• Sonuç bulunamadı

Çalışan kadınların annelik tecrübeleri üzerine sosyolojik bir çalışma

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Çalışan kadınların annelik tecrübeleri üzerine sosyolojik bir çalışma"

Copied!
95
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

I T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

SOSYOLOJİ ANABİLİM DALI SOSYOLOJİ BİLİM DALI

ÇALIŞAN KADINLARIN ANNELİK TECRÜBELERİ ÜZERİNE

SOSYOLOJİK BİR ÇALIŞMA

Güllü TONAY

YÜKSEK LİSANS TEZİ

Danışman

Doç. Dr. Mehmet Ali AYDEMİR

(2)

II T. C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Bilimsel Etik Sayfası

Öğ

renci

ni

n

Adı Soyadı Güllü TONAY

Numarası 144205001022

Ana Bilim / Bilim Dalı Sosyoloji

Programı Tezli Yüksek Lisans Doktora

Tezin Adı Çalışan Kadınların Annelik Tecrübeleri Üzerine Sosyolojik Bir Çalışma

Bu tezin proje safhasından sonuçlanmasına kadarki bütün süreçlerde bilimsel etiğe ve akademik kurallara özenle riayet edildiğini, tez içindeki bütün bilgilerin etik davranış ve akademik kurallar çerçevesinde elde edilerek sunulduğunu, ayrıca tez yazım kurallarına uygun olarak hazırlanan bu çalışmada başkalarının eserlerinden yararlanılması durumunda bilimsel kurallara uygun olarak atıf yapıldığını bildiririm.

(3)

III T. C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Yüksek Lisans Tezi Kabul Formu

Öğ

renci

ni

n

Adı Soyadı Güllü TONAY

Numarası 144205001022

Ana Bilim / Bilim Dalı Sosyoloji

Programı Tezli Yüksek Lisans Doktora

Tez Danışmanı Doç. Dr. Mehmet Ali AYDEMİR

Tezin Adı

Çalışan Kadınların Annelik Tecrübeleri Üzerine Sosyolojik Bir Çalışma

Yukarıda adı geçen öğrenci tarafından hazırlanan başlıklı Çalışan Kadınların Annelik Tecrübeleri Üzerine Sosyolojik Bir Çalışma bu çalışma 25/04/2019 tarihinde yapılan savunma sınavı sonucunda oybirliği/oyçokluğu ile başarılı bulunarak, jürimiz tarafından yüksek lisans tezi olarak kabul edilmiştir.

(4)

IV ÖNSÖZ

Bu tezin konusunu belirlerken dört çocuğuna babaannesi tarafından bakılan bir anne ve çalışan bir kadın olmam, hiç şüphesiz ciddi bir etkiye sahip oldu. Benim çocuklarımın avantajı, aileden birilerinin onların bakımlarını üstlenmesi ve onlara gönüllü bakıcı olması olarak ifade edilebilir. Çocuklarımın babaannesinin sevgi ve merhamet duygularının gelişmiş olması ve özellikle de onun sabırlı bir kadın olması çocuklarımda oluşabilecek sorunlara merhem oldu. Çocukların babaannesi süreç içerisinde şahsımın yokluğunu aratmamaya çalıştı. Bu noktada kendisine şükranlarımı iletmeyi bir borç bilirim. Her çalışan kadının şahsım kadar avantajları söz konusu olmayabilir. Nitekim her çalışan kadının farklı bir annelik tecrübesi de vardır. Yapılan bu çalışmanın sonunda eldeki verilerle birlikte kendi hayat tecrübemi de birleştirdiğimde şu durum ifade edilebilir; özellikle 0-3 yaş aralığı anne ve çocuk bilinçli bir gelecek için bir arada olmalıdır.

Ak Parti hükümetinin 0-3 yaş aralığı çocuk sahibi annelere ücretli izin hakkını tanımasının birçok aileyi rahatlatacağı ve böylece ailelerin yeni bir çocuk istemesine katkı sağlayacağı düşünülebilir. Mümkünse her çocuk, annesinin yanında büyümelidir ve annenin; çocuğunun her aşamasını görebilmesi, onunla vakit geçirebilmesi ve özellikle anne sevgisinden yoksun olmaması, sevgiye aç nesillerin oluşmaması ve hassaten anne ile çocuğun bir arada olması gerekmektedir. Günümüz annesi oldukça yorgun; kendine bile vakit ayıramayan; her saati, her dakikası planlı ve dolu olarak gündelik hayatını idame ettirmenin mücadelesini vermektedir. Çalışan annelerin esnek çalışma saatlerine ihtiyacı vardır. Günümüzde her ne kadar mümkün olmasa da gelecekte yeni düzenlemelerin, yeni politikaların oluşacağına inanma ihtiyacımız söz konusudur.

Şahsım için çalışan annelerin görüşlerine yer vermek böyle bir çalışmanın içinde yer almak güzel bir tecrübe oldu. Öte yandan bu tez sürecinde manevi olarak hiçbir şekilde desteğini esirgemeyen ve tüm kararlarımda daima yanımda olduğu için değerli eşim Ramazan Tonay’a sonsuz şükranlarımı sunarım. Tezime katkıda bulunan katılımcılardan, çalışan annelerimize de teşekkürlerimi iletmek isterim. Danışmanım sayın hocam Doç. Dr. Mehmet Ali Aydemir’e de teşekkür etmeyi bir borç bilirim.

(5)

V T. C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Öğ renci ni n

Adı Soyadı Güllü TONAY

Numarası 144205001022

Ana Bilim / Bilim Dalı Sosyoloji

Programı Tezli Yüksek Lisans Doktora

Tez Danışmanı Doç. Dr. Mehmet Ali AYDEMİR

Tezin Adı Çalışan Kadınların Annelik Tecrübeleri Üzerine Sosyolojik Bir Çalışma

ÖZET

Bu araştırmanın genel amacı, çalışan annenin mevcut durumunu betimlemek ve karşılaşılan sorunları ortaya çıkarmaktır. Çalışmada öncelikle cinsiyet rolü ve cinsiyet rolünün toplumsal hayata yansıması ele alınmaktadır. Öte yandan burada önem teşkil eden bir başka konu olan kadının tarihsel süreç içerisindeki yeri hem Batı’daki hem de Türk ailesindeki konumu itibariyle ele alınmıştır. Bu noktada İslamiyet’ten önce, İslam döneminde ve modern dönemde kadının konumu ele alınmıştır. Çalışmada kadın ve onun çalışma hayatına değinilmiş olup, ayrıca Türkiye’de ve Dünya’da çalışan kadınlara ve çalışan annelere yönelik yasal uygulamalara yer verilmiştir. Kavramsal ve kuramsal tartışmanın akabinde gelen bölüm ise uygulama bölümünü teşkil etmiş ve burada tez çalışmasının konusu olan çalışan annelerin görüşlerine yer verilmiştir. Sonuç kısmında hükümetin çalışan annelere tanıdığı haklar ile çalışan annelerin görüşlerinin yorumlanması yer almaktadır. Bu tez sadece çalışan anneler üzerine yapılmış olup, çalışmayan ve ev hanımı olan anneler ile onların kocalarını yani babaları dışarıda tutarak sınırlandırılmıştır.

Anahtar Kelimeler: Cinsiyet, Rol, Çalışan Kadın, Annelik, Medeni Durum, Doğum İzni.

(6)

VI T. C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Öğ renci ni n

Adı Soyadı Güllü TONAY

Numarası 144205001022

Ana Bilim / Bilim Dalı Sosyoloji

Programı Tezli Yüksek Lisans Doktora

Tez Danışmanı Doç. Dr. Mehmet Ali AYDEMİR

Tezin İngilizce Adı A Study of Sociology on the Motherhood Experience of Working Women

ABSTRACT

The general purpose of this study is to describe the current situation of the working mother and to reveal the problems encountered. In this study, the role of gender and the reflection of role of gender in social life are discussed. On the other hand, the place of women in the historical process, which is another important issue, has been handled in terms of its position in both the West and the Turkish family. At this point, the position of women before the Islam, in the Islamic period and in the modern period is discussed. Women and her working life is mentioned in the study. In addition, legal practices applied to women and working mothers working in Turkey and in the world are included.

The following section of the conceptual and theoretical discussion is the application section. Here, the opinions of the working mothers, which are the subject of the thesis study, are included. In the conclusion, the government recognizes the rights of working mothers and the interpretation of the views of working mothers are included. This thesis was made on working mothers only. Mothers who are not working and housewives, and their husbands, namely the fathers have not been included.

Key Words: Gender, Role, Working Woman, Maternity, Marital Status, Maternity Leave.

(7)

VII

İÇİNDEKİLER

BİLİMSEL ETİK SAYFASI ... II YÜKSEK LİSANS TEZİ KABUL FORMU ... III ÖZET ... V ABSTRACT ... VI GİRİŞ ... 1 BİRİNCİ BÖLÜM ARAŞTIRMANIN METODOLOJİSİ 1.1.ARAŞTIRMANIN ÖNEMİ ... 5 1.2.ARAŞTIRMANIN AMACI ... 6 1.3.ARAŞTIRMANIN YÖNTEMİ ... 7

1.4.VERİ TOPLAMA TEKNİĞİ VE SORU FORMU ... 8

İKİNCİ BÖLÜM KADIN VE CİNSİYET ROLLERİNİN İNŞASI 2.1. ROL ... 11

2.2. CİNSİYET ROLÜ ... 12

2.3. CİNSİYET ROLÜNE İLİŞKİN KURUMSAL YAKLAŞIMLAR... 13

2.3.1.PSİKANALİTİK KURAM ... 13

2.3.2.BİYOLOJİK AÇIKLAMALAR ... 14

2.3.3.SOSYAL ÖĞRENME KURAMI ... 14

2.3.4.TOPLUMSAL CİNSİYET ŞEMASI KURAMI ... 14

2.4. CİNSİYET ROLÜNÜN TOPLUMSAL HAYATA YANSIMASI ... 15

2.5. CİNSİYET ROLLERİNE FEMİNİST BAKIŞ AÇISI ... 16

2.6. ROL ÇATIŞMASI ... 18

2.7. KADIN ... 19

2.7.1.TARİHSEL SÜREÇ İÇERİSİNDE KADIN ... 19

2.7.1.1. Tarihsel Süreç İçerisinde Türkiye’de Kadın ... 23

2.7.1.2. Tarihsel Süreç içerisinde Dünyada Kadın ... 26

2.7.2.KADININ ÇALIŞMA HAYATINA GİRMESİ ... 29

2.8.ANNELİK ... 30

2.8.1.ÇALIŞAN KADIN VE ANNELİK ... 31

(8)

VIII

2.9. AİLE POLİTİKALARI ... 34

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ARAŞTIRMANIN BULGULARI: ÇALIŞAN KADININ ANNELİK TECRÜBELERİ 3.1. MEDENİ DURUMUNA GÖRE ÇALIŞAN ANNELER ... 39

3.1.1.EVLİ ÇALIŞAN ANNE ... 39

3.1.2.BOŞANMIŞ ÇALIŞAN ANNE... 55

3.2. ÇALIŞMA YOĞUNLUĞUNA GÖRE ÇALIŞAN ANNELER... 61

3.3. ÇALIŞMA ALANINA GÖRE ÇALIŞAN ANNELER ... 67

3.3.1. Kamuda Çalışan Annelerin Kariyer Planları ... 71

3.3.2. Özel Sektörde Çalışan Annelerin Tecrübeleri ... 72

SONUÇ ... 76

KAYNAKÇA ... 80

EKLER ... 83

(9)

1 GİRİŞ

Çocuk annenin yaşama sevinci, varlığının yegâne göstergesidir. Kadın çocuk aracılığı ile kendini gerçekleştirir, evlilik de çocuk sayesinde anlam kazanır. Çocuk için anne, anne için de çocuk anlam yüklüdür. Annelik kadının bedensel yazgısı, doğal görevi olarak görülebilir. Kadının üstlendiği rollerden en önemlisi hiç şüphesiz ki neslin devamını sağlayan annelik rolüdür. Bu nedenle anne olmanın özellikle de çalışan bir anne olmanın toplumsal yaşam içerisindeki getirilerinin, yaşam kalitesini değiştiren faktörlerin, anneye yüklediği sorumlulukların, neslin sürekliliğini sağlayan annenin bir aktör olarak yaşam şeklinin geçmişten günümüze ne denli değiştiğinin ve annenin günümüzde üstlendiği toplumsal rollerin bilinmesi hayati bir önemi haizdir.

Nüfusun kendini yenilemesi ve üretken nüfusun payının yüksek olması için hükümetin çalışan annelere tanıdığı yasal hakların Türkiye’de artırılması gerektiği noktasında büyük oranda bir mutabakat vardır. Fakat son dönem politikaları bu yöne doğru evrilmiş olsa da mezkûr politikaların yeterliliği büyük oranda tartışmaya açıktır. Çocuk sayısına göre artan oranlarda çocuk yardımı yapılması, kreş bulunmayan kurumlara kreş yapılması ve kreş ücretlerinin bir kısmının devlet tarafından karşılaması, çalışan annelerin çocuklarını özel okula göndermek istediği takdirde maddi destek sağlanması yönünde çalışmaların yapılması, çalışan anneleri rahatlatmak noktasında oldukça yapıcı adımlar olarak değerlendirilebilir.

Tahsilini bitirip iş hayatına atılan aktörler, bir aile içerisinde iki çalışan kişinin olmasını iki maaşın bütçeye dâhil olması olarak düşünebilir. Ancak işin gerçeği bakıcı, özel kreş, ev işlerinde yardımcı almak gibi bir takım zorunluluklar; kadının çalışmasını, ekonomik olarak anlamsızlaştırmaktadır. Çünkü elde edilen kazanç bu tip hizmetleri satın almaya yöneltmektedir. Öte yandan eşinden boşanmış-ayrılmış kadınların varlığı da söz konusudur. Özellikle bu kesimin söz konusu hususlarda çok iyi desteklenmesi gerekmektedir. Bu aktörler hayat mücadelesini tek başına vermekte ve çocuk bakımı, ev işi, alışveriş, kira, fatura ödemesi, hastane masrafları vb. unsurların veya rutinlerin hepsinin üstesinden tek basına gelmektedir. Bu nedenle ebeveynlerin üstlendiği rolleri sadece bir kadın olarak üstlenmektedir. Evin erkeği, evin kadını, evin temizlikçisi, evin aşçısı ve

(10)

2

tabii ki anne rollerinin hepsini büyük oranda destek görmeden kendi kendine icra etmektedir.

Kadınların iki temel sorumluluğu yerine getirmeye çalışması onlar açısından gündelik hayat içerisinde birtakım gerilimlere neden olmaktadır. Bu sorumluluklardan birisi iş hayatı ve onun getirdiği sorumluluklar olarak diğeri ise -ki bunun çok daha önemli olduğu düşünülebilir- çocuk yetiştirmek yani bir neslin sorumluluğunu üstlenmek olarak tarif edilebilir. Çalışan annelerin çok fazla zorlukla karşı karşıya kaldığı bilinmektedir ama kadınlar zor olanı başarmak ve bu yolda çaba harcamak mecburiyetinde kalmaktadır. Nitekim tek maaş veya tek gelir demek kısıtlı imkânlar dâhilinde mücadele etmek anlamına gelmektedir.

Kız çocuklarının ekonomik özgürlüklerini elde edebilmesi ve kişiliklerini oturması için okuması, eğitim alması gerekmektedir. Türkiye kız çocuklarının okuması hususunda önemli ve ciddi adımlar atmış ve yatırımlarda bulunmuş vaziyettedir. Kız çocuklarının iyi bir eğitim alması gelecek neslin bilinçli olması noktasında hayati bir önem taşımaktadır. Bu durumun farkında olan hükümetler geleceğin anne adaylarına ciddi projeler yapmaktadırlar. “Haydi kızlar okula kampanyası” bu projelere örnek olarak gösterilebilir. Öte yandan bir başka örnek ise okuma yazma bilmeyen kadın ve erkek kalmaması adına başlatılan Okuryazarlık Seferberliği olarak gösterilebilir. Bu seferberlik ülkenin tüm il ve ilçelerinde uygulanmaktadır.

Eğitim politikaları kadınların toplumsal hayat içerisinde konumlanışını önemli ölçüde etkilemiş ve kadınlar iş hayatı içerisinde gün geçtikçe daha önce erkeklere mâledilen birtakım pozisyonları işgal etmeye başlamıştır. Bu noktada iş hayatında kadının görünürlüğünün artması hem genel ekonomik yapının mahiyetini değiştirmiş hem de çalışan kadınların rollerinde, tutumlarında, tarzlarında birtakım temel ilkelerin değişikliğe uğramasına neden olmuştur. Bu durum haliyle kendine özgü bir toplumsal tip üretmiştir. Nitekim söz konusu tip, karşılaştığı bazı problemlerle de beraber anılmaya başlamıştır. Bu tez için “çalışan anne” diye ifade edilen tipin hem ekonomik hem de sosyal bir fenomen olarak ele alınması, yukarıda ifade edilen sorunların daha belirgin ve analitik bir şekilde çözümlenmesine yardımcı olacaktır. Dolayısıyla çalışan annelerin incelenmesi, annelerin çalışmasından kaynaklanan birtakım problemlerin de incelenmesini

(11)

3

gerektirecek ve belki de bu problemleri ortaya çıkaran gerekçelerin ortaya konulmasına hizmet edecektir. Bu noktada, bu çalışma, söz konusu tipi ve onun -belki de elinde olmadan- neden olduğu sorunları birlikte kavrama girişiminin mütevazı bir ürünü olarak tasarlanmaya çalışılmıştır.

Çalışmanın birinci bölümünde, araştırmanın önem ve amacına değinilmiş olup, araştırmanın metodolojisi hakkında bilgiler verilmiştir. Araştırmanın metodolojisinden sonra araştırmanın sınırlılıklarına değinilmiştir. Böylece bu bölümde araştırmanın mevcut literatür içerisinde nasıl değerlendirilebileceğinin, hangi kapsam ve sınırlılıklar üzerinden araştırma nesnesine -çalışan anne- yaklaşılabileceğinin ve hassaten araştırmayı özgün kılacak unsurların ve yaklaşımların anlaşılması hedeflenmektedir. Öte yandan araştırmanın odaklanacağı temel hususlar da bu bölümde belirtilecek ve sorun alanı olarak görülen bazı tematik meseleler burada serdedilecektir.

İkinci bölümde ise cinsiyet rolü, cinsiyet rolünün toplumsal hayata yansıması, cinsiyet rollerine feminist bakış açısı ve rol çatışması gibi meseleler ele alınacaktır. İlaveten; burada önem teşkil eden bir başka konu olan tarihsel gelişim sürecinde kadın, kadının çalışma hayatına girmesi, annelik rolü ve aile politikaları gibi bir dizi tematik unsurlar ele alınmıştır. Nihai olarak bu bölümde hem kavramsal hem de kuramsal bir tartışma yapılmış, annelik rolünün çocuk ve iş hayatı ile olan ilişkisi üzerinden anlaşılması hedeflenmiştir. Öte yandan bu ilişkinin, aile politikaları ile nasıl bir zemin üzerine oturduğu da ayrıca tartışılmıştır. Bu bölümle, annelik rolünün hem ekonomik hem de politik alandan gelen değiştirici itkiler karşısında nasıl yeni bir forma büründüğünün kavranması amaçlanmıştır.

Üçüncü bölümde ise çalışmanın konusu olan çalışan annelerin tecrübelerine yer verilmiş olup araştırmanın sahadan elde edilen bulguları tahlil edilmiştir. Bu noktada katılımcılardan çalışan anneler bazı temalara göre farkı gruplarda değerlendirilmiştir. Bu durumun çalışan annelerin temel sorunlarının ve beklentilerinin belirli başlıklar altında toplanması amaçlanmıştır. Bu değerlendirmeler görüşme formlarından çıkan verilere göre kategorize edilmiştir. Nihai olarak burada, çarpıcı ve literatüre katkı sunması beklenen birtakım

(12)

4

sonuçların elde edildiği söylenebilir. Üçüncü bölümde yapılan gruplandırmada çalışan annelerin medeni durumları yani evli ve eşinden ayrılmış/boşanmış kişiler olması göz önüne alınmıştır. Öte yandan eşlerine, çocuklarını yetiştirirken yaşadıkları sıkıntılara, devletin tanıdığı yasal düzenlemelere dair fikirlerine göre de çeşitli sınıflamalar yapılmıştır. Ayrıca katılımcıların çalışma zamanlarına ve çalışma alanlarına göre özel tecrübelerine de değinilmiştir. Sonuç kısmında ise çalışan annelerin görüşleri ile hükümetin çalışan annelere tanıdığı haklar yorumlanmıştır.

(13)

5

BİRİNCİ BÖLÜM

ARAŞTIRMANIN METODOLOJİSİ

1.1.Araştırmanın Önemi

Nitel araştırma deseni ile dizayn edilen bu çalışma, Konya evreninde çalışan evli ve çocuk sahibi kadınlar üzerine gerçekleştirilmiştir. Bu haliyle araştırma sınırlı bir örneklem -Selçuklu- üzerinde gerçekleştirilmiş olup, kendi sınırları içinde bağlamsal bir bilgi üretme amacındadır. Sonuçlar genellenebilirlik ve tüm çalışan kadınların tecrübesini kapsama iddiasında değildir. Ancak katılımcıların görüşleri, ekonomik özgürlüğünü elde etmiş ve hem çalışıp hem de anne olan kadınların görüşlerini kısmen temsil edebilmektedir. Nitekim nitel araştırma desenlerinde de örnekleminin evreni temsil etme gibi bir zorunluluğu söz konusu değildir.

Çalışmadan beklenilen en temel husus çalışan annelerle ilgili genel bir çerçevenin çıkması ve aktörlerin sosyolojik bağlamın anlaşılması olarak tarif edilebilir. “Çalışan Kadınların Annelik Tecrübeleri Üzerine Sosyolojik Bir Çalışma” başlığında tasarlanan bu araştırmanın temel amacı ilgili literatüre mütevazı bir katkı sağlamaktır. Bu çalışma ile görüşlerini ifade etme olanağı bulan çalışan annelerin; duygu durumları, kültürel benlikleri, toplumsal çevreleri algılayışları, sorunları, beklentileri gibi eksenler üzerinden sorgulamalar yapılarak anlaşılması hedeflenmektedir. Bu çalışmayla, konuya dair daha sonra yapılacak olan çalışmalar için referans çerçevesinin üretilebilmesi temenni edilmektedir. Tez süresince çalışan annelere yani ekonomik özgürlüğü olan annelere odaklanılmıştır.

Bu konunun araştırmacı tarafından kişisel olarak da tecrübe edilmiş olmasının, yani araştırmanın nesnesi hükmünde olan kadınlardan birisinin de araştırmacının bizatihi kendisi olmasının; araştırma için hem metodolojik hem de epistemolojik bir takım kolaylıklar sağladığı söylenebilir. Böylece bu çalışma, onun icra edenin sosyolojik gerçekliğine de bağlı olarak kendiliğinden ve kolayca örneklem bulabilmiştir. Bu noktada araştırmacının kendi yakın ve uzak çevresine bağlı olarak çocuğu olan ve çalışmaya devam eden anneleri saptaması ve onların

(14)

6

görüşlerine yer vermesi, çalışmanın uygulama sürecinde birtakım avantajları sağlamıştır.

Araştırmanın önemi kadının çalışma hayatı içerisinde yaşamış olduğu birtakım zorlukları ve özellikle de çocuk ile ilgili yaşamış olduğu zorlukları dile getirmesinden kaynaklanmaktadır. Bu minvalde araştırmanın, kendisini hem geleneksel hem de modern ekonomik hayatın dayatmış olduğu rolleri yerine getirmekle memur hisseden çalışan annelere odaklanması, onun özel ve spesifik yönünü de ortaya koymaktadır. Öte yandan bu durum, araştırmanın önemini de imlemektedir. Hem konusu hem de konunun işlenişi bakımından araştırma, özgün olarak nitelendirilebilir. Araştırmanın literatüre muhtemel katkısı ise kendisinden sonra yapılacak olan çalışmalara bir önayak olması olarak tarif edilebilir. Gerek gelişmiş gerekse de gelişmekte olan ülkelerin, küresel pazarlarda konum kapma mücadelesini belirleyen unsulardan birisini de işgücünün niteliği ve niceliği belirlemektedir. Bu noktada serbest piyasa ekonomisi içerisinde kadın istihdamına önem veren ülkeler, bu politik angajmana bağlı olarak birtakım problemleri de yaşamaktadır. İşte bu problemlerin en önemlilerinden birisi çalışan kadının aile içerisindeki rollerine ve tutumlarına dair yaşanan değişimler ve gerilimlerdir. Haliyle bu noktada, çalışan kadınlar üzerine yapılacak herhangi bir çalışma önem teşkil edecektir. Dolayısıyla sadece bu çalışma için değil, çalışan kadını gündeme getiren bütün çalışmalar için söz konusu çalışmaların önemli bir sorun alanını ele aldığı söylenebilir.

1.2.Araştırmanın Amacı

Bu tezin konusunun genel olarak yeni bir konu olduğu ifade edilebilir. Fakat öte yandan çalışma aynı zamanda, Türkiye’de çalışan annelerin, annelik tecrübeleri üzerine bir çalışma olmasından dolayı devletin çalışan annelere tanıdığı hakların da ne derece yeterli olduğu hususunu gündeme getirmektedir. Burada geleneksel beklentiler ile (ev işleri, çocuk bakımı, kocaya ayrılan vakit vb.) yeni feminist söylemler arasında ne yapacağını kestiremeyen ve kendisini keskin bir rol çatışmasının içerisinde bulmuş kadınların durumu yansıtılmaktır. Çalışmanın genel amacı, çalışan bir annenin mevcut durumunu betimlemek ve

(15)

7

karşılaşılan sorunları ortaya çıkarmaktır. Bir yandan ekonomik özgürlüğünü elde etmek isteyen, diğer taraftan ise doğal sorumluluğu olan annelik görevini yerine getirmek isteyen kadının yaşam mücadelesi ele alınmıştır. Yani hem çocuğunu büyütmek hem de kariyer sahibi olmak isteyen kadınların durumu analiz edilmeye çalışılmıştır.

Kadının üstlendiği rollerden en önemlisi hiç şüphesiz ki neslin devamını sağlayan annelik rolüdür. Günümüz annesinin aile ve toplumda sahip olduğu değerler sistemini araştırmak hem annenin ailedeki yerinin hem de toplum içindeki değerinin incelemesi ve araştırılması anlamına gelmektedir. Anne olmanın özellikle de çalışan bir anne olmanın kadınlar üzerindeki dönüştürücü etkileri, onun yaşam kalitesini ve sorumluluklarını belirlemektir. Annelik rolünün nerden nerelere geldiği, annenin yaşam şeklinin geçmişten günümüze ne ölçüde değiştiği ve annenin günümüzde üstlendiği roller gibi hususların, anneliğin serencamının anlaşılması için özellikle bilinmesi gerekmektedir. Aile içi sorumluluklarıyla çalışma yaşamındaki görevlerini bir arada yürütmeye çalışan anneler, birçok zorlukla karşı karşıya kalmıştır. Evde çocuğa kimin bakacağı, ev işlerinin nasıl yapılacağı, iş yerinde yapılmayı bekleyen işlerin ne olduğu gibi hususlar; çalışan annelerin sorunları ve istekleri olarak burada ele alınmıştır. Bu gibi çalışmaların hükümetlerin, geliştireceği politikalarla bu belirtilen sorunlara üreteceği çözümlere katkı sağlaması ve annelerin durumlarını dikkate alarak eyleme geçmesi umulmaktadır.

1.3.Araştırmanın Yöntemi

24 kadın/anne katılımcının görüş bildirdiği bu çalışmada katılımcıları yaşı, mesleği, eğitim düzeyi, medeni durumu, çalışma saatleri, kaç yıldır çalıştığı, kaç yıldır evli olduğu ve kaç çocuğu olduğu hususlar bakımından heterojen bir örneklem seçilmiştir. Araştırmanın örneklemi olarak Konya’nın Selçuklu ilçesinde yaşayan, çalışan annelerin görüşlerine yer verilmiştir. Buradaki temel amaç, çalışan annelerin sorunlarına çözüm aramak, istek ve önerilerine yer vermektir. Böylece çalışmada mevcut durum tanımlanmaya çalışılmıştır. Bu çalışmada niteliksel araştırma yöntemi olan “derinlemesine görüşme” tekniği kullanılmış olup, ayrıca gözlem ve mülakat tekniklerinden de faydalanılmıştır.

(16)

8

Görüşmelerin yapıldığı çalışan annelerden bir kısmı ile araştırmacının aynı kurumda çalışması ve araştırmacının söz konusu katılımcıların aile yaşantısına yakından tanık olması, katılımcıların içinde bulunduğu gerçekliğin anlaşılması için önemli bir avantaj sağlamıştır. Yapılan görüşmelerde şu durum fark edilmiştir; katılımcılar kendi sorununun farkındadırlar ve bu sorunun çözülmesi için de kendince çözümler üretmektedirler.

Kurum dışında yapılan görüşmelerde, katılımcıların gerçekleri tam anlamıyla yansıtmadıkları ve bazı konularda çekimser ve kaçamak cevaplar verdikleri kanısı hâsıl olmuştur. İnsan tabiatına bağlı olarak katılımcıların, yaşadıkları ve yansıttıkları farklı olabilmektedir. Fakat öte yandan yapılan araştırmanın ve sorulan soruların, çalışan annelerin durumunu genel olarak yansıtma iradesine sahip olduğu düşünülebilir.

Araştırma sürecinde kimi katılımcıların eşinden ayrı yaşamını sürdürmeye çalışması ya da eşiyle yollarını tamamıyla ayırıp boşanmış olması, bazı soruların yanıtsız kalmasına neden olmuştur. Bu noktada “eşiniz, evliliğiniz, aile hayatınız hakkında ne söylersiniz?” “nasıl evlendiniz?” “eşiniz nasıl bir insan, nasıl bir aile hayatınız var?” “çalışan biri olarak ev ortamında ev işleri ve çocuk bakımında eşinizle iş paylaşımı, yardımlaşma/dayanışma yapıyor musunuz?” soruları sorularak temel dinamikler keşfedilmeye çalışılmıştır

1.4.Veri Toplama Tekniği ve Soru Formu

Araştırma nitel araştırma yönteminin bir veri toplama tekniği olarak bilinen görüşme-mülakat tekniği ile yapılmış olup, hazırlanan soruların geneli açık uçludur. Görüşmede 13 farklı zenginleştirilmiş soruya yer verilmiş ve yanıt aranmıştır. Bu çalışma için yapılan görüşmelerde ses kaydı yapılmamıştır. Bunun nedeni katılımcıların rahatsız olmaması ve kişilerin buna izin vermeyeceğinin düşünülmesinden kaynaklanmaktadır. Sorular “Ek-2 Görüşme Soruları” adı altında 13 adet olarak sunulmuş ve söz konusu soruların yazılı olarak cevapları katılımcılardan talep edilmiştir.

Annelere sorulan “Eşiniz, evliliğiniz, aile hayatınız hakkında ne söylersiniz? Nasıl evlendiniz? Eşiniz nasıl bir insan, nasıl bir aile hayatınız var?” sorusu,

(17)

9

kadınların iş ve annelik boyutunun dışında bir de eş olarak rol üstlenmesi nedeniyle sorulmuştur. Direk eşiniz nasıl bir insan sorusu yöneltildiğinde kişiler tedirgin ve çekimser cevaplar verebileceği için, sorular aşamalı olarak sorulmuştur. “Çalışma hayatına ne zaman başladınız? Evlilik öncesi mi?/Sonrası mı? Çalışma gerekçeniz nedir? (Kendini ifade etme, geçim/ekonomik nedenler, alışkanlık/zorunluluk, insanlara ya da ailesine faydalı olma, kişisel arzu vb.)” sorusunun cevabı ise, kadınların çalışmak istemelerindeki gerekçeler hususunda bir fikir edinilebilmesini sağlayacak niteliktedir. Ancak “çalışan annelere devletimizin tanıdığı imkânları yeterli ve yerinde buluyor musunuz?” türü bilgi içerikli sorulara çok kısa olarak evet, hayır, kısmen gibi cevaplar alınmıştır. Bu tarz sorulara geniş cevap vermedikleri gözlemlenmiştir.

“Özellikle kız çocuğunun çalışması ile ilgili düşünceniz nedir? sorusu çok ilgi görmüş olup, genelinin ortak cevabı “çalışmalı”, “ekonomik özgürlüğünü elde etmeli” şeklinde olmuştur. Öte yandan yapılan çalışmada en çok ilgi gören sorulardan bir başkası da “ev ortamında ev işleri ve çocuk bakımında eşinizle iş paylaşımı, yardımlaşma/dayanışma yapıyor musunuz?” olurken, diğeri “çalışan bir anne olarak çocuğunuzla günlük ne kadar zaman geçiriyorsunuz? Sizce bu süre yeterli mi?” sorusu olmuştur.

Görüşme soruları yazılı olarak karşı tarafa sunulmuştur. Kişisel bilgiler kısmında yer alan adı-soyadı gibi kısımların kod olarak yazılması ve ikamet olarak sadece bulundukları ilçenin belirtilmesi hususlarında katılımcılar, sözlü olarak uyarıldığı gibi formun son sayfasında yazılı olarak da uyarılmıştır. Burada katılımcının kendini rahatça ifade edebilmesi amaçlanmıştır.

Katılımcılarla gerçekleştirilen görüşmelerde, en rahat cevaplandırılan soruların tecrübelere dayalı sorular olduğu görülmüştür. Sadece yaşadıkları deneyimler üzerinden cevapladıkları bu sorular için rahat ve çabuk yanıtlar alınmıştır.

1.5. Araştırmanın Sınırlılıkları

Bu araştırmanın ilk sınırlılığı, Konya ilinin Selçuklu ilçesiyle kısıtlanmıştır. Bunun dışında araştırmanın çalışan anneler üzerine odaklanması, erkekleri yani babaları dışarıda tutması, araştırmanın bir diğer sınırlılığı olarak tarif edilebilir.

(18)

10

Son olarak, benzer araştırmaların azlığı da bu inceleme için özellikle hem teorik hem de pratik kısımları bakımından bir başka sınırlılık olarak görülebilir ve bu durumun literatürde mukayeseli bir değerlendirmenin yapılmasına engel teşkil ettiği söylenebilir. Tezin konusundan ötürü sadece çalışan annelerin görüşlerine yer verilmiştir. Bunun dışında özel olarak çalışıp da anne olmak isteyen bir katılımcının görüşleri de yer almaktadır. Öte yandan çocuk sahibi olmasına rağmen çalışan kadın olmadığı ve devlet tarafından çıkarılan yasaların kapsamı dışında oldukları için ev hanımlarının görüşlerine yer verilmemiştir. Devlet sürdürülebilir kalkınmayı sağlamak için çalışan kadına ihtiyaç duymaktadır. Kadın hem neslin devamı ve dinamik bir yapı için doğurganlık özelliğini sürdürmeli hem de kalkınma hızının gerilememesi için kadının piyasada işgücü olarak yer alması gerekmektedir. Bu nedenlerle her geçen yıl yeni politikalar ve imkânlar çalışan annelere sunulmakta ve çalışan kadına yeni kolaylıklar sağlamak amacıyla girişimler hükümetler tarafından yapılmaktadır.

(19)

11

İKİNCİ BÖLÜM

KADIN VE CİNSİYET ROLLERİNİN İNŞASI

Çalışmanın bu bölümünde, öncelikle rol, cinsiyet rolü, cinsiyet rolüne ilişkin kuramsal yaklaşımlar, cinsiyet rolünün toplumsal hayata yansıması, cinsiyet rollerine feminist bakış açısı, cinsiyet rollerinde değişimler ve rol çatışması ele alınmıştır. Ayrıca kadına, kadının çalışma hayatına girmesine, kadının tarihsel gelişim sürecindeki yerine ve kadının annelik rolü ile annelik rolünde zamanla yaşanan değişimlere, devletin annelere tanımış olduğu sosyal haklara, aile politikalarına da yer verilmiştir.

2.1. Rol

Sosyal hayatta kişinin ne yaptığını gösteren rol, etkileşim sürecinin bir unsuru olarak görülebilir. Rollerin icrasında ikincil kişilerin varlığına gereksinim duyulduğu için çocuğu olmayan hiçbir anne-baba, söz konusu annelik ve babalık rollerini icra edemez. Öte yandan bireylerin toplumsal hayat içerisinde pek çok rolü olabilir. Aynı kişi birisinin eşi, birilerinin dayısı veya amcasıdır. Genelde herhangi bir çatışma olmadan pek çok rol bir arada temsil edilir. Bir toplumda bu ilkelere göre kimin nasıl ve neye göre bir rol taşıyacağı bellidir. Bu rollerin sınırları da bellidir. Ancak yine de roller arasında birincil ve ikincil ayrımı yapılabilir. Mesela bir kadın için birincil rol anneliktir. Ancak babanın olmadığı veya görevini yerine getirmediği durumlarda anne aynı zamanda ikincil bir rol olarak baba rolünü de üstlenir. (Aydın, 2013: 62-63)

Anne rahminde oluşmaya başlayan cinsiyet, sadece biyolojik bir hadise değildir. Bu durum toplumsal hayat içerisinde sahip olunan cinsiyete göre bir eylem alanının ve formunun inşa edilmesine de sebep olur. Yani toplumsal aktörlerin doğumundan itibaren cinsiyetine göre davranış kalıplarının oluşturulduğu görülmektedir. Bu durum toplumsal aktörlerin dışsal bir etken tarafından edilgenleştirilmesi ve dönüştürülmesi süreci ile yakın bir ilişki içerisindedir. Böylece insanlar yaşamları boyunca toplumsal hayatın onlara telkin ettiği ve-veya dayattığı farklı rolleri üstlenmek mecburiyetinde kalır. Öte yandan zaman içerisinde bu rollerde değişimler de görülmektedir. Örneğin eski çağlarda kadın ev işleri ve çocuk bakımı ile ilgilenirken erkeğin kamusal alanda çalışması doğal bir süreçti. Fakat günümüzde kadınının da çalışma hayatına atılması rollerde

(20)

12

bir takım değişimlere neden olmuştur. Kadın artık erkeğin çalışma alanına girmiş, erkek de ev işleri ve çocuk bakımına yardımcı olmaya başlamıştır. Kadın erkeğin çalışma alanına girerek aileye maddi kazanç sağlamakta, erkek ise kadının görev alanına dâhil olarak eşe yardım etmek adı altında destek olmaktadır.

2.2. Cinsiyet Rolü

İnsan, erkek-kadın iki ayrı cins olarak yaratılmıştır. Erkeğin de kadının da kendine has özellikleri vardır. Mesela erkeğin güç ve rasyonalitede, kadının üretkenlik ve duygusallıkta öncelikli olduğu genel olarak vurgulanan bir husustur. Yani iki ayrı cins bedensel ve ruhsal farklılıklara sahiptirler. Ancak belirli alanlarda farklı meziyetlere sahip olmaları, genel manada bir vasıfsızlık anlamına gelmemektedir. Bu cinsler spor örneğinde olduğu gibi pek çok alanda kategorik olarak farklı yeteneklere sahiptirler. Bu farklılığın en önemlilerinden birisi nesli devam ettirmekle ilgilidir. Bu bağlamda geleneksel kültürde kadın toprak, erkek tohum olarak düşünülmüştür (Aydın, 2013: 215-216). Bu düşünme tarzına karşı modern eşitlikçi ve feminist söylemler arasından ciddi itirazlar gelse de bu durum, geleneksel kültürün kadın ve erkeğe dair tanımlama girişiminin alegorik ifadesi olarak düşünülebilir.

Cinsiyet rollerinde, kadın-erkek ayrımcılığının temelini işbölümü oluşturur. Kadının ev içi işler ve çocuk bakımıyla ilgilenmesi, erkeğin ise dışarıda çalışıp eve ekmek getirmesi gibi erkek-kadın, karı-koca arasında işbölümü bulunmaktadır. Kadın ve erkeğin fiziksel olarak üstlendikleri roller, zaman içerisinde şekillenerek bir toplumsal işbölümünün gelişmesine neden olmuştur. Toplumun, cinsiyetlerine özgü belirlediği roller çerçevesinde bireyler, kız veya erkek olmayı öğrenerek büyümektedir. Bu süreç sonunda cinsiyetlerine uygun roller kazanmaktadırlar. Örneğin kadın için ev ile ilgili işleri yürütmek ve çocuk bakımı gibi işler ön plan çıkarken, erkekler için iş rolleri aile rollerinden daha önemli hale gelebilmektedir (Aydın, 2013: 151 ). Öte yandan savaşların etkisi, eğitim düzeyinin yükselmesi, ekonomik zorluklar nedeniyle kadının gelirine olan ihtiyacın artması vb. nedenlerle daha fazla kadın, üstelik anne olan kadın, çalışma yaşamına katılmıştır. Böylece kadın anne-eş-çalışan rollerini aynı anda yerine getirmek zorunda kalmıştır (Ersöz, 1999;1).

(21)

13

2.3. Cinsiyet Rolüne İlişkin Kurumsal Yaklaşımlar

Bu bölümde toplumsal cinsiyetin kazanımı ve cinsiyetler arasındaki farklılıkları açıklamaya çalışan kuramlardan en yaygınları olan psikanalitik kuram, biyolojik açıklamalar, sosyal öğrenme kuramı ve toplumsal cinsiyet şeması kuramına yer verilecektir.

2.3.1. Psikanalitik Kuram

Freud, “kadınsı” ve “erkeksi” cinsiyet rolünün henüz çocukluk döneminde gelişmeye başladığını ifade etmiştir. İnsanlar çocukluk döneminden itibaren belli aşamalardan geçerek cinsiyetlerine uygun rolleri kazanmaktadırlar. (Özgüven, 2001). Psikanaliz, zihinsel fenomenleri kişinin geçmişi açısından yorumlayan bir yaklaşımdır. Öte yandan yaratıcılığın kökenleri ile en çok ilgilenen alan olarak da görülebilir.

Psikanaliz teorisine göre, insanın egosu anksiyeteye karşı duyarlıdır ve anksiyete istenmeyen, hoş olmayan bir duygu olduğundan, bu duygudan kurtarmak için ego bireyin; kendi benliğini korumaya yönelik savunma mekanizmalarını kullanmaya yöneltir. Her birey, zaman zaman dış dünyadan kaynaklanabilen tehlike durumlarıyla ya da benliği tehdit edici durumlarla karşılaşabilir. Ancak belirtmek gerekir ki anksiyete dışsal bir talihsizlik biçiminde algılanabilen bir duygu olabileceği gibi doyum bekleyen içgüdüsel bir duygu olarak zihinsel süreçlerden de kaynaklanabilir. Dolayısıyla dışsal ya da içsel kaynaklarla kuşatılan ego tehdit edici anksiyeteleri göğüslemek ve bunların üstesinden gelebilmek için birkaç farklı tekniğe başvurur. Bu teknikler, kısa süreli egoyu rahatlatmak, uzun döneme yönelik ise uygun çözüm arayışları için egonun zaman kazanmasını sağlamak ve egonun bütünlüğünü korumak amacına yöneliktir (Köşgeroğlu, 2008: 63).

Günümüzde kadın erkek her iki cinste kendi mücadelesini kendi vermekte, kendi yaşamını ikame edebilmek için çaba sarf etmektedir. Teknolojinin getirisi olan bireycilik bilinci hızla yayılmakta ve kişilerin belleğinde yer etmektedir. Kadın geleceğini garanti altına almak adına çalışmak istemekte ve biyolojik dürtüleri nedeniyle de anne olma arzusu duymaktadır. Çalışan kadın ayakları

(22)

14

üzerinde durabildiği için kendini güvende hissetmekte lakin eş ve annelik boyutuyla da yetmeye yetişebilmeye çabalamaktadır.

2.3.2. Biyolojik Açıklamalar

Biyolojik kuram, kadınlar ve erkekler arasındaki beceri ve/veya davranış farklılıklarını altta yatan cinsler arası biyolojik ve psikolojik farlılıklarla ilişkilendirerek açıklar. Bu teorinin ilgi alanı doğumdan itibaren kadın ve erkeğin maruz kaldığı cinsiyet hormonları ve kritik gelişme dönemlerinde (örneğin; ergenlik) cinsiyet hormonlarındaki farklılıklar ve beyindeki işlevsel ile yapısal farklılıklardır (Osborne, 2004).

Kadın biyolojik özelliği nedeniyle neslin devamını sağlamakta, adeta geleceğe bir köprü vazifesi oluşturmaktadır. Kadını erkekten ayıran yegâne özelliği anaçlığıdır. Kadının anaç yapısı nedeniyle çocuğunu korumakta ve beslemektedir. Çalışan kadınların yaşadığı en büyük sıkıntı çocuğuna ayıracağı vaktin büyük bir bölümünü iş yerinde geçirmesi ve çocuğuna ayırmış olduğu vaktin yetersizliği sebebiyle kadınlar genel bir ruhsal sıkıntı yaşamakta bu durum da kadını hırçın ve huzursuz yapmaktadır.

2.3.3. Sosyal Öğrenme Kuramı

Adler’e göre; insan toplumsal bir varlıktır ve diğer insanlarla ilişki kurma, sürdürme gereksinimi içindedir. Bu gereksinimin karşılanması ise insanın içinde yaşamak zorunda olduğu toplumsal süreçlerin etkisi ile değil, aksine topluma yönelmenin insanda doğuştan var olduğu ve toplumun, insanı ancak bu ilişkinin biçimini belirlemede etkilediği görüşündedir (Köşgeroğlu, 2008: 66). Çağımızda artık kadın kendini keşfetmiş dışa açılım sağlamıştır. Evinde çocuk büyüten ev işleri ile ilgilenip eşini bekleyen kişi olmak yerine dış dünyaya açılan kendi ekmeğini kazanıp evine katkı sağlayan ve aynı zamanda annelik görevini de yerine getiren olmuştur.

2.3.4. Toplumsal Cinsiyet Şeması Kuramı

“Toplumsal cinsiyet”, insanların eril ve dişil olarak, üremeye dayalı bölünmesi kapsamında veya bu bölünmeyle bağlantılı olarak örgütlenmiş pratik anlamına gelir (Connel, 1998: 190). Toplumsal cinsiyet kuramı ise her şeyin

(23)

15

“kadın için” ve “erkek için” olarak sınıflanmasını değil, bireyin ait olduğu cinsiyet grubuna göre “ benim için” “benim için değil” şeklinde sınıflanmasını ele almaktadır (Dökmen 2010).

Toplumumuzda geçmişimizden gelen ataerkil etkilerin olması kadının sosyal ve kamusal alanda yer edinmesi, kendini geliştirip, eğitimini tamamlaması erkeğin karşısında yer almasına neden olmuştur. Ataerkil yapı erkeğin üstün, kuvvetli; kadının ise anaçlığıyla, ılımlı ve ev işlerini yapan, evinin kadını olmakla nitelendirmektedir. Kadının çalışma yaşamına girmesi toplumsal yaşamın şeklini değiştirmiş, kadın ve erkeğe yüklenen sorumluluklar boyutu ile karşı karşıya getirmiştir. Kadın dışarıda erkek gibi çalışmakta, eve gelince de kadına yüklenilen vazife olan ev işleri ve analık boyutunu yürütmektedir. Kadın bu vazifeleri yaparken yükü artmakta, ağır gelmekte ve bu gibi nedenlerden dolayı aile içi sorunlara, gerginliklere hatta parçalanmalara neden olmaktadır.

2.4. Cinsiyet Rolünün Toplumsal Hayata Yansıması

Toplumsal cinsiyetin oluşumu toplumsal normların, yani kişinin içinde doğduğu ve yaşamına devam ettiği kültürün gelenek, görenek ve kurallarını içselleştirmesi yoluyla oluşur. Kadınları erkeklerden ayıran en önemli özelliği kadının gebe kalıp doğurmasıdır. Gelişen teknoloji nedeniyle kas gücüne dayalı olarak yapılan iş türlerinin azalması, kadınların çocuk doğurması dışında diğer alanlardaki biyolojik farklılıklarının önemini büyük oranda ortadan kaldırmıştır. Kadınlar erkeklerin yapabildiği birçok işi artık üstlenip yapmaya başlamış ve erkekler de ev içi işler ve çocuk bakımı sorumluluklarını görece kabullenip üstesinden gelmeye çalışmışlardır.

Bireyin içerisinde bulunduğu toplumun kültürü, bir kadın ve erkeğin nasıl davranacağı, nasıl düşüneceği ve nasıl hareket edeceğini, yani kadın ve erkeği sosyal anlamda yapılandıran özellikleri belirlemektedir. Diğer bir ifadeyle, insanlar dişi ya da erkek cinsiyeti ile dünyaya gelmekte ancak yetiştirilme sürecinde içerisinde yaşadığı toplumun, cinsiyetlerine özgü belirlenen roller çerçevesinde kız veya erkek olmayı öğrenerek büyümektedirler. Bu süreç sonucunda cinsiyetlerine uygun roller kazanmaktadırlar (Aydın, 2013: 151).

(24)

16

Ancak öte yandan, cinsiyet rollerine dair beklentiler ve tutumlar kadınlar ve erkekler açısından benzer oranda olumsuzluklar içerdiği gibi, bunların birey üzerinde baskı yaratarak, kısıtlamalar oluşturduğu da şüphesiz bir gerçektir.

2.5. Cinsiyet Rollerine Feminist Bakış Açısı

Feminist paradigma, kadın ve erkek arasındaki cinsiyete dayalı ayrımda, erkeğin üstünlüğünü ve erkeğe dayalı toplumsal kuralların sonlandırılmasını ve bunun yerine kadın temelli değerlerin ve yapıların ikame edilmesini savunmaktadır (Çaha, 1996: 41). Tarihte “Feminist Hareket” ile kadınlar; aile içinde mal rejimi, mülkiyet ve miras hakları gibi temaların yanında kendi bedeni ve doğurduğu çocuğun üstünde söz sahibi olma gibi pek çok alanda yasal hak arayışına girişmişlerdir. Bu hakları elde etmek için, kadınların başlattıkları hareketler; adım adım verdikleri çabalar, dayanışmalar, birbiriyle eklemlenerek günümüze kadar gelmiştir (Köşgeroğlu, 2008; 153). 1960’lı yıllarından sonra gelişen Feminist kuramın merkezinde cinsler arası ilişkiler yer almaktadır. Kadının yalnızca aile içindeki değil, insanlık tarihi içindeki rolünü de anlamanın gerekliliği üzerinde duran ve aile içi ilişkileri, çatışma, sömürü patriyarkı, cinsiyet kavramları çerçevesinde ele alan bir kuramdır (İçli 1997: 64). Bu dönemlerde bir yanda radikal feministler diğer yanda da kadın kurtuluş hareketi yanlıları var olmuştur. Ne var ki kadın kurtuluşu hareketi yanlıları kendilerine feminist demişler ve başkaları tarafından da öyle tanımlanmışlardır.

Dünden bugüne bir süreç olarak değerlendirildiğinde erkeklere hasredilen roller her zaman kadınınkilerden daha üstün ve değerli bulunmuştur. Bunun sonucunda doğal olarak toplumun değer yargıları erkek bakış açısıyla oluşmuş ve yorumlanmıştır, buna bağlı olarak politikalar, toplumsal yapılar, siyasal kurumlar bu bakış açısıyla yoğrulmuş ve bu durum son kertede toplumsal cinsiyet eşitsizliğine yol açmıştır (Metin 2013: 190). Feminist yaklaşım erkek egemen norm ve simgeleri analiz ederek eleştirmiştir. Bu yaklaşım kadın kimliğini toplum tarafından dayatılan niteliklerden kurtararak erkek egemen norm ve simgeleri derinden eleştirilip, dayatılan bu mevcut kimliğe yeni alternatif kimlikler var etme çabası içindedir (Aktaş, 2013: 53-70).

(25)

17

Liberal feminizmde kadınların dezavantajları, erkeklerin de sahip olduğu ama ne var ki kadınların içselleştirdiği klişeleşmiş göreneksel beklentilere yorulur. Bu klişeler, aileler, okullar, kitle iletişim araçları ve öbür “toplumsallaştırma etkenleri” aracılığıyla daha da güçlendirilir. İlkesel olarak bu klişelerin yok edilmesiyle, eşitsizliklerin devre dışı bırakılması mümkün olabilir. Söz gelimi, kız çocuklarına daha iyi bir eğitim ve daha fazla çeşitlilik içeren rol modelleri sağlayarak, fırsat eşitliği programları ve bunun yanı sıra ayrımcılık karşıtı yasalar geliştirilerek veya emek piyasalarını özgürleştirerek eşitsizliklerin yok edilmesi mümkün olabilir (Connell, 1998: 60, 61).

Feminist hareketin radikal kanadı ise “cinsiyet rolleri” kavramının ve beklentilerin değiştirilmesi stratejisinin ötesine geçmeyi başardı. İktidarın toplumsal cinsiyet ilişkilerindeki önemini gözden kaçırdıkları gerekçesiyle diğerlerini yetersiz buluyorlardı. Kadın kurtuluş hareketi grupları, erkeklerin kadınlar üzerinde iktidar sahibi olmaları nedeniyle kadınların baskı altında tutulduklarını ve kadınların konumunun değiştirilmesinin önce bu iktidara karşı çıkılması, sonunda da bu iktidarın yıkılması anlamına geldiğini öne sürüyorlardı. Bu varsayımlardan yola çıkan analizler başlangıçta akademi dünyasında çok çok az ve bürokraside de oldukça sınırlı kabul gördü. Ancak toplumsal hareket de yaygınlaşarak politik kampanya ve bilinçlendirme gruplarının hareket deneyimlerini kazandırdı (Connell, 1998: 61).

Sosyalist feministlere göre kadınların sömürülmesi, kapitalizmin kar sağlama dürtüsü ve kendini yeniden üretmeye yönelik ihtiyacı ile ilintilidir. Diğer bir değişle iş gücünün cinsiyete dayalı bölümlenmesine ve ev kadınlarının ezilmesine yol açan baskılarla bağlantılıdır. Sosyalist feministler kapitalizme direnen hareketlerle, özellikle de işçi hareketleriyle bağ kurarak özerk bir kadın hareketi için çalışıyordu. Dikkatlerini işçi sınıfı kadınların konumuna yöneltmişlerdir (Connell, 1998: 63).

Türkiye’de feminizmin kökenleri Osmanlı Devletinin son dönemlerine denk düşen ilk kadın hareketlerine dayanır. Bu dönemde yaşanan toplumsal değişimlerin etkisiyle kadınlar, sadece eş ve annelik rolleriyle sınırlandırılmış olmalarının, yanlışlığını dillendirmeye başlamışlardır. Aynı zamanda kadınların,

(26)

18

toplumsal yaşamın her alanında yer almaları gerektiğine ilişkin bilinçli talepleri de artmıştır. Ülkemizde kadınlar tarafından başlatılan bu hareketin tarihsel süreçte yeri; Tanzimat Fermanı, yani yenileşme hareketleri içinde yer alır. Kadınların haklı isteklerine duyarlılığı artıran Osmanlı’da, bu hareketlerin yükselişe geçmesinde, batıya açılma isteği ve batıda yaşanan toplumsal gelişmelerin fark edilmeye başlanması önemli bir etki oluşturmuştur (Köşgeroğlu, 2008; 211).

Dünya üzerinde insanca ve barış içinde bir yaşamın yolunun; her iki cinsin birbirini tamamlayarak ve birbirini geliştirerek eşit koşullarda yaşamasından geçtiği bilinmektedir. Nesli devamını sağlayan erkeği de, kızı da doğuran anne yani bir kadın olmasına rağmen, ikinci plana atılan yine kadındır. Bunun nedenlerine eğilmeli ve çocuklarımızı yetiştirirken bir toplumda kadının da erkeğin de insan olması bakımından eşit olduğu bilincini aşılamalıyız. Mustafa Kemal Atatürk bir söylevinde; “İnsan topluluğu kadın ve erkek denilen iki cins insandan oluşur. Kabil midir ki, bu kütlenin bir parçasını ilerletelim, ötekini ihmal edelim de kütlenin bütünü ilerleyebilsin? Mümkün müdür ki, bir cismin yarısı toprağa zincirlerle bağlı kaldıkça, diğer yarısı göklere ulaşabilsin?” der. Kadınları erkekleriyle eşit haklara sahip olmayan bir toplumun erkeklerinin de özgür olamayacağı bir gerçektir.

2.6. Rol Çatışması

Günlük yaşantının büyük bir kısmını kaplayan iş temposu, kişinin yaşam koşullarını, gelecek beklentilerini ve planlarını etkilediği için büyük öneme sahiptir. İnsan iş yerinde farklı rollere, evinde farklı rollere sahip olup, bu farklı rolleri ister istemez birbirine yansıtabilmektedir. Yorucu ve uzun soluklu iş hayatı kişinin aile içindeki rollerini üstlenmesinde zorlanmasına neden olmaktadır. Her iki durumda da üstlenilen rollerin dengede tutulması başarı, huzur ve tatmin duygusu yaşatırken, bu dengeyi sağlayamamak roller arası çatışmaya neden olmaktadır. Çalışan kadın; iyi bir iş kadını, iyi bir anne, iyi bir eş, iyi bir ev kadını, iyi bir evlat olabilmek için büyük bir zaman sıkıntısı yaşamaktadır. Kadınlar bu belirtilen rollerini gerçekleştirmede yaşanılan zaman sıkıntısından dolayı kariyer fırsatlarını kaçırmakta veya ertelemektedir. Kadın, tüm bu üstlendiği rollerin üstesinden gelmeye çalışırken zorlanmakta, bu zorlanmanın

(27)

19

neticesinde psikolojisi bozulmakta ve ileriki dönemlerde de sağlık sorunları yaşamaya başlamaktadır.

Bireyin birden fazla rol üstlenmesi ve roller arası uyumsuzluk, rol gerginliğine neden olur. Rol gerginliği veya rol çatışması kavramı, rolle ilgili bireysel yetersizliklerden ziyade, rolün yapısıyla ilintilidir. Birey bu durumdan huzursuz olur (Özgüven, 1989: 35). Öte yandan iş ve aile yaşamının getirdiği ağır koşullar sonucunda rol çatışması, gerginliğe de neden olmaktadır. Gerginlik, stresli yaşam kişinin bunalıma girmesini tetiklemektedir. Bu durum; yaşam kalitesinin düşmesine, aile içi huzursuzluklara, şiddetli geçimsizliğe ve daha da ötesi tarafları boşanmaya da götürebilmektedir. İş yaşamında ise işin zorluğuna ve çalışma koşullarına göre iş kaybına ve sonucunda maddi sıkıntılara yol açmaktadır.

2.7. Kadın

Kadın: erişkin dişi insan, hatun, hatun kişi, zendir. Analık veya ev yönetimi bakımından gereken erdemleri, becerileri olan kişidir. Hizmetçi bayan, bayan anlamlarına gelmektedir (TDK). Kadın; Sümer’de İnanna, Babil’de İştar, Mısır’da Hathor anlamında gelmektedir. Esasında bütün anlamlar aynıdır ve güçlü, büyüleyici ve gizemli kadının farklı adlarıdır. Mitolojide kadın âşık olunandır, sevgilidir, eştir, anadır, doğurandır. Güzelliği ile göklere çıkarılandır. Berekettir (Köşgeroğlu, 2008; 84). Fakat öte yandan bu anlamlar ister istemez bir takım ince nüanslarla birbirinden ayrılmaktadır. Kadına yüklenen anlamlar ise bir kültürün tarihsel süreç içerisindeki değişim ve dönüşümü ile yakın bir alaka içerisindedir. Bunun içindir ki kadına yüklenen anlamların bilinmesinin, yani kadının tarihsel süreç içerisindeki imgesel değerinin bilinmesinin yolu, çeşitli kültürlerin tarihsel olarak göz önünde bulundurulmasından geçmektedir.

2.7.1. Tarihsel Süreç İçerisinde Kadın

Tarihsel süreç içinde kadının sorumlu olduğu roller ve onun önemi toplumlara göre farklılıklar göstermiştir. Hayatlarını avcılık ve toplayıcılık yaparak sürdüren ilk toplumlarda kadının ve erkeğin taşıdığı roller benzerlik göstermekteydi. Bu dönemlerde kadın ve erkeğin fiziksel özellikleri yönünden

(28)

20

aralarında ciddi farkların bulunmadığı antropolojik araştırmalar neticesi ortaya çıkmıştır. Kadının da erkek gibi avlandığı kendini vahşi hayvanlara karşı savunup, koruduğu bilinmektedir. Göçebe halde avcılık ve toplayıcılık yaparak geçimini sağlayan kadınlar ile erkeklerin rol ve görevleri ayrışmış değildi, onlar temel işleri birlikte dayanışma içinde yapmaktaydılar (Aydın, 2013; 217).

İlk insan topluluklarında, “annenin hâkimiyeti” anlamına gelen anaerkil bir topluluk olduğu ve yerleşik hayata geçildikten sonra toprağın ve malların özel mülkiyet haline geldiği, oluşan zenginliğin erkek soyu yoluyla devam ettiği gibi argümanlara dayalı olarak anaerkilliğin yerini zamanla ataerkilliğin aldığı iddia edilmektedir. Ancak tüm evrimci kuramlarda yer alan tarih öncesi insanlığın, ana hakkından baba hakkına geçildiğine ilişkin tez, yirminci yüzyılın başlarında önemini kaybetmiştir. Böyle bir spekülasyon feminist kuramı cezbetse de anaerkilliğin tarihte var olduğuna yönelik arkeolojik ya da antropolojik yeterli bir kanıt bulunmamaktadır (Marshall, 1999: 22).

Tarım faaliyetlerinin olduğu dönemlerde; toprağın çapalanması ve tarlaların sapanla sürülmesi aile içerisinde erkeğin önem kazanmasına neden olmuştur. Çünkü toprağa yerleşmeye başlanmasından ve sapanın icat edilmesinden sonra işbölümünde bir görev değişimi yaşanmış ve tarım, kadın mesleği olmaktan çıkarak erkek mesleği haline gelmiştir. Böylece kadının gıda tedarik etme görevi sonlandığı için toplumda sosyo- ekonomik statüsü de azalmıştır. Ayrıca erkeğin, tarımdaki keşifleri, çanak-çömlek yapımını ve nakliyedeki yeni buluşları gerçekleştirmesi çoğu toplumda erkeğin patriarkal (babaerkil) bir kimlik kazanmasına neden olmuştur (Aydın, 2013: 75)

Antikçağ Yunan düşünürlerinden Aristo, kadın ve erkeğin eşit olmasını imkânsız olarak görürken, kadını “erkeğin yarısı” ya da “eksik erkek” olarak tanımlamıştır (Canatan, 2009a: 23-25). Antikçağda kadın, erkek despotizminin altında mutlak bir mülktü. Meclislerin hiç birisine üye olamazdı. Roma döneminde de kadının dişilik tarafı ortaya çıkarıldı ve kadın bir günah aracı olarak görüldü. Hıristiyanlığın çatısı altında da kadına saygın bir yer bulunamadı. Onlara göre iyi bir mümin olmak, kadından uzak durmaya bağlıydı (Aydın, 2013: 222). Yaklaşık bin yıl süren insanlığın karanlık dönemi özellikle kadınların “cadı” diye

(29)

21

adlandırılıp, diri diri yakılması anlamında zihinlerde iz bırakan bir çağdır. Ortaçağ dönemi, insanlığın ve bilimin ışığından uzunca süre yoksun kaldığı cahilliğin de kol gezdiği bir dönemdir. Oysa ilkel toplumlarda “cadı” sözcüğü asla kadınları küçümseyici anlamda kullanılmamış, aksine kadınlar; üretim ve yaratım konusunda gizemli etkinlikleri nedeniyle, bilgece tutumları ile “cadı” diye adlandırılmıştır. Çünkü kadınlar çocuk doğurabilir, ürün yetiştirebilirler, ateşi denetleyebilir, yerleşim yerleri kurabilir, insanoğlunun toplumsal davranışlarına disiplin getirebilecek kurallar koyabilirdi (Köşgeroğlu, 2008: 91).

Ortaçağda Hıristiyanlıkla kadınların toplum içerisinde maruz kaldıkları önemli ve tehlikeli bir alan ise büyücülüktür. Büyücülük ortaçağda bir damgalama aracı olarak kilisenin kadınlar için kullandığı önemli bir silahtı. Bekâr veya dul bir kadını cadı olarak tanımlayıp ölmesine sebep olunuyordu. Büyücülüğün kökenleri mitolojilere kadar uzanmaktadır. Ancak daha çok Hıristiyanlıkta kadınları öldürmek için kullanılmıştır. Büyücülerin iblislerin gökyüzünden süzülüp kadınlarla ilişkiye girmesinden oluştuğu düşünülür. Yani büyücülük uğursuzluk ile özdeşleşmektedir. Bu sebeple kilise aleyhine veya kurallar noktasında en küçük bir itirazda bulunan kadınların büyücülükle suçlanıp yakıldığı bilinmektedir (Sevim, 2005: 26). Kısacası Ortaçağda kadın geri plana atılmıştır ve kadın, erkeğin egemenliğinde yaşamakta olan ve herhangi bir söz hakkı tanınmayan bir özne olarak varlığını sürdürmüştür. O dönemde kadın olmak demek tek başına karar veremeyen gerek ev içine gerekse de ev dışına müdahil olmayan ve kendini bile korumaktan aciz olarak nitelendiriliyordu.

18. yüzyılın ortalarına gelindiğinde, uluslararası düşünürlerden oluşan bir grup, feodal toplumda kralların, kilisenin ve soyluların miras aldığı imtiyazlara dayalı zorbalığı sorgulamaya ve buna karşı çıkmaya başlamıştı. Bu durumu eleştiren aydınlar, kralların “Tanrısal Hakları”nın karşısına “İnsan Hakları”nı çıkardılar. Onlar yeni ve büyümekte olan orta sınıfın sesi olmuşlardı. İlerlemeye açık, eskiyip kemikleşmiş ve kokuşmuş feodal hiyerarşi içindeki eşitsizliklerden bezmiş bir sınıftı bu. İşte bu ortamda kadınlar da kendi eşitsizliklerine ilişkin sorular ortaya atıp erkeklerin ev içindeki zorbalığını sorgulamaya başladılar (Watkins, Rueda, Rodriguez, 1996: 12).

(30)

22

Fransız devrimi, kadınlara sadece bireysel olarak değil, toplumsal düzeyde de eski koşullardan kurtulmaları için bir şans sağladı. Parisli işçi kadınlar, tarihte ilk kez kendi işlerini kendileri görmek üzere kolları sıvadılar ve altı bin kadar kadın Paris belediye binasına yürüdü (Watkins, Rueda, Rodriguez, 1996: 22, 23). 19. yüzyılda Fransız Devrimi ile gelişen Sanayi Devrimi; kadınların ev sınırları dışına çıkarak, üretime katkı vermelerinin yollarını açmıştır. Bu açılım aynı zamanda kadınlar için gerçek bir dönüm noktasını da oluşturmuştur (Köşgeroğlu, 2008; 153). Sanayi Devrimiyle birlikte üretim, kentleşme, göç gibi birçok sosyal olgu meydana gelmiştir. Bunun yanı sıra düşünsel hayatta Aydınlanma Dönemi ile gündeme girmeye başlayan ilerleme, sekülerizm, bireycilik, hümanizm, rasyonalizm ve pozitivizm gibi tematik hususlar, modern dönemde toplumların hayata bakışına yön veren güçlü algıları oluşturmayı başarmıştır. Sanayileşmenin önemli etkisiyle büyük ivme kazanan kentleşme, toplumun büyük bir bölümünü oluşturan ve “modern orta tabaka” adı verilen sanayi işçisinin ve memurunun artışına neden olmuş; böylece kadın, evin dışında erkekle yan yana iş hayatına girebilmiştir (Aydın, 2013: 78-81).

19. yüzyıla kadar varlığını sürdüren “kadının yeri evinin içidir” ilkesi de değişime uğramış, toplumda kadın rolleri de çeşitlenmiştir. Varlıklı kadınlar aile içinde hizmetçiler ve dadılar çalıştırmaya, orta tabakadaki kadınlar ise, ev işleri ve çocuk bakımı gibi görevleri bir iş olarak görmemeye başlamıştır. Özellikle işçi sınıfı ailelerindeki kadınlar, bir yandan endüstriyel üretimde işçi olarak görev yaparken diğer yandan da ev işlerinin çoğuyla yükümlüydüler (Giddens, 2005:116-118). Fakat sanayi devrimiyle birlikte kadın, ekonomik alanda iki şekilde mağdur olmuştur. İlki ailenin ekonomik bir birim olmasının sonlanmasıyla, çalışmayan kadının aile içerisindeki ağırlığının sona ermesidir. Sanayi öncesinde üretimin merkezi olan ailede kadın, belirli bir ekonomik insiyatifi üstlenebiliyor ve üretimin merkezinde yer alıyordu. Ancak ev ve işyerinin ayrışmasıyla beraber kadın, ekonomik bir ağırlığı olmayan kuruma yani aileye terk edilmiştir. İkinci mağdurlukları ise, sanayi burjuvazisinin çalışan kadın emeği üzerinden sağladığı artı paraydı. Çünkü tekstile dayalı ilk dönem sanayi hamleleri, ucuz işgücü tedarik ettiği ve bu nedenle en fazla gereksinim duyduğu

(31)

23

kadın emeğini, aileden alıp pazara kanalize etmeye çalışmaktaydı (Çaha, 1996: 42-43).

Modernizm, gelenekselliğin tam tersine; toplumun her alanında değişmelerin olduğu, kırsallıktan kentselliğe dönüşümün olduğu, bilim ve teknolojide yaşanan gelişmeler sonucu ekonomik kalkınmanın gerçekleştiği, ataerkil geleneksel aile biçiminden demokratik anlayışın hâkim olduğu, kadına bakış açısının değiştim gösterdiği bir dönemi ifade etmektedir. 20. yüzyıldan günümüze kadar geçen süre, kadın için yeni süreçlerin ve imkânların gelişmesini sağlamıştır. Modern teknolojinin daha iyi sağlık ve uzun ömür getirmesinin de yardımıyla kadınlar, iyi eğitim almaya, ev işlerinde ve çocuk büyütmenin doğasında yaşanan değişimlerle daha fazla sosyal hayata katılmaya başladılar (Şişman, 2007: 592). Modernleşmeyle birlikte kadın için anlamı değişen bir diğer rol ise, ev hanımlığıdır. Ayrıca ev hanımlığı, günümüz toplumlarında kadın için aileye yönelik roller içerisinde en tartışmalı olanıdır. Bazılarına göre ev hanımlığı, kadın için küçültücü bir rol olarak değerlendirilmektedir. Buna karşı çıkanlar ise, ev hanımlığının tek başına değil, kadının elde ettiği diğer kişilik rollerinin de düşünülerek değerlendirilmesi gerektiğini savunur. Bu yaklaşıma göre diğer roller göz önünde tutularak düşünüldüğünde, ev hanımlığının olumlu ya da olumsuz olduğu açığa çıkacaktır (Sezal, 2012: 173).

2.7.1.1. Tarihsel Süreç İçerisinde Türkiye’de Kadın

İslamiyet öncesi dönemde Türklerin hayatında kadının büyük bir değeri vardır ve kadının çocuğu olursa ona olan sevgi daha da yükselirdi. (Nirun, 1994: 24). İslam öncesi Türk ailesinde kadın, evin dayanağı ve sahibi olarak görülürdü. Nitekim kadının işbölümü gereği evde kalmak ve ev işlerini yerine getirmek gibi de görevleri vardı. Bu dönemde erkeğin çokeşli olma durumu yaygın olmamakla birlikte nadiren de olsa görülmektedir. Ancak burada ifade etmek gerekir ki eski Türk evliliklerinde erkek tarafının kızın ailesine verdiği ve aile malı anlamına gelen “kalın” ya da “başlık” geleneği de bulunmaktaydı (Canatan, 2009c: 119-127).

İslam dininin hüküm sürdüğü dönemlerdeki uygulamalar dikkate alındığında, kadınlara diğer dönemlerle kıyaslanamayacak ölçüde radikal ve ileri

(32)

24

düzeyde haklar verilmiştir. Toplumsal hayatın birçok alanında kadın ile erkeğin eşit statüye sahip olduğu görülmektedir. Öyle ki klasik Osmanlı döneminde kadın, erkekle aynı haklara sahip ve en az erkek kadar da özgür durumdaydı. 16. Yüzyıla kadar Osmanlı’da kadın, özgürce giyinebilmekte, erkekle birlikte savaşa katılabilmekte, tarlada çalışabilmekte ve aile içi kararlarda aktif olarak söz sahibi olabilmekteydi (Aydın, 2013: 228-229). Mesela 1600’lü yılların Bursa’sında kadınların ipek imalatıyla ilgilendikleri, Bursa genelindeki ipek imalat tezgâhlarının yarısına yakınının kadınlara ait olduğu ve buradan imal edilen ipeklerin kadınlar aracılığıyla çarşı-pazarda satıldığı kaynaklarda yer almaktadır (Kurt, 2011:407)

Tanzimat fermanın ilanından sonra öğretmen okulları ve rüştiyeler açılmıştır. Bu okullarla birlikte öğretmenlik yapmaya başlayan kadınlar, kamusal hayatta daha çok yer almaya başlamıştır (Canatan, 2009c:136). Bu döneme denk düşen önemli gelişmeler kısaca; 1843’te, “Tıbbi Mektebi bünyesinde kadınların gebelik eğitimi almaya” başlaması; 1847’de, “Kız ve erkek çocuklara eşit miras hakkı tanıyan İrade-i Seniye Kanunu” yayımlanması; 1858’de kabul edilen “Arazi Kanunnamesi ile mirasın kız ve erkek çocukları arasında eşit paylaşılması” olarak ifade edilebilir. Öte yandan 1870’te kadınlar adına önemli bir diğer gelişme daha yaşama geçirilir ve ilk “Kız Öğretmen Okulu” açılır. 1876’da ilk Anayasa olarak kabul edilen, “Kanun-i Esasi” ile kadın erkek arasındaki temel haklar düzenlenir, böylece kız ve erkek çocuklar için eğitim zorunlu hale getirilmiş olur. 1897’de kadınların, “ücretli işçi” olarak çalışmaya başlaması ilk toplumsal yaşama adım atmaları için ve ev sınırları dışında soluklanacakları alanların yaratılması için oldukça önemli bir gelişmedir (Köşgeroğlu, 2008; 212-213). 1839-1876 dönemi, Osmanlı bürokratlarının idari, yasal ve eğitim alanlarında reform çabaları içinde bulundukları, Fransız Devrimi’nin getirdiği özgürlük, eşitlik, vatandaşlık gibi kavramları tartıştıkları, kadın eğitimini, kadınların yeni kuşakları eğitme “sorumlulukları” nedeniyle toplumsal gelişme açısından özellikle gündemde tutulan bir dönem olmuştur (Kadın Eserleri Kütüphanesi ve Bilgi Merkezi Vakfı, 1994:15).

19. yüzyılın sonları ve 20. Yüzyılın başları, Osmanlı toplumu için hızlı değişim yıllarıydı. Ekonomik baskılar, batı etkisi, eğitim reformu ve özellikle de

(33)

25

1912-13 Balkan Savaşı ve sonraki I. Dünya Savaşı gibi etkenler nedeniyle, kadınlar evlerinden çıkıp kamusal alana girmeye başlamışlardır. Yalnızca ev işlerinde değil sanayi de dahil olmak üzere pek çok iş kolunda çalışmışlardır. Örneğin 20. Yüzyılın başlarında tekstil endüstrisinde çalışanların %50’si ve 1897’de İstanbul kibrit fabrikasında çalışanların yarısı yine kadınlardı (Kadın Eserleri Kütüphanesi ve Bilgi Merkezi Vakfı, 1994:20). İş yaşamında yer alan kadınlar toplumsal yaşamın tümünde değişimlere yol açmış ve kadın ile erkek arasındaki katı sınırlar artık aşınmaya başlamıştır.

Cumhuriyetle birlikte Türk kadını birtakım yeni haklar kazanmıştır. Mecelle Kanunu’nun yerine 1926 yılında Medeni Kanun getirilmiş ve Türk kadınına boşanma hakkı, miras konusunda erkekle eşit paylaşım hakkı, evlenme yaşının sınırlandırılması, kanun önünde kadının erkekle eşit sayılması ve evliliğin bir memurun önünde resmiyet kazandırılması gibi haklar tanınmıştır (Çaha, 1996: 111). Ülkemizde fırsat eşitliği Cumhuriyet döneminde Atatürk’le başlamıştır. Medeni Kanun ile kadın vatandaş statüsüne erişmiş daha sonra da ona siyasal haklar tanınmıştır. İlaveten, 1922 ile 1934 tarihleri arasında yapılan devrimlerle kadına eğitim alanında da fırsat eşitliği sağlanmıştır.

Cumhuriyet döneminde Türk kadını için bir dizi köklü değişikliği içeren hakların en önemlilerinden birisi 3 Mart 1924’te, eğitimde eşitlik ilkesinin benimsenmesi olarak ifade edilebilir. Burada kadınların toplumsal yaşamda üretken katılımcılar olabilmelerinin yolunun eğitimden geçtiği anlaşılmıştır. 1926’da Medeni Kanun’un ilan edilmesiyle, o günün toplumsal yaşamı içinde kadınlara, evlilikte eşit olmanın kapıları sonuna kadar açılmıştır. 1930’da çıkarılan yasa ile ise kadınlar; belediye seçimlerinde seçme seçilme hakkı kazanırken, 5 Aralık 1934’te de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde seçme ve seçilme hakkını kazanmıştır. Nitekim 1935’te yapılan genel seçim ile 441 Milletvekili içinde 18 kadın (%4.5) milletvekili olarak Meclis’te yer almıştır (Köşgeroğlu, 2008; 215-219).

Türkiye’de kadınların çalışma yaşamına girişlerinde önemli artışlar olmuştur. İç göç ve kentleşme bu süreçlerde önemli bir rol oynamıştır. Ancak yine de kadınların çok büyük bir bölümünün ücretli iş gücü piyasasına yeterince

Referanslar

Benzer Belgeler

Bu çalışmada, B-mod ve doppler görüntüleme ile koyun dalağının ultrasonografik olarak lokalizasyonu, boyutları, görünümü ile dalak arter ve venlerinin akım özelliklerinin

Hastalıkların görülme sıklığındaki artış, ilaçların farmakokinetiği ve farmakodi- namiğindeki değişiklikler, birden fazla ilaç kullanımı, ilaç etk- ileşimi

Araştırmanın sonucu üniversite öğrencilerinin duygusal zekaları onların bilinçli farkındalıkları ile psikolojik iyi oluşları arasında tam bir aracılık

Bu sonuçlar, gündüz, gece ve 24 saat süresince: Periferal ve santral aortic SKB, DKB, ortalama kan basınçları, nabız basınçları; kardiyak output (CO); periferal rezistans

Kutlu, The Rector of Selcuk University (Tur- key) argues that today’s knowledge is becoming obsolescent tomorrow in the cir- cumstances of the information age, so the managements

link bağlamak, birleştirmek Fiil İngilizce Türkçe

Ruminantlarda önemli ekonomik kayıplara neden olan göbek bölgesi lezyonları (omfalitis, onfalaoflebitis, omfaloarteritis, urakus fistülü ve hernia umbilikalis)

EK-3 Tablo 3’te cinsiyet açısından bulunan anlamlı χ2 farklılıklarıyla ilgili sorulardaki en düşük ve yüksek frekanslar incelendiğinde, şu farklılıkların