• Sonuç bulunamadı

Fahreddin er-Razi ve nübüvvet anlayışı

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Fahreddin er-Razi ve nübüvvet anlayışı"

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

TEMEL İSLAM BİLİMLERİ KELAM ANA BİLİM DALI

FAHREDDİN ER-RAZİ ve NÜBÜVVET ANLAYIŞI

Yüksek Lisans Tezi

Danışman

PROF. DR. Süleyman TOPRAK

Hazırlayan Mehmet KELEŞ

(2)

İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER………...……1 KISALTMALAR………...………….3 ÖNSÖZ………...……4 GİRİŞ………...6 I. NÜBÜVVETİN ÖNEMİ………6

II. NÜBÜVVETE GENEL BİR BAKIŞ……….8

1.KAVRAMLAR VE TANIMLAR………...8

a) Nübüvvet ve Nebi’nin Lügat ve Istılah Manaları………..………...8

b) Risalet ve Resul’un Lügat ve Istılah Manaları………..…...…9

c) Nebi-Resül Mukayesesi………..………10

2. NÜBÜVVETİN VEHBİ OLMASI………...………11

3. NÜBÜVVETİN SONA ERMESİ (HATM-İNÜBÜVVET)………12

BİRİNCİ BÖLÜM FAHREDİN er-RAZİ’NİN HAYATI ve KELAMDAKİ YERİ 1.FAHREDDİN er-RAZİ’NİN HAYATI………....14

2.FAHREDDİN er-RAZİ’NİN ESERLERİ……….18

3. FAHREDDİN er-RAZİ’NİN KELAMDAKİ YERİ………24

4. FAHREDDİN er-RAZİ’NİN SONRAKİLERE ETKİSİ………..27

İKİNCİ BÖLÜM FAHRETTİN er-RAZİ’NİN NÜBÜVVET ANLAYIŞI 1. RAZİ’YE GÖRE NÜBÜVVETİN İMKANI ……….. ….. 30

2. RAZİ’YE GÖRE NÜBÜVVETİN GEREKLİLİĞİ ………...31

3. RAZİ’YE GÖRE PEYGAMBER GÖNDERMENİN FAYDALARI……….32

4. RAZİ’NİN NEBİ, RESUL VE RİSALET GÖRÜŞÜ………..33

(3)

a) Hz.Muhammed(sav.)’in Diğer Peygamberlerden Üstünlüğü……….35

b) Diğer Peygamberler Arasındaki Üstünlük……….37

c) İnsan, Peygamber ve Melek Arasındaki İlişki………38

6. RAZİ’DE MUCİZE………..39

6.1. Mucize’nin Lügat ve Istılah Manası………....39

6.2. Mucize’nin Şartları………..40

6.3. Mucize’nin Nübüvvete Delil Oluşu……….40

a) Akli Mucizenin Delil Oluşu………....41

b) Hissi Mucizenin Delil Oluşu………...43

7.PEYGAMBERLERİN GÜNAHSIZLIĞI……….44 7.1. Hz. Adem(a.s.)’ın Masumiyeti………....46 7.2. Hz. Nuh(a.s.)’ın Masumiyeti………...48 7.3. Hz. İbrahim(a.s.)’ın Masumiyeti………...49 7.4. Hz. Yakup(a.s.)’ın Masumiyeti………...52 7.5. Hz. Yusuf(a.s.)’ın Masumiyeti………..…..53 7.6. Hz. Eyyub(a.s.)’ın Masumiyeti………...……….55 7.7. Hz. Şuayb(a.s.)’ın Masumiyeti………55 7.8. Hz. Musa(a.s.)’ın Masumiyeti……….56 7.9. Hz. Davud(a.s.)’ın Masumiyeti………...…57 7.10. Hz. Süleyman(a.s.)’ın Masumiyeti………....58 7.11. Hz. Yunus(a.s.)’ın Masumiyeti……….………...……..60 7.12. Hz. Lut(a.s.)’ın Masumiyeti……….………...……...61 7.13. Hz. Zekeriyya(a.s.)’ın Masumiyeti……….…………...………61 7.14. Hz. İsa(a.s.)’ın Masumiyeti……….…………..……62 7.15. Hz. Muhammed(sav.)’in Masumiyeti………63 8. PEYGAMBERLERİN SIFATLARI………67 8.1.Sıdk………...67 8.2. Emanet……….68 8.3. Tebliğ………...69 8.4. Fetanet………..70 8.5. Peygamberlerin Günahsızlığı(İsmet)………...70

(4)

SONUÇ……… 72BİBLİYOGRAFYA………. 75

KISALTMALAR

a.e. : Aynı eser

a.g.e. : Adı geçen eser

a.g.m. : Adı geçen makale

a.g.md. : Adı geçen madde

AÜİFD : Atatürk Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi Dergisi Dergisi

Bkz. : Bakınız

cc. : Celle celalühü

C. : Cilt

DİA : Diyanet İslam Ansiklopedisi

H. : Hicri

Hz. : Hazreti

İA : İslam Ansiklopedisi

İst. : İstanbul

m. : Miladi

M.E.B. : Milli Eğitim Basımevi

nşr. : Neşreden

r.a. : Radıyallahü anh

s. : Sayfa

sav. : Sallallahü aleyhi ve selem

sn. : Sunuş

Sy. : Sayı

T.D.V. : Türkiye Diyanet Vakfı

Terc. : Tercüme eden

vd. : Ve diğerleri

vb. : Ve benzeri, ve benzerleri

v. :Vefatı

(5)

ÖNSÖZ

Kelam ilminde büyük bir şöhretin sahibi ve imam olarak kabul edilen Razi, aynı zamanda büyük bir müfessir, felsefe bilgini, edip ve şair olarak da ün yapmıştır. Küçük yaşta hayatını ilme vakfeden Razi’nin yaşadığı asır, değişik fırka ve mezheplerin mücadele ettiği bir döneme rastlamaktadır. Bu asırda birçok ilmi seyahatlerde bulunup değişik alimlerden ders alan Razi, aynı zamanda İslam dışı değişik fırka ve mezheplerle yaptığı münazara ve münakaşalarla da tanınmaktadır.

Te’liflerle de meşgul olan Razi, başta kelam ve tefsir olmak üzere felsefe, mantık, tıp, astronomi, fıkıh ve biyografi alanlarında eserler vermiştir. Bununla birlikte daha çok kelam alanında esere veren Razi’ye göre, kelam, bütün ilimlerin en şereflisidir. Zira Kur’an-ı Kerim başından sonuna kadar peygamberlerle kafirler arasındaki itikadi mücadeleleri anlatır. İslam akaidini kesin delillerle kanıtlayıp muhalif görüşleri reddetmeyi peygamber mesleği olarak gören Razi, Gazali’nin yaptığı gibi İslam filozofları karşısında Eş’ariyye’nin kelam sistemini savunmuş, Gazali’ye nispetle eserlerinde felsefi konulara daha geniş yer ayırmıştır. Özellikle tabiat ilimlerine ait konularda İbn Sina’nın etkisinde kalmış ve felsefe ile kelam’ın konularını birleştirip felsefi kelam dönemini başlatmıştır.

Gazali ile başlayıp Fahreddin er-Razi’de son merhalesine varan felsefeyi kelamla birleştirme hareketi, felsefeyi kelama bağlı kılmakla, felsefe için felsefe değil de kelam için felsefe yapma geleneğini getirmiştir. Aslında bu kelam’a Aristo geleneğine göre bir yön vermek anlamına gelmektedir. Bu durum felsefi kelam’ın kurucusu ve filozof kelamcıların önderi sayılan Razi’ye çağlar boyu süren ve bütün İslam alemini kapsayan bir etki alanı sağlamıştır. Bunun yanında Türk-İslam düşüncesi üzerindeki, özellikle Osmanlı ilim ve fikir hayatı üzerindeki etkisi de derin ve sürekli olmuştur.

Böylesine önemli bir şahsiyetin kelami görüşleri kadar, kendi döneminde en çok tartışılan nübüvvet konusu bizim için önem arz etmektedir. Çünkü imanın üç temel esası olarak bildiğimiz uluhiyet, nübüvvet ve ahiret konuları içerisinde Allah’ın varlığından çok peygamberlik ve onun getirdiği ilahi mesajın fonksiyonu geçmişte olduğu gibi günümüzde de sıkça tartışılan konular arasındadır.

(6)

Buradan hareketle biz de konumuzu “Fahreddin er-Razi ve Nübüvvet Anlayışı” olarak belirledik. Çalışmamızın ismine bakarak oldukça geniş bir alanı kapsadığını düşünebiliriz. Fakat bu husus, anlaşılması zor gereksiz ayrıntılar ve karmaşık felsefi ifadeler içinde boğulmamıza neden olmamıştır. Razi’nin, nübüvet meselesine hemen her eserinde yer ayırması, peygamberlerin masumiyetine dair müstakil bir eseri olması ve özellikle

tefsirinde nübüvvet konusunda doyurucu bilgiler vermesi bizi bu çalışmaya sevk eden

nedenler arasındadır.

Tezin temel amacı: Razi’nin Kelam İlmi’ndeki yerini tespit edip, nübüvvet meselesine giren hemen her konuyu müellifin kendi eserlerine göre incelemektir. Çalışmamız daha çok müfessir olarak tanınan Razi’nin, kelami yönünü ve peygamberlik müessesesine bakışını gün yüzüne çıkarma gibi bir amacı bünyesinde barındırmaktadır.

Çalışmamız iki bölümden oluşmaktadır: Birinci bölüm, Razi’nin hayatı ve kelamdaki yerini belirtip metodu ve yöntemi hakkında kısa bilgiler vermektedir. Hayatı konusunda eserlerini neşreden müelliflerin mukaddimeleri ile Razi hakkında yazılan makale ve ansiklopedi maddelerinden istifade edilmiştir İkinci bölüm ise, onun nünüvvet konusuna bakışını ve konu ile ilgili diğer meseleleri ihtiva etmektedir. Buradaki metodumuz öncelikle meselenin anlamı, mezheplerin konu ile ilgili görüşleri, son olarak Razi’nin problemi değerlendirmesi şeklinde olmuştur Giriş bölümünde de mübüvvet konusunu incelerken karşılaşabileceğimiz kavram ve tanımların lüğavi ve ıstılahi anlamları üzerinde durulmuştur. Yine burada nübüvvetin önemine vurgu yapılarak ihtiyaç ve fayda açısından konu etraflıca tartışılmıştır.

Sonuç kısmında ise, Razi’nin meselenin tümüne bakışı ve diğer mezheplerden ayrıldığı noktalar ile çalışmanın bize ne kazandırdığı anlatılmıştır.

Çalışmalarım sırasında yardım ve tavsiyelerinden istifade ettiğim danışman hocam Prof. Dr. Süleyman Toprak’a, Prof. Dr. Şerafeddin Gölcük’e ve Yrd. Doç. Dr. Durmuş Özbek’e teşekkürü bir borç bilirim.

Mehmet KELEŞ KONYA-2008

(7)

GİRİŞ I. NÜBÜVVETİN ÖNEMİ

Allah Teala insanlara doğru yolu göstermek için din, dini tebliğ etmek için de peygamberler göndermiştir. Bu bakımdan nübüvvet dinin esasını oluşturmaktadır. Her ne kadar teorik olarak, nübüvvetin imkanı çeşitli şekillerde müzakere edilse de bu mesele teorik olmaktan çok, ameli bir meseledir. Bunu da ilk insandan bu yana Cenabı Hakk’ın peygamber gönderdiğinin ve bu konuda, muhtevaları farklı da olsa, dünyanın dört bir yanında yaşayan insanlar arasında ortak bir kavramın mevcut olmasıyla açıklayabiliriz. Bu temellendirmeye faklı açılımlar getirmemiz de mümkündür.

Din, ne beş duyu verileriyle ne de akılla kurulmaz. Din, Yaratıcı tarafından va’zedilir ve peygamber eliyle insanlara bildirilir. Peygamberler de, bu makama kendi gayretleriyle ulaşmayıp, Allah’ın takdir ve tayiniyle ulaşmışlardır. Cenabı Hakk kendisine peygamberlik vereceği şahsı, özel olarak ve kimsenin kavrayamayacağı bir şekilde terbiye edebilir; bu terbiye ve muhafaza şekli genel geçer ilkelere bağlanamayacağı için bu hususta yapılan tartışmaların fazla bir değeri de yoktur. Bu husus kısaca şöyle ifade edilir: Peygamberlik kesbi değil, vehbidir. Peki akli bir çıkarımla bunu açıklamak istesek nasıl açıklarız?

Peygamberlerin veya peygamberlik müessesesinin varlığına dair temel gerekçeyi , alemde bir Yaratıcı’nın varlığı ve bu yaratıcının alemi bir amaca yönelik olarak yaratmış olduğu gerçeği ile açıklayabiliriz. Bunun yanında alemde bir gaye varsa onun bilinmesi ve o gaye için çalışmak gerekmektedir. Yaratıcı için, peygamberliğin gerekçesi de alemdeki bu gayeden insanları haberdar etmek ve onlardan bu gayeye yönelik çalışmalar istemektir. Bu sebeple söz konusu gayeyi insanlara bildirecek bir aracının var olması gerekmektedir. Onun içindir ki, ilk insandan itibaren Kainatın Hakimi, yeryüzünde nasıl yaşamaları gerektiği konusunda insanlığı uyarmış, onlara görev ve vazifelerini hatırlatmıştır. Ne var ki, toplumlar bu uyarıları her zaman dikkate almamışlar, doğru hayat tarzlarından(din) ayrılarak çeşitli yanlışlıklara düşmüşlerdir. Dahası gaflet içerisinde yolları şaşırmakla kalmayıp Allah’ın yanı sıra yerde ve göklerdeki bir çok insani ve insanüstü, hayali ve maddi güçleri ilah edinmişlerdir. Bütün bunlar yeryüzünü yaşanmaz hale getirmiş, insanların kendi koydukları kurallarla dünya zulüm ve baskıdan geçilmez olmuştur.

(8)

Allah’ın- insanlara tanıdığı sınırlı özgürlük ve imtihanın bir gerekçesi olarak isyan çıkar çıkmaz - insan soyunu yok etmesi de uygun olmayacaktır. Dünya hayatında belli kural ve kaidelere göre Rabbimiz insana kendi çapında hareket serbestisi vermiştir. İşte bütün bunlardan dolayı Allah, insanlar arasında kendisine en çok inanan ve güvenenleri bu amaç için seçip peygamber olarak görevlendirmiştir. Bu seçilen insanlar O’nun temsilcileriydiler. Allah temsilcilerine buyruklarını ve mesajlarını iletti; onlara ilahi ilmi öğretti, hayatın gerçek kanunlarını anlattı ve yollarını kaybeden insanları doğru yola getirmekle görevlendirdi.

Bu temsilci veya peygamberler çeşitli millet ve memleketlerde ortaya çıktılar. Binlerce yıl bu şekilde devam etti. Sayıları binleri hatta yüzbinleri aştı. Fakat hepsinin görevi ve amacı aynıydı. Bu peygamberler yaşadıkları dönemlerde görevlerini layıkıyla yerine getirdiler. Ne var ki, insanlardan çok küçük gruplar peygamberlerin davetlerini kabul ediyor, büyük çoğunluk ise bu çağrıya yanaşmıyordu.

Nihayet Allah Teala Hz. Muhammed(sav.)’i görevlendirdi. Bu yeni ve son peygamberin muhatapları hem kendi halkı hem de geçmiş peygamberlerin yollarını kaybetmiş ümmetleri idi. Görevi, herkesi doğruya ve hakka davet etmek Allah(cc.)’a döndürmekti.

Nübüvvetteki gayeyi bu şekilde özetlememiz mümkünken, peygamberin birey olarak çift yönlü bir sorumluluk içerisinde olduğunu da belirtmemiz gerekmektedir. Peygamber, öncelikle varlığını Allah’ın varlığından aldığı için Rabbine karşı sorumludur.

Diğer taraftan peygamber bir beşerdir, içinde yaşadığı toplumun doğal üyesidir. Toplumun kültür ve gelenekleri içerisinde yetişmiş, yaşamak için çalışan, sosyal ilişkileri olan biridir. Statü olarak peygamber aynı zamanda eştir, babadır, arkadaştır. Bütün bu özellikleriyle toplum tarafından tavır ve davranışları bilinen, gözlenen, göz önünde olandır. En önemlisi toplumun güvenini kazanmış olmalıdır. Bu özelliği aynı zamanda onun peygamberlik öncesi yaşantısı ile de ilgilidir.

Vahiy ile birlikte peygamberin sorumluluğu daha da artmaktadır. Almış olduğu vahyi önce anlamalı sonra yaşamalı daha sonra ise insanlara aktarmalıdır. Anlamak, yaşamak ve tebliğ etmek gibi sorumluluklar aynı zamanda Allah’a karşı olan sorumluluklardır. Özellikle vahyi doğru anlamak peygamberlik müessesesinin olmazsa olmazlarındandır. Böyle bir durumun varlığı insanlara da yanlış aktarılması anlamına gelir ki, kelami açıdan bu kabul edilebilir bir durum değildir. Nitekim böyle bir ihtimalin varlığı bile peygamberlerin uyarılmalarına neden olmuştur.

(9)

Peygamberler gönderildikleri toplumları uyarmak ve müjdelemekle gönderilmişlerdir. Yani peygamberler Allah’ın emirlerine uyan, yasaklarından kaçınan kişileri cennetle ve kendilerine vaad edilen nimetlerle müjdelerler. Bu bakımdan onlar, Kur’an ifadesiyle “beşir”dirler. Yine onlar, Allah’a asi olanlara sorumluluklarını hatırlattıkları için “nezir”dirler.

İnsanlar akılları nispetinde düşünerek Allah’ın varlığına ulaşabilirler. Fakat yaratılış gayelerini ve bu gayenin getirdiği bazı sorumlulukları bilmede eksik kalacakları tartışılmaz bir gerçektir. Bu bağlamda düşünüldüğünde aslında dinin nübüvvet üzerine bina edildiği de gözden kaçmayacaktır.

II. NÜBÜVVETE GENEL BİR BAKIŞ 1. KAVRAMLAR ve TANIMLAR

Nübüvvet konusu İslam dininin en önemli inanç esaslarından birini oluşturmaktadır. Hatta İslam, nübüvvet üzerine bina edilmiştir dememizde sakınca yoktur. Çünkü Allah, insanoğlunun yaratılışından itibaren, kendilerine peygamberler aracılığı ile hedef ve maksadının ne olduğunu bildirmiş ve onları nefsani arzularının esiri olmaktan kurtarmak istemiştir. Nübüvvet veya risalet göreviyle gelen bütün peygamberlerin çabası Allah’tan aldıkları ilahi vahyi insanlığa duyurmak ve hayatlarını tanzim edecekleri doğru yolu onlara göstermek olmuştur.

Nübüvvet kavramının İslam düşünce tarihinde farklı ekoller tarafından çeşitli şekillerde anlaşıldığı da bir gerçektir. İşte bu sebeplerden dolayı ve dilimizde de Farsça kökenli “peygamber” kelimesinin sıklıkla kullanılması kavran olarak bu ifadeleri açıklamamız gereğini ortaya koymaktadır.

a) Nübüvvet ve Nebi’nin Lügat ve Istılah Manaları

Nübüvvet ve nebi kelimeleri aynı manaları ifade eden değişik kalıplardır. Nebi sıfat nübevvet ise mastardır. Dolayısıyla birinin sözlük ve terim anlamı diğerini de kapsamaktadır.

Nebi kelimesinin türetildiği kök hakkında dil bilginleri hemzeli ve hemzesiz olmak üzere iki farklı görüş ileri sürmüşlerdir.1

(10)

Birincisi: Nebi kelimesinin aslı hemzeli olup “haber verme, bir yerden başka bir yere gitme” anlamındaki “n-b-e” fiilinden türemiştir. Bu mana ile peygamberin “nebi” olarak isimlendirilmelerinin “Allah’tan haber getirme”lerinden kaynaklandığını söyleyebiliriz..2

İkincisi: Nebi “yüce, ulu ve şerefli” anlamları taşıyan “nebve” veya “nebavat” kökünden türemiştir. Bu taktirde hemzesiz nebi şeklinde kullanılması gerekir. Nebi’nin bu kökten türediğini ifade edenler, onun, yaratıkların en yüce ve şerefli olması düşüncesinden hareket etmektedirler.3 Kur’an İdris peygamber için; “Onu yüce bir makama yükselttik”4,

ifadesiyle bu manayı vurgular. Aynı şekilde haber anlamında da Kur’an’da kullanılmıştır.5

Nebi kelimesi yaygın olarak hemzesiz şekliyle kullanılır. Fakat bu durum onu “n-b-e” kökünden türemediğini göstermez. Kullanışındaki zorluk dikkate alınarak Arapça dil kurallarına göre nebi kelimesinin sonundaki “hemze”, “ya” harfine dönüştürülerek “en-Nebi” şeklini almıştır.6

Istılah manası: Nebi, gerek tebliğe memur olsun gerek tebliğe memur olmasın, Allah’ın seçtiği ve kendisine vahyettiği kimsedir.7

Bu tariflerden şu anlaşılır: Allah’ın bazı nebilere, vahyettiği hususları tebliğ görevi verilmemiştir.

Nübüvvetin ıstılah manası ise: Akıl sahibi kulların üzerindeki dünya ve ahiret işleri hakkında Allah ile kulları arasında yapılan elçilik demektir.8

b) Risalet ve Resul’ün Lügat ve Istılah Manaları

Resul ve nebi kelimelerinin sözlük anlamları birbirine yakın olmakla birlikte, peygamberin terim olarak tanımında önem arz ederler.

Resul “ersele”den türetilmiş olup ”feul” vezninde mastardır. “Elçi” demektir.9 Risalet,

mesaj ve sözü taşıyan anlamınadır.Resul mesaj taşıyan kimsedir. Risalet ve tebliğ, resul kelimesinden doğan mefhumlardır. Resulde elçilik ve tebliğ asli unsurlardır. Resul,gönderildiği kimselere tebliğ etmek üzere elçilik görevi alan kimsedir.

Terim olarak resul: Allah’ın kendisine vahyederek teliğe memur ettiği, kendisine kitap ve yeni bir şeriat verdiği kimsedir.Başka bir deyişle; resul,vahy ile tebliğe memur olmuş,yeni

2 Ragıb el-İsfahani, Müfredat elfazi’l-Kur’an, trc. Yusuf Türker, Müfredat- Kur’an Kavramları sözlüğü, s.1418, Pınar yay., İstanbul, 2007

3 Yavuz,Salih Sabri,İslam Düşüncesinde Nübüvvet,s.,12, İnsan yay., İstanbul, Tarihsiz 4 Meryem, 19/57

5 Sa’d, 38/67; Teğabün, 64/5; Nebe’, 78/2 6 Yavuz,Salih Sabri, a.g.e., s., 13

7 Gölcük, Şerafettin-Toprak, Süleyman, Kelam, 5. Baskı, s., 308, Tekin Kitabevi, Konya, 2001 8 Köksal, M.Asım, Peygamberler Tarihi, C., I , s., 7, TDV yay., İstanbul, 2005

9 Kılavuz, s, 251; Develioğlu, Ferit, Osmanlıca Türkçe Ansiklopedik Lügat, s., 888, 23. Baskı, Aydın yay., Ankara, 2006 a.g.e., s.,888

(11)

bir şeriat veya unutulmuş bir şeriat getiren veyahut geçmiş şeriatten insanların unuttukları kısımları ihya ederek tebliğ eden peygamberdir.10

Bu konuyu Razi’nin nübüvvet ve risalet tanımlarında tekrar işleyeceğimiz için burada noktalıyor, ayrıntılara girmek istemiyoruz.

c) Nebi-Resul Mukayesesi

Nebi ve resul kelimesi arasında farklılık olmadığını iddia edenler olmuşsa da bu iddia, hem nass hem de kelimelerin sözlük anlamları açısından pek tutarlı gözükmemektedir. Biz de bu farklılıkları şu şekilde sıralamayı uygun gördük:

1. Nebi kavramı resulden daha geneldir.Zira nebinin sahip olduğu nübüvvet özelliği resul olan peygamberler için de söz konusudur. Resullerin taşıdığı risalet ise sadece kendilerine ait bir özelliktir.11 Nübüvvet ise tüm peygamberlerin sahip olduğu özellik olması

bakımından daha geneldir. Fakat resul, nübüvvet özelliğini taşıması dolayısıyla daha kapsamlıdır. Farkı belirtmek için şu ifade kullanılmıştır: Her resul nebidir, fakat her nebi resul değildir.12

2. Nebi, kendinden önce gelen peygamberlere indirilmiş olan kitaplarla hükmeden, kendilerine kitap verilmeyen peygamber olduğu halde, resul, kendisine özel bir kitap ve şeriat vahyedilen peygamberdir. Buna göre kendisine kitap verilmeyen, fakat önceki peygamberin şeriatını sürdüren peygambere resul denmez.13

3. Resul, kendinden önce gelen şeriatlerin hükümlerini kaldırdığı halde, nebi olanlara böyle bir özellik verilmemiştir.

Mutezile mezhebi, nebi ile resul arasında fark olmadığını iddia ederken birtakım ayetlerle görüşünü desteklemeye çalışmıştır. Şöyle ki;

a) Hacc suresinde geçen bir ayette Allah “Biz senden önce hiçbir resul ve nebi göndermedik ki o, bir şey arzu ettiği zaman şeytan onun arzusu içerisine mutlaka (onu dünya ile meşgul edecek bir düşünce) atmış olmasın. Fakat Allah şeytanın attığını derhal iptal eder”14 buyurmak suretiyle nebinin de resul olduğunu ortaya koymaktadır.

b) Allah’ın Hz.Muhammed (sav)’i nebilerin sonuncusu olarak nitelemesi de farkın olmadığını ortaya koymaktadır. Eğer nebi ve resul farklı olsaydı Hz.Muhammed’den sonra nebilerin gelmesi söz konusu olurdu.

10 Gölcük, Şerafettin-Toprak, Süleyman, a.g.e., s., 308 11 Yavuz,Salih Sabri, a.g.e., s., 17

12 Gölcük, Şerafettin-Toprak, Süleyman, a.g.e., s., 308; Özbek, a.g.e., s., 100 13 Yavuz,Salih Sabri, a.g.e., s., 18

(12)

c) Yüce Allah Hz.Peygamber’e bazen nebi bazen de resul şeklinde hitap etmiştir. Eğer aralarında fark olsaydı Allah O’na bunlardan sadece biriyle hitap ederdi.

Fahreddin er-Razi, mutezilenin bu görüşüne katılmayıp nebi ile resul arasındak farkı şöyle ortaya koymaktadır: Hacc suresinde geçen “Senden önce hiçbir resul ve nebi göndermedik ki” şeklindeki ayet, mutezilenin iddiasının aksine nebi ile resulün arasında farkın bulunduğunu ortaya koymaktadır. Bu ayette nebi, resul kelimesine atfedilmiştir.Bu ise farklılığın olduğunu ortaya koyar. Çünkü, dil kurallarına göre genel özele atfedilir. Şu halde bu ayete göre nebi genel, resul ise özeldir.

2. NÜBÜVVETİN VEHBİ OLMASI

Nübüvvet, Allah’ın dilediği kimseleri seçip bu işle görevlendirmesiyle mi gerçekleşir? Yoksa çalışıp gayret etmek suretiyle mi insan bu makama ulaşır? Hiçbir insanın kendini hazırlamak suretiyle bu makama ulaştığı görülmemiştir. Klasik kelam kaynaklarında bu konu genel nübüvvet bahisleri içinde oldukça sınırlı bir yer tutmaktadır. Eş’ariler, Maturidiler ve Mu’tezile’ye mensup olanlar vehbi olduğu konusunda hem fikirdirler.15 Buna göre nübüvvet

ve risalet, peygamberin çalışmak suretiyle kazanmış olduğu ve onun kendine yönelik bir sebeple tahsis edilmiş bir husus değildir. O, Allah’ın kulları arasından dilediği kimseye verdiği bir lütuf(fazl) ve ihsandır.

Nitekim Kur’an-ı Kerim’de Allah’ın beyanına göre nübüvvet hiçbir kavme ve millete tahsis edilmemiştir. Yine Yahudilerin, nübüvvetin kendi ırklarına ait makam olduğu, kendilerinden başka bir millete nübüvvetin verilemeyeceğine dair iddialarına Kur’an’da işaret edilir.16

Bütün milletler Allah’ın yaratıkları olduğuna göre onlar arasından üstünlük, seçkinlik ve kutsallık yönünden tercihte bulunmak ilahi adalete aykırıdır.17 İnsanlar arasında ayrım

ancak Allah’a yakınlıkla olur. Bu da takvadır.18

Konumuzu şu şekilde sınıflandırmamız da mümkündür.

a) Her topluma peygamber gönderilmiştir: Nübüvvet makamı devamlı faal olmuş, insanlar hiçbir zaman ve mekanda nübüvvetin yol göstericiliğinden mahrum bırakılmamıştır. Nitekim Kur’an’da konu ile ilgili ayetler mevcuttur.19

15 Yavuz,Salih Sabri, a.g.e., s., 21 16 Al-i İmran, 3/73-78

17 Gölcük, Şerafettin-Toprak, Süleyman, a.g.e., s., 329 18 Hucurat, 49/13

(13)

b) Peygamberlik vehbidir: Nübüvvet Allah vergisidir , kesbi değil vehbidir.Gayret ve çalışmakla nübüvvet makamına erişilmez. “ Allah, peygamberliğini vereceği kimseyi daha iyi bilir.”20 Ayeti bu konuda şüpheye yer bırakmamaktadır.

Nübüvvette verasete de yer yoktur. Kur’an’da baba-oğul peygamber isimlerinin geçmesi Peygamberliğin veraset yolu ile babadan oğla geçtiği anlamına gelmez. Peygamberlerden aileleri, çocukları kafir olanlar olduğu gibi, Hz. İbrahim gibi babası kafir olanlar da olabilir.

3. NÜBÜVVETİN SONA ERMESİ (HATM-İ NÜBÜVVET)

Lügatte “ bir şeyi tamamlayıp sona erdirmek; mühürlemek; emniyet altına almak”21anlamlarına gelen hatm kelimesi ile “peygamberlik, nebilik”22 manasındaki

nübüvvet kelimesinden oluşan hatm-i nübüvvet( hatmü’n-nübüvve) tamlaması, Allah ile kulları arasındaki elçilik görevinin sona erdiğini belirten tabirin adıdır.

Bu kavramın Yahudilik ve Hıristiyanlık’ta da kullanıldığı bilinmektedir.23

Yahudilerin, Malaki’nin son peygamber olduğunu iddia ettikleri gibi Hıristiyanlar da Hz. İsa’yı beklenen Mesih olarak görmüşler ve ondan sonra bir peygamberin gelmeyeceğini kabul etmişlerdir. Buna rağmen her iki dinin, kutsal kabul edilen dini metinlerinde inaçlarına tezat teşkil eden ifadeler de mevcuttur.24

Kur’an- Kerim “ Muhammed, sizden hiç kimsenin babası değildir; o, Allah’ın rasulü peygamberlerin sonuncusudur.”25 Ayetiyle son peygamber Hz. Muhammed(sav.) ile bize,

peygamberliğin sona ermiş olduğunu haber vermektedir. Ayette geçen “hateme’n- nebiyyin” tabirini, müfessirler ittifakla “peygamberlerin sonuncusu” olarak tercüme etmişlerdir.26 Bunun

yanında hatm-i nübüvveti destekleyen başka ayetler de vardır. Bunların başında, dinin tamamlandığını ve din olarak islam’ın kabul edileceğini,27 İslam’dan başka din arayanların

hüsrana uğrayacaklarını28 ve Hz. Muhammed’in bütün alemlere rahmet olarak gönderildiğini29

bildiren ayetler gelir.

20 En’am, 6/124

21 Rağıb el-İsfahani, a.g.e., s., 468

22 Develioğlu, Ferit, Osmanlıca Türkçe Ansiklopedik Lügat, 23. Baskı, s., 846, Aydın yay., Ankara, 2006 23 Yurdagür Metin, “Hatm-i Nübüvvet”, DİA, C., VI, s., 477,478, T.D.V., Yay., İstanbul, 1995

24 Yurdagür, a.g.md., s., 478 25 Ahzab, 33/40

26 Afzalur Rahman, Siret Ansiklopedisi, trc., Kenan Dönmez, C., VI, s., 195, İnkılab yay., İstanbul, 1996 27 Maide, 5/3

28 Al-i İmran, 3/85

(14)

Hadis kaynaklarında yer alan çeşitli rivayetlerde de Hz. Peygamberin nebilerin sonuncusu olduğunu, risalet ve nübüvvetin kendisiyle sona erdiğini görmekteyiz. Peygamber Efendimiz kendisini , bütün bölümleri tamamlanıp yalnız bir tuğlası eksik kalan güzel bir sarayı tamamlayan tuğlaya benzetmiş ve peygamberlerin sonuncusu olduğunu bildirmiştir.30

İlk dönemlerden itibaren İslam alimleri, ashabın bu konudaki icmaına uymuşlar, peygamberlerin en üstünü ve sonuncusu olan Muhammed(sav.)’i “Allah’ın sevgili kulu, peygamberi, temizlediği ve arıttığı zat” olarak tarif etmişlerdir.31

Siyer ve delailü’n-nübüvve kitaplarında , Hz. Muhammed(a.s.)’ın sırtında bulunan mührün onun nübüvvetinin yanında son peygamber oluşunun da delili sayıldığı kaydedilirse de bu tartışmalıdır. İsim ve kelime benzerliği dışında bu hususa delil teşkil edecek bir şeyün bulunmadığı anlaşılmaktadır.32

Bütün bu saydıklarımızdan sonra, Hz. Muhammed’den sonra yeni bir peygamberin gelmesine lüzum kalmadığını kabul etmemiz gerekir. Çünkü bir peygamberden sonra başka bir peygamberin gelmesi için sadece üç sebep olabilir:33

1) İlk peygamberin talimat ve mesajı kaybolup gitmiş ise, yeni bir talimat ve mesaja ihtiyaç duyulur.

2) Önceki peygamberin talimat ve mesajı mükemmel değilse onda bazı değişiklikler ve ilaveler yapmak gerekir.

3) Önce gelen peygamberin talimatı sadece belli bir millet veya ümmete mahsus ise başka milletlere yeni peygamber gönderilir.

Kısacası Hz. Peygamber(sav.)’in getirdiği din herhangi bir değişikliğe uğramamış ve ortadan kalkmamışsa dini yeniden anlatmak için yeni bir peygamberin gelmesine de ihtiyaç yoktur. Ancak, nübüvvetin Hz. Peygamber’le sona ermiş olduğu gerçeği, bundan böyle ilahi rehberliğin artık seçilmiş kişilere dayanmayıp sosyal görev haline dönüştüğü anlamını taşımakta ve kıyamete kadar bütün müslümanlara tebliğ ve temsil sorumluluğu yüklemektedir.

30 Buhari , Menakıb, 18, s., 747, 3534 ve 3535. hadisler, Daru’l-Erkam , Beyrut , Tarihsiz; Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih, çev., Abdullah Feyzi Kocaer, C., II, s., 85, 1474 ve 1475. hadisler.

31 Kaya, İsmail, İmam-ı Azam Fıkhı Ekber Şerhi, s., 70, Madve yay., İstanbul, 1984 32 Yurdagür, a.g.md., s., 478

33 Mevdudi, Ebu’l-Ala, Tarih Boyunca Tevhid Mücadelesi ve Hz. Peygamber’in Hayatı, trc., Ahmet Asrar, s., 115, Pınar yay. İstanbul, 2004

(15)

BİRİNCİ BÖLÜM

FAHREDİN er-RAZİ’NİN HAYATI ve KELAMDAKİ YERİ 1. FAHREDDİN er-RAZİ’NİN HAYATI

Kelam ve felsefe alimi olan Fahreddin er-Razi'nin asıl adı Ebu Abdullah Muhammed b. Ömer b. Hüseyin b. Hasan b. Ali er-Razi’dir. Tercih edilen görüşe göre H. 543/1149 yılı ramazan ayının 25’inde34 başka bir rivayete göre ise H. 544/1150 yılında35 büyük Selçuklu

devletinin başkenti olan Rey şehrinde doğmuştur. Bekri, Teymi ve Kureyşi nisbelerinden anlaşıldığına göre soyu Arap asıllı bir aileye dayanır. İbnü’l-Hatib veya İbn Hatibü’r-Rey diye de tanınmakla birlikte daha çok Fahreddin er-Razi adıyla meşhur olmuştur. Bazı kaynaklar Razi’nin Taberistanlı olduğu konusunda görüş birliği içindedir.36 Mensubu olduğu

mezheplerin – Şafii, Eşari – kaynaklarında Razi’nin “İmam” unvanıyla anıldığını görmekteyiz.

Razi'nin babası Ziyaettin Ömer (v. 559/1164) Begavi’nin yanında yetişen ve kelam ilmine dair Gayetü’l-Meram adlı eseriyle ünlü Eşari kelamcısı ve Şafii fıkıhçısıdır. Kendisi güzel ve etkili hitabetiyle tanınmış, bu yüzden Hatibü’r-Rey (Rey Hatibi) diye anılmıştır.37

Hayatını ilme vakfeden Fahreddin er-Razi, ilk tahsilini babasından almıştır. On altı yaşında iken babasının vefatı üzerine Simnan’a giderek burada Kemaleddin es-Simnani’nin derslerine devam etti. Bir süre sonra Rey’e döndü ve İşraki filozofu Sühreverdi el-Maktül’ün öğrencilerinden olan Mecdüddin el-Cili’den kelam ve felsefe dersi almıştır. Cili ile birlikte gittiği Merâga’da da O’nun derslerine devam etmiştir. Üstün zekası ve azmi sayesinde kısa zamanda kendini yetiştirdi. İbn Rüşd el-Hafid, muhyiddin İbnü’l-Arabi, Abdükkadir-i Geylani, İzzeddin b. Abdüsselam gibi meşhur alimlerle çağdaş olan Fahreddin er-Razi'nin üne kavuşmasında yaptığı ilmi seyahatlerin büyük payı vardır.38 Cürcan, Tus, Herat, Harizm,

Buhara, Semerkant, Hucend, Belh, Gazne ve diğer Hint beldeleri uğradığı belli başlı ilim-kültür merkezleri arasında yer alır. Harizm’de iken mutezili alimlerle yaptığı münazaralar 34 Yavuz, Yusuf Şevki, “Fahreddin er-Razi” DİA, C.12, s. 89, T.D.V. yay., İstanbul, 1995

35 Razi, Fahruddin, İsmetü’l Enbiya, mukaddime, s.1-17, Kahire, 1987

36 Uludağ, Süleyman, Fahrettin Razi, s., 1, Kültür Bakanlığı yay., Ankara, 1991 37 Uludağ, a.g.e., s.2

(16)

sonunda bazı olayların çıkması üzerine orayı terk edip Rey’e dönmeye mecbur kalmıştır. Seyahatleri, münazara ve münakaşaları ile gerek halk gerekse devlet adamları ve seçkinler katında büyük bir şöhret sahibi olan Razi, “Münazarat” isimli eserini de bu konulara tahsis etmiştir.39

Fahreddin er-Razi medreselerinde kendi eserleri olan el-Mebahisu’l-Meşrikiyye ve Şerhu’l İşarat gibi bazı eserlerinin okutulduğu Maveraünnehir beldelerini de dolaştı. İlk olarak Serahs’a uğradı ve orada meşhur tabip Abdurrahman b. Abdülkerim ile tanışıp dostluk kurdu. İbn Sina’nın el-Kanun adlı eserini onun için şerh etti. İki oğlunu da varlıklı olan bu tabibin kızlarıyla evlendirdi. Serahs’tan Buhara’ya geçince burada Hanefi alimlerinden Şerafüddin el-Mesudi, Radıyyüddin en-Nisaburi ve Rükneddin el-Kazvini ile fıkhi konularda, Nureddin es-Sabuni ile itikadi meseleler üzerinde münazaralar yaptı ve büyük takdir topladı. Ayrıca Batiniler ve Kerramiler’le yaptığı tartışmalarda büyük yankılar uyandırdı. Esasen Razi'nin gerçek anlamda mücadelesi önce müşebbihe ve mücessime dediği Kerramiyye ile olmuştur. Özellikle Kerramilerden Kadı Abdülmecid b. Ömer b. Kudve ile yaptığı münazara çok meşhurdur. Tarihçilerden “az kalsın Razi yüzünden büyük bir karışıklık çıkacaktı” diye nitelendirdikleri bu olay yüzünden Razi Herat’a gönderildi.40 Kerramiler ile uzun seneler

mücadele eden Razi'nin bütün eserlerinde, özellikle Mefatihu’l-Gayb isimli eserinde bu mezhebe geniş yer ayırmasında ve her vesile ile onların mezheplerini çürütme yoluna gitmesinde bu türlü olayların tesiri büyük olmuştur. Bu sebeple Razi’yi Kerramilerin zehirlettiği nakledilir.

Bazı kaynaklar Razi'nin Belh’te bulunduğu sırada Mevlana Celaleddin Rumi’nin babası Bahaeddin Veled’i sultana şikayet ederek şehirden çıkarılmasına sebep olduğu nakledilirse de bu doğru değildir.41 Zira Razi, Bahaeddin Veled’in Belh’ten ayrıldığı tarihten

(616/1219) çok önce vefat etmiştir. Razi ziyaret ettiği beldelerin emir ve sultanlarından iltifat ve ikram görmüştür. Horasan’da Alaedin Tekiş ile oğlu Muhammed, Gur sultanları Gıyaseddin ve Şehabeddin onun himayelerine mahzar olduğu siyaset adamlarıdır. Razi “Letaifu’l Gıyasiyye” isimli eserini Gur sultanı Gıyasettin’e, Esasü’t-takdis isimli eserini Eyyubi hükümdarı Adil Seyfettin’e ithaf etmiştir.42

Razi, hükümdarlar ve devlet adamları üzerinde büyük bir nüfuz ve tesire sahipti. Ders ve vaaz verdiği meclislere gelen sultanlar, emirler, vezirler ve valiler onu dikkatle dinler, ilmini takdir eder ve kendisine saygı gösterirlerdi.

39 Gölcük, Şerafettin, Kelam Tarihi, 4.Baskı, s. 214, İstanbul., 2000 40 Uludağ, a.g.e., s. 25

41 Yavuz, Yusuf Şevki, Fahreddin er-Razi” md., s. 89 42 Uludağ, a.g.e., s. 19

(17)

Fahreddin er-Razi İran, Türkistan, Afganistan ve Hindistan bölgesindeki bazı şehirleri dolaştıktan sonra Herat’a yerleşti. Razi'nin Bağdat’a gittiği ve bilinmeyen bir sebeple işkence görmesi üzerine oradan Mısır’a geçtiği kaydedilirse de kaynaklarda bunu doğrulayan bir bilgi yoktur.43 Hayatının geri kalan kısmını Herat’ta geçirmiştir. Burada bir yandan eserlerini telif

ederken diğer yandan sayıları üç yüzü aşan talebeler yetiştirmiştir. Hayatının ilk dönemlerinde fakir olmasına rağmen son dönemlerde muhafızlar tarafından korunacak derecede büyük servete sahip olmuştur. Kaynaklarda tüccarların aralarında zekat parası toplayarak ona yardım ettikleri yer almaktadır. Yine kayıtlarda özellikle son dönemlerinde iki yüz bin altına sahip olduğu ifade edilir. Bunda sultanlardan gördüğü ikramla dünürü Abdurrahman b. Abdülkerim’den oğullarına intikal eden mirasın büyük payı olduğu nakledilmektedir. Razi 1 Şevval 606’da (29 Mart 1210) Herat’ta vefat etmiştir. Kerramilerce zehirlenerek öldürüldüğü de nakledilir.44 Naşının nereye gömüldüğü konusunda Razi üzerinde

çalışmalar yapan alimler arasında farklılıklar görülmektedir. İbn Hallikan’a göre kendisini mülhidlikle suçlayanların naşına herhangi bir zarar vermemesi için vasiyetine uygun olarak Herat yakınlarındaki Muzdahan köyü civarında defnedilmiştir. İbnü’l Kıfti’ye göre ise Razi'nin naşı aslında kendi evine gömüldüğü halde Muzdahan civarındaki bir tepede defnedilmiş gibi gösterilmiştir.

Üstün zekası, güçlü hafızası, etkili hitabetiyle tanınan VI., M. 12. yüzyılın en büyük düşünürlerinden biri olarak kabul edilen Fahreddin er-Razi kelam, fıkıh usulü, tefsir, Arap dili, felsefe, mantık, tıp matematik gibi çağının hemen bütün ilimlerini öğrenip bu alanlarda eserler vermiş45 çok yönlü bir alimdir. Bundan dolayı “allame” unvanıyla da anılmıştır.

İmamü’l-Haremeyn el-Cüveyni’nin eş-Şamil’ini, Gazali’nin el-Müstefasını ve Ebu’l-Hüseyin el-Basri’nin el-Mu’temed fi usuli’l fıkh’ını çocukken ezberlemesi güçlü hafızasının delili olarak zikredilir. Eserleri ve talebeleri vasıtasıyla görüşleri yayılmış, tesirleri çağını aşmıştır. Kutbuddin el-Mısri, Zeydüddin el-Keşşi, Şerefeddin el-Herevi, Esirüddin el-Ebheri, Taceddin el-Urmevi, Siraceddin el-Urmevi ve Şemseddin Hüsrevşahi onun yetiştirdiği ünlü kişilerdendir.46

Razi iyi bir hatip olduğu için her zümreden dinleyicileri vardı. Beş hasleti yüce Allah, emsalleri arasında Razi’ye tahsis etmiştir denilir. Bunlar: parlak ve işlek bir zihin, güçlü bir hafıza, çok bilgi, sağlam bir muhakeme, mükemmel bir ifade gücü…47 Razi'nin eserlerini

inceleyenler gerçekten bu özelliklere sahip olduğunu tereddütsüz kabul ederler. Bu sayededir 43 Yavuz, Yusuf Şevki, Fahreddin er-Razi” md., s. 89

44 Razi, Fahreddin, Esasü’t-Takdis, Mukaddime, s., 6, Kahire, 1986 45 Gölcük, Şerafettin, a.g.e., s. 213

46 Yavuz, Yusuf Şevki, Fahreddin er-Razi” md., s. 89 47 Uludağ, a.g.e., s. 10

(18)

ki Razi kısa sürede çok eser yazabilmiş, muhataplarını kolayca ikna edebilmiş, münazara yaptığı alimleri fazla güçlük çekmeden susturabilmiş, birçok bidat mezhebi mensubunu Sünnilik dairesine sokmuş, devlet adamlarının saygı ve güvenini kazanmıştır. Fahreddin er-Razi Hıristiyanlarla da çeşitli tartışmalar yapmıştır. Fakat onun mücadeleleri daha çok Mutezile, Kerramiyye, Felasife, ve Batıni gruplara yöneliktir. İyi bir hatip olduğu kadar hazırcevap oluşuyla da tanınır. Batıniye’ye yönelttiği tenkitlerden rahatsız olan bir Batıni’nin derslerini gizlice takip ederek yaptığı tenkitlerin ardından kendisine bıçağını gösterip onu ölümle tehdit etmesinden sonra eleştirilerini aniden kesmesi üzerine bunun sebebini soran öğrencilerine “Batınilerin burhan-ı katı’ları vardır.” Cevabını vermesi onun espri gücüne örnek teşkil eder. Genellikle akaidde Eş’ari, fıkıhta Şafii mezhebine bağlı olmakla birlikte bazı konularda mezhebine muhalefet edip mutezili görüşleri benimsemiştir.

Fahreddin er-Razi asıl olarak dini ilimler alanında üne kavuşmuştur. Fıkıh’a dair görüşlerini kısmen münazaratından ve Mefatihu’l-Gayb’ından öğrenmekteyiz. Usulde ve Furuda Şafii mezhebini savunmuştur. Usul-u fıkha dair yazdığı el-Mahsul adlı eseri Gazali’nin el-Müstefa’sı, Cüveyni’nin el-Burhan’ı, Kadı Abdulcabbar’ın el-Ahdi ve ebu’l Hüseyin el-Basri’nin el-Mutemedi’ne dayanan bir ihtisar kabul edilir. Şafii mezhebine bağlı olduğu halde Nas’ların zahirine göre hüküm vermeye meyletmiştir. Kur’an-ı Kerim’in kıyasla değil haber-i vahidle tahsis edilebileceğini savunmuştur. O’na göre haram olduğu hakkında nass bulunmayan her şey mubahtır ve ebu Müslim el-İsfahani’nin de benimsediği gibi Kur’an’da nesih yoktur.

Dini ilimler içerisinde Fahreddin er-Razi'nin daha çok temayüz ettiği alanlar tefsir ve kelam ilimleridir. Tefsirinde dirayet metodunu başarıyla uygulamış ve kendisinden sonra gelen hemen bütün müfessirlere kaynak olmuştur. Kur’an-ı tefsir ederken döneminde mevcut bütün ilimlerden faydalanıp ilmi tefsir hareketlerine öncülük yapmıştır. Razi, sarih akıl ile sahih nakil arasında çelişki bulunmadığından zahiri manaları itibariyle aklın ilkelerine aykırı görünen ayetler müteşabih kabul edilip bütün ihtimaller dikkate alınarak aklın ışığında ve dil kurallarına uygun şekilde te’vil edilmelidir. Ona göre en doğru tefsir Kur’an-ın yine Kur’an’la yapılan tefsiridir.

Razi en çok kelam alanında eser vermiştir. Ona göre kelam bütün ilimlerin en şereflisidir. Zira Kur’an-ı Kerim başından sonuna kadar peygamberlerle kafirler arasındaki itikadi mücadeleleri anlatır.48 İslam akaidini kesin delillerle kanıtlayıp muhalif görüşleri

reddetmeyi peygamber mesleği olarak gören Razi, Gazali’nin yaptığı gibi İslam filozofları karşısında Eşariyye’nin kelam sistemini savunmuştur. Gazali’ye nispetle eserlerinde felsefi 48 Yavuz, Yusuf Şevki, Fahreddin er-Razi” m.d., s. 90

(19)

konulara daha çok yer ayırmıştır. Özellikle tabiat ilimlerine ait konularda ibn Sina’nın etkisinde kalmış ve felsefe ile kelamın konularını birleştirip felsefi kelam dönemini başlatmıştır. Genç yaştan ömrünün sonuna kadar kelam ve felsefe ile meşgul olmuş ve bu sahaların otoritelerinden biri olarak tarihe geçmiştir. Fakat her şeye rağmen onun ömrünün sonlarına doğru, kelam ve felsefenin uyguladığı yöntemlerle akaid konularında insanı kesin bir tatmine ulaştıramayacağı ve fikri sükunu Kuran okumakta bulduğunu49 söylemiştir.

“Gördüm ki yolların en güzeli Kur’an yoludur.” diyen Razi, Allah’ın varlığının ispatında “Rahman arşa istiva etmiştir.”50 ve “İzzet ve şerefin hepsi Allah’ındır. O’na ancak güzel

sözler ulaşır (yükselir)”51 ayetlerini; O’nun şanına yakışmayan şeylerin ondan uzak olduğu

hakkında ise “O’nun bir adaşı (benzeri) olduğunu biliyor musun?”52 (asla benzeri yoktur) ve

“O’nun hiçbir benzeri yoktur.”53 Ayetlerini okuyup huzurlu olduğunu söylemekle de aslında

kelamcı olduğunu hissettirmekten kendini alamamıştır.

Fahreddin er-Razi’yi din felsefecisi54 olarak tanımlamak ne derece doğrudur bilemiyoruz

ama biz Razi’yi kelam açsından değerlendiriyoruz. Böylesine bir dahiyi her açıdan incelemek bugünkü imkanlarımızla ve kapasitemizle bizi aşan bir konudur. Biz onu mevcut kitaplarından hakkında yazılan eser ve makalelerden öğrenmekteyiz. Şimdi sırasıyla eserleri hakkında özlü bilgiler verelim.

2. FAHREDDİN er-RAZİ’NİN ESERLERİ

Fahreddin er-Razi, İslam aleminde yetişmiş velud yazarlardandır. İbn Kesir onun 200 kadar eserin yazarı olduğunu söyler. Fakat bunlardan bir kısmının ona ait olmadığı tespit edilmiştir. Bununla birlikte bugün Razi'nin eserlerinin sayısını kesin olarak ifade etmek mümkün değildir. Çünkü eserlerinin büyük kısmı günümüze kadar gelememiştir. Razi'nin eserlerinden bazıları bir veya birkaç defa basılmış bazıları hakkında tanıtıcı yazılar yazılmıştır. Kimi eserleri de yazma olarak çeşitli kütüphanelerde nadir eserler bölümlerinde bulunmaktadır.

Eserleri hakkındaki bilgileri kimi yerlerde tam olmayan bir listesi55 şeklinde, kimi

yerlerde konularına göre sınıflandırılmış biçimde56 ve tabakat kitaplarıyla, dilimize tercüme

49 Olguner, Fahrettin, Üç Türk-İslam Mütefekkiri, s. 12, Ankara, 1985; Yavuz, Yusuf Şevki, a.g.m.d., s., 90 50 Taha, 20/5

51 Fatır, 35/10 52 Meryem, 19/65 53 Şura, 42/11

54 Bkz. Kramers, J.H., “Razi”, İA, C. IX, s. 646, İstanbul, 1978 55 Razi, Fahreddin, İsmetü’l Enbiya, s. 14-16, Esasü’t-Takdis, s. 6,7 56 Yavuz, Yusuf Şevki, Fahrddin er-Razi” md., s. 93,94

(20)

edilen eserlerinin giriş bölümlerinde57 görmekteyiz. Biz de kolay anlaşılması için listemizi

eser verdiği konu ve sahalara göre yapıyoruz. Burada şunu belirtmekte yarar vardır. Genellikle Tabip Ebu Bekr Zekeriya er-Razi ile Muhtaru’s-Sihah müellifi Muhammed b. Ebu Bekr b. Abdurrahman er-Razi gibi “Razi” nisbesini alan Rey’li yazarlardan bazılarının bazı eserleri yanlışlıkla Fahreddin er-Razi’ye mal edilmektedir. Ayrıca Razi'nin şöhretinden ve otoritesinden faydalanmak için bazı eserlerin kendisine mal edildiği de olabilmektedir. Bütün bunlar birlikte düşünüldüğünde eserlerinin sayısı hakkında ihtilaf garipsenecek bir durum değildir.

a) Razi'nin kelama dair eserleri

1. el-Muhassal:

Tam adı Muhassalü efkari’l-mütekaddimin ve’l müteahhirin mine’l-ulema ve’l-hukema ve’l mütekellimin olan eserin Taha Abdurrauf Sa’d tarafından tahkikli bir neşri yapılmıştır.58

Eser “Kelam’a Giriş” ismiyle Hüseyin Atay tarafından dilimize çevrilmiştir. Kısaca söylemek gerekirse adeta bir “metafizik el kitabı”dır.

2. el-Metalibü’l-Aliye:

Kelam’a dair en hacimli eseri olan bu kitabı, Dr. Ahmet Hicazi es-Sekka dokuz cilt olarak yayımlamıştır. Razi hakkında çalışma yapacaklar için kaynak kitap niteliği taşır. Tam adı el-Metalibü’l-Aliye min ilmi’l-ilahiyye’dir.

3. Kitabü’l-Erbain fi usuli’d-din: 4. Esasü’t-Takdis:

Te’sisü’t-takdis diye de bilinir. Tam adı Esasü’t-takdis fi ilmi’l-kelam’dır. Ahmet Hicazi es-Sekka neşretmiştir. Kitap Allah’a iman ve sıfatlardan bahseder. Tek cilt halinde anlatım tarzı hoş, metodu ve üslubu kolaydır.

5. Mealimu Usuli’d-din:

“İslam İnancının Ana Konuları” ismiyle Nadim Macit tarafından dilimize çevrilmiş, Tevhid, İnsan ve Fiilleri, Nübüvvet, Ruh, İmamet, Ahiret konularını içine alan muhtasar bir akaid risalesi tarzındadır.

57 Razi, Fahreddin, el- Mealimu Usuli’d-Din, terc. Nadim Macit, İslam İnancının Ana Konuları, s.17,18, İhtar, Erzurum,1996

(21)

6. Levamiu’l-beyyinat:

Şerhu esma’illahi’l-hüsna adıyla da bilinir.

7. İsmetü’l-Enbiya:

Muhammed Hicazi es-Sekka tarafından 1986’da yayımlanmıştır. Peygamberlerin günahsız olduğu akli ve nakli delillerle ispatlanır59 ve Razi'nin nübüvvet konusundaki

görüşleri ayrıntılı bir şekilde yer alır.

8. Nihayetü’l-Ukul

9. el-Mesailü’l-hamsun fi usuli’d-din:

Akaid konularını elli meselede inceleyen bu küçük kitap da Dr. Ahmet Hicazi es-Sekka tarafından neşredilmiştir.

10.İ’tikad’ü fıraki’l-muslimin ve’l-müşrikin:

Belli başlı İslami fırkalarla Yahudilik, Hıristiyanlık, Mecusilik, Senevilik, Sabilik gibi İslam dışı din ve mezheplere dair bilgiler verir.

11.Münazarat:

Razi'nin Maveraünnehir’e gidişinde Nureddin eserler-Sabuni ve diğer Maturidiyye alimleriyle itikadi ve fıkhi konularda yaptığı tartışmaları ihtiva eder.

12.halku’l-Kur’ancak beyne’l-mutezile ve ehli’s-Sünne: 13.en-Nübüvvet ve ma yetealleku biha:

el-Metalbü’l-Aliye’nin nübüvvete dair bölümünden ibarettir.

14.münazara fi’Razi-red ale’n-nasara:

Hıristiyanların Hz. İsa’nın uluhiyyetine ilişkin iddialarını reddedip Hz. Peygamber (s.a.v.)’in nübüvveti ve Hz. İsa’ya üstünlüğü

15.el-Kaza ve’l-Kader:

el-Metalibü’l-Aliyye’nin kulların fiillerine ilişkin bölümünden ibarettir.

(22)

b) Razi'nin Felsefe ve Mantık’ta Eserleri

1. el-Mebahisü’l-Meşrikiyye:

Vücud, vücub, imkan, vahdet, kesret kavramlarıyla tabiiyyat ve ilahiyyat meselelerini ihtiva eden eser Muhammed Mu’tasım-Billah el-Bğdadi tarafından iki cilt olarak yayımlanmıştır.60

2. el-mülahhas fi’l-hikme ve’l-Mantık: 3. Şerhü’l-İşarat ve’t-Tenbihat:

İbn Sina’nın el-işarat ve’t-tenbihat’ındaki ilahiyat ksımına yapılmış bir şerhtir.

4. Lübabü’l-İşarat:

İbn Sina’nın el-işarat’ına yapılmış bir tezhiptir.

5. şerhu uyuni’l-hikme:

İbn Sina’ya ait Uyuni’l-Hikme’ye yapılmış bir şerhtir.

6. el-Ayatü’l-Beyyinat fi’l mantık

c) Razi'nin Tefsire Dair Eserleri

1. Mefatihu’l-Gayb:

et-Tefsiru’l-Kebir diye de bilinir. Tefsir alanında Razi'nin en önemli eseridir. Dilimize de çevrilen eser için batılı müsteşrikler de Razi'nin tefsirinde mutezilenin etkisinde kaldığını iddia ederler.

2. Esrarü’l-Kur’an:

İhlas, A’la, Tin ve Asr surelerinden ibarettir.

3. Mefatihu’l-Ulum: Fatiha suresinin tefsiridir.

4. Esrarü’t-Tenzil ve Envarü’t-Te’vil:

Tefsiru’l-Kur’an’is-Sağir adıyla da bilinir. Akaid, ahlak ve fıkıh konuları Kuran’a dayanılarak izah edilir.

(23)

5. Acaibü’l-Kuran:

Kelime-i tevhidin sırları, faydaları, değişik isimleri, mümin’in makamları, kelime-i tevhid’le ilgili hükümler, zühd ve takva gibi itikadi ve tasavvufi konuları ihtiva eder.

d) Razi'nin Fıkha Dair Eserleri

1. el-mahsul:

Usul-u fıkha dair olup altı cilt halinde yayımlanmıştır.

2. el-müntehab fi usuli’l-fıkh: el-Mahsulün muhtasarıdır.

3. el-Burhanü’l-Bahaiyye:

Şafiilerin Hanefilerden ayrıldığı meseleleri zikredip Şafiiliği savunmak için kaleme alınmıştır.

4. el-Kaşif an usuli’d-delail:

el-Cedel ve Mebahis’ul-Cedel diye de bilinir. Eser usul-u fıkha aittir.

e) Razi'nin Tıp, Astronomi ve Matematik Alanındaki Eserleri

1. Camiu’l-Ulum:

Çeşitli ilimlerin tarifini ihtiva eden Farsça ansiklopedik bir eserdir.

2. Şerhu’l-Kanun:

İbn Sina’nın el-Kanun fi’t-tıbb’ının şerhidir. 3. et-Tıbbü’l-Kebir

4. er-Ravzu’l-ariz fi ilaci’l-mariz 5. Risale fi ilmi’l-firase

6. er-Riyazü’l-münika 7. Risale fi ilmi’l-hey’e

f) Razi'nin Arap Dili ve Edebiyatındaki Eserleri

1. Nihayetü’l İcaz fi dirayeti’l-icaz:

Kur’an-ı Kerim’in icazını ispatlamak amacıyla yazılmıştır. Teşbih, mecaz, istiare gibi belagat terimleri üzerinde durur.

(24)

2. el-Muharrer fi’n-nahv 3. Şerhu Nehci’l-belağa

4. Muhassal fi şerhi’l-Mufassal

g) Razi'nin Biyografi Alanında Vermiş Olduğu Eserler

1. menakibü’l-imami’ş-şafii:

İmam-ı Şafii’nin hayatı, islami ilimlere dair görüşleri, münazaraları, diğer müçtehitlere tercih edilmesinin sebepleri, Ebu Hanife’ye karşı üstünlüğü ve Şafii mezhebine karşı yöneltilen eleştirilerin cevaplandırılması gibi konulara yer verilmiştir. Razi'nin birçok eserlerini neşreden Ahmet Hicazi es-Sekka, tahkikiyle birlikte yayımlamıştır.

2. eş-şeceretü’l-mübareke fi’l-ensabi’t-Talibiyye:

Razi’yi kitaplarından tanımakla birlikte kendisini çeşitli yönlerden inceleyen monografiler yazılmıştır.61 Fethullah Huleyf’in Fahreddin er-Razi ve mevkıfuhu mine’l-Kerramiyye; Hadi

Alevi’nin er-Razi feylesufen; Mahir Mehdi Hilal’in Fahreddin er-Razi belagıyyen, Muhammed Salih ez-Zerkan’ın Fahreddin er-Razi ve ara’ühal-kelamiyye ve’l-felsefiyye; Süleyman Uludağ’ın Fahreddin er-Razi adlı çalışmaları monografilere örnek teşkil eder. Ayrıca Diyanet İslam Ansiklopedisi’nde62 “Fahreddin er-Razi” maddesini yazan Yusuf Şevki

Yavuz da Razi hakkında kısa ve özlü bilgiler vermektedir. M.E.B tarafından çıkarılan İslam Ansiklopedisi’nde J.H. Kramers’in yazmış olduğu “Razi” maddesi63 ise tatmin edici değildir.

Türkçe’ye tercüme edilen Tefsir-i Kebir’in giriş bölümünde, Atatürk Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi Dergisinde de daha önce yayınlanmış olan İsmail Cerrahoğlu’na ait “Fahreddin er-Razi ve Tefsiri”64 isimli bir makale bulunmaktadır.

3. FAHREDDİN er-RAZİ VE KELAM’DAKİ YERİ

Fahreddin er-Razi kelam ilminde imam ve önder bir din filozofudur. Razi hakkında Türkçe’de önemli bir eser yoktur. Ansiklopedi ve bazı felsefe kitaplarında birkaç satırla yetinilmiştir. Arapça’da oldukça çok kaynak varsa da en önemlisi son zamanlarda Dr. Muhammed Salih Zerkan’ın yazdığı “Fahreddin er-Razi ve Arauhu’l-Kelamiyye ve’l felsefiyye” adlı doktora tezi, 650 sayfa civarında iyi bir inceleme eseridir. Buna rağmen

61 Bkz. Yavuz, Yusuf Şevki, “Fahreddin er-Razi” md., s. 94 62 Yavuz, Yusuf Şevki, “Fahreddin er-Razi” md., s. 89-95 63 Kramers, J.H. a.g.md., s. 645,646

(25)

Fahreddin er-Razi, İslam ilm dünyasında henüz üzerine değinilmemiş veya yeni yeni incelenmeye başlanmış büyük bir şahsiyettir.

Fahreddin er-Razi’yi anlamak için Gazali’yi tanımamız gerekmektedir. Çünkü Gazali Razi’yi hazırlamıştır dememizde hiçbir mahzur yoktur. Gazali İslam düşüncesinde büyük rol oynamıştır. Bunları şu şekilde sıralayabiliriz.

a) Gazali İslam’da bütün ilimleri tahsil etmiş ve her ilimde özellikle dört ana düşünce – ki bunlar: Fıkıh ve Fıkıh Usulü, Kelam, Felsefe ve Tasavvuf – sistem ve geleneğine nüfuz etmek suretiyle kendinden önce yetişmemiş bir düşünür ve alim tipini ortaya koymuş ve bu noktada kendinden sonrakilere örnek olmuştur. Gazali kuvvetli zekası ve tatmin olmayan öğrenme arzusuyla bu dört sahada kendisini yetiştirmiş her birinin mütehassısı gibi söz sahibi olacak derecede kendini geliştirmiştir. Gazali’den önce böyle bir genel kültürlü alim tipini görmek çok zordur. O’nun böyle geniş kültürlü olması başkalarını da özendirmiş ve böylesine ansiklopedik bilgin olma hevesi yayılmış, derinleşme ve ihtisaslaşma gitgide zayıflamıştır.

b) Gazali her bir sahadaki nüfuzunu sadece o sahada olan bilgisine değil, zıt ve karşıt sahadaki bilgisine borçludur. Örneğin Tehafütü’l-Felasifesi’nde filozoflara ve felsefelerine karşı açık tavır alırken aynı Gazali filozofların alet ilmi durumundaki mantık’larının hareketli savucusudur. Onun mantık bilim alanındaki kitap ve risalelerinin sayısı birden fazladır. Sünni düşünce akımı içerisinde mantık’a ilk sahip çıkan odur. Mantık’ı Sünni geleneğin ayrılmaz bir parçası haline getiren İmam Gazali’nin üstün gayretleri olmuştur. Şu halde filozoflar ve felsefeyle ilk temas Sünni İslam dünyasında Gazali ile başlamış oluyor.65

c) Gazali mantığı kabul edince mantık ilmindeki akıl prensiplerinden çelişmezlik prensibine ters düşen “in’ikas-ı edille”yi reddetti.66 Delil için verilen hükmün medlule

yansıtılması olan in’ikas-ı edile, Bakıllani tarafından kabul edilmiş, Eşari ve Maturidi’den sonra gelen İmam-ı Gazali’ye kadar olan mütekaddimin dönemi kelamcıların kabul ettikleri prensiptir. Gazali bu kaideyi reddedip delille medlulün ayrı şeyler olduğunu söyledi.

d) Gazali kelam’da felsefi konulara yer vermekle birlikte filozofları alemin kıdemi, haşrin cismani olmayıp ruhani olacağı, Allah’ın cüziyyatı bilmediği gibi konularda filozofları tekfir etmiştir. Çünkü Gazali’ye göre böyle bir telakki Allah’a sıfatları bakımından noksanlık getirir.

65 Gölcük, Şerafettin, a.g.e., s. 216,217

(26)

İşte böyle bir fikri dinamiğin oluştuğu, kelam ve tasavvuf şemsiyesi altında yapılan bir felsefenin mevcudiyeti Razi için uygun bir ortam doğurmuştur. Bunun içindir ki fr inançla felsefe ve kelamı en bariz bir şekilde birbirine mezceden akılcı bir filozoftur. Bu şu demektir Gazali metodunu daha da geliştirerek doruk noktasına ulaştıran Razi olmuştur.67 Fakat onun

akılcılığı kendine has bir akılcılıktır. Felsefe ile çok yakından ilgilenen Razi kendisinden önceki felsefi eserleri okuyup anlamıştır. İbn Sina’nın “el-İşarat” adlı eseri üzerinde çalışmış, hatta onun ilahiyat kısmına bir de şerh yazmıştır. Bununla birlikte Gazali’nin de yaptığı gibi onun kelamla bağdaşmayan görüşlerini tenkit etmekten de çekinmemiştir.68

Muhtelif dini ve felsefi konulardaki münazaraları ile de meşhur olan Razi, Aristo geleneğindeki meşşai felsefesini hazmeden ve onu kelam’a sokan ilk alimlerdendir. Bu işin öncüsü olan Gazali, meşşai filozoflarının ilki dine aykırı olan fikirlerini çürütmenin kelamın bir görevi olduğunu söyleyip, yalnız bu konuları kelami eserlerde ele alırken, razi kelamı Aristo geleneğindeki manası ile felsefileştirmiştir. Yani kelamı ve felsefeyi mezcederken onları bir ilim haline getirmiştir. Bunu “felsefeyi kelamlaştırmışlar” şeklinde de ifade edebiliriz ki neticede felsefe ile eşari kelamı birbiriyle birleşmiştir. Ancak bu birleştirmeyi, kelamın felsefeye olan itirazlarının meşrulaştırılması şeklinde anlamamak, onların kelama gör yoruma tabi tutulduğunu ve gerekli cevapların verildiğini kabul etmek gerekir.

Razi’den sonraki kelam alimleri de aynı yolu takip etmişler ve felsefe’deki metafiziğe kelam içinde yer vermişlerdir. Böylece felsefe, kelam ilmi içinde ve onunla mezcedilmiş olarak yazılıp okunduğu için ayrı bir ilim, ekol ve müstakil bir cereyan olarak varlığını devam ettirememiştir. Artık felsefi konular kelam kitaplarının ilahiyat konularının içinde serpiştirilip, kelam mantığı ile anlatılır olmuştur.

Gazali ile başlayan ve Fahreddin er-Razi’de son merhalesine varan felsefeyi kelamla birleştirme hareketi, felsefeyi kelama bağlı kılmakla, felsefe yapmak için felsefe değil de – tabiri caizse – kelam için felsefe yapma geleneğini getirmiştir. Bu aynı zamanda, felsefenin İslam dünyasında gerilemesine hatta sönmesine neden olmuştur. Zaten felsefenin İslam coğrafyasında yapılan şekli demek olan İslam felsefesini kelamcılar yapar hale gelmiştir. Ancak bu şu demek değildir. Kelam il felsefe anlaşmışlar, ilahiyat, nübüvvet, ahiret gibi bazı ana konularda kelam’ın felsefeye olan itirazları son bulmuştur şeklinde bir birleşme asla söz konusu değildir. Kelam ana konularda kendi gündemini muhafaza etmiş, varlık ve bilgi gibi konularda felsefeden fazlaca istifade yolu tutulmuştur. Razi ile birlikte “Felsefi Kelam” dönemi başlamıştır demiştik ki bu aslında Gazali öncesi oluşturulan kelam’ın temel konuları

67 Gölcük, Şerafettin – Toprak, Süleyman, a.g.e., s. 65

(27)

felsefi, başka bir deyişle çok daha akli bir perspektiften ele alınmış, bununla birlikte felsefeye ve konularına bakış yumuşatılmış, ona olan muhalefet azalmıştır. Felsefe adeta kelamın bünyesine dahil edilerek muhafaza altına alınmıştır. Sözü edilen Felsefi Kelam’ın İbn Arabi’de Felsefi Tasavvuf şekline büründüğü görülür.69

Diğer taraftan Razi, felsefeyi kelama sokmakla, kelama Aristo geleneğine göre bir istikamet vermiştir. Bu durum İslam dünyasını etkilemiş, bu akım ve metot diğerlerine de hakim olarak Eş’ari mezhebinin yayılmasına sebep olmuştur. Eş’arilerin kullandıkları bu metot Maturidileri de tesiri altına almış ve Maturidilerin çoğunun mezheplerine bağlılıkları sadece sözde kalmış, gerçekte ise Meşşai sistemine bağlı Eş’ari kelamını savunmuşlardır. Razi’nin Maturidi kelamcısı Nureddin es-Sabuni ile Allah’ın sıfatları konusunda münakaşa yaptığı ve Sabuni’nin Razi’nin büyüklüğünü ikrar ettiği kayıtlarda geçmektedir.70

Müslüman toplumun inançlarına yönelik önemli bir rol üstlendiği klasik dönemde kelam ilminin en belirgin özelliği felsefi mantığın İslam’a yabancı sayılıp ondan uzak durulmasıdır. Kelam alimleri Mutezile’den itibaren Aristo mantığını biliyorlar fakat dinin aslına zarar vereceği için kullanmıyorlardı. Özellikle Bakıllani bunu ısrarla savunmuştur. Kullanılan delilin merdud olması dinin de zarar görmesine sebep olur gerekçesiyle, her zaman felsefi nazariyeye karşı ihtiyatlı davranılmıştır. Oysa İslam mantığı olarak kabul edebileceğimiz re’y ve içtihada dayalı “USUL” ilminde kullanılan metotlar tercih edilmiştir. Zaten kelam ilmine o dönemde “ilmi usulü’d-din” denmesi de bundan kaynaklanmaktadır.71

Müteahhirin dönemi kelamıyla ilgili olarak bazı alimler tarafından yapılan tenkit ve değerlendirmelerde kelam’ın başlangıçtaki hüviyetini kaybettiği, adeta felsefe haline geldiği ifade edilmiştir. Kelamcıların nakli bırakıp selef’in yolundan ayrıldıkları savunulmuştur. Gazali’den itibaren naklin hücciyetini de aklın içinde tasavvur eden Mu’tezile tezi, giderek rağbet kazanmış, Razi ile zirveye ulaşmıştır. Bakıllani’ye kadar denge söz konusu iken, Razi ile artık akıl naklin aslı kabul edilmiş ve nasların çoğunlukla delalet ettikleri manalar itibariyle zan ifade ettikleri görüşü benimsenmiştir.

İlk asırlarda Müslümanları hayli meşgul eden İslam dışı inançların, Razi’nin döneminde tamamen zayıflayıp etkisiz hale gelmesinin, ayrıca kelamcıların zamanlarının bilimini de temsil eden felsefenin konularını anlama yönündeki merak ve istidatlarının, felsefe’yi yok etmekten çok, herkes için meşrulaştırması anlamına gelmektedir. Gazali’nin bir taraftan kelam’a felsefi metodu ithal ederken diğer taraftan, filozofların bazı görüş ve

69 Gölcük, Şerafettin, a.g.e., s. 217 70 Uludağ, a.g.e., s., 27

(28)

yorumlarını sert bir şekilde hedef alması, kelam ilminin bu dönemden itibaren hem felsefe’ye rakip hem de felsefeleşen bir görünüm almasını sağlamıştır.

Razi ile zirveye ulaşan felsefi kelam bundan sonra şerhler dönemini başlatmış, kelam eserlerine kelam’ın tarifi, konusu, gaye ve faydalarıyla ilgili mukaddimeler eklenmiştir. Elbette sonraki çalışmalar metot olarak Gazali ve Razi’nin metodunu kullanacaklardır. İzmirli ile başlayan yeni ilmi kelam veya 19. ve 20. yy.’daki yenilik arayışlarına kadar bu metot sürdürülmüştür.

4. FAHREDDİN er-RAZİ’NİN SONRAKİLERE ETKİSİ

Fahreddin er-Razi’den sonraki İslam düşüncesini iyi anlayabilmek için Razi’yi iyi anlamak gerekir. Maalesef Tefsiri Kebir’inden başka eserlerine şimdiye kadar gereken önem verilmemiştir. Bunun dışında basılmış olan eserleri ciddi, ilmi bir incelemeye tabi tutulmamıştır. O imam unvanına kelam ilmindeki nüfuzundan dolayı sahip olmuştur. Oysa onun kelamla ilgili el-Metalibü’l-Aliye, el-Mebahisü’l-Meşrikiyye, el-Muhassal gibi eserleri, araştırılıp incelenmesi gereken kitaplardandır.

Gazali’den sonra VI. ve VII. Yüzyıllarda yazılan kelam eserleri, artık filozofların görüşlerine yer veren, özellikle varlık ve bilgi konuları üzerinde genişçe durulan bir muhteva kazanmıştır. Mesela Fahreddin er-Razi'nin (v. 606/1209), kendisine kadar gelen bütün görüşleri bir araya topladığı kelam eserlerinde ilim ve malumu konu alan birinci ve ikinci bölümler, ilahiyat ve sem’iyyatı ele alan üçüncü ve dördüncü bölümlerden daha uzundur. Tafsilatı da fazladır. Kelam kitaplarında bu dönemde medlulden çok delil üzerinde yoğunlaşma meydana gelmiştir. Kavramlar ve düşünce sahası genişlemiş detaylar artmıştır.72

Felsefi yönünü daha çok kelamla ilgili eserlerinde müşahede ettiğimiz Fahreddin er-Razi, kendinden sonrakilere de tesir etmiştir. Onun Kadı Beydavi’nin “Tevali ul-Envar” ve Adudiddin el-İci’nin “el-Mevakıf” adlı meşhur eseri üzerindeki tesiri açıkça görülür. Nitekim her iki eserin tertibinde de Razi’nin “el-Muhassal”i örnek alınmıştır.73

Muhassal’ın metni ile Kadı Beyzavi Abdullah b. Ömer (v. 685/1286) in yazdığı “Tevaliu’l Envar” adlı kelam kitabı ile karşılaştırılırsa görülür ki Kadı Beyzavi bu eserinde sadece plan ve konu bakımından değil, ibare, tarif, ifade ve terimlerde de Muhassal’dan istifade ettiği ve arada büyük bir benzerliğin olduğu görülür. Yalnız Kadı Beyzavi, Razi’den hiç söz etmemekte, bazı meseleleri kitabına almadığı gibi, bazı meseleleri de eklemiştir. Fakat

72 Özervarlı, a.g.e., s. 14

73 er-Razi, Fahreddin, el-Muhassalü Efkari’l-Mütekaddimin Müteahhirin mine’l-Ulema Hükemai ve’l-Mütekellimin, Terc. Hüseyin Atay, Kelam’a Giriş, Sn., s. 36, Kültür Bakanlığı yay., Ankara, 2002

(29)

“Tevaliu’l-Envar”ı “Metaliu’l-Enzar” olarak şerh eden İbn Mahmud İsfehani (v. 745/1348) Fahreddin er-Razi’ye “el-İmam” diyerek işaret etmektedir.74

Aynı şekilde kelam’da meşhur “el-Mevakıf” kitabının yazarı Abdurrahman Adudiddin el-ici (v. 756/1355) bu eserinde Razi’nin “el-Muhassal” adlı eserinden çok istifade ettiği öyle ki, cümleleri, misalleri aynen naklettiği küçük bir karşılaştırmadan anlaşılır. Adudiddin “el-Mevakıf” adlı eserini, elbette sadece Razi'nin eserindeki ifade ve tartışmalara hasretmemiş, zamanına kadar yazılmış olan diğer kelami eserlerden de istifade etmiştir. Böyle olmakla beraber kelamı mukayeseli bir şekilde okumak, fikirlerin gelişme tarihine ışık tutması bakımımdan önemlidir.

Razi'nin kendinden sonrakilere etkisi sadece kelam ile kalmamış daha çok tefsir alanında etki ettiği görülmüştür. O, tefsirinde akla duyulan ihtiyacı, birçok dini meselelerde ve hayati görüşlerde izah eder. Hiç şüphesiz kendinden sonra gelenlere, b tefsir aklı kaynaklık etmiştir. Birçok meseleleri, birçok ilimleri açık bir metotla anlattığı için, sonardan gelen müfessirler, nasipleri nispetinde ondan faydalanmışlardır. Hatta onu tenkit maksadı ile ele alanlar bile ondan istifade etmişlerdir.75

İslam aleminde büyük şöhret yapan Beyzavi, tefsirini Zemahşeri ve Razi'nin tefsirinden ihtisar etmiştir. Beyzavi kelami meselelerde tamamen Razi’ye itimat eder. Tefsiri tetkik edilirse hemen hemen her sahifesinde gerek isim zikredilerek ve gerekse zikredilmeksizin Razi’den pasajlara rastlanır.

Ebu Hayan, el-Bahru’l-Muhit adlı tefsirinde, bazı ayetlerde Razi’den nakiller yapar. Bazen de ondan ayetlerin şerhlerini nakleder.

İbn Kesir Tefsiri nakli olmasına rağmen, Razi tefsiri, İbn Kesir tefsiri için kaynak olmaktadır. İbn Kesir, Halık’ın isbatı hususunda Ebu Hanife’nin ve Malik’in sözleri için Razi’ye itimat eder.76

Alusi’nin tefsiri ise, bazı ziyade ve noksanlıklar göz önüne alınacak olursa, adeta Razi'nin tefsirinin ikinci bir nüshası olarak görülebileceğini söyleyenler mevcuttur. Alusi’nin tefsiri “Ruhu’l-Meani”dir.

Osmanlı devletinin en haşmetli devrinde yetişen ve uzun müddet şeyhü’l İslamlık yapan Ebu’s-Suud (v. 928/1574) de Razi tefsirini en yi şekilde tatbik etmiştir. İrşadü’l-Akli’s-Selim ile Mezaye’l-Kur’an’il-Kerim adlı tefsirinde sağlam bir mütalaa ve ince bir beyan vardır. Ebu’s Suud’un en önemli tefsir kaynağı Razi'nin “Mefatihu’l-Gayb” tefsiri olmuştur.77

74 er-Razi, Fahreddin, el-Muhassal, trc., Atay, a.g.e., s., 36 75 Cerrahoğlu, a.g.m., s. 39

76 Cerrahoğlu,, a.g.m., s. 40 77 Bademci, a.g.e., s. 9

(30)

Bunun için Ebu’s Suud tefsiri kısa zamanda İslam alemine yayılmış ve medreselerde okutulmuştur.

Muhammed Abduh ve talebesi Muhammed Reşid Rıza da, Razi’den müteessir olanlar arasındadır. Kaynak olarak ona itimat etmişlerdir. Çünkü Abduh ekolünde de aklin rolü mühimdir. Bu bakımdan Razi’ye müracaat etmiş olmaları tabiidir. Bilhassa ayetler ve sureler arasındaki münasebetler ve ittisal meseleleri üzerinde ondan fazlaca istifade ederler. İsmail Hakkı ve Elmalılı Hamdi efendi gibi müfessirler için Razi birer hazine olmuştur.

Kısaca ifade etmek gerekirse Fahreddin er-Razi özellikle kelam ve Tefsir alanında kendinden sonrakiler için kaynak teşkil etmiştir. Onun metodu günümüze kadar yapılan çalışmaların hepsinde yer alıp ufkumuzu açmaktadır. Ehl-i Sünnet kelamını öğrenmek için Razi hakkında mutlaka bilgimiz olması gerekir. Aksi takdirde iddialarımızı temellendirmede güçlük çekeriz. Günümüzde de birtakım söylemlere cevap verebilmek için onun felsefi aklından yararlanmalıyız

İKİNCİ BÖLÜM

FAHRETTİN er-RAZİ’NİN NÜBÜVVET ANLAYIŞI

1. RAZİ’YE GÖRE NÜBÜVVETİN İMKANI

Nübüvvet’in İmkanı demek, ilahi ve beşeri açıdan, varlığının mümkün olması demektir. Nübüvvet ilahi açıdan mümkündür, çünkü Allah, mürid ve mütekellimdir; bu sıfatları nübüvvet vasıtasıyla gerçekleştirir ve bu sayede buyruklarını yarattıklarına iletir.78

Referanslar

Benzer Belgeler

• 1Ü mevcut olduğu, yollanacağı söylenmiş, bu arada arrest olan hasta CPR’a

Zamanın nadir şahsiyetlerinden biri olarak yetişen Zebîdî, eski âlimlerin birçoğu gibi çok yönlü bir bilim adamıdır. Hadis, ensâb, lügat, tasavvuf, usûl-i fıkh, usûl-i

Bu bölümde öncelikle, çalışmanın temel ve alt amaçları çerçevesinde ulaşılan bulgulara dayalı sonuçlara yer verilmiştir. Daha sonra, üstün yetenekli

Zeka testlerinin belli başlıları Stanford Binet zekâ ölçeği, WechsIer yetişkin zekâ ölçeği, WechsIer çocuklar için zekâ ölçeğidir.. Stanford Binet Zekâ Ölçeği: Bir

Örneğin Joseph Renzulli’nin ortaya attığı Üç Halka Kuramında üstün zekayı ortalama üstü genel veya özel yeteneğin, yaratıcılığın ve motivasyonun

Bu makalede, daha önce bilateral akci¤er kist hidati¤i nedeniyle opere edilmifl, s›rt a¤r›s› yak›nmas›yla baflvuran 37 yafl›ndaki erkek hastada, eksploratris torakotomi

返回 醫療衛教 發表醫師 發佈日期 2010/07 /20 何謂輻射?