• Sonuç bulunamadı

Zikir Nedir?

Belgede KALP KATILIĞININ ZARARLARI (sayfa 130-135)

İbadetlere dikkatle baktığımızda şu gerçek apaçık bir şekilde karşımıza çıkar: Tüm ibadetlerin özünde zikir vardır. Örneğin, neden namaz kılarız? Allah'ı (cc) hatırla-mak, O'nu anmak için…

"… Beni zikretmek için namaz kıl." 4 Neden oruç tutarız?

Takvaya ulaşmak için…

"Ey iman edenler! Sizden öncekilere oruç farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Umulur ki sakınıp korunursunuz." 5

Sakınıp korunmak -takva- asıl itibarıyla Allah'ı (cc) hatırda tutarak ve O'na (cc) kul olma bilinciyle yaşamaktır. Yani takva, zikrin meleke hâlini almış biçimidir.

Listeyi uzatabiliriz… Ancak gerek duymuyoruz. Ama-cımız, zikrin, ibadetlerin özünü/nüvesini teşkil ettiğini anlamak.

Bu nedenle Allah'ı (cc) dille anmak, namaz kılmak, emr-i bi'l ma'ruf yapmak, cihad etmek… bunların hepsi bir zikirdir ve kalbi yumuşatır. Daha açık bir ifadeyle Allah'ı hatırlatan/Allah'a yapılan her şey bir zikirdir. İbni Rece-b'in (rh) buradaki kastı, hususi olarak dilin zikridir. Dil ile Allah'ı anmak; tesbih, tehlil, tekbir vb. lafızlarla Allah'ı

(cc) zikretmektir. Dil ile yapılan zikrin kalp üzerindeki etkisi inkâr edilemez bir hakikattır. Ancak İbni Receb

(rh) asıl etkili olanın, kalp ile dilin uyum içinde yaptığı zikir olduğunu belirtir. Bu da şu anlama gelir: Dil Allah'ı

4. 20/Tâhâ, 14 5. 2/Bakara, 183

zikrederken, kalp o lafızların manevi iklimini teneffüs edecektir. Böylece dilin söylediği ile kalbin meşgul oldu-ğu, bir olacaktır. Dil, "Subhanallah" diyorsa; kalp, Allah'ın yüceliğini ve eksiklikten münezzeh olduğunu düşünecek, Rabbinin azameti karşısında küçüldükçe küçülecektir.

Dil, "Elhamdulillah" diyorsa; kalp, Allah'ın (cc) maddi ve manevi, zahirî ve bâtıni nimetlerini hatırlayacak, şevk ve mutlulukla hamdetmeye iştirak edecektir. Böyle bir zikir;

kalbin ilacı, hastalıkların devasıdır. Böyle bir zikir, toprağı besleyen bahar yağmuru gibidir. Bahar yağmurunun, kışın örttüğü ve âdeta bir ölüye çevirdiği toprağa hayat verdiği gibi, hasta ve katı kalplere hayat verir. Toprağın önce titreşmesi, sonra kıpırdaması ve nihayet bitkilerle canlanması gibi kalp de benzer şeyler yaşar. Zikir damla-ları çorak kalplere damlayınca, tatlı bir hareketlilik olur.

Sonra kalp kabarmaya başlar. Kirini, pasını, üstünü kap-layan manevi lekeleri silkeleyip atar. Sonra iman, takva, muhabbetullah, haşyet… bitkileri yeşermeye başlar. Kalp ve dil arasında uyum arttıkça, bitkiler kök salar, gövdesini kalınlaştırır ve yükseldikçe yükselir…

Bu bahisten sonra aklımıza şu soru gelebilir: Anlamı bilinmeden, ya da kalbin dile muvafakat etmediği -te-fekkürsüz yapılan- zikir faydasız mıdır?

Elbette hayır! Zikir her halükârda faydalıdır. Onu ya-pan, ecrini alır. Ancak gafletle/alışkanlıkla/âdet olarak yapılan zikir, kalp katılığını giderecek kuvvette değildir.

Kişi kalp ile dil arasında uyum olması için çabalamalı, elinden geleni ortaya koymalıdır. İstediği sonucu almasa

dahi, zikirden vazgeçmemelidir. Umulur ki Allah, kulun çabasını ve ısrarını, kalp kilidini açan bir anahtar kılar.

Her halükârda zikre devam edilmesi gerektiğine dair bazı naslar zikredelim:

"Ey iman edenler! Bir toplulukla karşı karşıya geldiğinizde sebat edin. Allah'ı çokça zikredin ki kurtuluşa eresiniz." 6

Cihad meydanında yapılan zikir, çoğu zaman dille yapı-lan zikirdir. Zira el tetikte, göz düşmanda, kalp korku ve heyecanla yoğrulmaktadır. Buna rağmen Allah (cc), zikre devam etmeyi emretmiştir. Allah Resûlü (sav) de mutlak olarak zikri tavsiye etmiştir:

"Bedevi Araplardan birisi bir gün Resûlullah'a gelerek şöyle bir soru sordu:

— Ey Allah'ın Resûlü! Hangi amel daha faziletlidir?

Resûlullah şöyle buyurdu:

— Dilin, Allah'ın zikrinden dolayı ıslanmış olduğu hâlde dünyadan ayrılmandır." 7

Abdullah bin Busr (ra) şöyle rivayet etmiştir:

"Bir adam Resûlullah'ın yanına gelerek şöyle dedi:

— Ya Resûlullah! İslam'ın emirleri çoğaldı. Bana sıkı sıkıya yapışacağım bir şey söyle, Resûlullah:

— Dilin Allah'ın zikriyle ıslansın, buyurdu." 8

"İsra Gecesi'nde İbrahim'e rastladım. Bana şunu söyledi:

'Ya Muhammed! Ümmetine benden selam söyle ve onlara cennetin toprağının çok güzel, suyunun tatlı, arazisinin düz ve

6. 8/Enfâl, 45

7. Hilyetu’l Evliya, 6/111; Şerhu’s Sünne, Beğavi, 1245 8. Tirmizi, 3375

geniş, ağaçlarının da 'Subhanallahi ve'l Hamdulillahi ve Lala-heillallahu ve Allahu Ekber'den ibaret olduğunu haber ver.' " 9 Cabir'den (ra) rivayet edilen bir hadiste Resûlullah (sav) şöyle buyurur:

"Bir kimse 'Subhanallahi ve bi hamdihi (Ben Allah'ı her türlü noksanlıklardan tenzih ederim ve O'na hamdederim.)' derse cennette onun için bir hurma ağacı dikilir." 10

Hatırlatma!

Yapılan zikir ve duaların tamamına yakını ya Kur'ân-ı Kerim ayetlerindendir ya da Resûlullah'tan (sav) nakledilen hadis metinleridir. Kur'ân-ı Kerim ve hadis-i şerifler de Arapça olduğu için ana dili Arapça olmayan Müslimler, yaptıkları zikir ve duaların anlamını bilemeyebilirler.

Yaptıkları zikrin ayetlerden veya sahih hadislerden nak-ledilmiş olmasına dikkat etmekle beraber manasını da anlamaya çalışmaları en güzel olanıdır. Bir mümin eğer yaptığı zikrin anlamını bilmiyor veya bunu öğrenmekten aciz kalıyor olsa bile anlamını bilmediği zikirden ecir alamayacağı düşüncesine kapılarak zikri terk etmemelidir.

Bu, tıpkı şuna benzer. Örneğin, hasta bir kimse doktora gider. Belirti ve şikâyetlerine göre hastalığı teşhis edilerek tedavisi için doktorun uygun gördüğü bazı ilaçlar reçe-te edilir. Reçereçe-teyi eline alan hastaların hemen hemen tamamı reçetedeki yazıyı okuyamaz. Okusalar dahi ne anlama geldiğini bilmezler. Reçetede yazılı ilaçların için-de neler olduğundan da habersizlerdir. Bununla birlikte

9. Tirmizi, 3462

10. Tirmizi, 3465 (Yukarıda zikredildiği şekli ile rivayet, Taberani'nin Ed-Dua kitabında 1675 No.lu hadis olarak zikredilmiştir. Tirmizi'nin rivayetinde "Subhanallahi'l azim ve bi hamdih"

olarak geçer.)

reçeteyi yazanın, bir hekim olduğuna ve reçetedeki ilacı da bir eczaneden aldığına emin olduğu için Allah'tan şifa dileyerek ilacı içer. Allah da (cc) o ilacı, hastalığına şifa vesilesi kılar. Eğer hastalardan birisi "Bu ilacın içinde neler olduğunu bilmem gerekiyor, bilmezsem ilacı da içemem!"

derse tedavisini geciktirmiş olur.

Şeytanın sinsi oyunlarından birisi de kişiyi hayırların hepsini bir çırpıda elde etmeye heveslendirmesidir. Eğer bu mümkün olmayacaksa hayırlardan tamamen yüz çe-virtir. Hayırların tamamını bir çırpıda elde etmenin kul için mümkün olmadığı göz önünde bulundurulduğunda genellikle ikinci şık öne çıkmış olur. Yani eğer "hepsi"

elde edilmeyecekse o zaman "hiçbiri" olmasın diye insanı amelden soğutur. Şeytan, Müslim'in anlamını bilmeden yaptığı zikir gibi bir ameli küçük, basit ve değersiz gös-termeye çalışır.

Devamlı ve istikrarlı bir şekilde yapılan az ya da çok zikir, mümin için hayati bir gıda gibidir. Allah'ın rahmeti onların üzerine olsun, selefimizin bu konuda da oldukça ileride olduklarını görüyoruz. Onlar sabah namazından hemen sonra, güneşin doğuşuna kadar oturup Allah'ı zikreder ve bunu günün kahvaltısı olarak değerlendirirlerdi. İbni Teymiyye'nin de (rh) "Eğer bu (zikir) olmazsa yaşayamam." 11 dediği nakledilmiştir.

Sözün özü: Şeytanın insanı en çok sürüklediği husus-lardan olan "Ya hep ya hiç" gibi bir anlayışın İslam'da ve Müslimlerin hayatında yeri yoktur. Böyle bir inanış, İs-lam'ın amel fıkhına da aykırıdır.

11. Taberani, Ed-Dua, 1675

Belgede KALP KATILIĞININ ZARARLARI (sayfa 130-135)