• Sonuç bulunamadı

Türkiye’nin Avrupa Birliği ’ne uyum sürecinde çevre odaklı kırsal kalkınma politikaları

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Türkiye’nin Avrupa Birliği ’ne uyum sürecinde çevre odaklı kırsal kalkınma politikaları"

Copied!
200
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Koordinasyon Dairesi Başkanlığı

AB Uzmanlık Tezi

TÜRKİYE’NİN AVRUPA BİRLİĞİ’NE UYUM SÜRECİNDE

ÇEVRE ODAKLI KIRSAL KALKINMA POLİTİKALARI

Elif Pınar BAŞARIR

AB Uzman Yardımcısı

ANKARA

2008

(2)

ii ÖZET

Uzmanlık Tezi

TÜRKİYE’NİN AVRUPA BİRLİĞİ’NE UYUM SÜRECİNDE ÇEVRE ODAKLI KIRSAL KALKINMA POLİTİKALARI

Elif Pınar BAŞARIR

Tarım ve Köyişleri Bakanlığı AB Uzman Yardımcısı

İlerleyen yıllarla birlikte daha önemli hale gelen çevre sorunları ile kalkınma olgusu yakın ve sıkı bağlarla birbirlerine bağlıdır. Kalkınma yani gelişmeye devam eden ekonomi ya da artan ekonomik faaliyetler çevre sorunlarına neden olurken, çevre sorunları da ekonomik gelişme ve ekonomik yapı üzerinde etkili olmaktadır. 1972’de Stockholm Konferansı ile uluslararası örgütlerin gündemine gelen çevresel konular, Türkiye‘de özellikle tarım ve kırsal kalkınmaya bağlı olarak ancak 1990’lardan bu yana istikrarlı olarak ele alınmaya başlanmıştır. Katılım öncesi dönem bu eğilimi daha da sürdürülebilir kılacak ve yönlendirecektir. “Müktesebatın” kabulü çevresel endişelerin ve toprak yönetiminde iyi uygulamaların birleştirilmesi üzerinde durmaktadır. Bu husus 2003 yılındaki Ortak Tarım Politikası reformuyla güçlendirilmiş olup geleceğin kilit strateji hedeflerinden biri olarak belirmektedir. Bu kapsamda, ülkemizin kırsal kalkınma politikalarının tarihçesinin öncelikli olarak ele alındığı bu çalışmada, çevre odaklı kırsal kalkınma yaklaşımı çerçevesindeki uygulama alanları ve bu bağlamda, Türkiye’nin AB’ye uyum sürecinde gerçekleştirdiği çalışmalar açıklanmaya çalışılmıştır.

2008, 191 sayfa.

Anahtar Kelimeler: Çevre, çevre sorunları, kırsal kalkınma, Türkiye’nin AB’ye uyum

(3)

iii

ABSTRACT

Expertise Thesis

ENVIRONMENTALLY FOCUSED RURAL DEVELOPMENT POLICIES OF TURKEY IN THE EUROPEAN UNION HARMONISATION PROCESS

Elif Pınar BAŞARIR

Ministry of Agriculture and Rural Affairs Assistant EU Expert

Environmental issues which have become more and more important with years and the development phenomenon are interdependent with tight and close bonds. Development in other words developing economy or increased economic activities cause environmental problems whereas environmental problems are effective on economical structure. Environmental issues which have been come up to the agenda of the international organizations with Stockholm Conference at 1972 have been addressed consistently by Turkish policies only since the 90s, especially in relation to agriculture and rural development. The process of pre-accession will further sustain and orient this trend. The adoption of “Acquis Communautaire” emphasizes the integration of environmental concerns and good practices in land management, an orientation that has been reinforced in the 2003 reform of the Common Agricultural Policy, and emerges as one of the key future strategic objectives. Within this context, first of all, the brief history of the rural development policies of our country is handled in this study and also the field of application within the framework of environmentally focused rural development approach and within this scope the actions realized in the process of harmonisation of Turkey to EU are tried to be clarified.

2008, 191 pages.

Key words: Environment, environmental concerns, rural development, the

(4)

iv

TEŞEKKÜR

Öncelikle hayatım boyunca olduğu gibi bu çalışmam sırasında da benden manevi desteklerini esirgemeyen sevgili aileme,

Bu çalışmam süresince maddi manevi katkılarını esirgemeyen ve her zaman yanımda olduklarını hissettiren değerli dostlarım, Esra DAĞLIOĞLU, Semiha AKIN, Betül ULUCAN ve Fatma ATEŞ’e,

Çalışmamı tamamlamam konusunda moral ve motivasyonumu üst düzeyde tutmama yardımcı olan sevgili dostum Pınar DOĞU GÜRSU’ya,

Literatür araştırmam esnasında yardımlarını esirgemeyen mesai arkadaşlarım Seher MUĞLA ve İlknur DEDE’ye,

Çalışmam sırasında değerli görüşleriyle katkıda bulunan Dış İlişkiler ve Avrupa Birliği Koordinasyon Dairesi Şube Müdürü Sayın Dr. Selma AYTÜRE ve Dış İlişkiler ve Avrupa Birliği Koordinasyon Dairesi Başkanı Sayın Dr. Mustafa İMİR’e

Ve çalışmam süresince bana sonsuz anlayış gösteren Tarım ve Kırsal Kalkınmayı Destekleme Kurumu Başkanı, Sayın Başkanım Mevlüt ÖZEN’e, tüm içtenliğimle teşekkür ederim.

(5)

v

KISALTMALAR DİZİNİ

AB Avrupa Birliği

ABD Amerika Birleşik Devletleri ABGS Avrupa birliği Genel Sekreterliği AÇA Avrupa Çevre Ajansı

AAET Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu AET Avrupa Ekonomik Topluluğu AKÇT Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu

ARIP Agricultural Reform Implementation Project (Tarım Reformu Uygulama Projesi)

AT Avrupa Topluluğu

BM Birleşmiş Milletler

CARDS Community Assistance to Reconstruction Development and Stability (Yeniden Yapılanma, Kalkınma ve İstikrar İçin Birlik Yardımı)

ÇATAK Çevre Amaçlı Tarım Arazilerinin Korunması ÇEP Çevre Eylem Planı

DB Dünya Bankası

DPT Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı DTÖ Dünya Ticaret Örgütü

EAFG European Agriculture Fund for Guarantee (Avrupa Tarımsal Garanti Fonu)

EAFRD European Agricultural Fund for Rural Development (Kırsal Kalkınma için Avrupa Tarımsal Fonu)

EC European Community (Avrupa Topluluğu)

(6)

vi

FEOGA Fonds Europeen d’Orientation et de Garantie Agricole (Tarımsal Yönlendirme ve Garanti Fonu)

GATT General Agreement on Tariffs and Trade (Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Antlaşması)

GEF Global Environmental Facility (Küresel Çevre Fonu) HABITAT Birleşmiş Milletler Yerleşmeler Örgütü

HC Health Check

IFAD Uluslararası Tarımsal Kalkınma Fonu ILO Milletlerarası Teşkilat

IPA Instrument for Pre-Accession (Katılım Öncesi Mali İşbirliği Aracı) IPARD Instrument for Pre-Accession for Rural Development (Katılım Öncesi

Mali İşbirliği Aracı-Kırsal Kalkınma Bileşeni)

ISPA Instrument for Structural Policies for Pre-Acession (Katılım Öncesi Yapısal Politika Aracı)

IT Information Technologies (Bilgi Sistemleri) KOB Katılım Ortaklığı Belgesi

KOBİ Küçük ve Orta Ölçekli İşletme

LEADER Liaison Entre Actions de Développement de l'Economie Rurale (AB Kırsal Kalkınma Girişimi)

MDAÜ Merkezi ve Doğu Avrupa Ülkeleri

MIFF Multi-annual Indicative Financial Framework (Çok Yıllık Gösterge Finansman Çerçevesi)

MIPD Multi-annual Indicative Planning Document (Çok Yıllı Gösterge Planlama Belgesi)

NATO North Atlantic Treaty Organization (Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü) OECD Organisation for Economic Co-operation and Development (İktisadi

(7)

vii

OP Operasyonel Program

OTP Ortak Tarım Politikası

PHARE Coordinated Support for the Reconstructuring of Economics of Poland and Hungary (Polonya ve Macaristan Ekonomilerinin Yeniden Yapılandırılmasına Yönelik Destek Programı)

SAPARD Special Accession Programme for Agriculture and Rural Development (Tarım ve Kırsal Kalkınma İçin Özel Katılım Programı)

TKB Tarım ve Köyişleri Bakanlığı

TKDK Tarım ve Kırsal Kalkınmayı Destekleme Kurumu UKKS Ulusal kırsal Kalkınma Stratejisi

UNDP United Nations Development Program (Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı)

UNEP United Nations Environment Program (Birleşmiş Milletler Çevre Programı)

UNESCO United Nations Education, Science and Culture Organization (Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü)

WEHAB Water, Energy, Health, Agriculture, Bio-Diversity (Su, Enerji, Sağlık, Tarım, Biyolojik çeşitlilik)

(8)

viii

ŞEKİLLER DİZİNİ

Şekil 1.1. Maastricht Antlaşması ile tanımlanan üç sütun... 21

Şekil 5.1. IPA Kırsal Kalkınma Eksenleri... 82

Şekil 5.2. IPA... 87

Şekil 6.1. AB Mali Yardımlarının Kullanım Alanları……….. 109

(9)

ix

ÇİZELGELER DİZİNİ

Çizelge 3.1. BM Binyıl Kalkınma Hedefleri... 39 Çizelge 3.2. AB çevre politikasının yıllara göre gelişim süreci... 46 Çizelge 5.1. 2000-2006 dönemi kırsal kalkınma tedbirleri ve tahsis edilen

destek miktarı... 76 Çizelge 5.2. IPA Kırsal Kalkınma Eksenleri ve Tedbirler... 83 Çizelge 6.1. UKKS’nin stratejik amaç ve öncelikleri... 107 Çizelge 6.2. IPA çerçevesinde 2007-2010 yıllarını kapsayan süreçte bileşen

bazında Türkiye için öngörülen yardım miktarları………... 110 Çizelge 6.3. OP hazırlık çalışmalarından sorumlu kurumlar……… 111 Çizelge 6.4.

ÇOP kapsamında seçilen öncelikler ve önlemler………. 114 Çizelge 6.5.

2007-2009 dönemine ilişkin IPARD Programı’nda belirtilen tedbirler……….

118 Çizelge 6.6. 2010-2013 dönemine ilişkin IPARD Programı’nda belirtilen

(10)

1 İÇİNDEKİLER ÖZET………..……..ii ABSTRACT………iii TEŞEKKÜR………iv KISALTMALAR DİZİNİ………...v ŞEKİLLER DİZİNİ……….viii ÇİZELGELER DİZİNİ………..ix 1 GİRİŞ………4 2 KAVRAMSAL TEMELLER……….7 2.1 Çevre ... 7 2.1.1 Çevre politikaları ... 9

2.1.2 Çevre koruma yolları ... 9

2.2 Sürdürülebilir Kalkınma ... 10

2.3 Kırsal Alan ... 11

2.4 Kırsal Kalkınma ... 13

2.5 Avrupa Birliği ... 15

2.6 Avrupa Birliği’nin Yasal Çerçevesi ... 18

2.6.1 Paris Antlaşması ... 18

2.6.2 Roma Antlaşması ... 19

2.6.3 Füzyon Antlaşması ... 19

2.6.4 Avrupa Tek Senedi ... 20

2.6.5 Maastricht Antlaşması ... 20

2.6.6 Amsterdam Antlaşması ... 22

2.6.7 Nice Antlaşması ... 23

2.6.8 AB Anayasası ... 23

2.6.9 Lizbon Antlaşması ... 24

2.7 Avrupa Birliği Türkiye İlişkileri ... 24

3 ÇEVRE SORUNLARI VE ULUSLARARASI BOYUTU……….29

3.1 Çevre Sorunları ... 29

3.2 Çevrenin ve Çevre Sorunlarının Uluslararası Nitelik Kazanması... 31

3.3 Uluslararası Örgütler ... 32

3.3.1 Birleşmiş Milletler ... 33

3.3.1.1 BM İnsan Çevresi Konferansı – 1972 ... 35

3.3.1.2 Habitat- I Toplantısı – 1976 ... 36

3.3.1.3 Brundtland Raporu: Ortak Geleceğimiz – 1987 ... 36

3.3.1.4 BM Çevre ve Kalkınma Konferansı – 1992 Rio Dünya Zirvesi ... 36

3.3.1.5 Habitat-II: BM İnsan Yerleşimleri Konferansı – 1996 ... 38

3.3.1.6 BM Liderler Zirvesi – 2000 ... 38

3.3.1.7 BM Dünya Sürdürülebilir Kalkınma Zirvesi: Rio+10 – 2002 ... 39

3.3.2 Avrupa Birliği ... 40

3.3.2.1 AB Çevre Eylem Programları ... 42

3.3.2.2 Birinci Çevre Eylem Programı ... 43

3.3.2.3 İkinci Çevre Eylem Programı ... 43

3.3.2.4 Üçüncü Çevre Eylem Programı ... 44

3.3.2.5 Dördüncü Çevre Eylem Programı ... 45

(11)

2

3.3.2.7 Altıncı Çevre Eylem Programı ... 45

3.3.2.8 Avrupa Çevre Ajansı ... 50

3.2.3 Dünya Bankası ... 51

3.2.4 Dünya Ticaret Örgütü ... 53

3.2.5 Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) ... 53

4 AVRUPA BİRLİĞİ ÇEVRE POLİTİKASI………55

4.1 AB Çevre Politikasının Hedefleri ve Temel İlkeleri ... 55

4.1.1 Hedefler ... 55

4.1.2 İlkeler ... 55

4.2 AB Çevre Politikasının Temel Uygulama Alanları ... 57

4.3 AB Çevre Mevzuatının Uygulanması ... 60

4.4 Avrupa Birliği Çevre Politikasının Uygulama Araçları ... 61

5 KIRSAL KALKINMADA YENİ YAKLAŞIMLAR VE AVRUPA BİRLİĞİ’NDE KIRSAL KALKINMA………...………...62

5.1 Dünya Bankası Yeni Kırsal Kalkınma Stratejisi ... 62

5.2 BM Milenyum Kalkınma Hedefleri ... 63

5.3 Dünya Sürdürülebilir Kalkınma Zirvesi (2003) ve WEHAB ... 64

5.4 Dünya Ticaret Örgütü ... 64

5.5 Avrupa Birliği Kırsal Kalkınma Politikası ... 65

5.5.1 AB Ortak Tarım Politikası (OTP) ... 65

5.5.1.1 OTP’nin ilkeleri ve amaçları ... 67

5.5.1.2 OTP’nin uygulama araçları ... 68

5.5.2 OTP reformları ... 69

5.5.2.1 1992 Mac Sharry reformu ... 70

5.5.2.2 Gündem 2000 reformları ... 71

5.5.2.3 2003 reformları ... 72

5.5.3 OTP, OTP reformları ve çevre ... 74

5.5.4 2000–2006 döneminde Avrupa Birliği’nde kırsal kalkınma ... 75

5.5.4.1 AB kırsal kalkınma tedbirlerinin uygulama araçları ... 77

5.5.4.2 2000-2006 dönemi mali yardımlar ... 77

5.5.5 2007–2013 döneminde Avrupa Birliği’nde kırsal kalkınma ... 80

5.5.1 LEADER ... 85

5.5.2 2007–2013 dönemi mali yardımlar ... 86

5.5.3 IPA – Katılım Öncesi Mali Yardım Aracı ... 87

5.5.4 IPA’nın Bileşenleri ... 88

5.5.5 IPA uygulama süreci ... 90

6 TÜRKİYE’NİN KIRSAL KALKINMA POLİTİKALARI………...93

6.1 Tarihçe ... 93

6.2 Kırsal Kalkınma Projeleri ... 97

6.3 Bölgesel kalkınma projeleri ... 100

6.4 Türkiye’nin AB’ye Uyum Sürecinde Kırsal Kalkınma Politikaları ... 103

6.5 Kırsal Kalkınma Politika Belgeleri ... 105

6.5.1 Dokuzuncu Kalkınma Planı (2007-2013) ... 105

6.5.2 Tarım Stratejisi (2006-2010) ... 106

(12)

3

6.6 2007-2013 Döneminde Türkiye’nin IPA kapsamında AB’ye uyum çalışmaları

………...110

6.6.1 IPA Bölgesel Kalkınma Bileşeni altında – Çevre Operasyonel Programı (2007-2009) ... 112

6.6.1.1 Çevre Operasyonel Programının Amacı ... 113

6.6.1.2 Çevre Operasyonel Programının Öncelikleri ve Önlemleri . ... 113

6.6.1.3 Çevre Operasyonel Programının Bütçesi ... 114

6.6.2 IPA Kırsal Kalkınma Bileşeni (IPARD) ... 115

6.6.2.1 IPARD programlaması ... 115

6.6.2.2 IPARD Uygulaması ... 120

7. ÇEVRE ODAKLI KIRSAL KALKINMA YAKLAŞIMI………...122

7.1 Organik Tarım ... 127

7.2 İyi Tarım Uygulamaları ... 130

7.2.1 İyi Tarım Uygulamaları (İTU) Yönetmeliği ... 131

7.2.2 Nitrat Yönetmeliği ... 132

7.3 Projeler ... 133

7.3.1 “91/676/EC Nitrat Direktifi’nin Türkiye’de Uygulanması Projesi” ... 133

7.3.2 Tarım Reformu Uygulama Projesi (ARIP) ... 135

7.3.2.1 Çevre Amaçlı Tarımsal Arazilerin Korunması Programı (ÇATAK) ... 136

7.3.3 Anadolu Su Havzaları Rehabilitasyon Projesi ... 137

7.4 Geleceğe Yönelik Perspektifler ... 139

8. SONUÇ……….141

KAYNAKLAR……….145

EKLER……….149

EK 1. İYİ TARIM UYGULAMALARINA İLİŞKİN YÖNETMELİK………….149

EK 2. TARIMSAL KAYNAKLI NİTRAT KİRLİLİĞİNE KARŞI SULARIN KORUNMASI YÖNETMELİĞİ………...163

EK 3. IPARD PROGRAMI’NDA EKSEN 2 ALTINDAKİ TASLAK HALDEKİ TEDBİR FİŞLERİ (GAYRİRESMİ TERCÜMEDİR)………170

(13)

4

1 GİRİŞ

Küreselleşmenin yoğunlaştığı ve teknolojik gelişmelerin baş döndürücü bir hız kazandığı günümüz dünyasında doğal kaynaklar artan üretim yüzünden azalırken, diğer taraftan üretim sonucu çevreye verilen çıktılar ile tüketim sonucu oluşan atıklar, çevre sorunlarını ortaya çıkarmıştır. Çevre sorunları, yaklaşık son kırk yıllık süreçte, ulusal ve uluslararası kuruluşların gündemine girmiş ve önemli bir yer işgal etmeye başlamıştır. Bu dönemin önemli özelliklerinden biri, çevre sorunlarının doğal yaşam ve kaynaklar ile insanoğlunun sosyal ve fiziksel çevresi arasındaki karmaşık etkileşimin bir sonucu olarak ortaya çıktığının farkına varılmasıdır. XX. yüzyılda, dünyamızı çeşitli boyutlarıyla etkileyen insanlık faaliyet düzeyinin yükselmesi açıkça görülür hale gelmiştir. Atom bombaları, biyolojik silahlar, petrol ve gazın aktif şekilde kullanılması, tarım ve sanayinin hızlı gelişmesi, dünyadaki dev ülkelerin ekonomilerinin askerileştirilmesi (silahlandırılması), tropikal orman sahalarının daralması, toprakların çölleşmesi, plansız kentleşme, tarım arazilerinin sanayi ve konut imarına açılması, su toplama havzalarında konutlaşmaya devam edilmesi, akarsu ve derelere sanayi ve evsel atıkların boşaltılması, yerli ve yabancı gemilerin bilinçsizce bertaraf ettikleri sintine veya balast suları ile denizlerin kirlenmesi, ekosistem üzerinde geri dönüşü olmayan tahribatlara ve çevre sorunlarının küreselleşmesine yol açmaktadır.

Giderek daha önemli hale gelen çevre sorunları ile ekonomi arasında çok yakın ve karşılıklı bir ilişki bulunmaktadır. Ekonomik gelişmenin devam etmesi ya da ekonomik faaliyetlerin artması çevre sorunlarına neden olurken, çevre sorunları da ekonomik gelişme ve ekonomik yapı üzerinde etkili olmaktadır. Bu noktadan hareketle, Birleşmiş Milletler’in 1972 yılında düzenlediği Stockholm Konferansı ile hiçbir şekilde siyasi sınır tanımayan çevresel sorunlar karşısında farklı gelişmişlik düzeylerine ve kültürel yapılara sahip ülkeler birlikte karar alma ve “çevreyi dışlamayan kalkınma” yaklaşımlarını benimseyerek, uluslararası alanda çevre konusunu ele alan ilk belge olma özelliği taşıyan Konferans’ın sonuç bildirgesini imzalamışlardır. İlerleyen yıllarda çevrenin ve doğal kaynakların korunması konusu gündemde kalmayı sürdürmüş ve Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü ve Avrupa Birliği gibi uluslararası örgütler

(14)

5

mevcut politikalarını bu kapsamda yeniden şekillendirmişler ya da yeni oluşan stratejilerde çevresel boyutu da içeren, çok genel olarak “bugünün ihtiyaçlarının, gelecek kuşakların kendi ihtiyaçlarını karşılama kabiliyetlerinden ödün vermeden karşılanması” olarak tanımlanabilecek sürdürülebilir kalkınma yaklaşımını da içeren entegre bir politika anlayışını ön plana çıkarmışlardır.

Bu bağlamda, özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yıkılmış ve dağılmış bir Avrupa’da ortaya çıkan yetersiz gıda üretimi ve gıda alanında dışa bağımlılık sorunlarına çözüm getirmek için ortaya çıkan Avrupa Birliği’nin Ortak Tarım Politikası’nda (OTP) zaman içinde bir reform ihtiyacının ortaya çıkması kaçınılmaz hale gelmiştir. İçinde bulunduğumuz dönemde AB hem söz konusu politikanın giderek karmaşıklaşarak, yönetilebilir olma niteliğini kaybetmeye başlaması hem de Mayıs 2004 ve Ocak 2007’deki genişleme dalgaları nedeniyle ortaya çıkan yeni ihtiyaçlara cevap verebilmesinin sağlanması için geniş kapsamlı bir OTP reformu gerçekleştirmektedir. Bu çerçevede; günümüzde her toplum ve bireyi yakından ilgilendirir hale gelen tarım, yoksulluk, çevre, küresel kirlenmeler, dramatik göç hareketleri, toprak kirlenmeleri, içilebilir su kaynaklarının sınırlılığı ve dezavantajlı nüfus grupları gibi unsurların bir problem olarak addedilmelerinin altında yatan nedenleri mümkün olan en iyi biçimde bertaraf etme gayesi ve dünyada tüm insanların mutlu ve refah içinde yaşadığı bir ortam dileği ve stratejisi ile kırsal alanlarda yaşayanlara yönelik kalkınma arayışları hızlanmıştır.

Buna paralel olarak son yıllarda “kırsal kalkınma” kavramı sıkça gündeme gelmektedir. Birleşmiş Milletler, Dünya Bankası, Avrupa Birliği, Gönüllü Kuruluşlar ve Hükümetler kırsal kalkınma olgusuna daha fazla kaynak, bilgi ve zaman ayırma durumuna gelmişlerdir. Kırsal nüfusun gelir düzeyinin yükseltilerek toplumda sosyal dengenin sağlanması ve rekabet gücünün arttırılması, eğitimin ve katılımcı örgütlenmenin yaygınlaştırılarak kırsal alanlarda insan kaynağının geliştirilmesi ile çevrenin, kırsal mirasın ve doğal kaynakların korunması gibi yapısal dinamiklere sahip olan kırsal kalkınma yaklaşımlarının; küresel ölçekli teknolojik yeniliklerle birlikte kültürel,

(15)

6

sosyal, siyasi ve ekonomik eğilimlere bağlı olarak değişmesi ve yenilenmesi önlenemez bir gerçektir.

Özellikle Avrupa Birliği’ne uyum sürecinde kırsal alandaki sorunların tespiti ve bu sorunlara kalıcı çözümler bulunması gereksinimi Türkiye’de de “kırsal kalkınma” konusunu gündemin ilk sıralarına oturtmuştur. Bundan dolayı da kırsal kalkınmaya yönelik çalışmalar hızlanmıştır. Bu süreçte sadece Avrupa Birliği koşullarına uymak için değil, ülkenin gereksinimlerini ve önceliklerini dikkate alan bir “ulusal kırsal kalkınma stratejisi” çerçevesinde politikalar geliştirilmeye çalışılmaktadır. Diğer taraftan, Türkiye’nin AB’ye katılım sürecinde müktesebatın üstlenilmesine ilişkin yükümlülükleri çerçevesinde, kırsal kalkınma politikalarının ve tedbirlerinin AB Ortak Tarım Politikaları ile uyumlaştırılması özel bir önem arz etmektedir. OTP ve kırsal kalkınma alanlarındaki reform süreci ile öne çıkan rekabet edebilirlik ve çevre gibi yeni odak noktaları dikkate alındığında, AB’nin ‘hareketli bir hedef’ olduğu ve üyelik perspektifi doğrultusunda Türkiye’nin bu gerçekten hareketle, Birliğin gelişen ve değişen yapısını dikkate alarak politikalarını şekillendirmesi zorunludur.

Bu çerçevede, hazırlanan bu çalışma ile Avrupa Birliği, çevre ve kırsal kalkınma konularında önem teşkil eden temel kavramlar öncelikle açıklanmış daha sonra çevresel sorunların ortaya çıkışı ve uluslararası arenada ve AB perspektifiyle ele alınması ayrıntılı olarak belirtilmiş; dünyada kırsal kalkınma alanında yaşanan değişimler AB boyutu ağırlıklandırılarak anlatılmış ve bu süreçte Türkiye’nin kırsal kalkınma politikaları özellikle çevresel boyutları ön planda tutularak ele alınmış ve Türkiye için ideal ve kalıcı bir kırsal kalkınma politikasının temelinde çevrenin ve doğal kaynakların korunmasının vazgeçilemez ve olmazsa olmaz bir unsur olduğunun altı çizilmeye çalışılmıştır.

(16)

7

2 KAVRAMSAL TEMELLER

2.1 Çevre

Çevre kavramı ilk bakışta ne kadar açık ve kolay anlaşılabilir görünmekteyse de, incelendikçe ve ilgi alanı belirlenmeye çalışıldıkça, kavramın o denli karmaşık ve sınırlarının çizilmesinin güç olduğu ortaya çıkmaktadır.

Genel bir tanımla çevre, insan faaliyetleri ve canlı varlıklar üzerinde hemen ya da uzunca bir süre içinde dolaylı dolaysız bir etkide bulunabilecek fiziksel, kimyasal, biyolojik ve toplumsal etkenlerin belirli bir zamandaki toplamıdır. Böyle bir açıdan bakılırsa çevrenin kapsamadığı hiçbir alan ve süreç kalmamaktadır.

Çevre sözcüğü 1970’li yıllara gelene dek, hem Türkçe’de hem de başlıca Batı dillerinde “ortam”, “dolaylarında”, “bulunulan yerin çevresi” gibi anlamlara gelirken, 1970’li yıllar boyunca sözcüğün içeriğinin zenginleştirilmesine tanık olunmuştur. Çevre kaba bir tanımlamayla bile, insan yaşamını koşullandıran doğal ve yapay öğelerin tümü anlamına gelmeye başlamıştır.

Bazı kuruluşlar ise, çevre kavramının kendi faaliyetleri açısından ne anlama geleceğini açıklamaya çalışmışlardır. Örneğin Avrupa toplulukları için çevre, ilişkilerin karmaşıklığı içinde, insan yaşamının çerçevesini, ortamını ve koşullarını olduğu gibi ya da duyulduğu gibi oluşturan öğelerin tümüdür.

Bir başka tanıma göre, çevre evrensel değerler bütünüdür. Bitki ve hayvan toplulukları, cansız varlıklar, insanın tarih boyunca yarattığı uygarlık ve bunun ürünleri tüm insanların ortak varlığıdır (Keleş ve Hamamcı 2005).

(17)

8

Kavramlaştırma çabaları her ne kadar karmaşık görünse de- çünkü çevrenin sayılamayacak kadar çok tanımı yapılmıştır- ana öğeleri kapsayan bütüncül bir yaklaşımla, çevre kavramı için fonksiyonel bir tanımlama yapılabilir: “Çevre”, en kısa anlatımıyla, biyotik (canlı) ve abiyotik (cansız) varlıklar ve bunların karşılıklı etkileşimlerinin bütünüdür.

Tanımlama çok genel gibi görünse de, çevre olgusunu tüm yönleriyle kavrayan bir niteliğe sahiptir, çünkü bu kavramsallaştırma tüm unsurlar ve bunların ilişkileri ile bu ilişkileri etkileyen ve belirleyen etmenler kapsanmaktadır. İnsan, diğer canlı varlıklar (hayvan ve bitki türleri, mikroorganizmalar) ve cansız varlıklar (su, hava, toprak, iklim) çevre olgusunun öğeleridir. Sözü edilen bu öğeler birbirleriyle etkileşim içindedirler. Canlılar cansız varlıkları, cansızlar canlı varlıkları etkilemektedirler ve bu çift yönlü ilişki, aynı zamanda bu iki ana grubun alt sistemlerinde ve gruplarında da yaşanmaktadır.

Çevre kavramını bir başka açıdan; canlıların yaşamasını ve gelişmesini sağlayan fiziksel, kimyasal ve biyolojik faktörlerin bütünlüğü şeklinde tanımlamakta olanaklıdır. Yaşam üzerindeki temel etmenleri önceleyen bu tanıma göre çevre, bir organizma veya organizmalar topluluğunu/toplumunun yaşamı üzerinde etkili olan tüm faktörlerin bütününü ifade eden bir terimdir (Marın ve Yıldırım 2004).

Tanım daha da açılarak yinelenecek olursa, “çevre”,

 İnsanın diğer insanlarla olan karşılıklı ilişkilerini ve etkileşimini,

 İnsanın kendi dışında kalan tüm canlı varlıklarla, yani bitki ve hayvan türleriyle olan karşılıklı ilişkilerini ve etkileşimini,

 İnsanın canlılar dünyası dışında kalan, ama canlıların yaşamlarını sürdürdükleri ortamdaki tüm cansızlarla, yani hava, su, toprak, yer altı zenginlikleri ve iklimle olan karşılıklı ilişkilerini ve bu ilişkiler çerçevesindeki etkileşimini içerir.

(18)

9

Türk Çevre Mevzuatı’nın temelini oluşturan Çevre Yasası’nda, çevreye verilen anlam da sıralanan tanımlara paralellik göstermektedir. Yasaya göre çevre, bütün vatandaşların ortak varlığı olup hava, su, toprak, bitki ve hayvan varlığı ile doğal ve tarihsel zenginlikleri içermektedir (Keleş ve Hamamcı 2005).

2.1.1 Çevre politikaları

Genel olarak çevre politikası, bir ülkenin çevre konusundaki tercih ve hedeflerinin belirlenmesi olarak tanımlanmaktadır. Çevre politikası geniş anlamıyla çevre sorunlarının çözümü için geleceğe yönelik olarak alınması gereken tedbirlerin ve benimsenen ilkelerin bütününü oluşturur.

Çevre politikaları, küresel çevreyi güvence altına almak, çevresel değerleri sürdürebilmek, insanların üretim ve tüketim faaliyetlerinden kaynaklanan zararları ortadan kaldırmak için hedefleri belirlemek ve bu hedeflere ulaşmak için alınması gereken önlemler ve bu önlemlerin getirdiği yükün (maliyetlerin) nasıl paylaşılacağı ile ilgilidir. Çevre politikaları doğrudan çevreyi korumaya yönelik tek bir alan olmayıp, hukuk, maliye, şehircilik, sanayi politikaları ile yakından ilgilidir ve bu alanlarda düzenlemeler yapılırken çevre politikaları ile uyum sağlanması gerekmektedir.

(www.sosyalbilimler.sdu.edu.tr, 2008)

2.1.2 Çevre koruma yolları

 Onarımcı yol (curative model)

Denetleme, eski haline getirtme, tazminat ödettirme vb sonuçlar ortaya çıktıktan sonra, bu sonuçların ya da etkilerinin giderilmesini amaçlayan politika seçeneğidir. Bu politikada, kirleten öder ilkesine uygun uygulama araçlarına başvurulur. Çevrenin eski haline getirilmesi için gereken masrafların karşılanması ya da tazminat ödetme en çok bilinen örneklerdir. Çevreye zarar verene bu zarar ödettirilmektedir. Üretimde girdileri

(19)

10

değil (çevreye dost üretim) çıktıları ve onların sonuçlarını kontrol alma esasına dayanır (filtreler vb).

 Koruyucu/engelleyici yol (preventive model)

Çevreye zarar vermeden ve gelecekteki gelişmeler hesaba katılarak üretim yapılmasını amaçlayan politikadır. Temel uygulama aracı bir üretime başlamadan önce çevre etki değerlendirmesi yapılması ve hazırlanacak rapor doğrultusunda hareket edilmesidir. Bu politikanın diğer bir uygulama aracı da çevreye dost teknoloji ve yenilik geliştirilmesidir (Akdur 2005).

2.2 Sürdürülebilir Kalkınma

Sürdürülebilir kalkınma kavramı iki kısımda ele alınabilir. Birinci kısımda ‘ihtiyaçlar’, ikinci kısımda ise çevrenin günümüzde ve gelecekteki talepleri karşılayabilme gücüne teknolojiden kaynaklanan ‘sınırlamalar’ bulunmaktadır. Diğer bir deyişle sürdürülebilir kalkınma, insan sağlığını ve doğal dengeyi koruyarak sürekli bir ekonomik kalkınmaya imkân verecek şekilde doğal kaynakların akılcı bir şekilde yönetimini sağlamak ve gelecek nesillere yakışır bir doğal, fiziki ve sosyal çevre bırakmak yaklaşımıdır. Böyle bir yaklaşım kalkınmanın her aşamasında küresel anlamda ekonomik ve sosyal politikaların çevre politikaları ile birlikte ele alınmasını gerektirmektedir. Sürdürülebilir kalkınma; toplum için düşünüldüğünde sosyal, ekonomik ve kültürel açıdan, doğal kaynaklar kapsamında düşünüldüğünde ise ekolojik açıdan önem kazanmaktadır. Bu bağlamda, sürdürülebilir topluma ilişkin ilkeler aşağıda verilmiştir:

Sürdürülebilir Toplumun İlkeleri

 Yaşama saygı duymak

 İnsanoğlunun yaşam kalitesini artırmak  Yeryüzündeki yaşamın çeşitliliğini korumak

(20)

11

 Yeryüzünün taşıma kapasitesinin üzerine çıkmamak  Alışkanlıklarımızı değiştirmek

 Herkesin kendi yöresine sahip çıkmasına olanak tanımak

 Kalkınma ve çevreyi bütüncül politikalar çerçevesinde ele almak gibi ilkeler sürdürülebilir toplum yaklaşımına esas teşkil etmektedir.

2.3 Kırsal Alan

Kırsal alanın tarifi bir bakıma kırsal kalkınma faaliyetlerinin gerçekleştirilebileceği mekânları belirlemektir. Ülkemizde tek ve genel geçer bir kırsal alan tanımı yerine farklı sektörler ve çalışmalar için çeşitli fiziki ve sosyolojik tanımlar da yapılmaktadır. Örneğin, “Kentsel alanların dışında kendine özgü doğal coğrafi kaynaklara sahip, nüfusun kırsal yerleşmelerde toplandığı, yerleşme dokusunun seyrek, nüfus yoğunluğunun düşük olduğu alanlar” ya da “belediye mücavir alan sınırları dışındaki mekanlar” veya “doğal coğrafi çevre” kırsal alan olarak tanımlanmaktadır. (DPT 2006.)

Avrupa Birliği’nde de, kırsal alanın herkes tarafından kabul edilebilir ortak bir tanımı yoktur. AB’de her üye devlet kendine göre bir kırsal alan tarifi benimsemiştir. Bunlar genelde sosyo-ekonomik kriterler temeline oturan tanımlamalardır ve birbirinden çok farklıdır. Bu tanımlamalarda kırsal alanlar arazi parçası olarak ele alınıp, tarımsal desen, arazi kullanımı, kentlere yakınlık gibi kıstaslar göz önüne alınabilmekte ya da sosyo-kültürel özelliklere bağlı olarak bir ayrım yapılmaktadır.

OECD (İktisadi İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı) ise, kırsal alanları nüfus yoğunluğu kriterine göre tanımlamıştır. Bu değerlendirmede; nüfus yoğunluğu km² başına 150 kişinin altında olan yerler kırsal alan sayılmakta ve bölgeler üç gruba ayrılmaktadır. Bu ayrımda;

(21)

12

(a) Nüfusunun %50’den fazlasının kırsal alanlarda yaşadığı bölgeler, “kırsallığı baskın bölgeler”,

(b) Nüfusunun %15–50 arasının kırsal alanlarda yaşadığı bölgeler, “önemli ölçüde kırsal bölgeler”,

(c) Nüfusunun %15’inden azının kırsal alanlarda yaşadığı bölgeler ise, “kentselliği baskın bölgeler” olarak sınıflandırılmaktadır.

Türkiye’de genel olarak üretim ilişkileri açısından kırsal alanlar, il ve ilçe merkezleri dışındaki üretime kaynak oluşturan alanlar olarak kabul edilmektedir. Buna göre, istatistiki verilere göre Türkiye nüfusunun %35’i kırsal alanlarda yaşamaktadır (TKB 2003). Ancak bu tanım da çok sağlıklı bir sonuç vermemektedir; çünkü Türkiye’de kent statüsünde değerlendirilen, istihdam ve ekonomik ağırlıklı olarak tarıma dayandığı, kırsal yaşam biçimlerinin yaygın olduğu bazı il ve ilçe yerleşim birimleri kırsal alan niteliğindedir. Diğer yandan, kırsal alan statüsünde değerlendirilen bazı yerleşim birimleri de sanayi ve turizm alanında gelişmiş kentsel alan niteliği sergilemektedir. (Gülçubuk 2006). Bu değerlendirmeler ışığında; kentsel alanlarla kırsal alanların karşılıklı etkileşimi çerçevesinde, tarım ve gıda ürünlerinin işlenmesi ve pazarlanması, gıda kalitesi, tüketicinin korunması ve sağlığına yönelik kontrol yapılarının güçlendirilmesi, ekonomik faaliyetlerin çeşitlendirilmesi, yerel kalkınma kapasitesinin güçlendirilmesi önceliklerinde olduğu gibi kırsal kalkınmaya doğrudan katkı sağlayan bazı tedbir ve faaliyetlerin, kentsel yerleşmelerde gerçekleştirilmesi ya da kentsel yerleşmeler de dikkate alınarak tasarlanması kaçınılmaz olmaktadır.

Kırsal alanın temel niteliklerini yansıtan ve nitel-nicel açılardan tanımlanabilecek tek bir kırsal alan tanımı bulunmamakla birlikte; genel nüfus sayımı, hane halkı işgücü anketi, hane halkı bütçe anketleri ve genel tarım istatistikleri gibi faklı çalışmalar farklı kırsal alan yaklaşımını dikkate almaktadır. Örneğin, nüfus sayımında il ve ilçe merkezleri dışında kalan yerler, hane halkı anketlerinde 20 bin’den daha az nüfusu olan yerler, tarım istatistiklerinde ise tüm köyler ve 5.000’den az nüfusu olan ilçe merkezleri kırsal alan olarak değerlendirilmektedir (DPT 2006).

(22)

13

Bu çalışmada, Sekizinci Kalkınma Planı’nda (2001-2005) ve Ulusal Kırsal Kalkınma Stratejisinde1 (UKKS) kabul edilmiş ve daha sonra hazırlanan programlama dokümanlarına temel teşkil etmiş olan; “kırsal alanlar, 20 bin ve daha fazla nüfusa sahip kentsel yerleşmeler dışında kalan alanlar”dır tanımı dikkate alınacaktır.

2.4 Kırsal Kalkınma

Kırsal alanların, varlığının devam ettirilebilmesi ve kentli kesime göre daha geri ekonomik ve sosyal imkanlara sahip kırsal toplumun yaşam şartlarının iyileştirilebilmesi için geliştirilen girişimlere, genel olarak kırsal kalkınma adı verilmektedir (TKB 2003). İçerik itibarıyla, kırsal kalkınma; kırsal alanda pazar verimliliği, kalite ve sağlık standartlarının iyileştirilmesi, yeni istihdam ve alternatif iş alanlarının yaratılması gibi konuları kapsayan ve aynı zamanda kalkınma çabalarını mekansal boyutta ele alan ve çoğu zaman tarımsal kalkınma ile de arasında yakın bağlar kuran önemli bir politika alanıdır. Bu yönüyle de, özünde sağlık, eğitim, istihdam, ulaşım, yerleşme, haberleşme, bölgesel gelişme, küçük ve orta ölçekli işletmeler (KOBİ) gibi politika alanları ile entegre bir yaklaşımla yorumlanması gereken ve bir bakıma da mozaik niteliği taşıyan çok boyutlu bir kavramdır (Akın 2008).

Genel olarak kırsal kesimde yaşayanlar, doğa ile iç içe ve çevre ile uyumlu bir şekilde hayatlarını sürdürmektedirler. Bu bakımdan bulundukları çevrenin doğal kaynaklarının korunması ve sürdürülebilir kullanımın sağlanması, kırsal kesimde yaşayan insanların hayatlarını ve ekonomik faaliyetlerini sürdürebilmeleri için çok önemli bir olgudur. Ancak, kırsal kesimde hayatı sürdürmenin zorluğu ve ekonomik olarak yaşanan olumsuzluklar, buralardaki insanları doğayı tahrip etmeye ve doğal kaynakları aşırı kullanmaya yöneltebilmektedir.

1

UKKS, 25/1/2006 tarihli ve 2006/1 sayılı Yüksek Planlama Kurulu Kararı ile kabul edilmiş ve 4/2/2006 tarihli ve 26070 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.

(23)

14

Bir yandan kırsal kalkınmanın gerçekleştirilmeye, bir yandan da kırsal alanlarla doğrudan bağlantılı olan çevrenin ve doğal kaynakların korunmaya çalışılması, zaman içerisinde her iki kavramın birleştirilmesine ve dolayısıyla da sürdürülebilir kırsal kalkınma olgusunun ortaya çıkmasına neden olmuştur.

Yukarıda anlatılanlardan yola çıkarak kırsal kalkınmanın tanımı tekrar yapılacak olursa, kırsal kalkınma; kentsel alanların dışında bulunan dezavantajlı yaşam ve çalışma ortamlarında, mevcut doğal kaynakların istismarına neden olmadan, uygulanabilirlik ve sürdürülebilirlilik açısından değerlendirilmek yoluyla, hayat standardlarının ve gelir düzeylerinin yükseltilmesi, refahın arttırılması, bu bölgeler/yöreler/havzalar ile diğer bölgeler/yöreler/havzalar arasındaki gelişmişlik farklılığının kaldırılması, tarımsal yapının iyileştirilmesi, tarımsal üretimde nitelik ve niceliğin arttırılması, her ölçekten işleme sanayinin kurulması, en azından tarımsal üretimin sanayi ile entegre edilmesi, gıda güvenliği, işsizliğin azaltılması, sağlıksız bir göçün önlenmesi gibi amaçlarla, tarımsal örgütlenme, barınma ulaşım, haberleşme, istihdam, pazarlama, kırsal turizm, yöresel el sanatları gibi sosyal, kültürel ve ekonomik alanlardaki mevcut yapılarda ihtiyaçların ve önceliklerin belirlenmesi ve belirlenen hususlarda yetersizliklerin giderilmesi-iyileştirilmesi için planlanan tüm geliştirici faaliyetleri ifade etmektedir (TKB 2003).

Birleşmiş Milletler (BM) Örgütünce yapılan tanıma göre ise kırsal kalkınma; “küçük toplulukların içinde bulundukları ekonomik, toplumsal ve kültürel koşulları iyileştirmek amacıyla giriştikleri çabaların devletin bu konudaki çabalarıyla birleştirilmesi, bu toplulukların ulusun tümüyle kaynaştırılması ve ulusal kalkınma çabalarına katkıda bulunmalarının sağlanması sürecidir” (Gülçubuk 2006).

AB boyutunda kırsal kalkınma kavramının uzun yıllar tarım odaklı olarak algılandığı görülmektedir. Özellikle Gündem 2000 sonrasında ivme kazanan AB’nin Ortak Tarım Politikası reformları kapsamında, kırsal kalkınma vurgusunun giderek belirginlik kazandığı görülmektedir. Gündem 2000 ile, kırsal kalkınma destekleri ile çevre ve hijyen standardı ilişkisi kurulmuştur. 2007-2013 dönemi AB mali perspektifinde, kırsal

(24)

15

kalkınma artık tek bir OTP kalemi altında değil, ayrı fon tahsisatı yapılarak bütçelendirilmiş bir alan olarak karşımıza çıkmaktadır (Dıraor 2008).

Türkiye için kırsal kalkınma kavramı, 9. Kalkınma Planı Özel İhtisas Komisyonu Raporuna göre, “kırsal yerleşimlerde yaşayanların, insanca yaşam koşullarına erişim olanaklarının artması, kalkınma temelinde değişim taleplerinin desteklenmesi, bireylerin kendi öz güçlerini keşfetmesi ve ona dayanması, gelir dağılımında adaletin sağlanması, gelirlerinin artması, eğitim ve sağlık hizmetlerine ulaşım oranının yükselmesi, doğal kaynakların korunarak kullanılması ve zenginliklerin kırsaldaki bireyin hayatına yansıması süreci” olarak tanımlanmıştır (DPT 2008).

2.5 Avrupa Birliği

Birleşmiş Avrupa fikri, gerçek bir siyasi projeye dönüşüp Avrupa Topluluğu (AT) üyesi ülkelerin hükümet politikalarında uzun vadeli bir hedef haline gelmeden önce, sadece filozofların ve ileri görüşlülerin düşlerinde yer alıyordu. Victor Hugo, insancıl ideallerden esinlenen barışçıl bir “Avrupa Birleşik Devletleri”ni hayal etmişti. Bu hayal, İkinci Dünya Savaşı’nın yıkıntılarından sonra Avrupa Kıtası için yeni bir umut oldu.

Avrupa yüzyıllarca yaşanan kanlı savaşlara sahne oldu. Bu savaşlarda, birçok insan yaşamını kaybetti. Bu felaketler üzerine bazı Avrupa ülkelerinin liderleri, barışın sürdürülebilmesinin tek yolunun, ülkelerinin ekonomik ve siyasi yönlerden birleşmesi olduğu fikrine vardılar. Avrupa'da ulusal uzlaşmazlıkları aşabilecek bir örgütlenmenin kuruluşu İkinci Dünya Savaşı sırasında totaliter yönetimlere karşı savaşan direniş hareketlerinden kaynaklandı (www.abgs.gov.tr, 2008). Avrupa bütünleşmesine giden yolun başındaki üç temel neden; Doğu’dan yani Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nden alınan siyasal ve askeri tehdit, Amerika Birleşik Devletleri’nden alınan ekonomik tehdit ve Batı Avrupa’da tarih boyunca yaşanan geleneksel Alman-Fransız gerginliğidir. Avrupa Birliği yolundaki girişimler, bu üç temel olguya karşı bir “reaksiyon” olarak oluşmuştur (Akın 2008).

(25)

16

Avrupa'da bütünleşme sürecine ivme kazandıranlar, İtalyan Altiero Spinelli ile 1951'de Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu'nun (AKÇT) kurulmasına yol açan Schuman Planı'nın ilham kaynağı Jean Monnet'dir. Sonuçta, günümüzde Avrupa Birliği (AB) adını alan ve tarihin kaydettiği en büyük bütünleşme hareketinin ilk hareket noktası olan, 18 Nisan 1951 yılında imzalanan Paris Antlaşması ile AKÇT Belçika, Batı Almanya, Lüksemburg, Fransa, İtalya ve Hollanda'dan oluşan 6 üye ile kuruldu. Böylece, bir zamanlar birbiriyle savaşan ülkelerde kömür ve çelik üretimi için yetki paylaşımı kapsamında bir havuz oluşturuldu. Pratik fakat aynı zamanda oldukça sembolik bir şekilde, savaşın ham maddeleri uzlaşı ve barışın araçlarına dönüştü. Bu ülkelerdeki kömür ve çelik sanayii ile ilgili alınan kararlar, bağımsız ve devletlerüstü bir kuruma (Yüksek Otorite) devredildi. Söz konusu kurumun ilk başkanı ise Jean Monnet oldu.

Topluluğun çalışmaları, başlangıçta altı kurucu üyesi (Almanya, Belçika, Fransa, Hollanda, İtalya ve Lüksemburg) arasında bir kömür ve çelik ortak pazarı kurulmasıyla sınırlıydı. Savaş ertesindeki o günlerde savaşın galip ve mağluplarını, eşit olarak işbirliğinde bulunabilecekleri bir kurumsal yapı içinde bir araya getiren Topluluk, temelde barışı güvence altına almanın bir aracı olarak algılanıyordu (www.abgs.gov.tr, 2008). Ancak yaşanan gelişmeler, ekonomik entegrasyonu sağlamadan, siyasi ve askeri entegrasyonun sağlanamayacağını göstermiştir. Bu çerçevede, ekonominin tüm sektörlerini kapsayacak bir entegrasyon oluşturma yönünde çalışmalar başlamış ve işgücü, mal ve hizmetlerin serbest dolaşımına dayanan bir ekonomik topluluk kurma amacıyla 1957 yılında imzalanan Roma Antlaşması ile Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) ve Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu (AAET-EURATOM) oluşturularak “ortak pazar” hedefi ortaya konmuştur. Bu hedefe istinaden, “Altılar”2 arasında gümrük vergileri 1 Temmuz 1968’de tamamen kaldırılmış ve 1960’larda özellikle ticaret ve tarımda ortak politikalar da oluşturulmuştur (Dedelioğlu 1996).

2

(26)

17

Paris ve Roma Antlaşmaları ile kurulan AKÇT, AET ve EURATOM’un adları, 1 Temmuz 1967’den geçerli olmak ve her üç topluluğu birden ifade etmek üzere Avrupa Toplulukları olarak değiştirilmiştir (Ülger 2003).

Amerika Birleşik Devletleri'nin (ABD) 1970 başlarında doların konvertibilitesini askıya almasıyla ekonomik yakınlaşma ve parasal birlik gereksinimi açıkça kendini gösterdi. 1973 ve 1979'daki iki petrol kriziyle dünya çapında parasal istikrarsızlık daha da ağırlaştı. 1979 yılında Avrupa Para Sistemi'nin işlerlik kazanması döviz kurlarının sabitleşmesine yardımcı oldu ve Üye Devletlerin kararlı ekonomik politikalar izleyerek açık bir ekonomik alanın dayattığı disiplinden yararlanmalarını ve birbirlerine karşılıklı destek vermelerini sağladı.

1970’li ve 1980’li yıllar AT’nin genişleme yılları olmuştur. Başlangıçta altı olan üye sayısı, ilk olarak 1973 yılında İngiltere, İrlanda ve Danimarka’nın kabulüyle dokuza çıkmıştır. Üye devlet sayısını altıdan dokuza yükselten ilk genişleme ile birlikte, Birlik sosyal, bölgesel ve çevresel konularda üstlendiği sorumluluklarla yeni bir derinlik kazanmıştır. Ardından 1981’de Yunanistan’ın, 1986’da da İspanya ve Portekiz’in dahil olmasıyla Birliğe üye ülke sayısı on ikiye çıkmıştır.

Topluluk, Dünyanın en büyük ticaret gücü olmasına karşın, diplomatik etkinliğini arttıracak yapıları geliştirmekte ağır davranmıştır. Avrupa siyasi işbirliğinin amacı, dışişleri ve güvenlik politikası alanlarında hükümetler arasında daha derinlemesine bir eşgüdümün sağlanmasıdır. Dünyadaki durgunluk ve mali yükün paylaşımı konusundaki iç çekişmeler 1980 başlarında bir "Avrupa karamsarlığı" havasının doğmasına neden oldu. Ama 1984'ten sonra bunun yerini Topluluğun canlandırılması konusunda daha umutlu beklentiler aldı. Jacques Delors başkanlığındaki Komisyonun 1984'te hazırladığı Beyaz Kitaba dayanarak Topluluk 1 Ocak 1993'e kadar tek pazar oluşturmayı kendisine hedef edindi. Avrupa Tek Senedi Şubat 1986'da imzalandı ve bu iddialı hedefle ilgili mevzuatın kabulü konusunda yeni usuller geliştirdi. Tek Senet 1 Temmuz 1987 tarihinde yürürlüğe girdi. Berlin Duvarı'nın yıkılmasının ardından 3 Kasım 1990'da iki Almanya'nın birleşmesi, Aralık 1991'de de Sovyetler Birliği'nin çözülmesi ve Merkezi

(27)

18

ve Doğu Avrupa ülkelerinin (MDAÜ) Sovyet denetiminden kurtulmaları ve demokratikleşmeleri, Avrupa'nın siyasi yapısını baştan aşağı değiştirdi. Üye Devletler bağlarını güçlendirme kararlılığıyla, temel özellikleri 9-10 Aralık 1991'de Maastricht'te toplanan Avrupa Zirvesi’nde kararlaştırılan, 1992 Maastricht Antlaşması ile Topluluk kurumları güçlendirildi ve böylece Avrupa Birliği (AB) doğdu. Yeni Avrupa dinamizmi ve kıtanın değişen jeopolitiği nedeniyle AB’ye katılmaya karar veren Avusturya, Finlandiya ve İsveç, 1 Ocak 1995’te Birliğe katıldı (www.abgs.gov.tr, 2008).

Daha sonra 1 Mayıs 2004 tarihinde AB tarihindeki en büyük genişleme gerçekleşmiş ve Estonya, Litvanya, Letonya, Slovenya, Slovak Cumhuriyeti, Çek Cumhuriyeti, Macaristan, Polonya, Malta ve Güney Kıbrıs birlik üyesi olmuştur. Altıncı ve son genişleme 1 Ocak 2007 tarihinde Bulgaristan ve Romanya’nın üye olmasıyla gerçekleşmiştir. Bu gün AB, 27 üyeli 487 milyon nüfuslu, çok büyük ve kalabalık bir birliktir (Acar 2005).

Günümüzde AB, 13.4 trilyon dolar Gayrisafi Milli Hasılası ve 3.990-76.040 dolar kişi başına düşen Gayrisafi Milli Hasılası ile parasal birlik aşamasını tamamlayıp, ekonomik birlik aşamasına geçmeyi hedefleyen ve bu çerçevede ekonomik ve siyasal hedefleri olan bir bölgesel bütünleşme projesidir (www.abgs.gov.tr, 2008).

2.6 Avrupa Birliği’nin Yasal Çerçevesi

2.6.1 Paris Antlaşması

25 Mart 1951 tarihinde Almanya, Fransa, İtalya, Belçika, Hollanda ve Lüksemburg tarafından imzalanan AKÇT’nin kurucu antlaşmasıdır. Paris Antlaşmasıyla üye ülkeler arasında kömür ve çelik için ortak pazar kurulması ve bunun yönetiminin Yüksek Otoriteye bırakılması öngörülmüştür. Paris Antlaşmasının kimi hükümleri daha sonra Füzyon Antlaşması, Tek Avrupa Senedi, Maastricht ve Amsterdam Antlaşması ile

(28)

19

değiştirilmiştir. 50 yıl süreli imzalanan antlaşma 2002 Temmuz ayında sona ermiş, antlaşmadan kaynaklanan hak ve yükümlülükler Avrupa Topluluklarına devredilmiştir (Ülger 2003).

2.6.2 Roma Antlaşması

AET’yi kuran antlaşmadır. 25 Mart 1957’de imzalanan antlaşma, 1 Ocak 1958’de yürürlüğe girmiştir. Roma Antlaşmasının orijinal metninde temel entegrasyon modeli olarak ortak pazar öngörülmektedir. Bu çerçevede malların serbest dolaşımının sağlanması, miktar kısıtlamaları ve gümrük tarifelerinin kaldırılması, üye ülkeler arasında ticari kısıtlayıcı diğer tarife dışı engellerin ortadan kaldırılması ve üçüncü ülkelere karşı ortak gümrük tarifesi uygulanması öngörülmüş, böylece gümrük birliğinin tesis edilmesi hedeflenmiştir. Roma Antlaşmasında malların dışında kişilerin, hizmetlerin ve sermayenin serbest dolaşımının sağlanması, üye ülkelerin bu konulara ilişkin mevzuatlarının ve politikalarının uyumlu hale getirilmesi hükmü de yer almıştır. Aynı zamanda, antlaşmada ortak tarım politikası başta olmak üzere Topluluk düzeyinde ele alınacak politikalar da belirlenmiştir. Topluluğun temel organları olan Komisyon, Bakanlar Konseyi, Parlamento ve Adalet Divanının fonksiyonları ve karar alma mekanizması da Roma Antlaşmasında tanımlanmıştır. Roma Antlaşması, kurucu antlaşma karakteri taşımaktadır. Antlaşmanın metni, zaman içerisinde Avrupa Tek Senedi, Maastricht ve Amsterdam Antlaşmalarıyla revize edilmiştir (Ülger 2003).

2.6.3 Füzyon Antlaşması

1 Temmuz 1967’de yürürlüğe giren Füzyon Antlaşmasının resmi adı Avrupa Topluluklarında Tek Komisyon ve Tek Konsey Kuran Antlaşmadır. Füzyon Antlaşmasının yürürlüğe girmesinin ardından AKÇT, AET ve EURATOM’un yürütme organları birleştirilmiştir. Her Toplulukta ayrı ayrı bulunan Konsey ve Komisyonların sayısı bire indirilmiş ve bunların her üç Topluluk için de hizmet vermesi kabul edilmiştir (Ülger 2003).

(29)

20

2.6.4 Avrupa Tek Senedi

Roma Antlaşması'nın uygulamaya başlamasıyla tek pazar oluşturma yönünde atılan ilk önemli adım; 1968 yılında, üye ülkeler arasında ticarette gümrük vergilerinin ve miktar kısıtlamalarının kaldırılması ve üçüncü ülkelere karşı ortak bir gümrük tarifesinin uygulanmasıyla oluşturulan gümrük birliğidir. Ancak 1973 yılı petrol krizi sonucunda üye ülkelerde yaşanan ekonomik kriz ve 1980'lerde üye ülkelerdeki farklı standartların sanayici açısından bürokratik zorluklar getirmesi nedeniyle iç pazarın oluşturulması gündeme gelmiştir. İç Pazar'ın oluşturulmasıyla ilgili en önemli belge 1986 yılında imzalanan ve Temmuz 1987 tarihinde yürürlüğe giren Avrupa Tek Senedi'dir. Avrupa Tek Senedi'nde Ortak Pazar hedefi yeniden tanımlanmış ve bu konuya ilişkin bir takvim öngörmüştür. Söz konusu Senette, Ortak Pazar'ın aşamalı olarak 31 Aralık 1992 tarihine kadar gerçekleştirilmesi hedefi konmuştur. Ortak Pazar'la üye ülkeler arasında politik, ekonomik ve sosyal bütünleşme, ekonomik ve parasal birlik, teknolojik araştırma ve geliştirme, çevre politikası ve dış politika alanında işbirliği gibi yeni Topluluk politikaları belirlenmiştir. Avrupa Tek Senedi'nde ayrıca Avrupa Parlamentosu'nun yetkileri artırılmış ve nitelikli oy çokluğu ile karar alma mekanizması getirilmiştir (www.avrupa.info.tr, 2008).

2.6.5 Maastricht Antlaşması

Avrupa Birliği Antlaşması olarak da adlandırılan Maastricht Antlaşması, 7 Şubat 1992’de Hollanda’nın Maastricht kentinde imzalanmış ve 1 Kasım 1993’de yürürlüğe girmiştir. Antlaşma, Avrupa bütünleşmesinde önemli bir dönüm noktasını simgelemektedir. Avrupa Tek Senedi’nin ardından Kurucu Antlaşmalarda en geniş revizyon yaratan Maastricht Antlaşması, Avrupa Topluluklarının örgüt yapısını radikal biçimde değiştirmiştir. Günümüzde Avrupa Birliği kavramı, Avrupa bütünleşmesinin 1993 sonrasında aldığı örgüt yapısının genel adı olarak kullanılmaktadır.

Maastricht Antlaşmasına göre Avrupa Birliği üç sütundan (three pillars of the European Union) oluşmaktadır. Bunlardan ilki ulusüstü (supranational) nitelikteki topluluklar sütunudur. Diğer iki sütun ise uluslararası (intergovernmental) niteliktedir. Bunlardan

(30)

21

birincisi Ortak Dış Politika ve Güvenlik Politikası, ikincisi ise Adalet ve İçişlerinde işbirliğidir. Söz konusu üç sütun Şekil 1.1’de verilmiştir (Ülger 2003).

Şekil 1.1 Maastricht Antlaşması ile tanımlanan üç sütun (www.ikv.org.tr, 2008)

Maastricht Antlaşmasıyla oluşturulan Birliğin amaçları:

 Sınırsız bir pazar yaratmak, ekonomik ve sosyal bütünleşmeyi sağlamak, tek parayı kapsayacak bir ekonomik ve parasal birlik oluşturmak,

(31)

22

 Ortak bir dış politika ve güvenlik politikası uygulamak ve uzun vadede ortak bir savunma politikası oluşturmak,

 Avrupa vatandaşlığı kavramını oluşturmak,

 Hukuk ve içişleri alanında daha sıkı işbirliği sağlamaktır.

Bunların içinde en önemlilerinden birisi AB vatandaşlığıdır. Buna göre, Topluluğa üye ülke vatandaşı olan herkes Birlik vatandaşıdır ve antlaşmalardan doğan hak ve sorumluluklara sahiptirler. Birlik vatandaşları, Topluluğa üye ülkelerde serbestçe dolaşma ve ikamet etme hakkına sahiptirler. Üye ülkelerde ikamet eden 'Birlik Vatandaşı', o ülkenin uyruğunda olmasa bile o ülkenin belediye seçimlerinde ve Avrupa Parlamentosu seçimlerinde aday olma ve oy kullanma ve diplomatik koruma haklarından yararlanabilmektedir (www.avrupa.info.tr, 2008).

Ayrıca Maastricht Antlaşması ile Avrupa Parlamentosu’nun yetkilerini bazı alanlarda genişleten ve Bakanlar konseyi ile birlikte karar alma mekanizmasına etkin katılımını mümkün kılan ortak karar alma (co-desicion precedure) adı verilen yeni bir prosedür çerçevesinde bazı konularda veto etme ve gensoru verme yetkisi verilmiştir ve kararların vatandaşa en yakın düzeyle alınmasını öngören yetki ikamesini (subsidiarite) getirilmiştir. Üye sayısının yeniden düzenlenmesi ve dış politika konularında nitelikli çoğunlukla karar alması da kabul edilmiştir (Ülger 2003).

2.6.6 Amsterdam Antlaşması

1 Mayıs 1999’da yürürlüğe giren Amsterdam Anlaşması ile Avrupa vatandaşlığı olgusu tekrar vurgulanmıştır. Ayrıca karar alma mekanizmasında Avrupa Parlamentosu, yasama prosedürü ve ortak karar alma prosedüründe getirilen değişikliklerle daha güçlü hale gelmiştir. Antlaşma ile üye ülkeler arasında sınır kontrollerinin(İrlanda ve İngiltere’nin sınır kontrol hakkı saklı kalmak üzere) kaldırılması amacıyla Schengen Anlaşması Topluluk hukukunun bir parçası haline gelmiştir.

(32)

23

Amsterdam Antlaşması’yla alınan önemli kararlardan birisi de 1.1.1999 tarihi itibarıyla tek para birimine geçişin teyit edilmesidir. Ayrıca Maastricht Antlaşması ile ‘Her Avrupa Devleti Birliğe üyelik için başvurabilir’ ibaresi değiştirilerek, AB’nin temellerini oluşturan özgürlük, demokrasi, hukuk devleti ve insan hakları ile temel özgürlüklere saygı ilkelerine bağlı her Avrupa Devleti’nin üyelik için başvurabileceği belirtilmiştir (www.avrupa.info.tr, 2008).

2.6.7 Nice Antlaşması

Avrupa Birliği’nin son genişleme süreciyle ulaşacağı üye sayısı ve bunun getireceği kurumsal büyüklük ve bürokrasi düşünülerek kurumsal reformlar yapılması öngörülmüştür. Bu kapsamda, 14 Şubat 2000’de başlayan Hükümetler arası Konferans Aralık 2000’de gerçekleştirilen Nice Zirvesi’yle sonuçlandırılmıştır. 26 Şubat 2001’de imzalanan Nice Antlaşması Şubat 2003’te yürürlüğe girmiştir.

Nice Antlaşması’yla Avrupa Konseyi, Avrupa Parlamentosu’ndaki üye ülkelerin oy dağılımları ve Avrupa Komisyonu üye sayıları yeni katılacak ülkeleri de kapsayacak şekilde yeniden düzenlenmiştir. Ayrıca nitelikli çoğunlukla karar alınan alanların ve ortak karar prosedürünün kapsamı genişletilmiştir (www.avrupa.info.tr, 2008).

2.6.8 AB Anayasası

AB’nin tüm uygulamaları güçlerini Üye Ülkelerin kendi istekleriyle ve demokratik olarak kabul ettikleri antlaşmalardan almaktadır. Daha önceden imzalanan antlaşmalar ise toplumda meydana gelen değişmeler doğrultusunda değiştirilerek güncellenmiştir.

Brüksel’de Haziran 2004 tarihinde Avrupa Komisyonu tarafından kabul edilmiş ve 29 Ekim 2004 tarihinde imzalanmış olan AB Anayasası’nın her bir Üye Ülke tarafından onaylanması gerekmektedir. Ancak, söz konusu Anayasa, Fransa ve Hollanda'da

(33)

24

düzenlenen referandumlarla reddedilmiştir. Bu boşluğu doldurmak ve kurumsal bir krizi önlemek amacıyla Lizbon Anlaşması hazırlanmıştır (www.avrupa.info.tr, 2008).

2.6.9 Lizbon Antlaşması

14 Aralık 2007’de Portekiz'in başkenti Lizbon'da toplanan AB devlet ve hükümet başkanları Lizbon Anlaşması'nı imzalamıştır. Fransa ve Hollanda'da düzenlenen referandumlarla reddedilen AB Anayasası'nın boşluğunu doldurmak ve kurumsal bir krizi önlemek amacıyla hazırlanan Lizbon Anlaşması'nın, 1 Ocak 2009 tarihinde yürürlüğe konulması hedeflenmektedir. Liderler tarafından imzalanan bu anlaşmanın Üye Ülkelerin parlamentoları tarafından mı, yoksa halk oylaması ile mi onaylanacağına ise her bir Üye Ülke kendisi karar verecek.

AB'de 6 aylık dönüşümlü başkanlık sistemini kaldıran yeni anayasada 2.5 yıllık süre için Üye Ülkelerin oy birliğiyle atayacakları AB Konseyi Başkanı'nın yılda 4 kez toplanacak AB zirvelerine de başkanlık etmesi öngörülmektedir. Antlaşmaya göre, dış politikada tek seslilik için atanan AB Dışişleri ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi ise dışişleri bakanlarını buluşturan Dış İlişkiler Konseyi toplantılarına başkanlık edecektir. Ayrıca Antlaşma ile AB bütçesi ve vergi gibi konularda karar alınabilmesi için ise Üye Ülkelerin oy birliği gerekecektir (www.avrupa.info.tr, 2008).

2.7 Avrupa Birliği Türkiye İlişkileri

Cumhuriyetimizin kurulmasından bu yana, hatta daha öncesinden beri, batılılaşma ile modernleşmenin eş tutulması, özellikle ikinci Dünya Savaşından sonra Avrupa kıtasında veya onu merkez alarak kurulan siyasi ve güvenlik oluşumlarının tümüne katılmaya ülkemizi yöneltmiştir. Bu suretle Türkiye, Avrupa Konseyi, OECD ve NATO'ya girmiştir. Aynı neden, Türkiye'yi Avrupa'nın bu en iddialı entegrasyon hareketine karşı kayıtsız kalmamaya sevk etmiştir. Türkiye, Avrupa Ekonomik

(34)

25

Topluluğunun 1958 yılında kurulmasından kısa bir süre sonra Temmuz 1959'da Topluluğa tam üye olmak için başvurmuştur (www.abgs.gov.tr, 2008). AET Bakanlar Konseyi, Türkiye’nin yapmış olduğu başvuruyu kabul ederek üyelik koşulları gerçekleşinceye kadar geçerli olacak bir ortaklık anlaşması imzalanmasını önermiş ve 12 Eylül 1963 tarihinde imzalanan Ankara Anlaşması’nın 1 Aralık 1964 tarihinde yürürlüğe girmesiyle Türkiye-AB ortaklık ilişkisi başlamıştır (www.ikv.gov.tr, 2008).

Anlaşma, hazırlık dönemi, geçiş dönemi ve nihai dönem olarak üç devre öngörmüştür. Geçiş döneminin sonunda ise gümrük birliğinin tamamlanması planlanmıştır. Anlaşmada öngörülen hazırlık döneminin sona ermesiyle birlikte, 13 Kasım 1970 tarihinde imzalanan ve 1973 yılında yürürlüğe giren Katma Protokolde geçiş döneminin hükümleri ve tarafların üstleneceği yükümlülükler belirlenmiştir.

Ancak Türkiye’deki gerek ekonomik sorunlar gerekse siyasi düzensizlikler, Avrupa’daki ekonomik krizler ve dünya konjonktüründeki dramatik değişiklikler gibi faktörler nedeniyle Topluluk-Türkiye ilişkileri dondurulmuş ve mali işbirliğine son verilmiştir. Katma Protokolün ise sadece ticari hükümleri işlemeye devam etmiş, diğer bütün hükümleri atıl kalmıştır.

1983 yılında sivil iradenin yeniden kurulması ve dışa açılma sürecinin yeniden başlamasıyla Türkiye – AB arasındaki ilişkiler yeniden canlanmıştır. Türkiye bir taraftan 14 Nisan 1987'de AB'ne tam üyelik müracaatında bulunmuş, diğer taraftan ertelenmiş bulunan gümrük vergileri uyum ve indirim takvimini 1988 yılından itibaren hızlandırılmış bir şekilde yeniden yürürlüğe koymuştur.

AB Komisyonu tam üyelik müracaatımıza 1989 yılında verdiği yanıtta, Türkiye'nin AB'ye üyelik konusundaki ehliyetini kabul etmekle birlikte, Topluluğun kendi içindeki derinleşme sürecini tamamlanmasına ve gelecek genişlemesine kadar beklenmesini ve bu arada Türkiye ile gümrük birliği sürecinin tamamlanmasını önermiştir (www.abgs.gov.tr,2008).

(35)

26

Türkiye, bunun üzerine, üyelik süreci açısından önemli bir adım oluşturacağı gerçeğinden hareketle, öncelikle Gümrük Birliği’ni tamamlamayı hedeflemiş ve bunun için gerekli çalışmalara hız vermiştir. Bu çerçevede, 6 Mart 1995 tarih ve 1/95 sayılı Ortaklık Konseyi Kararı (OKK) uyarınca, 1 Ocak 1996 tarihinde Gümrük Birliği tamamlanmış ve Türkiye-AB Ortaklık İlişkisi’nin “Son Dönem”ine geçilmiştir. Zira Gümrük Birliği Türkiye’nin Avrupa Birliği ile bütünleşme hedefine yönelik ortaklık ilişkisinin en önemli aşamalarından birini oluşturmaktadır.

Bu dönemde AB Komisyonu tarafından, AB’nin genişleme sürecini değerlendiren “Gündem 2000” Raporu hazırlanmış ve 16 Temmuz 1997 tarihinde açıklanmıştır. Rapor’da Türkiye’nin siyasi ve ekonomik sorunları nedeniyle genişleme sürecine dahil edilmeyeceği ifade edilmiştir. Bunu takiben, 12-13 Aralık 1997 tarihlerinde Lüksemburg’da gerçekleştirilen ve Ekonomik ve Parasal Birlik ile Genişleme konularının değerlendirildiği Zirve’de, Türkiye’nin adaylığı resmen teyit edilmemiş, ancak bir “strateji” önerilmiştir. Konsey’in bu yaklaşımı üzerine Türkiye, üyelik başvurusunu geri çekmeyeceğini, Gümrük Birliği uygulamasını devam ettireceğini, ancak AB ile siyasi diyalogunu askıya alacağını açıklamıştır. Ayrıca, Zirve sonuçlarının Türkiye’nin beklentilerini karşılamaması nedeniyle askıya alınan siyasi ilişkilerin, ancak AB’nin ayrımcı tutumunun sona ermesi ve üzerine düşen yükümlülükleri yerine getirmesi halinde normalleşeceği de ifade edilmiştir.

Türkiye-AB ilişkilerinin dönüm noktası, 1999 yılında yapılan Helsinki Zirvesi’nde, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne adaylık statüsünün teyit edilmesi ve Türkiye’nin AB’nin Yeni Genişleme Politikası çerçevesinde oluşturulan sisteme, diğer aday ülkelerle eşit statüde katılacağına ilişkin karar olmuştur. Helsinki Zirvesi’ni takiben başlayan adaylık sürecinde, diğer aday ülkeler için olduğu gibi Türkiye için de İlerleme Raporları hazırlanmıştır. 1999 yılında açıklanan İlerleme Raporu’nda yer alan değerlendirmeler, İlk Katılım Ortaklığı Belgesi’nin de temelini oluşturmaktadır.

AB Komisyonu’nun, genişleme politikası çerçevesinde oluşturduğu sistemin en önemli aracı olan Katılım Ortaklığı Belgesi, Türkiye’nin Kopenhag Kriterleri’ne uyumu ve

(36)

27

Topluluk mevzuatını üstlenmesi için gerekli çalışmaları tamamlamasına yönelik kısa ve orta vadeli hedefleri ortaya koyacak şekilde hazırlanmıştır. AB, Türkiye için hazırladığı ilk Katılım Ortaklığı Belgesi’ni 8 Mart 2001 tarihli kararı ile kabul etmiştir. Katılım Ortaklığı Belgeleri, aday ülkelerin üyeliğine kadar geçerliliğini korumakta, ancak adayların gösterdiği ilerlemelere göre, gerektiği takdirde, Komisyon tarafından yenilenmektedir. Bu kapsamda, Türkiye’nin kaydettiği ilerlemeler ve oluşan yeni gereklilikler ışığında revize edilen Katılım Ortaklığı Belgesi 19 Mayıs 2003 tarihinde kabul edilmiştir. Türkiye tarafından hazırlanan ve ilk Katılım Ortaklığı Belgesi’nde yer alan önceliklerin hangi somut önlemlerle ve hangi takvim çerçevesinde gerçekleştirileceğini gösteren ilk Ulusal Program 24 Mart 2001, revize edilmiş Ulusal Program ise 24 Temmuz 2003 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Ağustos 2008 tarihinde hazırlanan taslak Ulusal Program ise dört yıllık zaman zarfında yaklaşık 131 yasa değişikliği öngörmektedir.

Avrupa Birliği’nin genişleme sürecinde diğer bir önemli dönüm noktası 12-13 Aralık 2002 tarihlerinde gerçekleşen Kopenhag Zirvesi’dir. Zirve’de 10 aday ülkenin katılım müzakerelerinin tamamlandığı ilan edilmiş ve Türkiye ile ilgili olarak, 2004 yılı İlerleme Raporu ve tavsiyesi doğrultusunda, Kopenhag siyasi kriterlerinin yeterli ölçüde karşılandığının belirlenmesi halinde gecikmeksizin katılım müzakerelerine başlanacağı ifade edilmiştir (www.ikv.gov.tr, 2008).

17 Aralık 2004 tarihinde Brüksel’de gerçekleştirilen AB Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi’nde, 1999 Helsinki ve 2002 Kopenhag Zirvelerinde alınan kararlar teyit edilmiş, Türkiye’nin reform sürecinde atmış olduğu kararlı adımların memnuniyetle karşılandığı belirtilerek, ülkemizle üyelik müzakerelerinin 3 Ekim 2005 tarihinde başlatılması kararlaştırılmıştır.

Katılım müzakerelerimizin ilk aşamasını oluşturan tarama süreci 20 Ekim 2005 tarihinde başlamış ve 13 Ekim 2006 tarihinde tamamlanmıştır. Bu süreçte 66 heyetimiz Brüksel’de AB Komisyonu yetkilileriyle tanıtıcı ve ayrıntılı tarama toplantılarında bir araya gelmiştir. Tanıtıcı tarama toplantılarında AB Komisyonu her fasıldaki AB

(37)

28

müktesebatı hakkında bilgi vermiş, ayrıntılı tarama toplantılarında ise ülkemizin ilgili fasıldaki müktesebata uyum durumu heyetlerimizce izah edilmiştir. Böylece, AB müktesebatı ile ülkemiz mevzuatı karşılaştırılarak, ülkemizin bahse konu müktesebatı kabul etme, yürürlüğe koyma ve etkili bir şekilde uygulama bakımından ne aşamada olduğu tespit edilmiştir (www.mfa.gov.tr, 2008).

Bu çerçevede, Kopenhag siyasi kriterlerine uyum düzeyinin yükseltilmesi, ekonomik kriterlere uyum sağlanması ve 35 fasıl altında toplanan AB müktesebatına ilişkin müzakerelerin sonuçlandırılarak katılım sürecinin tamamlanması amaçlanmaktadır.

(38)

29

3 ÇEVRE SORUNLARI VE ULUSLARARASI BOYUTU

3.1 Çevre Sorunları

Çevre, insanı etkileyen ve ondan etkilenen her şey olarak tanımlanırsa, çevre sorunlarının kökleri tarihin ilk çağlarına kadar uzanır (Marın ve Yıldırım 2004). Çevre sorunları birdenbire ortaya çıkmamış, zaman içinde birikerek varlığını duyurmuştur. Çevrenin kirlenmesi ya da bozulması, çevreyi oluşturan öğelerin bu süreç içinde giderek niteliğinin değişmesi, değerinin yitmesidir. İnsan faaliyetleri sonucunda çevreye verilen zararlar, doğanın kendini yenileyebilme yeteneği sayesinde başlangıçta fark edilmemiş, hatta çevrenin zamanla bu kirliliği yok edeceği kanısı yaygınlaşmıştır. Ancak zaman içinde, sanılanın tersine, çevreye bırakılan kirliliğin nicel ve nitel olarak artması, çevrenin kendini yenileyebilme yeteneğinin çok üstüne çıkmış, çevre hızla bozulmaya başlamıştır. Yaşam ortamını oluşturan çevre öğelerinin kirlenmesi gözle görülür ve tehlikeli bir düzeye erişince ayırımına varılmıştır. Bu tehlikeli düzey ise, genelde bazı toplumsal yıkım olaylarının sonuçları ile belirlenmiştir. Hava ya da su kirlenmesi sonucunda karşılaşılan kitlesel ölümler, toplumları çevreden kaynaklanan bu sorunlara karşı önlem almaya yöneltmiştir. 1952 yılı Aralık ayında Londra’da kirli hava nedeniyle bir hafta içinde yaklaşık 4000 kişinin yaşamını yitirmesi, çevre sorunlarının niteliğini toplumlara tanıtan ilk örneklerden biri olmuştur. Kirli sulardan elde edilen su ürünleriyle beslenenlerin kitlesel ölümleri ise, insanlığın dikkatini çevreye çeken bir diğer yıkım olayıdır.

Hava, su, toprak kirlenmesiyle başlayıp bitki örtüsünün ve hayvan topluluklarının yok olmasına kadar uzanan çevre sorunları, en azından sorunlarla karşılaşanlarda belli bir gelecek kaygısı uyandırmıştır. Çünkü nedeni ve sorumlusu kim olursa olsun, çevre sorunlarının en önemli boyutu bütün insanlığı etkilemesi gerçeğidir.

Referanslar

Benzer Belgeler

Bu nedenle gençlerin ruhsal hcnden sağlıklı, (biyolojik) ve cinsel eğitime ge­ reksinimleri vardır .Çünkü yaşam boyunca karşılaşacakları kişisel ve

2002 İlerleme Raporunun tarım bölümü ile ilgili olan kısmına baktığımızda özetle şu konular üzerinde durulduğu görülmektedir: Mevzuat uyumunda sınırlı

Kanvasa göre, Konya turizm girişimciliği, gelişmeye uygun, potansiyeli son derece yüksek, mevcut turizm yatırımlarının uygunluğu, yatırım alanlarının

Ebeveynleri birlikte olan lise öğrencilerinin Yılmazlık Ölçeğinin Güçlü Olma alt boyutu, Girişimci Olma alt boyutu ,İyimser Olma alt boyutu , İlişki Kurma alt boyutu ,

Extended piyano tekniklerinin bestecilerin yeni arayışları ile ortaya çıktığı, tekniklerin genel tanımının çalgıdan alışılagelmişin dışında farklı ses

According to participants’ ages, distribution of the responses which are provided by participants to question of “If the quality of treated wastewater is certified as best quality,

Araştırmada öğrencilerin cinsiyet rollerine ve şiddete ilişkin görüşlerinin dağılımı incelendiğinde; “Kızlar da meslek sahibi olmalıdır” görüşüne

Araştırmada, Afyon Kocatepe Üniversitesi bünyesinde bulunan Fakülte/Yüksekokul /Meslek Yüksekokullarında öğrenim gören öğrencilerin akademik özyeterlik inanç