• Sonuç bulunamadı

Zekât Verenler ve İnfak Edenlerle Alay ve Alaycıların Sonları

H. TE’SÎM ( ميِثْأَت )

6. Zekât Verenler ve İnfak Edenlerle Alay ve Alaycıların Sonları

Münafıkların kötü huylarından birisi de, onların dillerinden hiç kimsenin kurtulamamasıdır. Öyle ki hiçbir dünyevî karşılık beklemeden, mallarını Allah yolunda harcayanlar dahi bu kimselerin dilinden kurtulamamışlardır. Nefsin baskısından kurtularak gönül rızası ve vicdan rahatlığı ile her kişinin gücü yettiği kadar cihada iştirak etme hususunda duydukları arzu yüzünden bağışlarda bulunan mü’minler hakkında, münafıklar sürekli konuşuyorlardı. Onlar tabi ki de temiz bir arzu ile infak etmeden huzura eremeyen bu vicdanların hassasiyetini idrak edemezlerdi. Zorluklara iştirak, fedakârlık ve iman çağrılarına cevap vermek için şevk ve arzu ile kanat çırpan duyguları da anlayamazlardı.298

Yüce Allah, mü’minlerin el emeği ve alın teriyle kazandıklarından, gönül rızasıyla ve güçleri ölçüsünde verdikleri sadakaları, münafıkların alayla karşıladıklarını; birbirlerine kaş göz işareti yaparak fakir insanların sadakalarını küçümsediklerini; bu davranışlarının kendilerinin Allah katında alay edilecek bir duruma düşmelerine sebep olduğunu ve Allah’ın azabına uğrayacaklarını bildirmektedir.299 İşte münafıkların bu halini ortaya koyan âyetlerden birisi de şu âyettir:

َُيَفُْم هَدْه جُ َّلاِاَُنو دِجَيُ َلاَُنيٖذَّلاَوُ ِتاَقَد َّصلاُىِفَُنيٖنِمْؤ مْلاَُنِمَُنيٖعِ وَّط مْلاَُنو زِمْلَيَُنيٖذَّلَا

ُِمُ هللاَُرِخ َسُْم هْنِمَُنو رَخ ْس

ُْم هْن ”ُ

“ٌُميٖلَاُ ٌباَذَعُْم ُ هَلَو

“Sadakalar hususunda gönüllü bağışta bulunan mü’minlerle, güçlerinin yettiğinden başkasını bulamayanları çekiştirip onlarla alay edenler var ya, işte Allah asıl onları maskaraya çevirmiştir. Onlar için elem dolu bir azap vardır.”300

Bu âyette çalışmamızın ilk bölümünde de incelenen ve “بِعَل” ile yakın anlamlı olan

“lmz/زمل” fiil kökünden türeyen “َُنو زِمْلَي” fiilinin kullanıldığı görülmektedir. Âyetin “fi’s-sadakâti/ُِتاَق َد َّصلاُ ِيف” sözündeki cer edatı, “َُنو زِمْلَي” sözüne müteallık olup anlamı,

“mü’minlerden teberruda bulunan, yardım eden, farz olan zekat dışında nafile yardımlarda bulunanları kınayıp dururlar” demektir.301

298 Seyyid Kutub, a.g.e., IV, s. 55.

299 Ateş, a.g.e., IV, s. 117.

300 Tevbe 9/79.

301 en-Nesefî, a.g.e., II, s. 120.

57 Hz. Peygamber zorluk gazvesi olarak da bilinen Tebûk gazvesine gitme kararını verdikten sonra Müslümanlardan sadaka vermelerini istedi. Bunun üzerine Benî Zühre’den Abdurrahman b. Avf her biri bir miskal olan dört bin dirhem getirdi. Nebî (a.s.) ona sordu: Ey Abdurrahman çok getirdin, ailene bir şey bıraktın mı? O da cevaben: Ey Allah’ın Resûlü malımın tamamı sekiz bin dirhemdir. Dört binini Rabbime borç verdim, diğer dört binini kendim ve ailem için bıraktım… Yine Benî Amr b. Avf’dan Asım b. Adî el-Ensârî de bir deve yüküne tekabül eden yetmiş vesk hurma getirdi ve onu sadaka eşyaları arasına boşalttı. Hz.

Peygamber’e de az olduğu için özür beyan etti. Benî Amr’dan Ebû Akîl b. Kays el-Ensârî ise sadece bir sâ‘ hurma getirdi ve sadaka malları arasına koyup şöyle dedi: Ey Allah’ın nebisi, gece boyunca hurmaların kurutulması işinde iki sâ‘ karşılığı çalıştım. Bir sâ‘ı Rabbime ödünç olarak veriyorum. Birini de aileme bıraktım. Böylece sadakalar arasında benim de payımın bulunmasını istedim. İşte bunun üzerine orada oturan birkaç münafık, çok sadaka veren için

“Bu bir riyakârdır” diyorlar, az sadaka veren için de “Bu adamın, getirdiği mala ihtiyacı daha fazladır” diyorlardı. Abdurrahman ile Asım’a, “Siz sadece riyakârlık olsun ve yaptığınız dilden dile dolaşsın diye böyle yaptınız” dediler. Ebû Akîl ile de “Allah ve O’nun Rasûlü’nün Ebû Akîl’in getirdiği bir sa‘a ihtiyaçları yoktur” deyip alay ettiler ve güldüler. Bunun üzerine yukarıdaki âyet nazil oldu.302 İbn Kesîr de bu âyetle ilgili sadaka verenlerle dalga geçenlerin münafıklar olduğunu rivayet etmektedir. Hiç kimse, onların ayıplamalarından ve dil uzatmalarından kurtulamaz. Öyle ki tasaddukta bulunanlar bile onların dilinden kurtulamaz.

Onlardan birisi bol mal (zekât vermek üzere) getirse: “Bu riyakârdır.” derler. Az bir şey getirse: “Allah Teâla bunun sadakasından müstağnidir.” derler.303

Bu âyetin iniş zamanı bu olayların oluşundan bir süre sonradır. Elinin emeğini veren fakir, samimi Müslümanlarla alay etmekle yüce Allah’ı o derece gücendirmişlerdir ki Allah da kendileriyle alay etmiştir. Allah’ın onlarla alayı, ahirette çok acınacak, perişan ve vahim bir hale düşeceklerini belirten bir ifadedir. Allah mazlumlarla beraber olup onların küçük görülmesine, onlarla alay edilmesine razı olmaz. Malın azlığı veya çokluğunun bir önemi olmayıp, önemli olan samimiyet ile verilmesidir. Alnının teriyle kazanılarak verilen bir kuruş, münafığın verdiği milyondan daha makbuldür.304

302 Mukâtil b. Süleyman, et-Tefsîrü’l-kebîr, II, s. 61-62; Taberî’de bu konuda çeşitli rivayetler geçmektedir.

Bilgi için bkz. et-Taberî, a.g.e., XIV, ss. 381-392; Ayrıca bkz. el-Beyzâvî, a.g.e., III, ss. 90-91.

303 Diğer rivayetler için bkz: İbn Kesîr, a.g.e., IV, ss. 184-188.

304 Ateş, a.g.e., IV, s. 118.

Münafıkların bu fiillerinin neticesi olarak bu âyet inince münafıklar Peygambere gelip:

“Ey Allah’ın Resûlü! Bizim için bağışlanma dile!” diye yakardılar. Çünkü Hz. Peygamber içleri nifakla dolu olan bir grup insan için, dış görünüşlerine bakarak bağış dilemekteydi.

Onlardan birisi ölünce, Hz. Peygamber’e gelip ölülerinin bağışlanması için dua etmesini isterlerdi. Onlar da Müslümanlarmış gibi, Hz. Peygamber kendilerine dua ederdi. Bu durum üzerine Allah Teâla, onların nifak üzere olduklarını peygamberine haber verdi305 ve kendileri için istenmiş olan bağışlanmanın hiçbir faydası olmayacağını bu âyetin devamı olan âyette şöyle açıkladı:

يٖعْب َسُْم هَلُْرِفْغَت ْسَتُْنِاُْم هَلُْرِفْغَت ْسَتُ َلاُْوَاُْم هَلُْرِفْغَت ْسِا

ُِهللاِبُاو رَفَكُْم هَّنَاِبُ َكِلٰذُْم هَلُ هللاَُرِفْغَيُْنَلَفًُةَّرَمَُن

َُلاُ هللاَوُٖهِلو سَرَوُ ”ُ

“َُنيٖق ِساَفْلاَُمْوَقْلاُىِدْهَي

“Onlar için ister bağışlanma dile, ister dileme (fark etmez). Onlar için yetmiş kez bağışlanma dilesen de, Allah onları asla bağışlamayacaktır. Bu, onların Allah’ı ve Resûlü’nü inkar etmelerindendir. Çünkü Allah, fasıklar topluluğunu sevmez.”306

Seyyid Kutub, bu âyetten Rasûlullah’ın belki Allah tevbelerini kabul eder ümidiyle hata edenlerin bağışlanmasını istediğini, fakat ilahî kelamın onların akıbetlerinin artık belli olduğunu bildirdiğini söylemektedir. Bu akıbet de artık Allah’ın onları bağışlamayacağıdır.

Bunun sebebi ise onların hak yoldan sapmaları, artık kalplerinin bozulmuş ve ıslahının da mümkün olmamasıdır. Nitekim âyette geçen yetmiş kez ifadesinden de umumî mana olarak onların bağışlanma ihtimalinin olmadığı, onlara tevbe kapısının kapandığı görülmektedir.

İnsan kalbi, belirli bir seviyede fesada ulaştı mı artık ıslah olmaz… Belirli bir sapıklık dercesine vardı mı artık hidayete dönemez… Kalbleri en iyi tanıyan Allah’tır.307

Vehbe Zuhaylî Peygamber’in (s.a.v.) istiğfar etmesinin özrünün, onların dalâlet üzere yaratılmış olduklarını bilmediği için, imanlarından ümit kesmemiş olmasıdır. Yasaklanan istiğfar, bildiği halde istiğfar etmektir.308 Nitekim Cenab-ı Hak bu hususla ilgili şöyle buyurur: “Müşriklerin, çılgın ateşin ashabından oldukları açıkça ortaya çıktıktan sonra, akraba dahi olsalar, onlar için peygamberin de, mü’minlerin de mağfiret dilemeleri doğru

305 el-Bursevî, a.g.e., III, s. 358.

306 Tevbe 9/80.

307 Seyyid Kutub, IV, s. 56.

308 Vehbe Zuhaylî, et-Tefsîrü’l-münîr, Trc. Hamdi Arslan ve diğerleri, Risâle Yayınları, 2. baskı, İstanbul 2005, V, s. 478.

59 değildir.”309 Ayrıca onların mağfiretinden ümidi kesmek ve onlara istiğfarın kabul edilmemesi, Allah’ın cimriliğinden ve Peygamberdeki kusurdan dolayı değil, onların mağfirete engel olan küfürleri sebebiyle, buna kabiliyetsizlikleri sebebiyledir.310