• Sonuç bulunamadı

2. KAMUSAL MEKANDA SANATA İLİŞKİN DEĞERLENDİRMELER

2.4 Kamusal Sanat Uygulamaları ve Türleri

2.4.1 Yerleştirme

Kamusal sanatın en sık rastlanılan türlerinden biri olan yerleştirme, geleneksel olarak en çok heykel türünde ortaya çıkmaktadır. Antik çağlardan günümüze kadar kamusal alanda yer alan heykel değişen endüstriyel, toplumsal, teknolojik koşullarla farklı ifade biçimlerine, yapım tekniklerine bürünmüştür. Antik çağlardan modernizme kadar figüratif ve realistik biçimde olan heykel modernizmle birlikte soyut, özerk ve kendine gönderme yapan, mekanla göçebe olan tavır takınmıştır. Modernizim getirtiği yeni teknoloji olanakları ile heykele kinetik, sibernetik teknikler ve yeni malzemeler kazandırmıştır. 1960’lar ile kamusal alanda yaygınlaşan heykel; gelişen teknoloji, disiplinler arası sanat yapma anlayışı ve alana-özgülük kavramları ile farklı enstelasyon biçimlerine bürünmüştür.

1960’lar ile 1970’lerin ortasına kadar kamusal alanda yapılan yerleştirmeler, modernizmin soyut heykel anlayışını taşıyan, normalde galeri ve müzelerde bulunan yapıtların ölçekleri büyüyerek kamusal alana çıkmış halindedir (Kwon,1997). Yapıtları kamusal sanat yapan toplumun erişimine açık olması, boyutları ve ölçeğidir. Isamu Noguchi, Henry Moore, and Alexander Calder’in kamusal sanat işleri bu tarz yerleştirmelere örnek teşkil etmektedir.

Alexander Calder’in 1967 yılındaki “La Grande Vitesse” isimli yerleştirmesi Amerika’nın ulusal sanat fonu olan “National Endowment for Arts (NEA)”nın ilk görevlendirdiği kamusal sanat işidir (Şekil 2.16). Michigan eyaleti Grand Rapids şehirine inşa edilecek yeni kent merkezi binaları ve önündeki plaza alanı için kentin odak noktasını güçlendirecek ve kimlik oluşturacak kamusal sanat çalışması istenmiştir. Yapıt 42 ton ağırlığında, 12 metre yüksekliğinde ve 27 parça çelikten oluşmaktadır. Isamu Noguchi’nin 1968’deki Manhatten’da yaptığı “Red Cube” çalışması ise bu dönem yerleştirme anlayışına bir diğer örnektir (Şekil 2.16). Önünde bulunduğu kanverengi ve siyah gökdelenlerin katı yatay ve düşey çizgilerine kontrast olarak diogonal şekilde duran kırmızı küp, içinden geçen delik ile izleyicinin bakışını gökdelenlere ve arkasındaki gökyüzüne çevirmektedir.

Şekil 2.16 : La Grande Vitesse ve Red Cube (http://commons.wikimedia.org, Url-17;

http://art-nerd.com, Url- 18)

Henry Moore’un özellikle park alanlarında konumlanan bronz veya mermerden insan vücudunun soyutlanmış, organik biçimdeki yerlerştirmeleri kamusal alanda modern heykelin otonom anlayışını sürdüren diğer örneklerdir (Şekil 2.17).

Şekil 2.17 : Reclining Figure ve Oval with Points (http://tr.wikipedia.org, Url- 19)

Nicolas Schöffer’in 1961’de Belçika, Liege’de yaptığı 8 metrelik kulesi; Carlos Crus- Diez’in 1971’de yaptığı renk değiştiren kulesi; Herman Goepfert’in Almanya’da yaptığı ışıklı kuleleri (Şekil 2.18); Alexander Calder’in, Jean Tinguely, Christian Megert ve Nobert Kricke’nin su, ışık ve hareketi birleştiren yerleştirmeleri heykel anlayışına yeni boyutlar katmıştır (Şekil 2.19).

Şekil 2.18 : Nicolas Schöffer ve Herman Goepfert’in kinetik- sibernetik kuleleri.

Şekil 2.19 : Jean Tinguely ve Alexander Calder’in su ve kinetik sanatı birleştiren

yapıtları. (http://en.wikipedia.org, Url- 22; http://en.wikipedia.org, Url- 23)

Bu yapıtlar bulunduğu çevreyi zorlayan, aşan boyutarı mekanla bütünleşmek yerine mekan içinde yeni mekan yaratan özellikler sergilemiştir. Çevreye görsel ve estetik olarak fayda sağlamış fakat, çevreye yabancı kalmıştır. Yerleştirmelerin mekanla bütünleşememesi, kamusal alanı kendisini sergileyecek bir platform olarak kullanılması, kamusal olarak adlandırılan bu yerleştirmelerin aslında müze ve galerin devamı olarak görüldüğü tartışılmıştır. Bu çalışmaların kamusallığının tartışılması üzerine 1970’lerin ortaları itibariyle yere-özgülük kavramı kamusal sanat ile birlikte ele alınmaya başlamıştır. Yere-özgü kamusal sanat çalışmaları ile sanat yapıtının mekanın fiziksel, sosyal, kültürel boyutları birlikte alınmıştır. Bunlar daha çok peyzaj, çevre tasarımı ya da mimari tasarım gibi tasarım odaklı çalışmalarda kendini göstermiştir.

Amerikalı sanatçılar 1980’lerden 2000’lere uzanan süreçte tüketim kültürünün imgelerine ve nesnelerine yönelmişlerdir. Bu dönemde disiplinlerarası ilişkilerin ve kavramsal içeriğin ön plana geçmesi ifade biçimlerinin çeşitlenmesine ve alışılagelmiş sınırların ortadan kalkmasına yol açmış, üç boyutlu üretimlerde heykel üretiminden çok hazır nesne kullanımı ve mekana yayılan asemblaj ya da enstalasyon türünde üretimler ağırlık kazanmıştır (Antmen, 2013). Tony Cragg ve Doris Salcedo andüstriyel ve hazır malzeme kullanan sanatçılardandır (Şekil 2.20). Arne Quinze’nin ‘The Sequence’ isimli çalışması da dönemin mekana yayılan heykel anlayışının kamusal alana yansımasına örnek olarak gösterilebilir (Şekil 2.20).

Şekil 2.20 : Tony Cragg ‘Minster’ 1987 (karışık materyal), Doris Salcedo, ‘Atrabi

liarios’ 1996 (hazır malzeme), Arne Quinze ‘The Sequence’ 2008 (mekana yayılan enstelasyon).

Enstelasyon basit veya kompleks çok farklı formlarda ortaya çıkmaktadır. Özellikle 1990’larla birlikte enstelasyon sanatında interaktif özellikler önemli yer tutmuştur. Sanatçılar ürettiği enstelasyonun anlamını açığa çıkarmak ve enstelasyonu aktive etmek için izleyicinin katılımını şart koşan çalışmalar üretmiştir (Şekil 2.21).

Şekil 2.21 : Maurice Benayoun ‘Neorizon’ eArts Festival Shanghai 2008, ‘Hydraulo

phone’ müzik enstrümanı ve çeşme, Daan Roosegaarde ‘Crystal’. (http://en.wikipedia.org, Url- 24)

Enstelasyon malzemeleri ve teknikleri de günümüz olanak ve teknolojileri ile çok çeşitlilik göstermektedir. Sanatçılar atölyelerini laboratuvar ortamı gibi kullanmakta, deneysel çalışmalarını burada sürdürerek yeni enstelasyon malzeme ve teknikleri ortaya çıkarmaktadır. Anish Kapoor’un zımparalanmış paslanmaz çelik malzemeleri, Janet Echelman’ın spectra fiber, ip ve yumaşak malzemeleri ve bunun yanında çokça kullanılan led paneller malzeme çeşitliliğine örnektir (Şekil 2.22).

Şekil 2.22 : Anish Kapoor ‘Cloud Gate’ 2006 (zımparalanmış paslanmaz çelik), John

Gerrard ‘Solar Reserve’, 2014 (led panel), Janet Echelman ‘1.26 Sculpture Project’ Amsterdam Light Festival 2016 (ip, yumuşak malzeme, spectra fiber).

Enstelasyonlar galerilerde yer alabileceği gibi; kamusal alanda da dijital tabanlı, elektronik tabanlı, web tabanlı da olabilen sınırsız olanaklarda; sanatçının konsept ve amacına bağlı olarak şekillenmektedir (Şekil 2.23, Şekil 2.24).

Şekil 2.23 : İnteraktif ve dijital enstalasyonlar: Maurizio bolognini, ‘Programmed

Machines’ 2005, dijital teknolojiler ile interaktif sanatı birleştiren enstelasyonları. (http://en.wikipedia.org, Url- 25)

Şekil 2.24 : İnteraktif ve dijital enstalasyonlar: ‘Crown Fountain’ Millenium Park,

Jen Lewin ‘The Pool’. (http://dsmpublicartfoundation.org, Url- 26) Dijital sanatın aydınlatma ile birleşimi de günümüzde çokça görülen enstelasyon örneklerindendir (Şekil 2.25).

Şekil 2.25 : Aydınlatma ve dijital sanatı birleştiren enstelasyonlar.‘Festival of

Lights’, Berlin, 2011. (http://www.berlin.de, Url- 27)

Benzer Belgeler