• Sonuç bulunamadı

Tüccarzade İbrahim Hilmi'de modernleşme

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Tüccarzade İbrahim Hilmi'de modernleşme"

Copied!
102
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

i

SELÇUK ÜNĠVERSĠTESĠ

SOSYAL BĠLĠMLER ENSTĠTÜSÜ

FELSEFE VE DĠN BĠLĠMLERĠ ANABĠLĠM DALI

DĠN SOSYOLOJĠSĠ BĠLĠM DALI

TÜCCARZADE ĠBRAHĠM HĠLMĠ’DE MODERNLEġME

YÜKSEK LĠSANS TEZĠ

DanıĢman

Prof. Dr. Mehmet AKGÜL

Hazırlayan Mehmet DOĞRUL

(2)

ii

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

BİLİMSEL ETİK SAYFASI

Bu tezin proje safhasından sonuçlanmasına kadarki bütün süreçlerde bilimsel etiğe ve akademik kurallara özenle riayet edildiğini, tez içindeki bütün bilgilerin etik davranıĢ ve akademik kurallar çerçevesinde elde edilerek sunulduğunu, ayrıca tez yazım kurallarına uygun olarak hazırlanan bu çalıĢmada baĢkalarının eserlerinden yararlanılması durumunda bilimsel kurallara uygun olarak atıf yapıldığını bildiririm.

(3)

iii

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

YÜKSEK LĠSANS TEZĠ KABUL FORMU

Mehmet DOĞRUL tarafından hazırlanan Tüccarzade Ġbrahim Hilmi’de ModernleĢme baĢlıklı bu çalıĢma 03/11/2011 tarihinde yapılan savunma sınavı sonucunda oybirliği/oyçokluğu ile baĢarılı bulunarak, jürimiz tarafından yüksek lisans tezi olarak kabul edilmiĢtir.

Ünvanı, Adı Soyadı Başkan İmza

Ünvanı, Adı Soyadı Üye İmza

(4)

iv T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ

Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Öğr

encin

in

Adı Soyadı Mehmet DOĞRUL Numarası 084245041005 Ana Bilim / Bilim

Dalı

FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ / DİN SOSYOLOJİSİ

Danışmanı PROF. DR. Mehmet AKGÜL

Tezin Adı TÜCCARZADE İBRAHİM HİLMİ’DE MODERNLEŞME

ÖZET

Ġbrahim Hilmi Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında yaĢamıĢ, yayıncı ve yazardır. II. MeĢrutiyet döneminde Osmanlı Devleti’nin yeniden eski parlak günlerine dönebilmesi için maddi ve manevi alanda çözümler sunmaya çalıĢmıĢtır.

Osmanlı Devleti’nin kurtulması için modernleĢmeyi gerekli göre Ġbrahim Hilmi, Batı’nın kötü ahlakının alınmasına karĢı çıkmaktadır. Yazılarını Balkan SavaĢlarından sonra yazan Ġbrahim Hilmi’de milliyetçilik akımının etkileri hissedilmektedir. Siyaset, eğitim, ordu, kültür ve edebiyat, kadın, gençlik, aile, din, ekonomi alanlarında görüĢler ortaya koyan Ġbrahim Hilmi’nin görüĢleri Ġttihat ve Terakki tarafından savunulan görüĢlerle uyum içindedir.

Anahtar Kelimeler: Ġbrahim Hilmi, ModernleĢme, Milliyetçilik, Milli Ekonomi, Ġttihat Terakki

(5)

v T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ

Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Öğr

encin

in

Adı Soyadı Mehmet DOĞRUL Numarası 084245041005 Ana Bilim / Bilim

Dalı

FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ / DİN SOSYOLOJİSİ

Danışmanı PROF. DR. Mehmet AKGÜL

Tezin İngilizce Adı MODERNİZATİON İN TÜCCARZADE İBRAHİM HİLMİ

SUMMARY

Ibrahim Hilmi lived in the late Ottoman period and the early years of the republic, the publisher and author. II. Mesrutiyet Period of the Ottoman Empire again return to the old glorious days worked to provide solutions for the material and the spiritual realm.

According to the necessary modernization of the Ottoman Empire to escape Ibrahim Hilmi, West opposes the reception of bad morals. Entries after the Balkan Wars by Ibrahim Hilmi felt the effects of nationalism movement. Political, educational, military, culture and literature, women's, youth, family, religion, opinions setting out the areas of economics advocated by Ibrahim Hilmi opinion in keeping with views of “Ittihat ve Terakki”

Keywords: Ibrahim Hilmi, Modernization, Nationalism, National Economy, Ittihat Terakki

(6)

vi ĠÇĠNDEKĠLER ÖNSÖZ ... 1 KISALTMALAR ... 2 GİRİŞ ... 3 ARAŞTIRMANIN ÖNEMİ... 5 ARAŞTIRMANIN AMACI ... 6 BİRİNCİ BÖLÜM ... 9

İBRAHİM HİLMİ’NİN HAYATI VE ESERLERİ ... 9

1. İBRAHİM HİLMİ’NİN HAYATI VE ESERLERİ. ... 10

1.1. Hayatı ... 10

1.2. Eserleri... 10

İKİNCİ BÖLÜM ... 12

2.1. Osmanlı Devleti’nde Modernleşme Hareketleri ... 13

2.2.2. Tanzimat ve Islahat Fermanı ... 16

2.2.3. Yeni Osmanlılar Hareketi ... 19

2.2. İbrahim Hilmi’nin Kitaplarını Yazdığı Dönemin Önemli Olayları ... 21

2.2.1. II. Abdülhamit ve Meşrutiyet Dönemi ... 21

2.2.2. Jön Türkler, İttihat ve Terakki Fırkası ... 24

2.2.3. Balkan Savaşları ... 26

2.3. Yaşadığı Dönemin Önemli Fikir Akımları ... 28

2.3.1. Osmanlıcılık ... 28

2.3.2. İslamcılık ... 29

2.3.3. Türkçülük ... 32

(7)

vii

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ... 38

İBRAHİM HİLMİ’DE MODERNLEŞME ... 38

İBRAHİM HİLMİ’DE MODERNLEŞME ... 39

3.2. Devlet İdaresi ve Ordu ... 42

3.3. Cehalet ve Eğitim... 44

3.4. Kültür ve Edebiyat ... 49

3.5. Toplum Hayatı ve Ahlak ... 49

3.6. Âdâb-ı Muaşeret... 52 3.7. Aile Hayatı ... 54 3.8. Kadın... 58 3.9. Gençlik ... 63 3.10. Din ... 65 3.11. Ekonomi ... 69 SONUÇ ... 83 BİBLİYOGRAFYA ... 87

(8)

1 ÖNSÖZ

AltmıĢ yılı aĢan yayıncılığıyla Bâbıâli’nin en kıdemli yayıncılarından olan Tüccarzade Ġbrahim Hilmi, aynı zamanda Balkan SavaĢları’ndan sonra Osmanlı Devleti’nin parçalanmasına sebep olan faktörler üzerine kitaplar yazan ve Osmanlı Devleti’nin yeniden yükselmesi için çözüm önerileri sunan bir yazardır.

Osmanlı Devleti’ndeki modernleĢme hareketleri ve 18. yy ve 19. yy Osmanlı düĢünce hayatına dair pek çok araĢtırma yapılmasına rağmen, binden fazla eser yayınlayan Ġbrahim Hilmi hakkında yapılan çalıĢmalar çok azdır.

Ġbrahim Hilmi hakkında, BaĢak OCAK tarafından, Ġbrahim Hilmi’nin hayatı ve görüĢleriyle ilgili bir eser yayınlandı ve Melek DOSAY tarafından“Maarifimiz ve Servet-i Ġlmiyyemiz” isimli eserini tanıtan bir de makale yazıldı. Günümüz Türkçesine aktarılan eserleri ise “AvrupalılaĢmak” ve “Maarifimiz ve Servet-i Ġlmiyyemiz” “Zavallı Millet”, “Milletin Hataları” ile “Milletin Kusurları” isimli eserleridir.

Biz de Ġbrahim Hilmi’yi daha iyi tanıyabilmek için yüksek lisans tezi olarak O’nun Türk toplumunun modernleĢmesi hakkındaki görüĢlerini çalıĢmayı düĢündük. ÇalıĢmamız üç bölümden oluĢmaktadır. Ġlk bölümde Ġbrahim Hilmi’nin hayatını, ikinci bölümde yaĢadığı dönemi, Osmanlı Devleti’ndeki modernleĢme hareketlerini ve önemli fikir akımlarını ele aldık. Üçüncü bölümde ise, Ġbrahim Hilmi’nin modernleĢme kendi deyimiyle AvrupalılaĢma, siyaset, eğitim, ahlak, aile, kadın, din, ekonomi hakkındaki ilgili görüĢlerini ele aldık. ÇalıĢmamızda mümkün olduğu kadar günümüz Türkçesini kullanmaya çalıĢtık.

Bu çalıĢmanın ortaya çıkmasında emeği geçen arkadaĢım Selçuk PEKPARLATIR’a ve Ġbrahim Hilmi’yi çalıĢmayı bana tavsiye eden, bu çalıĢma esnasında bana yardımlarını esirgemeyen Mehmet AKGÜL’e teĢekkürü bir borç bilirim.

Mehmet DOĞRUL

(9)

2 KISALTMALAR

yy yüzyıl vb. ve benzeri

(10)

3 GĠRĠġ

Doğal dünyada olduğu kadar toplumsal dünyada da değiĢim kaçınılmaz bir süreçtir. Nasıl her toplum değiĢim geçirmiĢse Osmanlı toplumu da değiĢmiĢtir. Osmanlı Devleti’nde değiĢim, modernleĢme denilince genellikle Tanzimat Dönemi anlaĢılmasına rağmen Osmanlı Devleti’nin klasik çağı diye adlandırılan ilk dört yy’ında bile Osmanlı toplumunun dilinde, kültüründe, dinsel inanç ve örgütlenmesinde, mali, askeri-idari yapısında büyük değiĢikler olmuĢtur (Ortaylı, 2005: 14). Yani Osmanlı Devleti’nin kuruluĢundan bu yana toplumsal yapısı değiĢmiĢtir (Karpat, 2006: 324). Bu değiĢme Osmanlı toplumunun muhafazakârlık ve devamlılığının yanında kendi kültürel çerçevesi içinde uyum göstermesi Ģeklinde olmuĢtur (Karpat, 2008: 16).

Viyana bozgunu toplumsal dönüĢümü hızlandırmıĢ ve merkezi iktidar değiĢen toplumsal düzene yeni bir bakıĢ açısıyla yaklaĢmıĢtır (Karpat, 2008: 18). Viyana bozgunundan sonra Osmanlı Devleti’nde değiĢim daha hızlı ve planlı olmuĢtur. Çünkü Osmanlı Devleti gerilemeye baĢlamıĢtı. Bu gerilemenin iç ve dıĢ birçok sebebi vardır. Bu gerilemenin iç sebepleri olarak Osmanlı maliyesi, ekonomisi ve askeri yapısının bozulmasını sayabiliriz (Berkes, 2008: 73).

DıĢ sebep olarak Avrupalılar tarafından yenidünya ve ticaret yollarının keĢfedilmesi sonucu Osmanlıların elinde bulunan ticaret yollarının önemini kaybetmesini sayabiliriz (Gökçe, 2007: 13-14). Ayrıca Fransız Ġhtilalı’nın yaydığı milliyetçilik düĢüncesi ve Rusya’nın Balkanlarda yürüttüğü Panislavist politika değiĢik milletlerden oluĢan Osmanlı Devleti’nin dağılmasına sebep olmuĢtur. Çünkü Fransız Ġhtilalı egemenliğin millete ait olduğu anlayıĢını ve egemenliğin kendine ait olan milletin, kendi siyasal düzenini benimsememesi halinde, bu düzeni değiĢtirme hakkına sahip olduğu düĢüncesini iktidara getirmiĢtir (Aydın, 2000: 58-59).

Bu gerilemeye bağlı olarak Osmanlı Devleti’nde reformlar yapılmıĢtır. Fakat 17. ve 18. yy’ın reformcuları Osmanlı düzeninin kâfirlerin geliĢtirebilecekleri herhangi bir düzenden üstün olduğu ilkesinden hareket etmiĢlerdir (Shaw, 2008: 219-220). Çünkü doğru dinden olanlar aynı zamanda kültürel üstünlüğe de sahip oldukları için kâfirlere ve onların bilim ve sanatına yaklaĢmak gereksiz; hatta

(11)

4

zararlıdır (Faroqhı, 2011: 33). Onlara göre Osmanlı Devleti eski düzenine geri dönmekle kurtulabilirdi. Bunun için düzeni eskiden olduğu gibi çalıĢtırmak, hırsızlık yapanı ortadan kaldırmak, rüĢvete son vermek, yeteneğe dayanarak atamalar yapmak, geleneksel askeri birliklerde reformlar yapmak ve bunları canlılığına kavuĢturmak, görevini yapmayanı iĢinden atmak gerekiyordu (Shaw, 2008: 219-220).

Gelenekçi reformlarla Osmanlı Devleti’nin gerilemesi durmayınca Avrupa’yı örnek alarak reform hareketleri baĢlamıĢtır. Osmanlı Devleti’nde reformlar zorunluluktan dolayı önce askerlik alanında ortaya çıkmıĢtır. Osmanlı Devleti kendi varlığının tehdit altına girdiğini görünce düĢmanın silahını almakta tereddüt etmemiĢtir (Ġnalcık, 1993: 427). Yani Osmanlı Devleti’nin üst tabakası Avrupa’dan gelen reformları askeri yenilgilerin baskısıyla kabul etmiĢtir. Fakat bu yenilikler önceleri sadece zorunlu teknik yeniliklerle sınırlı kalmıĢ ve Osmanlı kültürünün özüne dokunulmamıĢtır (Faroqhı, 2011: 18). Osmanlı devletinde sultanlar Batı’nın meydan okumasına parça parça reformlarla, özellikle orduda reformlar yaparak karĢılık vermeleri soruna kısa bir süre çözüm oldu, fakat sorun askeri değil yapısaldı (Ahmad, 2009: 34). Bu yüzden yenilikler devletin idari yapısı, eğitim, hukuk, din, ekonomi, aile vb. alanlarına da yansımıĢtır.

Osmanlı Devleti’nden günümüze kadar devam eden bu yenilik ve değiĢim hareketlerine genel olarak modernleĢme hareketleri denilir. ModernleĢme denildiği zaman genellikle BatılılaĢma anlaĢılır. Klasik modernleĢme anlayıĢına göre modernleĢme; Batı’nın bazı seçilmiĢ somut kurumlarını ve yaĢam biçimlerini benimsemektir. Osmanlı Devleti’ndeki 19. ve 20. yy’daki değiĢimler klasik modernleĢme anlayıĢına göre yapılmıĢtır (Tezcan, 1995: 49).

Osmanlı devletinin kurtuluĢunun modernleĢmekle, kendi ifadesiyle AvrupalılaĢmakla ya da BatılılaĢmakla mümkün olduğunu düĢünen yazarlardan biri de Ġbrahim Hilmi’dir. Çünkü bir kitabında “Gerek Ģahsi tecrübelerim, gerek araĢtırma ve incelemelerim AvrupalılaĢma-GarplılaĢma veya yenileĢmenin tek kurtuluĢ olacağına bende güçlü bir kanaat uyandırdı” demektedir (Ġbrahim Hilmi, 1996: 22).

(12)

5 ARAġTIRMANIN ÖNEMĠ

Doğan Ergun’a göre Ģimdiki bütün iliĢkilerimiz ve toplumsal yapımız daha önceki iliĢkilerden ya da toplumsal yapılardan doğmaktadır. Toplumlarda her zaman ilerleme olmasa da, her zaman hareket ve değiĢiklik olmuĢtur. Bir devrin nedenleri bir önceki devirde aranmalıdır (Ergun, 2005: 21-22). Günümüzde toplum siyaset, eğitim, ekonomi, din, ahlak vb. birçok alanda sıkıntılar çekmekteyiz. Toplum olarak bu sıkıntılara çareler aramaktayız.

Çektiğimiz bu sıkıntıların en önemlilerinden biri modernleĢmenin getirdiği sıkıntılardır. Müslümanların modern Batı medeniyeti ile karĢılaĢması, sosyo-ekonomik değiĢim sorunlarıyla beraber birçok toplumsal, kültürel ve dini değiĢim sorunlarına da yol açmıĢtır. BatılılaĢmakla Müslümanlar kültür, medeniyet, inanç, toplum ve hayatın diğer alanlarında bunalımlar yaĢamıĢlardır (Günay, 2003: 563).

Osmanlı Devleti’ndeki aydınlar da bu bunalımları yaĢamıĢlar ve bu yüzden modernleĢmeye karĢı itiyatlı davranmıĢlardır. Radikal Batıcılar dıĢında Batı’nın sadece tekniğini almakla Osmanlı Devleti’ni kurtarmaya çalıĢmıĢlardır. Özellikle Avrupalı devletlere verilen kapitülasyonlar, Ġngiltere ve Fransa’nın emperyalist faaliyetleri, Rusların Balkanlardaki faaliyetleri Osmanlı Devleti’ni yıkılmaktan kurtaramamıĢtır. Bazı tarihçiler Osmanlı Devleti’ndeki modernleĢme hareketlerinin baĢlangıcı olarak Lale Devri’ni kabul ederler (Shaw, 2008: 288). Bazı tarihçilere göre ise III. Selim’in 1793’te tahta sadık merkezi ordu yaratma çabası modernleĢmenin ilk adımıdır (Karpat, 2008: 79). Ne zaman baĢladığı tartıĢmalı olsa da modernleĢme günümüze kadar devam eden bir süreçtir. Günümüzde çektiğimiz modernleĢmeyle ilgili sıkıntıları anlayabilmek için Osmanlı Devleti’nin modernleĢme tarihi ve Osmanlı Devleti’nde modernleĢmeyle ilgili tartıĢmalar bizim için önemlidir.

Osmanlı Devleti’nin yeniden yükseliĢe geçmesi için kitaplar yazan ve modernleĢmenin gerekliliğine inanan Ġbrahim Hilmi’nin tanınması Osmanlı modernleĢme tarihi açısından önemlidir. “AvrupalılaĢmak” isimli eseri bazı çalıĢmalarda kaynak olarak kullanılsa da, Ġbrahim Hilmi hakkında yapılan çalıĢmalar çok yeterli değildir. Bizim çalıĢmamız Ġbrahim Hilmi’nin; devlet idaresi, ordu, eğitim, ahlak, toplum, aile, kadın, din, ekonomi hakkındaki görüĢlerini eserlerini

(13)

6

yazdığı dönem olan II. MeĢrutiyet döneminin olaylarıyla beraber ele almıĢtır. Bu çalıĢmamızın özelde Ġbrahim Hilmi’nin tanıtılmasına, genelde Türk modernleĢme tarihine katkı sağlayacağını ümit ediyoruz.

ARAġTIRMANIN AMACI

Yukarıda saydığımız nedenlerle Osmanlı Devleti’nin 17. yy’dan itibaren toprak kaybetmesi ve 19. yy’a gelindiğinde sınırlarının artık Tuna Nehri’ne gerilemiĢ olması, Osmanlı aydınına bu gerilemenin nedenlerini ve bu gerilemeyi engellemenin yollarını arattı (Aydın, 2000: 126).

Özellikle 1908 yılında II. MeĢrutiyet ilan edilince her çeĢit toplumsal ve siyasal meselenin toplum önünde tartıĢılmasında bir patlama olmuĢtur. Bu siyasal ve toplumsal tartıĢmalar daha çok Osmanlıcılık, Ġslamcılık, Milliyetçilik ideolojileri etrafında olmuĢtur. Buna Batıcılık ideolojisini de ekleyebiliriz. II. MeĢrutiyet yazarları devlete ve topluma canlılık kazandırmaya çalıĢıyorlardı (Zürcher, 2008: 193-194). II. MeĢrutiyet döneminin bir diğer özelliği ise BatılılaĢma düĢüncesinin sistematik bir hale gelmesi ve toplumun birinci sorunu olarak sunulması bu dönemde gerçekleĢmiĢtir (Hanioğlu, 1985a: 1384).

Osmanlıcılık, Ġslamcılık ve Türkçülük ilkelerinin referansları farklı olsa da değiĢen dünya dengeleri ve yaĢanan toplumsal alt-üst oluĢlara karĢı, yeni bir meĢruiyet kaynağı olmuĢtur (Akgül, 1999: 269). Bu akımlar modernleĢmeyi genel hedef ve en büyük ideal olarak benimseyen Osmanlı seçkinleri için birer alt ideoloji haline gelmiĢtir (Karpat, 2005: 23). Ayrıca bu üç akımın bünyesinde yer alan kimlik değiĢimleri, iç içe geçmiĢti ve ancak birlikte var olabiliyorlardı. Bu akımlar modernleĢmeyi toplumun refahı ya da mutluluğu için değil, devletin varlığını devam ettirmesi için istiyorlardı (Karpat, 2005: 48).

Tunaya, II. MeĢrutiyet’in her yazar ve aydınının Ġslamcılık, Türkçülük, Batıcılık, Ġlmi Ġçtima ve Sosyalizm akımlarından birine mensup olduğunu söyler. Tevfik Fikret, Nüzhet Sabit, Ali Kemal gibi bazı fikir adamları sözü geçen akımlara mensup olduklarını söylememiĢlerdir. Onlarda bu akımlar arasında geçen tartıĢmalarda görüĢlerini belirtmiĢlerdir (Tunaya, 2010: 67).

(14)

7

II. MeĢrutiyet döneminin yazarlarından biri olan Ġbrahim Hilmi, “Türkiye Uyan” isimli eserinde Osmanlı Devleti’nin varlığını ve bağımsızlığını korumak için Türklerin biri milli, diğeri hayali olmak üzere iki amacı olması gerektiğini söylemektedir. Milli amaçlardan biri Balkan SavaĢı’nda kaybedilen toprakların yirmi beĢ yıl içinde geri almak, diğeri de bir Ġslam imparatorluğu kurarak tüm Müslümanları Avrupalıların tutsaklığından kurtarmak olduğunu savunur. Türklerin hayali amacı ise parlak bir yıldıza benzeyen Turan ülkesidir. Bu Turan ülkesi, Çin Seddi’ne kadar uzanan, içinde aynı ırktan olan yüz milyonluk bir Türk kitlesinin yaĢadığı alandır. Ayrıca Ġbrahim Hilmi, Osmanlı milleti olarak tanımladığı ve Osmanlı yönetimi altında bulunan Kürt, Laz, Çerkes gibi Türklerle aynı dini paylaĢan toplulukların yanı sıra, Hıristiyan ve Musevi azınlıkların da Osmanlı üst kimliği aynı amacın gerçekleĢmesi için birlikte hareket etmeleri gerektiğini ileri sürmüĢtür (Ġbrahim Hilmi, 1329a: 27-33).

BaĢak Ocak’a göre Ġbrahim Hilmi’de Osmanlıcılık, Türkçülük ve Ġslamcılık iç içe geçmiĢtir ve bu üç akım O’nun için tek baĢına bir anlam ifade etmemektedir (Ocak, 2003: 159-160).

Bu akımlar Osmanlı Devleti’nde yalnız siyaset alanında değil, aile hayatı, kadın, ahlak, ekonomi, eğitim vb. alanlarda da referans aldıkları ilkelere göre görüĢler ortaya koymuĢlardır.

Biz de bu çalıĢmamızda Ġbrahim Hilmi’nin AvrupalılaĢma, siyaset, eğitim, toplum, aile, kadın, gençlik, din ve ekonomi hakkındaki görüĢlerini II. MeĢrutiyet’in siyasi atmosferini de göz önünde bulundurarak inceleyeceğiz.

YÖNTEM VE SINIRLILIKLAR

ÇalıĢmamız teorik bir çalıĢmadır. Bu yüzden çalıĢmamız süresince kaynak taraması yaptık. ÇalıĢmamızda Ġbrahim Hilmi’nin kendi eserlerinden, Ġbrahim Hilmi hakkında yapılan araĢtırmalardan yararlandık. Ayrıca Osmanlı toplum yapısını, Osmanlı tarihini, Osmanlı modernleĢmesini ve Osmanlı düĢünce tarihini anlatan kaynaklardan yararlandık.

ÇalıĢmamızda Osmanlı Devleti’ndeki reform hareketlerini III. Selim döneminden itibaren ele aldık. Siyasal düĢünce akımlarından Osmanlıcılık,

(15)

8

Ġslamcılık, Batıcılık ve Türkçülüğü inceledik. Ayrıca Ġbrahim Hilmi’nin eğitim, ahlak, aile, kadın, din, ekonomi, toplum hakkındaki görüĢlerini ortaya koyarken Osmanlı Devleti’nde bu alanların tarihi serüveninde de bahsettik. Bu konuların tümünü ele aldığımız için bu konuları derinliğine inceleyemedik.

(16)

9

BĠRĠNCĠ BÖLÜM

(17)

10

1. ĠBRAHĠM HĠLMĠ’NĠN HAYATI VE ESERLERĠ. 1.1. Hayatı

Ġbrahim Hilmi Tuna boyunda Romanya kenti olan Tulcea (Tulça)’da 1879 yılında dünyaya gelmiĢtir. Soyadı kanunu ile birlikte Çığıraçan soyadını alan Tüccarzade Ġbrahim Hilmi aslen Kazanlıdır ve Romanya muhacirlerindendir. Ailesi 1883 yılında Ġstanbul’a göç etmiĢtir. Ġlköğretimini Ġstanbul’da tamamlamıĢtır.

Terzi çıraklığı yaptıktan sonra on beĢ yaĢında iken Bâbıâli’de Ġkdam gazetesinin abone memuru olarak basın hayatına girmiĢtir.1

Daha sonra Ġkdam’dan ayrılıp Ticaret-i Âliye mektebine kayıt olmuĢ fakat bir iĢte çalıĢmak zorunda olduğu için okulu bırakmak zorunda kalmıĢtır. Hiç evlenmeyen ve çocuğu olmayan Ġbrahim Hilmi 12 Haziran 1963’te Ġstanbul’da ölmüĢtür (Ocak, 2003: 33-44).

Ġlk yayınevi 1896 yılında kurduğu Kitaphane-i Ġslam’dır. Kitaphane-i Ġslam daha sonra kendi kurduğu yayınevi olan i Askeri ile birleĢerek Kitaphane-i Ġslam ve AskerKitaphane-i adını almıĢtır. CumhurKitaphane-iyet dönemKitaphane-inde yayınevKitaphane-inKitaphane-i KKitaphane-itaphane-Kitaphane-i Hilmi ve Hilmi Kitapevi adlarıyla devam ettiren Ġbrahim Hilmi 1000’den fazla eser yayınlamıĢtır (Ġbrahim Hilmi, 1996: 13-14).

1.2. Eserleri

Ġbrahim Hilmi; Ahmet Refik (Altınay), Hüseyin Rahmi (Gürpınar), Refik Halit (Karay), Yakup Kadri (Karaosmanoğlu), Halit Ziya (UĢaklıgil), Ahmet Cevat (Emre) gibi yazarların eserlerini seri halinde yayınlamıĢtır. Mehmet Emin (Yurdakul)’in “Türkçe ġiirler”i ve diğer eserleriyle Prens Sabahattin’in “Türkiye Nasıl Kurtarılabilir?” eserini de yayınlayan Ġbrahim Hilmi 93 Harbi, Balkan ve Trablusgarp yenilgileri üzerine Askeri Kitaplar serisi altında 200 kitap yayınlamıĢtır. Mustafa Kemal (Atatürk)’in “Zabit ve Kumandan ile Hasbihal” adlı eseri de bu serinin bir kitabıdır (Kafadar, Öztürk, 1996: 14).

1 Ġkdam gazetesi Ahmed Cevdet’in yayımladığı, Osmanlıcılık ve kültürel Ġslamcılık çerçevesi içinde,

çağdaĢ bir Türk etnik kimliği geliĢtirmeye çalıĢan yazarların baĢlıca yayın organı idi. (Karpat, 2005: 45)

(18)

11

Ġbrahim Hilmi dini eserler de yayınlayarak yayıncılık hayatına hizmet etmiĢtir. ġeyh Muhsin- Fanî (Hüseyin Kazım Kadri)’nin baĢkanlığındaki bir komisyona hazırlattığı “Kur’an-ı Kerim Tercüme ve Tefsiri”, “Nurü’l-Beyan Kur’an-ı Kerim Tefsiri” ve Ġzmirli Ġsmail Hakkı’nın “Mean-i Kuran” yayınladığı devrin önemli dini eserlerindendir (Kafadar, Öztürk, 1996: 15).

Kendi yazdığı veya devrin eğitimcilerine yazdırdığı okul kitapları, haritalar ve levhalar yayınlayarak eğitim hayatına önemli hizmetlerde bulunan Ġbrahim Hilmi II. MeĢrutiyet’in ilanından sonra resimli ilk günlük gazete olan “Millet”’i çıkarmıĢtır. Yayınladığı dergiler ise Hüseyin Rahmi ve Ahmet Rasim ile birlikte “BoĢboğaz Güllabi” adlı mizah dergisiyle “Ordu ve Donanma” adlı dergilerdir (Kafadar, Öztürk, 1996: 15).

Ġbrahim Hilmi, kendi yazdığı eserleri ise, Kitabhane-i Ġntibâh serisi adıyla yayınlamıĢtır. Kitabhane-i Ġntibâh serisi 18 kitaptan oluĢmaktadır. Bu seri Balkan SavaĢı’nda Çatalca savunması sırasında hazırlanmaya baĢlanmıĢtır. Ocak serinin yayınlanma amacını Balkan SavaĢı sonrasında halkta beliren üzüntüyü kaldırmak; ahlaki, idari, askeri, siyasi, sosyal ve ekonomik kargaĢaların nedenlerini bulmak; istibdat döneminin kötü idaresini sergileyerek halkı uyanıĢa devam etmek Ģeklinde özetlemiĢtir. Bu seriye ait olan Zavallı Millet, Milletin hatalar, Milletin Kusurları, Maarifimiz ve Servet-i Ġlmiyemiz, Türkiye Uyan ve AvrupalılaĢmak isimli eserler Ġbrahim Hilmi tarafından yazılmıĢtır (Ocak, 2009: 78).

(19)

12

ĠKĠNCĠ BÖLÜM

OSMANLI DEVLETĠ’NDE MODERNLEġME HAREKETLERĠ, ĠBRAHĠM HĠLMĠ’NĠN YAġADIĞI DÖNEMĠN ÖNEMLĠ OLAYLARI VE FĠKĠR AKIMLARI

(20)

13

2. OSMANLI DEVLETĠ’NDE MODERNLEġME HAREKETLERĠ, ĠBRAHĠM HĠLMĠ’NĠN YAġADIĞI DÖNEMĠN ÖNEMLĠ OLAYLARI VE FĠKĠR AKIMLARI

2.1. Osmanlı Devleti’nde ModernleĢme Hareketleri

2.2.1. III. Selim ve II. Mahmut Dönemi Reform Hareketleri

Osmanlı Devleti’nde ciddi ıslahatlar III. Selim döneminde baĢlamıĢtır. O’nun en büyük baĢarısı yeniçeri ocağı dıĢında ilk kez çağdaĢ bir ordu kurabilmesidir. III. Selim 18. yy’ın ıslahatçı geleneği içinde yetiĢmiĢtir (AkĢin vd, 2004: 77). Çünkü babası III. Mustafa tarafından Baron de Tott ve diğerlerince eğitilen yeni topçu ve piyade birliklerinin kurulmasında tanık olarak bulunmuĢtur. O’na göre geleneksel kurumlar düzenli bir biçimde iĢletilmediği için Osmanlı Devleti güç durumda kalmıĢtı. Sarayda Ģehzade iken XVI. Louis ile yazıĢan III. Selim Osmanlı ordusunu düzene sokmak ve Ruslara kaptırılan toprakları geri alabilmek için ondan yardım istemiĢtir (Shaw, 2008: 317). Ġhtilal Fransa’sının son kralı olan XVI. Louis ile yapılacak ıslahat konusunda gizlice mektuplaĢması ve ondan tavsiyeler alması seleflerinden daha ileri gitmek niyetinde olduğunu gösterir (AkĢin vd, 2004: 77).

III. Selim Avusturya hakkında bilgi toplaması için 1791’de Ebu Bekir Ratip Efendi’yi Viyana’ya elçi olarak göndermiĢtir. 1791’in Mayıs ayında Viyana’dan dönen Ratip Efendi Avusturya ve genel olarak Avrupa’daki toplum hayatı, askeri sistem hakkında 500 sayfa kadar tutan ayrıntılı bir sefaretname yazmıĢtır. 1791’in sonbaharında kamu hayatının çeĢitli kesimlerinden oluĢan 22 kiĢiden devletin zaaf nedenleri ve alınması gereken tedbirler hakkında görüĢ istendi. Sonuçta layiha adını taĢıyan 22 rapor çıktı. XVI. Louis’in tavsiyeleri, Ebu Bekir Ratip’in sefaretnamesi, Layihalar gibi belgelerden hareketle III. Selim’in yaptığı ıslahat hareketlerine genel olarak Nizam-ı Cedid denilir (AkĢin vd, 2004: 78-79).

Nizam-ı Cedid Islahatları içinde eyalet yönetimi, eyaletlerin vergilendirilmesi, hububat ticaretinin kontrolü ve diğer idari-mali konuları içeren düzenlemeler vardır. En önemli ıslahat ise Avrupa’dakilere benzer Ģekilde eğitilen ve donatılan yeni yaya askeri birliklerin kurulmasıdır (Lewis, 2009: 82). Düzenli ve sürekli talim yapan bu

(21)

14

ordu yeniçeriler tarafından benimsenmedi ve birkaç ay talim yaptıktan sonra yeniçeriler “bu talim gavur iĢidir” diyerek vazgeçtiler. Nizam-ı Cedid’in masraflarını karĢılamak üzere Ġrad-ı Cedid Defterdarlığı kuruldu (AkĢin vd, 2004: 80). III. Selim döneminde ilki 1793’te Londra’da olmak üzere Viyana, Berlin ve Paris’te sürekli ve yerleĢik elçilikler kurulmuĢtur (Lewis, 2009: 86).

III. Selim reformlarının önemi pek baĢarılı olmamasına rağmen kendinden sonra gelenler için yol göstermesidir. Osmanlılarda Batı düĢüncesi bu dönemde yerleĢmeye baĢlamıĢtır (Shaw, 2008: 322-323). Batılı düĢüncelerin Osmanlı Devleti’ne akması için gerekli ortam bu dönemde oluĢmuĢtur. III. Selim’in kurduğu ya da ıslah ettiği ordu birliklerinde çalıĢan Avrupalı özellikle Fransız subaylar Batı ile iletiĢim kanallarından birini oluĢturmuĢtur (Zürcher, 2008: 46). Lale devrinde baĢlamıĢ olan BatılılaĢma kısa vadeli sonuçlarını vermeye baĢlamıĢtır. Ġlk defa bu dönemde ulema ocağının yerini alacak olan devletin himayesinde ve desteğinde yeni bir aydın tipi doğmaya baĢlamıĢtır (Berkes, 2008: 101).

III. Selim 1807 yılında Kabakçı Mustafa isyanıyla tahttan indirilmiĢ ve öldürülmüĢtür. Yerine çıkan IV. Mustafa zamanında reformlar bir süre için durmuĢtur.

Ġbrahim Hilmi’ye göre III. Selim’in yeniliklerini, medeni fikirlerini Ģeriat karĢıtı olarak görenler, O’nu yandaĢları ile birlikte acı bir Ģekilde öldürmeyi, her türlü rezalet ve adiliği uygun buluyorlardı. O’na göre bu olayla acı bir faciadır ve bu facialar Ģeriata uygun değildir (Ġbrahim Hilmi, 1996: 35).

II. Mahmut döneminde IV. Mustafa döneminde duran ıslahatlar yeniden baĢlamıĢtır. II. Mahmut reformlar yaparken Ģu prensipleri benimsedi: BaĢarılı bir reform hareketi için askerlik dıĢında, diğer kurumlar ve toplumsal alanda da reformlar yapılmalıdır. Kurumlar reforma uğrarken eski kurumlar kaldırılmalıdır. Reformlar yapılırken gerekli planlar yapılmalı ve gerekli destekler sağlanmalıdır (Shaw, 2010: 25). Ayrıca II. Mahmut padiĢahlığının ilk yıllarında kendine bir güç tabanı oluĢturmak için kalemiye, ulema hiyerarĢisi ve ordunun kilit mevkilerine güvenilir adamlarını getirdi. Kendisini iktidara getiren yarı bağımsız ayanın etkisini azalttı (Zürcher, 2008: 55).

(22)

15

1808 yılında ayanlarla meĢveret sonucu Sened-i Ġttifak denilen belge imzalandı. Bu belge ile ayanlar topladıkları askerlerin devlet askeri olacağını, kapıkulu ocaklarının müdahale hakkı olmadığını, sadrazam ve padiĢahın otoritesine karĢı gelenleri elbirliğiyle bastırmayı taahhüt ederken sadrazama ve merkezi otoriteye kendi varlıkları kabul ettirmiĢlerdir (Ortaylı, 2005: 35-36).

II. Mahmut döneminde III. Selim zamanına kadar uygulanan MeĢveret Meclisi’nden farklı nitelikte üç meclis kurulmuĢtur. Bunların az çok belirlenmiĢ ayrı görevlerinin bulunması, idare, adliye, eğitim ve ordu alanlarında uygulanacak bir hukuk devlet mekanizmasının kurulmasına doğru bir adım olması III. Selim dönemindeki meĢveret meclislerinden farklı olduğunu gösterir (Berkes, 2008: 173).

Bu meclislerden birincisi merkezi hükümet organı ile ilgili kurallar koyan Hükümet ġûrası (Dâr-ı ġûra-yı Bâb-ı-Ali), ikincisi adalet organları ile ilgili kurallar koyan Adliye ĠĢleri Yüksek Kurulu (Meclis-i Ahkâm-ı Adliye), üçüncüsü ise ordu ile ilgili yeni kurallar koyan Askeri ġûra Dairesi (Dâr-ı ġûra-yı Askeri). dir (Berkes, 2008: 174).

II. Mahmut zamanında yeniçeri ocağının yanında Sekban-ı Cedid ocağı kurulmuĢ ve daha sonra bu ocak kaldırılmıĢtır. 1825’te EĢkinci Ocağı kurulunca yeniçeriler ayaklanmıĢtır. Vaka-i Hayriye adı verilen olayla yeniçeri ocağı kaldırılmıĢ ve Muhammed’in eğitimli muzaffer askerleri anlamına gelen Asakir-i Mansure-i Muhammediye ordusu kurulmuĢtur. Sivil memur yetiĢtirmek için ilkokul düzeyinde Mekteb-i Maarif-i Adliyye kurulmuĢtur. Resmi devlet gazetesi olan Takvim-i Vekâyî bu dönemde çıkarılmıĢtır. Köy ve mahalleler için muhtarlıklar kurulmuĢtur. 1831 yılında Anadolu’da ve Rumeli’de erkek nüfusun sayımı yapılmıĢtır. Posta örgütü bu dönemde kurulmuĢ ve karantina sistemi bu dönemde uygulanmıĢtır (Ortaylı, 2005: 35-48). II. Mahmut, sadrazamlığı padiĢahın mutlak vekili olmaktan çıkarmıĢtır. ġeyhülislamlığı da hükümet yönetimi ve planlama kurullarının dıĢında bırakmıĢtır (Berkes, 2008: 174).

II. Mahmut’un padiĢahlığı Batı’ya karĢı yeni bir bilinçlenme ve hayranlıkla birlikte Osmanlı Devleti’nin yaĢaması, teknolojik açıdan ilerlemiĢ bir Avrupa’ya karĢı ayakta durabilmesi için geleneksel Osmanlı tutumunun değiĢtirilmesi gerektiği

(23)

16

duygusunu da uyandırmıĢtır (Shaw, 2010: 79). II. Mahmut Sarayı Topkapı’dan Dolmabahçe’ye taĢımıĢtır. Ayrıca sakalını kısaltmıĢ, Mısır tarzı setre pantolon giymeye baĢlamıĢ. Avrupa hükümdarları gibi doğum günlerini kutlamaya, resimlerini devlet dairelerine astırmaya, elçiliklerde davetlere gitmeye, tebdil-i kıyafet etmeden Ģehir içi hatta yurt içi inceleme gezilerine çıkmaya baĢlamıĢtır (AkĢin vd, 2004: 114-115). Geleneksel Osmanlı toplumunda bir insanın dinini, rütbesini ve sınıfını belirleyen sarığın yerine mansure ordusunun Ģapkası kabul edilen fes, modern erkeğin Ģapkası olmuĢtur (Shaw, 2010: 80).

2.2.2. Tanzimat ve Islahat Fermanı

Tanzimat Fermanı Abdülmecid’in padiĢahlığı döneminde 3 Kasım 1839’da Müslüman olan ve olmayan halkların ileri gelenlerinin önünde yayınlanan bildiridir. Tanzimat nizam verme anlamına gelen tanzimin çoğuludur (Berkes, 2008: 213).

Tanzimat döneminde baĢlayan yenilik hareketleri büyük çapta kameralizmden esinlenmiĢtir. Krali otoritenin bir temsilciler meclisiyle paylaĢılmadığı ülkelerde bile milli devlet kurmak isteyen hükümdarlar bile tebaanın mülkiyet haklarının garanti altına alınmasının zorunluluğunu anlamıĢlar ve eğitimi halka yaymanın kendilerine getireceği faydayı algılamıĢlardır. Bu politikalar milli devletlerin kurulmasına ve orta sınıfların güç kazanmasına paralel olarak yürütülmüĢtür. Bu politika ayrıca milli bütünlük kurmayı ve feodalizmden kalan imtiyaz ceplerini temizlemeyi amaçlıyordu. Daha sonra aydın despotizmi denen bu sisteme o dönemde Avrupa’da kameralizm denilmiĢtir. Kameralizmin Osmanlı Devleti gibi dağınık bir ülkeyi birleĢtirici bir görüntü getirmesi Osmanlı devlet adamlarına cazip gelmiĢtir (Mardin, 1983: 246).

Balkan milliyetçiliğiyle baĢlayan toprak kaybını durdurmayı amaçlayan Tanzimat Fermanı padiĢah adına Bâbıâli bürokratlarınca hazırlanmıĢtır. Tanzimat Fermanı’yla kanun devleti statüsü gelmiĢ ve padiĢahın mutlak yetkileri kısıtlanmıĢtır. Uyrukların can ve mal güvenliği, vergilerin kanuniliği, angaryanın yasaklanması, iltizamın kaldırılması ve her din mensubunun kanun önünde eĢitliği Tanzimat döneminde yeni gelen kurumlardır (Ortaylı, 1985a: 1545). Tanzimat dönemi, yönetimin sivilleĢtiği bir aĢamadır. SivilleĢmenin bir sonucu olarak, bürokraside yeni bir grup egemen olmuĢtur. Bu dönemde yönetimde laik eğitim kaynaklık etmiĢ ve

(24)

17

ilmiye sınıfının statüsünü hızla kaybetmeye baĢlamıĢtır (Ortaylı, 1985a: 1546). Kadılar eskisi gibi Ģeyhülislamlığa, Bâb-ı MeĢihat’e bağlı kalmakla beraber, nâibler ve diğer memurlar gibi aylık maaĢa bağlanmıĢlardır (Ġnalcık, 1985: 1537).

Osmanlı devlet adamları milli çapta idari, hukuksal ve iktisadi tedbirler alarak Osmanlı Devleti’nde çok sayıda bulunan kültürleri eritecekleri bir Osmanlıcılık Ģuuru yaratacaklarını sanmıĢlardı. Mustafa ReĢit PaĢa ile onu izleyen Ali ve Fuat PaĢa gibi Tanzimat’ın kurucu paĢaları, Batı’nın askeri ve idari yapısını Osmanlı Devleti’ne aktarırken Batı’nın günlük kültürü de ikinci defa etkin bir biçimde Osmanlı Devleti’ne girmiĢti. Giyim, ev eĢyası, paranın kullanılıĢı, evlerin stili, insanlar arası iliĢkiler Avrupai olmuĢtu (Mardin, 1983: 246).

Ġdari teĢkilatta ise valilerin nüfuz ve yetkilerini azaltmak amacıyla valilere yalnız asayiĢ iĢleri bırakılmıĢ, mali iĢler merkezden padiĢah tarafından muhassıl-ı emvâl adıyla tayin olunan, geniĢ yetkili amirlerin eline verilmiĢtir. Bu muhassılların tayin amacı vergi tahsillerini valilerin ve ayanların kontrolünden kurtarmak ve böylece onların yaptıkları haksızlıklara son vermek amacını güdüyordu. Ayrıca idarenin her kademesinden halkın katıldığı idare meclisleri ve taĢra meclisleri kurulmuĢtur (Ġnalcık, 1985: 1536-1537). Tanzimat döneminde yapılan reformlar da II. Mahmut’un reformları gibi ordu, bürokrasi, taĢra yönetimi, vergilendirme, eğitim ve haberleĢme gibi alanları kapsıyordu. Bu dönemde yeni olarak adli reforma ve danıĢmaya dayalı usullere ağırlık verilmiĢtir (Zürcher, 2008: 92).

Tanzimat’la birlikte Batı modeline göre yapılan reformlar geleneksel kurumların yeni kurumlarla yan yana yaĢadığı ikili bir toplumsal yapı oluĢturmuĢtur (Sencer, 1983: 563). Tanzimat döneminde herkesin eĢit vergi mükellefi olması, imtiyazların ve muafiyetlerin kaldırılması az vergi veren ayanların, çorbacıların ve vergiden muaf olan din adamlarının Ģiddetli muhalefeti ile karĢılaĢmıĢtır. Tanzimat’tan sonra Balkanlar’da milli uyanıĢ ve modernleĢme hareketleri geliĢmiĢtir. Türk politika hayatı ise, taĢraya hâkim olan ayan-ağaların gelenekçiliği ile merkezdeki modernleĢme çabaları arasındaki çatıĢma ile uğraĢmıĢtır. Müslüman halk genellikle gayrimüslimlere verilen müsaadelerden hoĢlanmadı. Ulema, ayan ve bazı valiler, Müslüman halkı tahrik ettiler. Balkanlardaki gayrimüslim halk ise büyük

(25)

18

ümitlere kapılarak her tarafta sabırsızlık ve kaynaĢma gösterdiler (Ġnalcık, 1985: 1536-1544).

Tanzimat döneminde, devleti çöküntüden kurtarmak için iki temel politika uygulanmıĢtır. Birincisi devleti güçlendirmek için askeri, idari, siyasi, hukuki, mali, ekonomi ve eğitimle ilgili alanlarda reformlar yapmak. Ġkincisi ise kuzeyden gelen ve Osmanlı Devleti’nin artık tek baĢına baĢ edemediği tehdide karĢı güvenliğini Avrupa dengeleri içinde aramak. Avrupa dengeleri içinde yer almaya çalıĢmak içiĢlerine müdahaleyi doğurmuĢtur (Türköne, 2011: 57-58).

Islahat Fermanı 1856’da ilan edildi. Tanzimat fermanı gibi anayasa benzeri bir nitelik taĢımayan Islahat Fermanı daha çok ondaki vaatleri gerçekleĢtirmeye yönelik reformlar öngörmüĢtür. Islahat Fermanı’yla banka kurulması, ekonomik kalkınma için Avrupa sermayesi ve uzmanların çağrılması, Gayrimüslimler için hakaret ifade eden nitelendirmelerin kullanılmaması mahkemelerde Hıristiyanların tanıklığının kabul edilmesi, tanıkların kendi dinlerinin üzerine yemin etmesi öngörülmüĢtür (Berkes, 2008: 216-217). Göze çarpan maddeler Ģunlardır: Gayrimüslimler askeri ve sivil bütün okullara girme hakkı elde etmiĢtir. Müslümanlarla gayrimüslimler arasındaki ceza ve ticaret davalarının muhtelif divanlarda görülmesi ve bunlar için ceza, ticaret ve usul hazırlanması öngörülmüĢtür. Askerlik hizmeti gayrimüslimlere de zorunlu hale getirilmiĢtir. Ġsteyen bedel vererek yapmayabilirdi. Yerli mevzuata uymak Ģartıyla yabancılara gayrimenkul edinme hakkı tanındı (AkĢin vd, 2004: 132). Islahat Fermanı, o zamana kadar millet-i hâkime olan Müslümanların bu imtiyazlı durumunu almıĢtır. Bu fermanla din farkı gözetilmeksizin bir Osmanlı vatandaĢlığı kurulmaya çalıĢılmıĢtır. Fakat bu ferman yüzeyde amaçlanan beraberliği tersine çevirmiĢ, gayrimüslimlerle yabancılar kendilerine tanınan hukuksal imkânları Müslümanları çok geride bırakır Ģekilde kullanmıĢlardır. Bundan sonraki Türk düĢünürlerinin çoğu batı ile olan ekonomik geliĢme farkını Batı’ya verilmiĢ ödünlerin bir sonucu olarak görmeye baĢlamıĢlardır (Mardin, 1983a: 247). Bu ferman gayrimüslimlerin ekonomik gücünü artırmıĢ ve onların milliyetçi mücadelelerini dolaylı olarak desteklemiĢtir (Karpat, 2006: 33-34).

(26)

19

Islahat Fermanı Ġslam ulemasını ve kilise ruhanilerini sevindirmemiĢtir. Çünkü bunların millet denilen cemaatler üzerindeki yetkileri kısıtlanmıĢtır (Berkes, 2008: 217).

Tanzimat Fermanı’ndan yetmiĢ beĢ yıl sonra AvrupalılaĢmak isimli eserini yazan Ġbrahim Hilmi’ye göre böyle bir eser yazma ihtiyacı yazmak acı bir durumun göstergesidir. Çünkü Türkiye’nin reform tarihinde, Tanzimat’ın Ġlanı’nda gördüğü destekler ve yardımlar, her türlü nasihat verimli olmamıĢtır (Ġbrahim Hilmi, 1996: 21).

Tanzimat’la birlikte, Tanzimat bürokrasisi sarayın karĢısına siyasal bir güç olarak çıkmıĢtır. Tanzimat kiĢisel özgürlük, kiĢi dokunulmazlığı, kiĢi güvenliği alanlarında olumlu ve pratik ilerlemeler sağlamıĢ, köle ticareti baĢkentte tamamen kalkmıĢ, keyfi ve gizli idamlar, iĢkenceler seyrekleĢmiĢ, askeri ve sivil bürokrasilerin halk üzerindeki baskıları azalmıĢ ve askerlik hizmetleri daha rasyonel esaslara bağlanmıĢtır. Tanzimat reformları kuramsal desteklerden yoksun olduğu için yani bir partiye ve kitle tabanına dayanmadığı için baĢarısız olmuĢtur. Tanzimat’ın ekonomik ve sosyal baĢarısızlıkları, dıĢ müdahaleler ve 1870’den sonra Abdülaziz’in keyfi ve baskıcı yönetimi Yeni Osmanlıların baĢlattığı anayasacı ve meĢrutiyetçi bir akımın doğmasına yol açmıĢtır (Tanör, 1985: 16-17).

2.2.3. Yeni Osmanlılar Hareketi

Ġbrahim ġinasi, Ziya PaĢa, Ali Suavi ve Namık Kemal’den oluĢan Osmanlı aydınlar üçlüsüne genellikle Yeni Osmanlılar denir ve bunlar modern aydın sınıfının öncüleridir (Karpat, 2006: 38). Yeni Osmanlılar, Osmanlı yenileĢme tarihinin ilk devrimci-demokrat aydın hareketini meydana getirmiĢlerdir (Türköne, 2011: 10). Bu örgüt ilk defa 1865 yılında Ġstanbul’da gizlice Ġttifak-ı Hamiyyet ismi altında kurulmuĢtur. 1867 yılında baĢarısız bir darbe giriĢiminden sonra Avrupa’ya kaçmıĢlar ve orada Yeni Osmanlılar Cemiyeti’ni kurmuĢlardır. Abdülaziz’in padiĢahlığı döneminde Mithat PaĢa’yı önder olarak bulmuĢlardır (Tanör, 1985: 18).

Ġlerde örgütlenecek olan Ġttihat ve Terakki, Hürriyet ve Ġtilaf gibi siyasi partiler onların mirası üzerinde geliĢip yaĢamıĢlardır. Edebiyattan, gazeteciliğe, eğitimden çocuk terbiyesine kadar el atmadıkları alan kalmayan Yeni Osmanlılar Osmanlı

(27)

20

toplumunda kurumların değiĢmesi gerektiğini ve bu değiĢikliklerin Avrupa uygarlığı karĢısında konumunu tartıĢmıĢlardır (Ortaylı, 1985b: 1702-1703).

Genelde Osmanlı Devleti’nde bir anayasanın ilanı ve parlamentonun kurulmasında birleĢmiĢ gözüken Yeni Osmanlılar felsefi temelleri bakımında birbirlerinden kesin bir Ģekilde ayrılıyorlardı. PaylaĢtıkları ortak nokta Tanzimat aristokrasisine ve Tanzimat’ın yüzeysel saydıkları BatılılaĢmasına karĢı olmalarıdır (Mardin, 1985a: 1700).

Yeni Osmanlılar Islahat Fermanı’nı Ġmtiyaz Fermanı olarak isimlendirirler. Islahat Fermanı’nın yabancı müdahalesine yol açması ve ülke içinde sefaretlerin devlet içinde devlet olması Yeni Osmanlıların muhalefetinin gerekçesidir (Türköne, 2011: 74-75). Yeni Osmanlılar Tanzimat Fermanı’nı mebde-i saadet olarak isimlendirirler ve Mustafa ReĢit PaĢa’yı hayırla yâd ederler. Fakat onlara göre Tanzimat Fermanı Ģer’i hukuktan ayrılmanın baĢlangıcıdır (Türköne, 2011: 80).

Yeni Osmanlıların fikirlerinin birinci kategorisini iktidar kurumu içindeki görevlerin bölünmesi için anayasal düzen ve temsili kurumların yapılanması oluĢturmaktadır. Temsil yetkisi meĢveret ve Ģûra Ģeklindeki Ġslam ilkelerine dayanmaktadır. Yeni Osmanlılar Tanzimat reformlarının hatalarını düzeltmek ve Osmanlı Devleti’nin felsefi, etik ve sosyal temellerinin yanlıĢ anlaĢılmasından ve toplum üzerinde yabancı kültürel sistemi dayatmak için devlet gücünün kullanılmasından kaynaklandığı düĢünülen ikiliğe son vermeyi amaçlamıĢlardır (Karpat, 2006: 39).

Fikirlerinin ikinci kategorisi ise Osmanlı Devleti’nde bulunan diğer sosyal gruplar, özellikle eski ayanlar ve varlıklı toplum liderleri hakkındadır. Kırsal kesimde yaĢayan halkın karĢılaĢtığı sorunları anlayan Ziya PaĢa ve Ali Suavi, Müslüman ve gayrimüslim zengin ticaret ve tarım gruplarının köylüleri istismar etmelerini sert bir Ģekilde eleĢtirmiĢlerdir. Ziya PaĢa’ya göre, kapitülasyonlar, mülkiyet edinme hakkı da olmak üzere yabancıların ekonomik ve mali sömürüleri, Avrupalıların ülkenin iç iĢlerine karıĢmaları, rüĢvet alan görevliler ve yerel toprak ağaları ülkenin geleceğini tehdit etmektedir (Karpat, 2006: 40).

(28)

21

Yeni Osmanlıların fikirlerinin üçüncü kategorisi ise oluĢmakta olan modern Osmanlı Devleti’nin veya değiĢikliklerin olup bittiği idari kurumların politik kültürünü içerir. Yeni vatan kavramı, dini, etnik ve yerel bölünmelerin üstesinden gelebilecek bir kimlik oluĢturmak içindir (Karpat,2006: 42).

Yeni Osmanlılar ekonomi konusunda liberal iktisat düĢüncesi etkisiyle Türkleri çalıĢmaya çağıran eski aydınların bakıĢ açısını yetersiz bulmuĢlardır. Onlara göre kalkınma her yönden yürütülmeliydi. Ayrıca Osmanlı Devleti borçlanmayla kalkınamazdı. Tek çözüm yerli bir tüccar zümresi oluĢturmak, yerli bankalar kurmak, yerli sanayiyi sağlam esaslara oturtmakla sağlanmalıdır (Aydın, 2000: 128). Namık Kemal’e göre bu dünyada zenginlik, üç kaynaktan, tarım, sanayi ve ticaretten elde edilmektedir (Lewis, 2009: 234).

2.2. Ġbrahim Hilmi’nin Kitaplarını Yazdığı Dönemin Önemli Olayları 2.2.1. II. Abdülhamit ve MeĢrutiyet Dönemi

1876 yılında tahta çıkan II. Abdülhamit Yeni Osmanlıcılık siyasetini gerçekleĢtirme arzusu ve yabancı devletlerin baskısıyla 23 Aralık 1876 tarihinde ilk Osmanlı anayasası olan Kanun-i Esasi’yi ilan etti. I. MeĢrutiyet diye adlandırılan bu dönem 1908 yılına kadar devam etmiĢtir. 1876 yılındaki Kanun-i Esasi’yle vatandaĢlara bir takım bireysel haklar tanınmıĢ ve Mebusan ve Ayan Meclisinden oluĢan bir parlamento kurulmuĢtur. Bu dönemde padiĢahın yetkileri devam etmiĢtir. PadiĢah yasama meclisini istediği zaman toplantıya çağırıp dağıtabiliyordu ve yürütme organının üyelerini istediği gibi tayin edip görevden uzaklaĢtırabiliyordu. II. Abdülhamit Osmanlı-Rus SavaĢı sebebiyle 1877’de meclisi dağıttı 1908 yılına kadar kendi mutlak idaresini kurarak Osmanlı Devleti’ni istibdatla yönetti (Karpat, 2010: 99).

II. Abdülhamit döneminde Panislamizm politikası uygulanmıĢtır. Bu politikayla Osmanlı Devleti’nde yaĢayan Müslüman tebaayı Ġslam bayrağı altında toplama çabası ve dıĢ ülke Müslümanlarını Halifelik makamı etrafında toplama çabası vardır (Mardin, 1985b: 348). Bu dönemde ayrıca devlet baskı rejimi altında eleĢtiri hedefi olmaktan kurtulmuĢtur. Bunun yerine din eleĢtiri hedefi olmuĢtur (Berkes, 1983: 25).

(29)

22

I. MeĢrutiyet ve onu izleyen olaylar Osmanlı Devleti’nde Doğucu-Batıcı kamplaĢmasını hızlandırmıĢtır. II. Abdülhamit’in Ġslam birliği fikri, halifeliği padiĢahın siyasi otoritesinin temeline oturtma ve Osmanlı padiĢahının geleneksek otoritesini yeniden ele geçirme çabaları, Batıcılığın devlete karĢı muhalefet olarak ortaya çıkmasına sebep olmuĢtur. Bu dönemde Batıcılık ve liberalizm, Ġslamcılık ve muhafazakârlığa cephe almıĢtır (Ġnsel, 2009: 23).

Yeni kurulan okullarda okuyanların ve yabancı dil bilenlerin artması, padiĢahın Batı’yı kendisine model olarak almıĢ olması gibi nedenlerle Batı fikirlerinin iyice anlaĢılmaya baĢlandığı devre II. Abdülhamit dönemidir. II. Abdülhamit Batıcılığı, Batı’nın tekniğini, idare sistemini ve askeri teĢkilatıyla eğitimini alma Ģeklinde anlamıĢtır. Ayrıca Müslümanlığı tebaası arasında güçlendirmeye çalıĢmıĢtır (Mardin, 1983: 247).

19. yy’da Osmanlı Devleti’ne 1804 ve 1873’te Kırım’dan, 1862’den sonra Kafkaslardan, 1878’te Balkanlardan yaklaĢık beĢ milyon insan göç etmiĢtir. Göçmenlerin ezici çoğunluğu Müslüman oldukları için yerlerinden atılmıĢ, yüz binlercesi öldürülmüĢ, hepsi korkunç günler geçirmiĢ kiĢilerdir. Müslüman oldukları için uğradıkları kayıplar bunların din ve kültür bilincini geliĢtirmiĢtir. Bu göçmen kitlesine göre düĢtükleri durumun sorumlusu devlet ve padiĢahtır. Ayrıca bunlar Rumeli ve Anadolu’nun elden gitmemesi için buraların maddi olarak kuvvetlenmesini istiyorlardı (Karpat, 2006: 328-329).

Ġbrahim Hilmi o günleri Ģöyle anlatmaktadır: “35 sene evvel köyümüz yandı, kavruldu, tarlalarımız düĢman ayağı altında ezildi. Aile bireylerimizin bir kısmı göçlerle mahvoldu. Bu felaketten kaçarak canını kurtaramayanlar, Rus askerlerinin, Bulgar köylülerinin yaktıkları ateĢ içinde cayır cayır yanıp gittiler. Yahut taraf taraf tertip olunan katliamlarla maktul ve mezbuh düĢtüler.”(Ġbrahim Hilmi, 2009a: 30).

Ġbrahim Hilmi’de bu olanlardan padiĢahı ve diğer yöneticileri sorumlu tutmaktadır. O’na göre II. Abdülhamit hakikatin en büyük düĢmanı idi. Daha sonra kurulan MeĢrutiyet rejimi de hakikati engellemek istemiĢtir (Ġbrahim Hilmi, 2009b, 52).

(30)

23

II. MeĢrutiyet Jön Türklerin muhalefeti ve isyanı sonucu 24 Temmuz 1908’de II. Abdülhamit’in 1876 Kanun-ı Esasi’ni yeniden yürürlüğe koymasıyla ilan edilmiĢtir. Zamanın basın ve yazarları bunu “Hürriyet’in Ġlanı” diye isimlendirmiĢlerdir. MeĢrutiyetçiler Kanun-i Esasi’nin yeniden yürürlüğe girmesiyle, parlamentonun yeniden toplanmasıyla, Osmanlı Devleti’nin derhal kurtulacağına, asırlık ıslahatın kuvveden fiile çıkacağına, siyasi ıslahatın sosyal ıslahatı gerçekleĢtireceğine inanmıĢlardı. Fakat çok geçmeden görülmüĢtür ki, yabancı baskısı, kapitülasyonlar, ülkeden ayrılmalar, halkın fakirliği ve cehaleti devam etmiĢtir (Tunaya, 2010: 41). II. MeĢrutiyet ilan edilince Bulgaristan bağımsızlığını ilan etmiĢtir. Avusturya-Macaristan Bosna ve Hersek’i ilhak etmiĢtir. Girit Yunanistan’a bağlanmıĢtır (AkĢin, 1985a: 1423).

II. MeĢrutiyet döneminin en önemli özelliği dağınık olan aydınların bir araya gelmeleri, muayyen yayın organlarında birleĢmeleri, altı yüz yıllık ömrünün en kritik anlarını yaĢayan imparatorluğun yıkılmasını önlemek için çareler aramalarıdır. Batıcılık, Ġslamcılık, Türkçülük cereyanı bu dönemde ortaya çıkmıĢtır (Tunaya, 2010: 67).

Ġbrahim Hilmi II. MeĢrutiyetin ilan edilmesiyle ülkenin kurtulacağına inanmıĢtır. Fakat II. MeĢrutiyet O’nun için bir hayal kırıklığıdır. Bu üzüntülerini Ģöyle dile getirmektedir:

“Otuz seneden beri zulüm zulüm üstüne çöktü; adaletsizlikler, idaresizlikler, meskenetler bütün mülkü harap etti. Yalnız 10 Temmuz’da (24 Temmuz 1908) otuz seneden beri çekilen ızdıraplara son veriliyor ümidine düĢtük. Meğer bu da bir serapmıĢ. Kapalı havada birdenbire açılıp sönen güneĢe benzedi. Hâlbuki biz o vakit neler tahayyül ettik! Ne vergilere katlandık!) “Bugün müstebit bir hükümdarı indirerek yarın Ġlan-ı Hürriyet ve MeĢrutiyet ilan ediliyor, öbür gün bu MeĢrutiyet namına da veriliyor, diğer taraftan aynı fırka bu Ģeriatçılara çabucak haddini bildiriyor, mevki-i iktidara geçiyor derken diğer bir fırka türüyor, az zaman içinde bu kuvveti de o sükût ettiriyor, gelen kuvvet de tekrar sükûta mahkûm bulunuyor.”(Ġbrahim Hilmi, 2009b: 87).

(31)

24

“Büyük bir siyasi inkılâba uğradık. Büyük bir acz içinde maziye, devr-i Hamidi’ye ricat ettik. Türklerle beraber diğer unsurlar hürriyet elde etmiĢlerdi. Kanûn-i Esasi bütün Osmanlılara hukuk eĢitliği, hürriyet vermiĢti. Fakat o Kanûn-i Esasi’yi biz evirdik, çevirdik istediğimiz Ģekil ve kıyafete sokmaya çalıĢtık. Memleketin bunca ihtiyaçlarını, kanuni ihtiyaçlarını bırakıp sırf Kanûn-i Esasi ile uğraĢtık. Bir insan, evinin temeli ile çok uğraĢırsa binayı sarsar; neticede koca bünyân-ı hükümeti paldır küldür devirdik.”(Ġbrahim Hilmi, 2009a: 46).

2.2.2. Jön Türkler, Ġttihat ve Terakki Fırkası

Türkiye’de Jön Türk diye 1889’dan sonraki dönemde II. MeĢrutiyet için çaba gösterenler kastedilir. 1889’da Askeri Tıbbiye’de, okul öğrencileri Ġshak Sukûti, Mehmet ReĢit, Abdullah Cevdet, Ġbrahim Temo ve Hüseyinzade Ali Turan tarafından kurulan gizli örgütün adı Ġttihad-i Osmanî’dir. Ahmet Rıza ile Ġstanbul’daki Ġttihad-i Osmanî mensupları arasındaki haberleĢmeler sonucu örgütün Ġttihat, Osmanlı birliği; terakki ise aydınlanma, çağdaĢ uygarlık eğitim ve teknikle ilerleme demektir (Berkes, 2008: 405).

Yeni Osmanlılar devlet kurumunun mensupları ve ürünleridir. Jön Türkler ise yeni kurulan devlet okullarındaki müderrisler, batı hukuku okumuĢ avukatlar, gazeteciler, küçük memurlar, bürokratlar ve Batılı anlayıĢa uygun harp okullarındaki ikinci derecedeki görevliler gibi yeni meslek mensuplarıdır (Ahmad, 2010: 33). Ġttihatçılar, Batılı terimlerle alt-orta sınıftan gelmiĢler ve yerli ekonomide meydana gelen tahribat nedeniyle dünya pazarıyla ileri derecede bütünleĢmenin sonuçlarından zarar görmüĢlerdir (Ahmad, 2009: 48). Osmanlı Devleti’nin parçalanması, milliyetçi ayrılık hareketlerinin baĢarı kazanması, Düyun-u Umumiye’nin vesayetinin hükümetin elini kolunu bağlaması Jön Türkleri devletin özerkliğini ve bütünlüğünü yeniden kurmaya itmiĢtir (Keyder, 2010: 73).

Anayasalcılık, meclis-i meĢveretin geri getirilmesi ile vatanın birliği ve bütünlüğünün sağlanmasının kendilerine amaç edinmiĢlerdir. Vatanın birliği ve bütünlüğü için tebaanın eĢitliğini savunuyorlardı (Aydın, 2000: 132). Bu yüzden 1908’den sonra Osmanlıcı bir siyaseti benimserler. Fakat Hıristiyan, hatta Arnavut

(32)

25

ve Araplar gibi Müslüman azınlıklar bu tasarıya direnince Jön Türkler kendilerini Türklerin temsilcisi olarak gördü (Georgeon, 2009: 32).

II. MeĢrutiyet’in ilanından sonra Ġttihat ve Terakki siyaset alanında tek baĢına kalmıĢtır. Cemiyet 1911 kongresinden sonra partinin Osmanlıcılık prensibini ikinci plana atarak, milliyetçi-Ġslamcı bir doktrin ve aksiyon programlarına sahip olmuĢtur.

2Osmanlı Devleti’nin son sekiz yılında BatılılaĢma bir iktidar programı haline

gelmiĢtir. Ġttihat ve Terakki programındaki milliyetçilik prensibi, BatılılaĢmak hatta laikleĢmekle aynı anlamda sayılmıĢtır. Kapitülasyonların 1914 yılında kaldırılması milli iktisat ve kültür politikasına yol açmıĢtır. Ġttihat ve Terakki’nin sosyal ıslahatı kültür, ekonomi ve hukuk alanlarında programlaĢtırılmıĢtır (Tunaya, 2010: 67).

Kültür alanında, milliyetçilik-batıcılık prensibi uygulanmıĢ, hurafe ve gelenekçiliğe karĢı büyük bir savaĢ açılmıĢtır. Üniversite derslerine kadın talebelerin erkeklerle birlikte devam etmeleri, kadınların iĢ hayatına atılmaları, eğitimin laik olması, dini teĢkilatların okullara müdahale etmemeleri, üniversite özerkliği sağlanması için tedbirler alınması ve müesseseler kurulması Ġttihat ve Terakki döneminde olmuĢtur. Ayrıca Ġttihat ve Terakki döneminde Milli Kütüphane, Milli Hazine-i Evrak, Milli Coğrafya Cemiyeti, turizm meseleleriyle ilgili tesisler kısmen kurulmuĢ, kısmen de temelleri atılmıĢtır. Ders kitapları Milli tarih telakkisine göre yazılmıĢtır. Milli müzik, milli filmcilik, edebiyatta milli hamleler, dilde Türkçecilik, Osmanlı alfabesinin sadeleĢtirilmesi Ġttihat ve Terakki’nin kültür alanındaki diğer icraatlardır (Tunaya, 2010: 67).

Ekonomi alanında da, iktidar partisi milli ve bir milletin ekonomik olarak kendi kendine yetmesi anlamına gelen otarĢik bir siyaset takip etmiĢtir. Kapitülasyonlardan kurtuluĢ, kooperatifçilik, Türklerin serbest mesleklere intisapları, ticari hayata atılmaları gibi olayların fiiliyata çıkmalarını mümkün kılmıĢtır. Milli sermayelerle kurulmuĢ hususi iĢletmeler, Ģirketler, fabrikalar, imalathaneler ve nihayet milli bir bankanın (Ġtibar-ı Milli Bankası). kuruluĢu ekonomik bir açılmanın ve millileĢmenin ifadesidir (Tunaya, 2010: 67). Ġttihatçılar sistemin dıĢında kapitalist bir toplum inĢa

2

Osmanlıcılığın ikinci plana itilmesinde Balkan savaşının etkisi olmuştur. Arapların Osmanlı’dan ayrılmaması, İngiltere’nin Hindistan’a göz dikmesi gibi sebeplerle İttihat ve Terakki İslamcılık politikasını devam ettirmiştir (Safa. 1999: 75-76)

(33)

26

etmeye çalıĢmıĢlardır. Bunun içinde Türkler arasında yeni devletin toplumsal temelini oluĢturacak yeni sınıflar, özellikle burjuvazi oluĢturmaya çalıĢmıĢlardır (Ahmad, 2009: 58).

Hukuk alanında göze çarpan em önemli hareket laikleĢme tatbikleridir. Ġttihat ve Terakki her Ģeyden önce, kaza organlarını Ģer’i müesseselerin tesirinden kurtarmayı kararlaĢtırmıĢtır. Mahkemeler Adliye Nezareti’ne bağlanmıĢtır (Tunaya, 2010: 67).

Ġttihatçıların üstlendikleri bir Türk Burjuvazisi yaratma sürecinin bir parçası da kadın haklarının yaygınlaĢtırılmasıdır. Bunun için kadınlara boĢanma hakkı verildi, evliliği din yetkililerinin elinden alınıp devletin yetki alanına bırakıldı ve erkeğin çok eĢlilik uygulamasını kadının rızasına bağladı (Ahmad, 2009: 107).

Ġttihatçılar pozitivizmden çok etkilenmiĢlerdir. Onlara göre belli bir noktaya kadar dinin yerini bilim almalıdır (Georgeon, 2009: 15). Fakat Ġslamiyet, hem Osmanlı Devleti’ndeki Türkler arasında bir dayanıĢma unsuru, hem de Osmanlı Devleti’nde bulunan Araplarla Türkleri kaynaĢtıran bir harçtı. Ġttihatçılar dini gruplarla, özellikle Ġslamcı dergi olan Sırat-ı Müstakim’le sıkı iliĢkiler kurdular ve daha sonra kendi Ġslami yayın organı olan Ġslam Mecmuası’nı çıkardılar (Georgeon, 2009: 33-34). Ġslam’ın Osmanlılar arasında ne kadar derin bir Ģekilde yerleĢmiĢ olduğunu anlayan ittihatçılara göre ulema ve medrese sistemi çürüdüğü için bir reforma tabi tutulması gerekmektedir (Mardin, 1985c: 1402).

Jön Türkler Osmanlıcı, Ġslamcı, Türkçü ve Batıcı idealler arasında tereddüt ve bocalamalar yaĢamıĢlardır (Tunaya, 2010: 65). Osmanlıcılık, Ġslamcılık ve Türkçülük Onlar için kendi baĢlarına bir amaç değildi. Sadece Osmanlı Müslümanlarının durumunu güçlendirmek için bir araçtı. Bunun için Ġttihatçılar güçlü, modern ve bütünleĢmiĢ bir devlet kurmak için bu akımlardan hangisi iĢlerine yarıyorsa onu veya hapsini birden kullanmıĢlardır (Zürcher, 2005: 286).

2.2.3. Balkan SavaĢları

Balkan devletlerinin 1912 yılında Osmanlı Devleti’ne saldırmasıyla baĢlamıĢtır. Bu savaĢın en önemli sebebi Rusya’nın Balkanlarda yürüttüğü Panislavist politikadır. SavaĢa katılan Balkan devletleri Sırbistan, Bulgaristan,

(34)

27

Yunanistan ve Karadağ’dır. Balkan savaĢı sonucu 1913 yılında imzalanan Londra AntlaĢması ile Midye-Enez hattının batısında kalan yerler Balkan devletlerine bırakıldı (Akyüz vd, 1997: 41).

Balkan SavaĢları’ndan sonra Osmanlı Devleti’nde Osmanlıcılık siyasetinin yerini Ġslamcılık ve Türkçülük almıĢtır. Türkler Balkan SavaĢları’ndan sonra Osmanlı Devleti’nin en önemli öğesi haline geldi. Bu Türkçülüğe daha fazla önem verilmesi zorunluluğunu doğurdu. Osmanlı Devleti’nde yaĢayan Araplarla beraber yaĢmak için baĢvurulacak yol Ġslamcılıktı (Ahmad, 2010: 187). Balkan SavaĢları Türk toplumuna Türklük idealini aĢılamıĢtır (Tunaya, 2010: 77). Ayrıca Balkan savaĢından sonra felaketin dehĢeti Osmanlı fikir adamlarında Osmanlı devletinin dertlerine çözüm bulabilmek için bütün meseleleri ortaya döken tartıĢmalar baĢlatmıĢtır (Safa. 1999: 29).

Ġbrahim Hilmi’nin yazılarında Balkan SavaĢı’nın etkilerini görebiliriz. “Milletin Kusurları” isimli kitabında bunu Ģöyle ifade etmektedir. “Bir taraftan Balkan Harbi devam ediyor, diğer taraftan (Dedeağaç)’ı esas tutarak Selanik’e kadar uzanan arazinin, enhar ve cibalinin istidad-ı ferz ve servet-i bahĢesini, Selanik’in Vardar Havzasını, Kosova’nın cisim mera ve ormanlarını, Manastır’ın servet-i tabiyesini, ĠĢkodra’nın kabiliyet-i ziraiyesini haritayı önüme koyup düĢündükçe hüngür hüngür ağlayacağım gelir”. Fakat Ġbrahim Hilmi’ye göre azıcık düĢünenler için Balkan SavaĢı daha büyük felaketlerin habercisidir. Ayrıca Balkan SavaĢı Türk milletinin cahilliğini ve ahlaki durumunu ortaya çıkarmıĢtır. Birçok genç Balkan savaĢı esnasında bile zevk ve sefadan vazgeçmemiĢtir (Ġbrahim Hilmi, 2009c: 110).

Ġbrahim Hilmi’ye göre Balkan savaĢında Türkleri yıkan Balkan devletlerinin orduları değil, oradaki Hıristiyanların okulları ve milli kuruluĢlarıdır. Ġbrahim Hilmi bunlara Balkan devletlerinin iktisadi kuruluĢlarını ve milli bankalarını da eklemiĢtir. Türk Milleti Balkan savaĢından ders çıkartır; eğitim, sanat, ticaret ve ziraatına önem verirse on sene içinde bu orduları yenebilir. Bunun için de Balkan savaĢlarının Türk milletinde bulunan memuriyete olan isteği azaltması gerekmektedir (Ġbrahim Hilmi, 1996: 105).

(35)

28

2.3. YaĢadığı Dönemin Önemli Fikir Akımları 2.3.1. Osmanlıcılık

Özellikle Fransız Ġhtilalı’ndan sonra Osmanlı Devleti’nin baĢlıca sorunlarından biri olan çeĢitli unsurların bağımsızlık hareketlerini ve devletten kopma giriĢimlerini, her türlü etnik milliyetin üzerinde Osmanlılık kavramı yaratarak önlemeye çalıĢan siyasal ve düĢünce hareketine Osmanlıcılık denilmektedir (Hanioğlu, 1985b: 1389).

Bir imparatorluk ideolojisi olan Osmanlıcılık, gayrimüslimler millet-i mahkûme olmaktan çıkıp, Tanzimat’la birlikte eĢit vatandaĢlar olduktan sonra, yeni ihtiyaçları karĢılamak için bir politika olarak ortaya çıkmıĢtır (Türköne, 2011: 250). Tanzimat ve Islahat Fermanları ile Osmanlı Devleti’nde yaĢayan herkese devletin Ġslami geleneklerine halel gelmeden eĢit yurttaĢlık sıfatı altında eĢit hak ve görevler tanınmıĢtır (Karpat, 2010: 97-98). Osmanlıcılığın amacı modern devletçiliğin birinci amacı olan siyasi ve idari birliği sağlamaktı. Bunun için merkezileĢmeyi kullandı ve daha sonra geleneksel Ġslami ilkelerle Avrupai kavramların uyumsuz bir karıĢımı olan kendi siyasal kültürünü yaymak üzere kendi çağdaĢ eğitim sistemini bir araç olarak kullandı (Karpat, 2005: 26).

Hıristiyanlara göre Osmanlıcılık Müslüman iktidarının yayılması ve idamesi için bir araç olarak görüldü (Karpat, 2005: 27). Onlara göre Osmanlıcılık kendilerinin bağımsızlık hareketlerini önlemeye yönelik yapma bir kimlik niteliği taĢıyordu (Hanioğlu, 1985b: 1390). Müslümanlar da Osmanlıcılığın özünde bulunan laiklik kavramının kendi geleneksel ve kültürel özellikleri için bir tehdit oluĢturduğunu düĢündüler (Karpat, 2005: 27). Osmanlıcılık Müslüman unsurlar arasında bir süre kabul edildi ve varlığını sürdürdü. Fakat bir süre sonra bu unsurlar arasında da milliyetçilik fikirleri yayılmaya baĢladı (Hanioğlu, 1985b: 1390).

Ġbrahim Hilmi Balkanlardaki milliyetçilik isyanlarının sebebi olarak Müslümanların gayrimüslimlere kötü davranmalarını gösterir. O’na göre Müslümanlar eskiden Hıristiyanlara adil, insaflı ve insancıl davranıĢlarla onları kendisine ısındırmayı baĢarmıĢtı. Bu dönemlerde idarenin baĢında tedbirli, akıllı devlet adamları oldukça, yönetim iĢlerinde liyakat gösterdikçe, taassuptan uzak, milli ve samimi hislerle iç siyaseti idare ettikçe memleket dıĢarının belasından

(36)

29

korunmuĢtur. Ne zaman ki cahilce bir taassupla, yönetimi altında bulunan toplulukları “kafir” diye küçük görerek çeĢitli unsurların uzlaĢımını, dini farklılıklar nedeniyle birbirine kırdıran hakkaniyetsizlik ve zulmünü kullanarak her türlü haksızlık ve adaletsizlikleri yeğleyen cahil ve zalim sadrazamlar, valiler iktidar konumunda bulunduysa, Osmanlı Devleti’nin ilerlediği hep yön Asya’ya doğru çevrilmiĢtir (Ġbrahim Hilmi, 1996: 53).

Daha sonra Müslümanlardan soğuyan Hıristiyan topluluklar diğer milletlerin teĢvikine, himayesine kapılarak Müslümanların egemenliğinden uzaklaĢmaya çalıĢmıĢlardır. Türkler ise bütün bu isyan ve milliyetçilik hareketlerinin iç yüzünü kesinlikle araĢtırmadılar, hep kuvvetle, zorbalıkla isyanları bastırmaya çalıĢtılar. Avrupa’nın büyük uyanıĢından, ilerleme ve medeniyet oluĢumlarıyla ilgilenmediler, bütün Avrupa’yı sarsan milli hareketlerden, milli siyasetlerden bir Ģey anlamadılar. Avrupa’yı hala Ortaçağın dini kavgaları, dini yönetimleri içinde çalkalandığını zannediyorlardı. Balkanlar’ı sarmakta olan milli fırtınalara, milli hareketlere yabancı kaldılar. Ruhani bir idareye ve eski gösteriĢli ananelere gömülerek uykuya daldılar. (Ġbrahim Hilmi, 1996: 55).

Sonuç olarak Osmanlıcılık istenilen birliği yaratmadı ve kullarını Müslümanlar ve Hıristiyanlar olarak ikiye bölüp, dini kimliklerin keskinleĢerek siyasileĢmesine yardımcı oldu (Karpat, 2005: 29). 1877-1878 Ruslarla yapılan savaĢta alınan yenilgiler sonucu Osmanlı sarayı Ġslamcılığa yönelmiĢtir, 1912-1913’te alınan yenilgiler sonucu ise Osmanlı seçkinlerinin bir bölümü Türkçülüğe yönelmiĢtir (Georgeon, 2009: 80).

2.3.2. Ġslamcılık

Ġslamcılık, kısaca Batı emperyalizminin dünya çapındaki yayılıĢı karĢısında, ülkelerin sömürgeleĢtirilmesine tepki olarak ortaya çıkan Müslümanların duygu ve düĢüncelerini dile getiren, buna Ġslamiyet’te çare arayan akımdır (AkĢin vd, 2005: 46). Ġslamcılık Ġslam dünyasında tecdid, ıslah, ittihad-ı Ġslam gibi kelimelerle ifade edilir. Batı’da ise Panislamizm, Ġslam’da reformist düĢünce Ģeklinde ifade edilir (Kara, 2011: 17).

(37)

30

Ġslamcıları ikiye ayırabiliriz: ÇağdaĢ Ġslamcılar ve ÇağdaĢ olmayan Ġslamcılar. ÇağdaĢ Ġslamcılara Namık Kemal, Cemaleddin Afgani, Mısır’da Muhammet Abduh, Kazan’da Musa Carullah, Hindistan’da Seyyit Ahmet Han ve Muhammed Ġkbal, Sait Halim PaĢa, M. ġemsettin (Günaltay), Ġsmail Hakkı Ġzmirli, Mehmet Ali Ayni’yi örnek verebiliriz. Bunlar Ġslamiyet’in ÇağdaĢlık bayrağına sarılarak bu iĢin üstesinden gelebileceğini düĢünen kiĢilerdir (AkĢin vd, 2005: 46). Peyami Safa bunlara Mehmet Akif’i de ekler ve bunların yabancı dil bildikleri için Batı kültürüyle az çok temaslarından kazandıkları bir tenkit ruhuyla diğerlerinden ayrıldıklarını belirtir (Safa, 1999: 64)

ÇağdaĢçı olmayan Ġslamcılara Ahmet Naim ve Mustafa Sabri örnek olarak gösterilebilir (AkĢin vd, 2005: 46). Peyami Safa bunlara ġeyhülislam Musa Kâzım, Mahmut Esad’ı örnek olarak gösterir ve bunları koyu Ģeriatçılar diye adlandırır (Safa, 1999: 64).

Ġslamcıların dergileri ise Sırat-ı Müstakim ve SebilürreĢad, Mekâtip ve Medâris, Beyanülhak, Liva-yı Ġslam ve Mahfel dergileridir (Tunaya, 2007: 3).

Ġslamcılığı hazırlayan sebepler ise Ģunlardır: Batı’nın Rönesans ve Reformla kilisenin, bir bakıma dinin egemenliğinden kurtulması, sanayi devrimini gerçekleĢtirmesi ve maddi ve teknik bakımından Müslümanlardan üstün olması. Ġslam dünyasının Batı karĢısındaki askeri baĢarısızlıkları ve siyasi, toplumsal sıkıntıları. Müslüman ülkelerin hürriyet ve istiklalden mahrum bir Ģekilde müstebit yöneticiler tarafından yönetilmesi. Sefirler ve Batı’da eğitim gören aydınların Batı’ya karĢı hayranlık beslemeleri ve aĢağılık duygusunun Müslümanlar arasında hüküm sürmesi. Batı’nın yürüttüğü Ģarkiyatçılık ve misyonerlik faaliyetleri (Kara, 2011: 20)

Ġbrahim Hilmi Ġslam dünyasının durumunu Ģöyle anlatmaktadır: “Ne döneminde etkili olan akımlar, ne doğal olayların tahribatı, ne milletlerin mücadeleleri, ne bilim ve teknikteki geliĢmeler, ne savaĢların getirdiği felaketler, ne sürekli felaketlerin ıstırabı hiç, hiçbir Ģey biz Doğulularda, biz Müslümanlarda bir uyanma, bir inkılap etkisi meydana getirmiyor. Hayret! Yarım yüzyıl içinde Ġslam dünyası, o kadar müthiĢ kayıplara o kadar elim musibetlere uğradı ki yazmakla bitmez. Yalnız Türkiye, Kafkasya ve Balkanlarda milyona yakın insan, binlerce

Referanslar

Benzer Belgeler

1992-2005: KKTC Cumhurbaşkanı Halkla İlişkiler ve Sanat Danışmanı 2002-2006:Üniversitelerde Diksiyon Drama Dersleri (G.A.ÜU.K.ÜY.D.Ü) 1973 : Londra’da British Council

Multivaryant regresyon analizi kullanılarak AF ile yaş, cins, hipertansiyon, diyabet, sağ koroner arter tutulumu, ventrikül performans skoru, sol ventrikül enddiyastolik

Cahit Sıtkı’nın şiiri iki özelliğiyle dikkati çekiyor: Bütün yazdıklarında içten olması ve Türkçenin olanaklarını kullanmadaki başarısıyla

Spontan ıkınma, dinlenme anındaki solunum düzeyiyle başlaması, kontraksiyon süresince üç ya da beş ıkınmanın olması ve çoğunlukla kasları kasmaktan ziyade

Sitoplazmadaki serbest ribo- zomlarda daha çok hücre içi işlevleri olan protein- ler sentezlenirken, endoplazmik retikuluma bağla- nan ribozomlarda ise genellikle hücre dışına

Bakım verirken sorun yaşama durumu sorgulandığında hiçbir zaman cevabını verenlerin her zaman, sık sık, bazen ve nadiren cevabını verenlere göre YKTÖ

In this paper, I would like to speak of how Ağaoğlu’s writings served as an agent for the transmission of republican thought from France to Turkey, arguing that one of the defining