• Sonuç bulunamadı

Neden Yumuşak Güç?: Değişen Dünya Konjonktürü ve Yumuşak Gücün

BÖLÜM 1: KAVRAMSAL ÇERÇEVE

1.2. Yumuşak Güç Kavramı

1.2.2. Neden Yumuşak Güç?: Değişen Dünya Konjonktürü ve Yumuşak Gücün

Dünya Sisteminde gücün doğası her zaman değişim halindedir. Tarihte, sanayi devrimine kadar olan dönemde, askeri güç, en belirleyici unsur olmuştur. Önceleri askerlerin nitelikleri ve kapasiteleri önemli olmuşken Fransız İhtilâli’nden sonraları asker sayısı dikkate alınmaya başlanmıştır (Özdemir, 03.10.2011). Sanayi devriminden sonra ise tek başına askeri gücün sayısının ya da niteliklerinin yeterli olmadığı anlaşılmıştır.

Aslında yumuşak güç uygulamalarına devletler o dönemlerde de başvurmuşlardır. Örneğin Fransa, 1800’lerde ülkesinin prestijini arttırmak amacıyla dilini dünyada yaymak için çaba göstermiş ve daha sonraları İtalya, Almanya ve diğer ülkeler de kültürlerini sınır dışına yaymak için çaba göstermiş, Nazi Almanya’sı nüfuz sağlamak için propaganda filmlerine yer vermiştir. Amerikan hükümeti ise diplomasi amaçları doğrultusunda kültürünü yayma konusunda, yumuşak gücü daha sonraları keşfetmiştir. 1. Dünya Savaşı sırasında kamuoyunu barışa yönlendirmek adı altında bilgilendirme yapmıştır. İkinci Dünya Savaşı ve Soğuk Savaş dönemlerinde ise ABD, Birleşik

20

Devletler Bilgi Ajansı, Amerika’nın Sesi gibi etkin resmi kurumlarla yumuşak gücü kullanmaya başlamıştır. 1920’lerde radyonun bulunması, devletlere yabancı dilde yayın yaparak yabancı kamuoyuna nüfuz etme imkânı sağlamıştır. Radyolar İkinci Dünya savaşı zamanında da önemli rol oynamışlardır (Nye, 2002b:7).

Günümüzde ise uluslararası iletişimin artmasıyla birlikte, bilgi devrimi ve küreselleşmenin hızla ilerlemesiyle beraber gücün kaynakları ve yayılması da değişim göstermiştir. Günümüz uluslararası sisteminde devletler tek aktör olmaktan çıkmış, çok uluslu şirketler, uluslararası sosyal kurumlar, uluslararası örgütler ve hatta bireyler aktör olmaya başlamıştır. Teknoloji ve bilginin ilerlemesiyle savaşların doğası değişmiş, dolayısıyla gücün doğası da değişmiştir. Güç; askeri ve ekonomik kaynaklara sahip olmanın yanında daha soyut kaynaklara ihtiyaç duymakta, ‘gücün üçüncü boyutu’ denilen boyut ön plana çıkmıştır. Sosyal sistemde de değişiklik söz konusu olmuş; devletler, günümüzde genel itibariyle, savaşmak ve üstünlük kazanmaktan ziyade refahlarını düşünmektedir. Bu durum günümüz dünyasında savaş olmadığı anlamına gelmemekte, fakat tarihin geçmiş dönemlerine oranla daha az askeri savaşların, saldırıların olduğu, sert gücün daha az kullanıldığı, anlamına gelmektedir (Nye, 2002b). Artık askeri güç kullanımının devletlerin ekonomilerini ciddi bir şekilde riske atması ve silah teknolojisinin ilerlemesi nedeniyle verdikleri tahribatın hiç olmadığı kadar artması sebebiyle, devletler askeri güç kullanmaktan yana değildir. Askeri güç kullanmanın siyasi ve sosyal bedelleri artmıştır.

Günümüz bilgi çağında en etkin güç, kamuoyunu yönlendirebilme, ikna ve pazarlık yeteneği olarak gözlemlenmektedir. Bilgi teknolojisinin ilerlemesi, internetin hızla dünyaya yayılması, devletlerin de güç kontrolünü azaltmış, dünya politikasında, hükümet dışı aktörler doğrudan söz sahibi olmaya başlamıştır. 1977’de Joseph Nye ve Robert O. Keohane tarafından çıkartılmış olan ‘Power and Interdependences’, kitabında da belirtildiği gibi gittikçe devletin ve devletin güç kontrolünün azalması söz konusudur (Keohane ve Nye, 1998:82).Yönetim uzmanı Peter Drucker, fütürist Heidi Toffler ve

Alvin Toffler, bilgi devriminin, ilk iki endüstriyel devrimde hakim olan hiyerarşik

bürokratik örgütlerin sonunu getirdiğini savunmuşlardır (Nye, 2002b). Sivil toplum örgütleri ve sanal topluluklar, interneti geliştirerek bölgesel yargı yetkisini sonlandırıp kendi yönetim modellerini geliştireceklerini savunmuşlardır (Nye, 2002b:62).

21

Günümüzde düşük maliyetiyle internet, uluslararası iletişimi çok kolay kılmakta, bilgi ve teknolojideki inanılmaz gelişmeler dünya politikasını, askeri stratejisini, ekonomisini ve bilgi alanı faaliyetlerini büyük ölçüde değiştirmektedir. Bilgisayar, telekominikasyon ve medyada olan patlamalar gücün algılanmasındaki değişikliklere sebep olmuştur. Devlet politikaları artık sadece diğer hükümetleri ya da uluslararası örgütleri değil öncelikle küresel kamuoyunu etkilemeye yönelik değişim göstermeye başlamıştır. (National Defense University, 03.12.2011:2) Günümüz dünyasında bilgi, kültür ve iletişim, diplomaside anahtar sözcükler olmaya başlamıştır. İnsanların birbirleriyle olan iletişimi geliştikçe kültürlerin birbirleriyle iletişimi de kolaylaşmakta, kültürler arası alışveriş artmaktadır. Dolayısıyla bu yeni dünya düzeninde, kültürlerin birbirlerini daha iyi tanıması zorunluluğu ortaya çıkmaktadır. Dünyaya kendi ülkesini anlatma amacı taşıyan kamu diplomasisi için kültürler çok önemli bir unsur haline gelmektedir ve bu noktada kamu diplomasisi önemli bir yer kazanmaktadır (Akçadağ, 03.12.2011:6). Kamu diplomasisi söz konusu olduğunda artık hükümetten ziyade devletleri adına, daha çok toplumlar ön plana çıkmaktadır.

Böyle bir uluslararası konjonktürde aktörlerin hareket alanları, karşılıklı bağımlılık esasına dayanmakta, devletler dış politikalarını uygularken, ulusal çıkarların yanı sıra küresel sorunlar, kamuoyunun desteğini hedeflemekte, gündemi belirleyebilenler kazanmaktadır. Dünya kamuoyunu yönlendirebilenler uluslararası alanda hareket serbestisine sahip olurken, aynı zamanda diğer aktörlerin de davranışlarını ve isteklerini değiştirebilme yeteneğine sahip olurlar. (Özdemir, 03.10.2011:182). Bu noktada bilginin kontrolü ön plana çıkmaktadır. Bilgiye sahip olan, bilgiyi kontrol edebilen devletler, örgütler ve kuruluşlar, güce sahip olmaya başlamaktadır. ‘Bilgi’nin güce etkisi konusunda ilk çalışma yapan isimler arasında Barbara Haskell, ‘Acces to Society:

A Neglected Dimension of Power’ adlı makalesinde tartışmıştır. 1990 tarihinde Joseph Nye, Bound To Lead kitabında bilginin yumuşak güç konusundaki önemini vurgulamış

daha sonraları da Richard Rosecrance tarafından ‘The Rise of The Virsual State’, ve başka birçok düşünür, bilgi çağında gücün değişimi, bilginin önemi konusunda çalışmalar yapmışlardır.

Bilginin Dünya politikasındaki güçle ilişkisini anlama açısından, bilgi 3 boyutta incelenmiştir. İlk boyutu haberler ve istatistiksel bilgilerdir. Bilgilerin, uluslararası

22

transferi, günümüzde kolaylaştığından dolayı, devlet ve devlet dışı aktörlerin bunlara ulaşmaları kolaylaşmıştır. Bilginin ikinci boyutu, rekabette üstünlük sağlamak için elde edilen bilgilerdir. Bu bilgi türü daha çok ticaretle ilgili olsa da, askeri alanlar için de geçerli olduğu durumlar mevcuttur. Üçüncü boyut ise rakibin oyun planını içeren stratejik bilgilerdir. Yeni olmayan bu boyut bilgiye daha fazla sahip olan, daha güçlüdür. 18. yy’da güçler dengesi, ülkelerin toprak, nüfus ve tarımına dayalıydı; bu sebeple Fransa bu konuda öndeydi. 19. yy’da endüstriyel kapasitesi sayesinde İngiltere öne geçmiş ve daha sonra Almanya baskınlığı ele geçirmiştir. 20. yy’da bilim ve nükleer fizik alanındaki gelişmeler, ABD ve SSCB’yi (Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği) güçlü kılmış 21. yy’da ise gücün en önemli kaynağı ve belirleyicisi bilgi teknolojisi olmuştur (Keohane ve Nye, 1998:87).

Günümüz sisteminde yeni aktörlerin ortaya çıkışının yanı sıra sistem ve ilişkilerin yapısında da değişiklikler olmuştur. Realist yaklaşımın hâkim olduğu aktörlerin serbestçe hareket ettiği, politikaların sadece ulusal çıkar düşünülerek oluşturulduğu, ve istendiği zaman askeri güç uygulandığı, diplomasinin kamuoyu desteğinden uzak, tamamen devlet kontrolünde olduğu bir dünya sistemi artık hakim değildir.

Soğuk savaşın ardından ABD, çok güçlü bir askeri güce sahip, ekonomisi dünyada en güçlü olan ve kültürünü dünyaya nüfuz ettirebilmiş bir ülkeydi. Soğuk savaşın bitimini takip eden yıllarda izolasyonist bir politika sergileyen ABD, bu kadar güçlü olmasına rağmen özellikle 9/11 saldırılarından sonra tek başına hareket edemeyeceğini anlamış, yumuşak gücünü daha aktif kullanmaya başlamıştır (Zahran ve Ramos, 2010:15). ABD’nin dış politikasında sergilediği diğer bir davranış biçimi ise zaferin vermiş olduğu bir galibiyetti. Fakat 11 Eylül saldırısından sonra bu davranış biçimini de değiştirmiş sistemdeki karşılıklı bağımlılığın esas olduğunu idrak etmiştir. Bu anlamda diğer devletlerin terörizme karşı desteğini beklemiş, haklılığını, davasını ve yaptıklarının meşruluğunu dünyaya kabul ettirmek için uğraşmıştır. Aynı şekilde diğer süper güçler de dâhil olmak üzere, uluslararası sistemde ki bütün devletler politikalarını meşrulaştırmak için uğraşır, kendilerini dünya kamuoyunda haklı göstermek için politikalar geliştirir ve destek bekler.

İletişim ve bilgi akışının kolaylaşmasıyla beraber aktörlerin imaj kaygısı da gündeme gelmiştir. Uluslararası imajı sağlamak dış politikada önemli bir unsur haline

23

dönüşmüştür. Bu noktada ise medya önemli ölçüde öne çıkmaktadır. Medyayı en iyi kullanabilen, kontrol edebilen kurumlar önemli güçler elde etmektedir. Bazı dış politikaları, askeri ve güvenlik kaygılarından çok, imaj kaygısıyla şekillendirmektedir. Uluslararası politikada gücün üçüncü boyutunu içeren yumuşak gücün kullanımı, meşruluk ve rıza unsurlarını içermesi bakımından hem daha etkin, hem de daha kalıcı sonuçlar sağlamaktadır. Bilgi ve iletişim teknolojisindeki artış, güç politikalarını, meşruiyete dayandırma zorunluluğu getirmiş, aksi durumda ise izlenen politikaların başarısız olma durumu söz konusu olmuştur.

Gücün ikinci ve üçüncü boyutuyla en çok ilgilenenler Neoliberaller ve konstürktivistler olmuştur. Neoliberaller, devletler arasında özellikle ekonomik konularda karşılıklı bağımlılığın arttığını ve devletlerin gücün askeri boyutundan ziyade ekonomik boyutuna ağırlık verdiğini savunmaktadır. Gücün kaynakları arasında bulunan askeri güce olan uygulamaların, azaldığını savunmaktadırlar. Neoliberallere göre güç sıfır toplamlı olarak işlememektedir (Bozdaloğlu ve diğerleri, 2004:65). Neoliberallerin öncüleri olan Nye ve Keohane, değişen uluslararası ortamda en önemli etkileşim tarzının karşılıklı bağımlılık ilişkisi olduğunu ortaya koyarlar. Karşılıklı bağımlılık ilişkisi ise her iki tarafın da kazanç sağladığı durumlardır. Bu bağlamda dünya politikasında da değişiklikler söz konusu olup, ilişkilerde işbirliği boyutu önem kazanmaktadır. Bu konuyla ilgili olarak Keohane işbirliği yaratılmasının önemli bir siyasi süreç olduğunu ve karşılıklı bağımlılık ilişkileri içerisinde maliyetlerin artmasıyla birlikte, aktörlerin işbirliği yaratmayı çıkarlarına uygun gördüklerini belirtmektedir (Eralp, 2005:150). Bu durum devletlerin çok sayıda siyasal ve sosyal bağlarla birbirine bağlandığı, güvenlik ve

şiddet kavramının önemini kaybettiği bir durumdur. Bu karşılıklı bağımlılık ortamında güç elde edebilmek için sorunlar arası bağlantı, gündem belirleme, kamuoyu, medya, ulus ötesi ve hükümetler ötesi bağlantıların kullanılması gerekmektedir. Çıkar çatışması olmadan da güç kullanılabilir, bu sebeple güç, başkalarının izlediği politikaların yarattığı maliyetlerden, hareket değişikliği yaparak kendi istediklerini yapabilmektir. Konstrüktivistler ise kolektif kimliklerin kurulmasını ve çoğulcu güvenlik anlayışının olması gerektiğini savunmaktadır. Bu anlamda güvenlik toplumlarının sosyal inşası konstrüktivistler için önemli bir çalışma alanıdır. Belli normları paylaşan ve ortak bir kimlik geliştiren devletler, askeri güç kullanmak zorunda kalmazlar ve bu sistemde

24

işbirliği esastır. Bunun yanında devletlerin sosyal normları, belli değerleri ve kurumları, paylaşmaları gereken uluslararası toplum olarak görmektedir. Uluslararası ve ulus aşırı bilimsel kurulların veya toplulukların sağladığı bilginin, ülkelerarası işbirliğinin oluşmasına katkıda bulunduğunu savunmaktadırlar. Bu işbirliğinin özellikle devlet adamlarının öğrenmesi veya ikna edilmesi yoluyla yapılması gerekliliğini savunurlar. Devletlerin davranışlarını şekillendiren temel unsur fikirler ve çıkarlardır. Çıkar kavramını ise realistler gibi somut bir kavramdan ziyade, fikir ve kanılarla ilişkilendirmektedirler. Çıkarlar objektif olarak var olamazlar; fikirler ve kanılara göre

şekillenmektedirler. Gücün maddi unsurları ise bu çıkarlar doğrultusunda anlam ifade etmektedirler. Örneğin bir ülkenin sahip olduğu geniş toprakları, askeri olanakları veya doğal kaynaklarının bir güç unsuru olup olmadığı, o ülkenin sorunları algılayışı ve bunlarla ilgili kanılar ve fikirler bağlamında bir anlam ifade ederler.

Konstrüktivistler, gücün kaynaklarını zaman içerisinde bulunulan sisteme ve aktörlere göre değerlendirir. Örneğin İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra askeri gücün uygulanabilirliğinin göreceli olarak azaldığını, ekonomik ve soyut kaynakların öne çıktığını savunmaktadırlar. Soğuk Savaş’ın galibinin de askeri güç uygulamadan kazanmış olması bunun bir kanıtı olarak gösterilir.

Konstrüktivistler, yumuşak güce yakın olan düşünceler ve normlarla ilgilenmiştir. Gücün, kaynakları açısından yumuşak olmasının gerekliliğini savunmakta ve karşılıklı bağımlılığı öne çıkarmaktadırlar. Bu bağlamda neoliberallerle aynı düşünceye sahiptirler. Uluslararası kurallar, normlar dâhilinde ülkelerin iletişiminin ve işbirliğinin esas olduğunu savunmaktadırlar (Rothman, 2011:50). Fakat konstrüktivistlerin güç tartışmaları dış politikada yeni bir güç konsepti oluşturmayı başaramamıştır.

Benzer Belgeler