• Sonuç bulunamadı

Peki ne açılardan bu karakterle ortak özellikleri vardır Hikmet’in? İlk olarak, hem Yeraltı Adamı’nda hem de Hikmet Benol’da toplumdan, sosyal alanlardan, ilişkilerden çekilme durumu vardır (Kurt 89). Yeraltı Adamı “yeraltı”na çekilirken, Hikmet gecekonduya çekilir. Her ikisi de şehir ve şehirdeki ilişkilerden uzaklaşma çabası içerisindedir. Kendilerini tıpkı trajedilerdeki gibi “sürgün”e yollarlar ve toplumdan soyutlarlar. Bunun her iki romanda sebepleri de aynıdır: İlişkilerinin yapaylığından, barındırdığı ikiyüzlülüklerden, onların içinde bir türlü kendilerini ifade edememekten ve onlar arasında yer edinememekten kaçarlar. “İşte ikiyüzlülüğünüze dayanamıyorum” der Hikmet Benol (Atay 443). “Onlara tırnağım kadar değer vermediğimi yüzlerine haykıracağım” (Dostoyevski 125) der Yeraltı Adamı, o da bu ikiyüzlü hâllerini yüzlerine vurmak ister. Fakat bir yandan da her ikisi de onlar gibi olmak, onların arasında olmak da isterler. Hikmet Benol şöyle söyler: “Kaçmayın alçaklar! Beni yalnız bırakmayın” (Atay 443). Yeraltı Adamı da ondan farksızdır: “Sizinle dost olmak istiyorum, Zverkov! Sizi küçük düşürdüm fakat...” (Dostoyevski 122). Yaşadıkları bu çatışma onların yeraltında ve gecekonduda düşüncelerle ve hayallerle boğuşmalarına sebep olur (Kurt 89).

Arkadaşlarıyla geçirdikleri vakitlerde yaşadıkları krizler oldukça benzerdir ikisinin de. Kendilerini bir türlü bulundukları ortama kabul ettiremezler, hep “dışarıda”

kalırlar, bir yandan onlara öfke duyarken bir yandan da onların arasına dahil olmayı isterler (Kurt 89). Örneğin, Yeraltı Adamı ne kadar nefret etse de arkadaşlarının kutlamalarına eşlik etmek ister, hatta yüzsüzlük yapar ve kendini zorla davet ettirir. Hikmet de arkadaşlarının yanında böyledir, onları beğenmemesine rağmen onların kendisini ve Sevgi’yi beğenmesini sağlamayı önemser (89). Bütün bunlar kendilerini rezil etmelerine, aşağılamalarına sebep olur ve bundan zevk ve hınç duyarlar (89-90). Hikmet arkadaşları onunla alay eder diye korkar. Onlar alay ettikçe o da kendisiyle eder (Atay 28). “Ve kendimi rezil etmeme izin verilmedikçe, ben de elâlemi rezil etmeğe devam edeceğim” (Atay 75) der Hikmet fakat sonunda hep kendini rezil eder ve alaylara maruz kalır (Kurt 90). Yeraltı Adamı da hınç duyduklarını rezil etmeye çalışırken işleri elini yüzüne bulaştırır, genelde kendi rezil olduğuyla kalır.

Her iki karakterin diğer insanları beğenmemelerinin ardında hissedilen bir kibir de vardır (90). “Bilge aptaldı. Sevgi aptaldı, Bilge’nin adamı aptaldı. Bir ben akıllıydım. Ben de harcanıp gidiyordum bu aptalların arasında” (Atay 106) der Hikmet örneğin. “Bana bir yandan hiç görmemişler gibi, alaylı alaylı bakadursunlar, öte yandan akılca üstünlüğümü kabullenmişlerdi” (Dostoyevski 108) der Yeraltı Adamı da. Her ikisinde de hissedilen içten içe ironik bir dil vardır bu kibirde elbette. Bu ironik dil kendilerini akılca diğer insanlardan üstün gördükleri hâlde onların yanında istedikleri gibi davranamamalarıyla alakalıdır ve diğer insanların aptallıklarına rağmen onlara dahil olmak isterler, bir türlü dahil olmayı başaramazlar: “Kendimi küçülttüğüm halde bir sonuca varamamıştım” der Hikmet Benol. “İnsanlardan kaçıyordum Bilge, sonunda onlarsız yapamayacağımı anladım” (Atay 135). Yeraltı Adamı’nın durumu da farksızdır, sevmediği insanların yanına kendini davet ettirir ve sonra: “Kimse benimle konuşmamıştı. İki dakika sonra da ilgilenmez oldular” (Dostoyevski 121) der. Tıpkı Hikmet’in kendisine aldırılmadığını (Atay 61) söylemesindeki sitemi gibi (Kurt 90).

Öte yandan bütün bu krizlerden hınç duymaları ve bu hıncı başka yerlerden alma çabaları da ortaktır, hınçlarını aldıkları yerler de benzerdir (Kurt 90). Hikmet’in Bilge ile ve Sevgi’nin diğer arkadaşlarıyla yattığını düşünerek ondan intikam alma çabası, Yeraltı Adamı’nın sokaktan geçerken bir albayın omzuna çarparak insanlardan intikam almayı planlaması bunlara örnektir. Ayrıca iki kitapta da çok benzer bir örnek vardır, o da geneleve gitme anlarıdır. Yeraltı Adamı sevmediği

arkadaşlarıyla geneleve gider, oradaki kıza onunla evleneceğine dair ümit verip evine çağırır, daha sonra onu ağlatıp evinden kovar. Hikmet de buna çok benzer bir şekilde nefret ettiği arkadaşlarıyla geneleve gider, orada bir kızın odasına gider, onu ağlatır ve bir yandan da ona tekrar geleceğine dair ümit verir. Karakterler nefret ettikleri insanlarla vakit geçirir ve bundan rahatsızlık duyarken, bu hınçlarını kendilerinden daha aciz durumda gördükleri insanlar aracılığıyla atlatmaya çalışırlar. Bu sırada ümit verirler, kendi içinde bulundukları aşağı durumu daha aşağıdaki birisinin acılarını telafi ederek atmaya çalışırken, daha sonra bunun içerdiği ikiyüzlülükten de iğrenirler. Bu ikili ve çelişkili hâller kişiliklerinin bir özelliği olmuştur (Kurt 90).

Dostoyevski metinlerinde sıkça karşılaşılan hastalık motifi de Tehlikeli Oyunlar’ın işlediği konular arasındadır (Kurt 90). Dostoyevski’nin her kitabında birçok karakter çeşitli hastalıklara sahiptir. Mişkin sara hastasıdır. Doğuştan hasta olduğunu belirtir (Dostoyevski 60). Budalalığının arka planında sara nöbetleri olduğu söylenir. Keza, Mişkin’in romanda kimi zaman rakibi kimi zaman dostu olan Rogojin anılırken de hastalıktan bahsedilir: “Zaten kendisi de hasta gibi; tam geçmemiş hastalığı” (Dostoyevski 81). Nastasya’ya da ara ara sürekli nöbetler gelir romanda, histeriktir (Kurt 91). Bu hastalıkların tümü illa ki gerçek anlamda hastalık olmak zorunda da değildir, anlatıcı “nöbet geçiriyormuşcasına”, “humma nöbeti geçirir gibi”, “hastalıklı bir şekilde” gibi ifadeleri sürekli kullanarak hastalıklı olmayı karakterlerin sıradan bir özelliği gibi sunar ve hemen hemen her karakterde ufak tefek rahatsızlıklar bulunur (91). Keza Yeraltı Adamı da Mişkin’den farksızdır: “Ben hasta bir adamım...” (Dostoyevski 41) cümlesi ile başlar bu metin. “Sanıyorum, karaciğerimden rahatsızım” diye devam eder. 14 Bu noktada, oldukça benzer bir

cümleyle Tehlikeli Oyunlar’daki hastalık motifine bakmak yerinde olacak.

“Karaciğerimden başlayarak bütün dertlerimi sıralamak istiyorum” (Atay 329) der Hikmet Benol da. Burada Oğuz Atay’ın bilinçli bir şekilde Yeraltından Notlar ile böyle bir bağ kurduğu görülüyor (Kurt 91). Romanın başka yerlerinde de hastalık motifiyle sıklıkla karşılaşılır. Yaz ortasında Hikmet Benol’un annesi hastalanır ve 14 Bu hastalık motifini elbette Dostoyevski'nin yaşam öyküsünden yararlanarak anlamak da

mümkündür. Mektuplarında sürekli olarak bu hastalıklarından yakınır, hapis deneyiminin bu rahatsızlıklarını arttırdığı görülür, çeşitli zamanlarda sürekli sara nöbetleri geçirir, örneğin oradan yazdığı bir mektupta şöyle söyler: "Ara sıra nefes darlığı krizleri geliyor. İştahıma gelince her seferki gibi hiç de tatmin edici değil. Uykum kötü ve sıkıntılı rüyalar görüyorum" (Dostoyevski 51).

Hikmet Benol hastane ortamındaki uzun gözlemlerini ironik bir dille aktarır (Atay 197). Eşi Sevgi “belirsiz hastalıkları ve sürekli bitkinlikleri” (Atay 246) olan birisidir. Kendisinin hayaller kurması ve romanın sonuna doğru anlaşıldığı kadarıyla Hüsamettin Albay’ın dahi kendisinin kafasında kurduğu bir kahraman olması da onun da “hasta” veya “hastalıklı” olduğunu gösteriyor (Kurt 91). Peki her iki romanda da karşılaşılan bu hastalık motifinin işlevi ve anlamı nedir?

Öncelikle bu hastalığın romanların estetik özelliklerini belirlediğini söylemek gerekiyor (91). Romanlarda yer alan iç konuşmalar, sayıklamalar, özellikle Tehlikeli Oyunlar’da daha fazla görülen bilinçakışına yakın monologlar hastalık çerçevesinde anlamını kazanmış oluyor. Budala’da Mişkin sara nöbetine doğru hayallerle karışık çeşitli sayıklamalarda bulunurken, Hikmet Benol’un konuşmaları da hayal, geçmiş, fantezi karışık bir şekilde Mişkin’inkine benzer sayıklamalardır. Bu hastalığın bir diğer işlevi ise içerik üzerindedir. Hastalık karakterlerin normal olmamalarını, diğer insanların arasına karışmamalarını, yetişkin olmamalarını sağlar, bir çeşit koruma işlevi taşır. Hikmet’in hem kendi hastalığı hem de karısı Sevgi’nin bitmeyen hastalıkları da onları çevrelerinden soyutlamaya yarar. Mişkin’in ve Nastasya’nın hastalıkları da onları diğerlerinden farklı yapar. Bu anlamda bu romanlarda hastalıkların salt olumsuz bir kategori olmadığı da söylenebilir (91).

Hastalık bir yandan normun dışında kalmayı, ona teslim olmamayı, herkese benzememeyi temsil ederken bir yandan da bir bilinç yaratır (91). Budala’da geçen şu ifade bunu en iyi şekilde açıklar: “öyleyse bunun doğal olmayan bir gerginlik, bir hastalık hali olması neyi değiştirir? Varsın hastalık olsun, bundan ne çıkar!” (Dostoyevski 307). Kısacası hastalık bir ölçüde bilinç yaratan olumlu bir hâldir, bir yandan da normun dışında kalmak için bir araç olarak değer taşır (Kurt 92). Bilimin, aklın, tıbbın dışında bir alan yaratır ve bu değerlerin ve kurumların taşıyıcısı olduğu düşünülen “sağlıklı” Batı medeniyetine ve Batılılaşma projesine karşı da bir tepkidir. Son olarak gerek klasik gerek modern trajedilerde hastalığın önemli bir yer tuttuğunu da hatırlamalı. Örneğin Ibsen’in Hayaletler oyununun baş karakteri de hastalıktan muzdaripti ve doktor bir kahin gibi ona hastalığının mental sebeplerini açıklıyordu. Bu romanlardaki hastalıkların da büyük ölçüde mental sebeplerle ilişkisi olduğu rahatlıkla söylenebilir (92).

Gerek Yeraltından Notlar’da gerekse Tehlikeli Oyunlar’da içe çekilmenin bir suçluluk hâliyle ilişkili olduğu ve bu hâlin de karakterlerde uzun itiraflara yol açtığı görülüyor (92). Bu hem Dostoyevski’nin başka eserlerinde hem de Tehlikeli Oyunlar’da çok sık rastlanan bir motif. Bu motif çeşitli sorular yaratıyor. Bu suç neyin suçu? Karakterler neyi itiraf ediyorlar? Bu suç ve itirafın anlamı nedir?