşayan insanlar, Diyarbakır’ı estetik değerler ile donatmıştır. Diyarbakır’da estetik değerlere sahip birçok eser yer almaktadır.

Diyarbakır’ın estetik değerlere sahip eserlerinden biri Ulu Cami’dir. Ulu Cami, eski ve yeni Diyarbakır'ın olduğu gibi, Anadolu'nun da en eski mabed'lerinden biridir. O, türlerinin arasında sıradandışı birçok estetik özelliklere sahiptir. Cami-i Kebir olarak da anılır. Diyarbakır Ulu Camiyi önemli konuma getiren özelliği; onun yerleşim planından tütün da, taş işçiliğinin bir büyük

sanat eseri haline getirilmesine kadar; insanların yüreğinde yerini bulan eski ve yenidünya’nın harikası denilebilecek ayrıcalıklardır. Diyarbakır Ulu Camiin varlığı, dünyanın birçok yerinden, araştırmacıları cezbederek onları kendine çekmektedir.

Taş İşçiliği

Ulu Cami, taş'ın bir büyük sanat eseri haline getiriliği muhteşem bir

mabettir. O, taş üzerindeki süsleme ve bezemelerle güzelliğin zirvesine çıkmış estetik bir abidedir. Taş işçiliğindeki sanatkarane ustalık, bugün Tarih ve Medeniyetinin önemi ile kültür ve sanatımızın sahip olduğu engin ve zengin değerlerimizi

tartışmasız kabul edilir duruma getirmiştir. Bu duvarüstü taş işlemeciliğim bir büyük plastik sanat eseri haline getirmek ancak büyük bir sanat ruhuna sahip olmakla mümkündür. Bu Güzel sanat eserleri, bir kaç bin

yıllık tarihimizin içinden süzülüp gelen ince işlenmiş " Altın taş " niteliği ile eşsiz birer güzel sanatlar abideleri olacaktır. Ulu Camiin Duvarlarım birer canlı sanat müzesi haline getirenler, acaba dünya sanat ve medeniyeti için başvurulacak birer kaynak eser niteliğini taşıyacaklarını, biliyorlar mıydı?

Taş Süslemeciliği

Ulu Camiin taş işçiliğini bir büyük sanat haline getiren önemli özelliklerinden biri de "Taş Süslemeciliğidir". Kendi döneminin, yaşadığı ortamı ve kullandığı eşyayı göze en hoş gelecek şekilde süslemek, onu sanat anlayışı ile biçimlendirmek, Ulu Camii Taş ustalarının, sorumluluğun ötesinde; doğal bir tutkuları olduğunu göstermektedir (1).

(50)

45

Bitkisel Motifler

Sanat, milletlerin kültür ve zevklerini açıklayan, toplulukların geleneklerini, duygularım yansıtan bir kavram olduğuna göre bitkisel motifler “Taş Süsleme Sanatlarında” ne denli bir mucize olduğu, Ulu Camii duvarlarında görülür. Kendi devirlerini oluğu kadar kendi devirlerinin sonraki devirlerin de estetik değerlerini yönlendiren Ulu Camiideki Bitkisel motifli taş süsleme sanatı; Mazinin derinliklerinden gelen sır dolu esintilerini günümüz insanın ulaştırdığı gibi geleceğe de götürecektir. Bitkisel motifler yarı natüralistik, yarı stilize bir üslup ile çalışmıştır.

Çeşit çeşit çiçeklerin yepyeni stilizasyonla Taş üstünde biçim bulduğu Ulu Camii sanki tarihi bir çiçek bahçesine dönüşmüştür. Bu bitkisel motifler Türk dekorasyon sanatının ilk örnekleri olarak gösterilebilir. (1)

Hayvansal Figürler

Ulu camide Hayvan figürlerinden oluşan kompozisyonlar bitkisel motifli Küfî kitabelerle yan yana yer almaktadır. Ulu Camiye üç kapıdan biri ve esas kapı niteliğinde olan doğu kapısının hemen üstünde birbirlerine simetrik olarak yerleştirilmiş kabartma hayvan figürlerin görmek mümkündür. Hayvan figürleri; boğa üzerinde arslankompozisyonudur. Kitabenin hemen alt bölümünde yer almaktadırlar. Bukapının kısa bir koridorundan geçildikten sonra hemen üstüne gözatılırsa; avluya bakan cephesinde kapının iç tarafının her iki bölümünde boğa ve arslan başları görülür. Ulu Camiye Doğu kapısından girildiğinde, kapının her iki yanında hayvan figürleri görülebilir. Bunlar birbirlerine bakar biçimde rölyef olarak yapılmıştır Ulu Camiin doğu kapışı dış-sağ tarafındaki arslan-boğa hayvan figürleri dikdörtgen bir taş üzerine dış kabartma tarzında işlenmiştir. Hayvan figürleri dikdörtgen taş yüzeyi üzerine alttan ve üstten, sağdan ve soldan dengeli boşluklar bırakılarak kompozisyon düzenli bir biçimde yerleştirilmiştir. Arslan-boğa figürü kısmen deformasyona uğratılarak belli bir üslup ortaya konmuştur. Ulu camiin doğu kapısının iç avluya bakan tarafında kapının her iki tarafında arslan ve boğa başlarının rölyefleri yer almaktadır. Her ikiside cepheden yapılmıştır, kare bir zemin üzerinde bitkisel süslemeler arasında yer alan bu boğa ve arslan başları Ulu camiin batı yönüne bakmaktadır. (44)

(51)

46

Aslan-boğa figürü

Ulu cami süslemeciliğinde önemli bir husus Taşlara kondurulan estetiktir. Diyarbakır örneklerinde kalathos dudağının altında akanthus yaprakları arasına yerleştirilen yarım kenger yaprağı ve küçük yumru şeklindeki abakus çiçeği Ulu camide tüm başlıklarda gözlenmektedir. Anadolu ve diğer bölgelerde Roma örneklerinde pek işlenmemiş olması Diyarbakır’a bölgesel bir özellik olarak değerlendirilebilir

İç avlu kuzey revak, soldan ikinci Sütun Üzerinde stilize yılan protomu bulunan

abakus, taban bileziğine bağlı çift sıra akantus yaprak; üst sıra akantus yaprakları arasında yükselen yarım kenger yaprak

İç avlu, kuzey revak, soldan yedinci başlık: Küşelerinde ve bezeme yüzeylerinde kırık. Abakus üzerinde bombe şeklinde çiçek tomurcuğu. Taban bileziğine bağlı çift sıra akanthus; üst sıra akanthus yaprakları arasındaki boşlukta yarım kenger taprağı Batı bölümü, ikinci kat sağdan ikinci sütun: Abakus üzerinde lotus, köşelerde volüt. Kalathos taban bileziğine bağlı iki sıra akanthus yaprağı, üst sıra akanthus yaprakları arasında yarım kenger yaprak

Batı bölümü, ikinci kat, sağdan altıncı sütun: Abakus üzerinde lotus; köşelerde ince volüt, altında dolanan lotusa asılı girland. Kalathos taban bileziğine bağlı iki sıra akanthus

Doğu bölümü, alt kat, soldan dördüncü sütun: Abakus üzerinde meander, ortasında istiridye kabuğu motifi. Taban bileziğine bağlı iki sıra akanthus yaprağı; üst sıra akanthus yaprakları arasında yarım kenger yaprak

Doğu bölümü, alt kat, soldan üçüncü sütun: İki sıra dil yaprak motifi, bezemesiz sade. Volütle çizgi şeklinde

(52)

47 Doğu bölümü, alt kat, soldan ikinci sütun: Abakus üzerinde abakus çiçeği. Kalathos taban bileziğine bağlı tek sıra akanthus yaprak;akanthus yaprakları arasında üç yapraklı lotus çiçeği

Doğu bölümü, alt kat, soldan beşinci sütun: Abakus üzerinde , abakus çiçeği. Kalathos taban bileziğine bağlı tek sıra akanthus yaprağı ve bunların arasında üçlü dil yaprakları; kalathos boşluğunda yarım kenger yaprağı (2)

Cami planı(VBM arşivi)

(53)

48

Hanifiler bölümü güney cephe görünümü (VBM)(47)

Doğu maksuresi batı cephedi görünüşü(VBM) (47)

Şafiler bölümü güney cephe görünümü(VBM)

(54)

49

Şafiler bölümü

Yapının kuzeyinde batı maksureye bitişik inşa edilen şafiiler 'kısmı yer almaktadır; Kaynak- ara göre bu kısmın ilk yapımı 12. yüzyılda İnaloğulları Dönemine tekabül etmektedir. Enine dik dörtgen plan tipine sahip olan Şafiiler kısmı Kanuni Sultan Süleyman Döneminde Atak Beyi Emir Ahmet Zırki tarafından onarılmıştır; Avlu'nun kuzeybatı kanadını oluşturan Şafiiler Camisinin doğu batı yönündeki sivri kemerler, duvar paye1erine oturtulur. Mihraba parale1 uzanan sahınlardan oluşan enine dikdörtgen plan tipine sahiptir. Güney yönde mihrap, mihrabın iki yanında ise üçer pencere ve sonunda iki kapı açıklığı yer alır, Bu kapılardan en doğuda yer alam avluya açılırrken, en batıda yer alan avlu batı revağına açılır,(117)

Yapı üzerindeki kitabeye göre Osmanlı döneminde Atak Beyi Emir Ahmet Zırki tarafından 1528 yılında inşa edilmiştir. Mihrabı, Diyarbakır'ın Osmanlı dönemi valile-rinden Maktulzade Ali Paşa tarafından, mahfili de aynı valinin kethüdası Hüseyin Ağa tarafından eklenmiştir(37)

Kanuni zamanında Vakıf Ahmet bey tarafından yaptırılmış olan

Şafiiler Camisi ya da bölümü, doğu-batı doğrultusunda mihraba paralel üç sahınlı dikdörtgen planlıdır. Sahınları oluşturan sütunlardan doğu ve batı yönünde atılmış olan sivri kemerler, beden duvarlarında duvar payelerine oturmaktadır. Kuzey yönde tuvaletlerin yer aldığı yapılaşmaya birleşen duvarlar kalın ve sağır tutulurken; güney yönde eksende mihrap, mihrabın iki yanında ise üçer pencere ve sonunda iki kapı açıklığı yer alır. Bu kapılardan en doğuda yer alanı avluya açılırken, en batıda yer alanı avlu batı maksureye açılır. Kısa kenarlardan batı beden duvarı sağır duvar şeklinde dışa kapalı bulunsa da, doğu duvarda eksenin kuzeyinde üst kodda üç adet pencere açıklığı yer alır. Kuzey yöndeki son sahının üstünü kapsayan ahşap mahfile çıkış, kuzey eksenin batısında ve kuzeydoğu köşede bulunur. Doğu duvar ekseninin güneyde daha ileriye doğru taşkınlık yapmasının ya da, eksenden kuzeye doğru olan duvarların daha içte kalmasının nedeni, şimdilik tam olarak yanıtlanamamaktadır.(50)

(55)

50

Şafiler bölümü

Cami dıştan 12.30 x 34.00 m ölçülerinde, doğu-batı doğrultusunda enine dikdörtgen planlı ve üç sahınlıdır (. Bu sahınlar ortadan iki sıra halinde beşer ayağın taşıdığı sivri kemerler ayırmaktadır. Hatime girişi iki kapıdan sağlanmaktadır. Bu girişlerin ikisi de güney tarafta olup, biri Batı Maksuresi'nin ait katma açılan cephenin

(56)

51 batı tarafında; diğeri ise cephenin doğu taralında doğrudan avluya açılmaktadır . Caminin üst örtüsü ahşap kirişlerinin üzerinde düz dam şeklindedir.

Caminin cephelerinde fazla hareketlilik görülmemektedir. Batı ve kuzey cepheleri başka yapılarla kapandığı için herhangi bir şey görmek mümkün değildir.

Güney cephesi caminin en hareketli ve göze çarpan cephesi olup, burada itinalı bir işçilik göze çarpmaktadır. Tamamıyla düzgün kesme taş malzeme ile inşa edilmiş cephenin üst kısımlarında iki renkli taş işçiliği görülmektedir. Cephe düzenlemesi ortada yarım daire mihrap çıkıntısı ile bunun iki yanında üçerden altı pencere ve doğu köşedeki kapı açıklığından oluşmaktadır. Cephedeki iki katlı pencerelerden alttakiler düz lenlolu dikdörtgen açıklıklı, üstlerindekiler ise sivri ke merli olarak düzenlenmiştir. Doğu köşede bulunan kapı açıklığı üstten sepetkulpu bir kemerle sonlanmaktadır. Cephede ayrıca pencerelerin üstünde celi sülüs bir yazı kuşağı boydan boya uzanmaktadır

Kıble duvarına paralel üç şahına bölünmüş olan iç mekân düz ahşap tavanla örtülmüştür. İç mekânda, kuzeyde mahfil kıble duvarı ortasında mihrap yer almaktadır. İçeride iki sıra halindeki sivri kemer açıklıkları sütundan sütuna 4.50 m olup, yüksekliği yerden itibaren 5.00 m'yi geçmemektedir. Bu kısımlarda iki kemer arasındaki duvar yüzeylerine nişlerin açıldığı görülmektedir

Camii iç zemini bugün tamamen ahşap döşemelidir. Diğer duvarlar kalın olduğu halde, kıble duvarı ince tutulmuştur. Bu duvar ortasında itinalı bir taş işçiliğini gösteren mihrap yer almakladır

Taş mihrap, kıble duvarı ortasında 1.80 m eninde ve 3.60 m yüksekliğinde dikdörtgen görünüşlüdür. Mihrabı yanlardan ve üstten iç bükey ve dış bükey profilli bir silme sınırlandırmaktadır. Köşelerden sütuncelere sınırlandırılmış mihrap nişi yarım sekizgen planlı olup 0.78 m derinliğindedir. Üstten beş dilimli bir kemer içine alınmış nuıkarnaslı bir kavsara ile nihayetlenmektedir.(30)

Harim, doğu-batı yönünde uzanan dikdörtgen planlı olup ahşap kirişlerle taşınan düz dam örtüye sahiptir. İç mekân doğu ve batıdaki ikişer duvar payesi ile ortadaki iki sıra halindeki beşer sütun üzerine oturan sivri kemerlerle üç şahına ayrılmaktadır. İç mekân oldukça sade tutulmuştur. Kuzeyde doğu-batı eksenli bir ahşap mahfil uzanmaktadır. Mahfile kuzeydeki iki merdivenle çıkılmaktadır. Kıble duvarının ortasındaki mihrap, cephedeki bir pencerenin sonradan kapatılmasıyla elde edilmiştir. Mihrap nişi beşgen planlı olup sivri kemerli ve beş sıra mukarnaslıdır.

(57)

52 Kavsara, beş dilimli bir kemerle kuşatılmaktadır. Nişin köşelerinde silindirik gövdeli birer sütunçe yer almaktadır(37)

AVLU VE REVAKLAR

1-Doğu Revak Bölümünde MaksureIi Kısım

AvIuya bakan cephesi oldukça süslü bu yapının orta verinde avluya girişi sağlayan portal açıklığı yer almaktadır.

Doğudaki bu kısım iki kat halinde olup alt katın avlu cephesi kesme taş ayaklara oturtulmuş kemerlerle, üst kaptın avlu cephesi ise alttaki kemerler hizasına açılmış büyük pencerelerle hafifletilmiştir. Kemerler arasındaki ayakların önüne. iki kat boyunca yükselen bindirme sütunlar yerleştirilmiştir. Sütunlar üstte saçağı desteklemektedir.

Avluya bakan cephesi oldukça süslü alt katın sütunları kaidesizdir. Gövdeler sade, başlıklar korint tarzında süsIüdür. Bu alt kattaki revak kısmının kemer boşluklarının arası bu gün ahşap camlı doğramayla kapatılmıştır. Alt katın dış tarafı, dükkan, eczane ve kıraathane vb. kullanılmaktadır.

Alt kat sütun başIıkları üstünde avluya bakan cephesinde bir yazı kuşağı vardır. Üstünde sade bir taş sırası, Hemen üstünde motif sırası görülür ki motif olarak çiçek, yaprak, asma dalı bulunur. Bunun üstünde sade taş sırası, üstünde yine kabartmalı olarak işlenmiş bitkisel motif sırası ver alır.

Revakın tam ortasındaki giriş kapısının her iki tarafındaki sütun başlıklarının üstündeki yazı kuşağının sütun başlığı üstündeki kısmında bir tarafta boğa başı kabartması, bir tarafta ejder kuyruklu aslan başı kabartması görülür.

Üst kat bir maksuredir. Bu gün kütüphane olarak kullanılmaktadır. Avluya bakan yüzünde taş işçiliği ile oldukça zengin motifler ve yazı bordürü yer alır. Revakı oluşturan alt kat sütun dizisi kaidelere oturmakta, sade gövdeli korint tarzı başlıklıdır. Üstü saçakla örtülü bu sütunlar, saçağı desteklemektedir. On sütun ve dokuz kemer görülür. Kemerlerin arasında pencere yer alır.

2-Batı Revak Bölülümünde Maksureli Kısım

Avlunun batısında iki katlı bu cephe ilgi çekicidir. İnaloğlu Ehul Mansur İlaldı’ nın yaptırdığı, üzerindeki yazıttan anlaşılan bu kısmın bazı sanat Tarihçilerinin ileri sürdüğü gibi bir tiyatro cephesinden alınarak kullanılmış olabileceği, bazı ayrıntıların Hellenistik-Roma süslemesi taşımasından akla yakın gelmektedir.

Referanslar

Benzer Belgeler

Araştırma bulgularına göre öğrencilerin DKAB dersine yönelik tutumları ile, cinsiyet, okul kademesi, sınıf dü- zeyi, okul türü, ikamet edilen yerleşim yeri,

Cami derslerinde karşılaşılan iletişim engellerine dair cemaat tarafından cami içi ve cami bağlantılı diğer etkinliklerde pek nadir rastladığımız bir öz

Prevalence of Helicobacter pylori vacA, cagA, cagE, iceA, babA2 genotypes and correlation with clinical outcome in Turkish patients with dyspepsia. Distribution of vacA alleles

Bu çalışmada EBH çizelgeleme ve rotalama problemi (EBHÇRP) için matematiksel model geliştirilmiştir. Problemde günlük hasta ziyaretleri için hemşire atamaları

Diğer taraftan evvelki gün Bağ­ da ttan şehrimize gelen Başvekil A d­ nan Menderes, dün Vilâyette Vali Gökay ile şehri ilgilendiren husus­ larda görüşmüş

Batı dünyasında Sovyetler Birliği dün­ yasını kuş uçmaz kervan geçmez bir karan­ lık dünya gibi gösteren iddiaların tersine Sertel ile Bakû’dan

20 Ocak 2010’da Dörtyol Devlet Hastanesi acil servisine, çelikhanede yurtd›fl›ndan gelen asit tank› kesimi s›ras›nda kesilen tank için- den ortama yay›lan dumana (1 -

Akdeniz iklim kuşağında Orta ve Batı Toroslar’da yer alan çalışma sahasında, karbonatlı platformlarda potansiyel Terra Rossa oluşum alanlarına yönelik eğim