• Sonuç bulunamadı

2. KAMUSAL MEKANDA SANATA İLİŞKİN DEĞERLENDİRMELER

2.2 Kamusal Sanat Kavramı

Kamusal sanat çalışması geleneksel olarak, bir sanat yapıtının sadece basitçe bir kamusal mekana yerleştirilmesini gerektirir (Sheikh, 2007). Bu bağlamda kamusal sanat geleneksel anlamıyla, açık veya kapalı kamunun erişimi olan tüm alanlarda geçmişten günümüze kadar yapılmış ve yapılmakta olan pek çok sanat öğesini ve etkinliğini içermekte; en çok da heykel disiplini içerisinde kendisine yer bulmaktadır. Heykelin bir açık alan sanatı olması ve anıtsal niteliklerde kullanılması kamusal alanda en çok yaygınlık gösteren geleneksel sanat pratiği olmasına neden olmuştur. 20. yy’ın ortasında toplumlar; ekonomik, endüstriyel, teknolojik ve bilimsel gelişmeler ışığında dönüşürken kendilerini ifade etme şekli olan sanat ve bu kapsamdaki kamusal sanatın metod, materyalleri ve anlamı da dönüşüme uğramıştır. Bu dönemde galeriden çıkan sanat farklı disiplinler, malzemeler, teknolojiler ile işbirliği yapmış sınırsız bir tekniğe ve çok çeşitli çalışma mekanına kavuşmuştur. Eti (1978), günümüz sanatçısının; insana, topluma, yere, uzaya ait her olayı, hareket ve enerjiyi, eşyayı, tüm gerçekleri bir arada gösterdiğini; şovalenin yerini her türlü

eşyanın üst üste bulunduğu atölye ve labarotuvar ortamlarının, tuval yerini endüstriyel eşyalar ve elektronik göstergelerin, müze ve sergi salonlarının yerini sokak, duvar, ev ve tüm şehrin aldığını belirtmiştir.

Uzmanların ürettiği kamusal sanat (public art) kavramı; geleneksel sanat alanları (müze, galeriler) dışında icra edilmekte ve her zaman birbiri ile uyumlu olmayan çeşitli sanat yapma ve yerleştirme pratiklerini içermektedir (Miles, 1997). Mitchell’e (1992) göre kamusal sanat; devlet tarafından görevlendirilen, ödenen ve sahiplenilen sanattır. Miles’a (1989) göre ise kamusal sanat; peyzaj içinde landmark görevini üstlenen fakat heykelden fazlasını ortaya koyan landmark’lardır (Remesar, 2005). Remesar’a (2005) göre kamusal sanat;

Kentteki park alanları, kütüphaneler, hastaneler, sokaklar, konutlar, kamu binaları, alışveriş merkezleri gibi insanların yaşadığı, çalıştığı ve boş vakitlerini geçirdiği her türlü kamusal alanı içermekte; küçük veya büyük heykeller, duvar resimleri, sokak mobilyaları, binalar, tramvay ya da otobüsler, çeşme, köprü veya taklar, iletişim kuleleri, işaretleme sistemleri veya spor altyapıları gibi birçok farklı form ve biçime bürünmekte; anmak, ebedileştirmek, görsel peyzajı geliştirmek, turizm ve yatırımlarla ekonomik dönüşümü sağlamak, artistik ve kültürel dönüşümü sağlamak, toplum kimliğini oluşturmak, kamusal alanın yönetilmesini sağlamak, yaşam kalitesi ile ilgili politikalara cevap vermek gibi birçok farklı fonksiyona sahiptir. (s. 7)

Kamusal sanat günümüzde duvar resimleri, heykeller, anıtlar, mimarlık veya peyzaj mimarlığı ile entegre işler, toplumsal sanat, yeni dijital medya, performanslar ve festivalleri de içine alan kalıcı ve geçici pratiklerden oluşmaktadır. Kamusal sanatla ilgili belirtilmesi gereken öncelik, kamusal sanatın belirli bir sanat formu olmadığıdır. Kamusal sanat; heykellerin açık alanda sergilenmesinden kamusal duvar resimlerine, land-art (arazi sanatı), site-specific art (alana özgü sanat), kent mobilyaları ve döşemelerin tasarımı, performans olarak sanat gibi çok çeşitli uygulamalara sahiptir. “Kamusal sanat soyut veya realistik ya da her iki formda olabildiği gibi döküm-oyma-montaj-kolaj-resim-heykel-seramik gibi farklı sanat pratiklerinde de olabilir. Ölçek olarak ise çeşitlilik göstermektedir. Kamusal sanatı ayırt eden şey; nerede yapıldığı, nasıl yapıldığı ve ne anlama geldiğinin cevapları arasındaki yegane bütünlüktür” (http://associationforpublicart.org, Url-1). Remesar’a (2005) göre kamusal sanat birçok farklı obje, hareket ve olay anlamına gelmektedir. Bu çeşitli obje, hareket ve olaylar ifade özellikleri taşıdığından sanat, kamusal alanda yer bulduğundan kamusaldır. Bunlar; happening (olay), performanslar, aktvivist

hareketler gibi yaratıcı ve kendisini ifade eden tüm aktiviteleri içermektedir. Fakat genellikle kamusal sanat dendiğinde, kamusal alanda konumlanan kalıcı objelere referans verildiğini ifade etmiştir. Kalıcı kamusal sanatı ise tarihi anıtlar, özel binalar, heykel ve diğer süs elemanları, kent mobilyaları ve tüm bunları insanlar, hayvanlar, otomobiller vs ile içine alan kamusal mekan olarak kategorilere ayırmıştır.

20. yy’ın ortasındaki toplumsal hareketlerle kamusallık kazanan ve karşıt- kamusallıkların temsilinde bir araç oluşturan sanat pratikleri ise “yeni tip kamusal sanat” olarak nitelendirilmiştir. Toplumu içine alan, kamu ile birlikte sanat yapmaya odaklanan bu pratikler Suzanne Lacy’nin “yeni tip kamusal sanat” tanımıyla 1960’larda gündeme gelmiş, 1990’lar itibariyle uygulama yöntemleri çeşitlenmiştir. Karşıt-kamusallıkları ele alan, toplumu sanatın bir parçası haline getiren “yeni tip kamusal sanat; çevremizde olup biten fakat üstü çeşitli nedenlerle örtülmüş,

sınırlandırılmış durumlara karşı toplumun farkındalığını arttırmayı hedeflemektedir.

Boynudelik ve Eğrikavuk (2006), sanatçının görevinin izleyicinin bu sınırlandırılmış durumları fark etmesini sağlamak olduğunu fakat; bunu yaparken var olan durumları seyircinin gözüne sokmak yerine seyircilerin durumu keşfetmesini sağlayacak araçlar olmayı ya da durumlar sunmayı seçtiklerini belirtmiştir. Böylece hem didaktik olmanın önüne geçildiği hem de izleyici ile işbirliği kurarak kamusal sanatın aracılık rolünün ortaya çıkıtığını ifade etmiştir. Projelerin devamlılığı ise “yeni tip kamusal sanat”ta bir başka önemli konu olarak gündeme gelmektedir. Sonuç ürünü yerine sürecin öncelikli olduğu, önemli olanın projelerin farklı kamusal gruplar tarafından deneyimlenmesi ve sürdürülmesidir. Bu durum için Hanru (2007), “Kamusal sanat günümüzde basit bir biçimde durağanlaşmış, bitirilmiş ve kapatılmış (anıtsal ya da mahrem, izlencesel ya da maddiliği olmayan) biçimlerle yetinemez. Bunun yerine açık-uçlu, sürekli dönüşen, katılımcı, iş birliğine dayalı ve tamamıyle ebedilik karşıtı bir oluşun altını çizer” demiştir. Güncel kamusal sanat; “bireyler arasında gerçekleşebilecek diyalog ve işbirliğini cesaretlendirerek toplumsal ilişki üretimini üstlenen, sürekli çalışan bir makine olarak ya da ortak çıkarlar geliştiren bir tür kolektif eylem laboratuvarı olarak işlerlik kazanır. Bu yüzden çoğunlukla disiplinötesi niteliği sahiplenir; sanat ile mimari arasında, durağan yapılar ile edimsel, zamana dayalı eylemler arasında bir yere konumlanır. En temelde

deneyseldir ve gündelik yaşamda (hem gerçek hem sanal dünyada) iletişimimizin her alanına sızar” (Hanru, 2007, s. 139).

Benzer Belgeler