• Sonuç bulunamadı

yanında�

Belgede hanım.- Çiı�A ç (sayfa 35-40)

IJfl.

Brando şerif (o kimseyi öldürmez, bili­ IJfiUm); Redford hapisten kaçmış (onu kesin öldürürler, korkuyorum), Meksila'ya gitmeye çalışıyor; Fonda onun kasabada kalan dul karısı (kocasını aldatıyor, seziycrum; hoş, bu zamanda iki yıl dönmeyecek bir kocayı aldat­ maya meşru müdataa diyorlar); Duval, Fon­ da'yla beraber ve kasabanın en zengin ada­ mının çocuğu.

Şeyler bilinemez degildir. Bir grup bilimadamı Borneo ormanlarında şempan­ zelerin akrabası bir maymun kabilesiyle de­ neyler yapmışlar. Hayvanların her birine Karl Marks'ın Kapital'inin o kalın cilllerinden

biri-9

si

verilm� ve bi'kaç gün boyunca gözlemeye alınmışlar. Maymunlar bir süre kalın kitapla­

m sayfalam kanştırdıktan, kabını falan in­ celedilden so ra birbirlerinin kafalanna ata­ rak ya da vurarak ciddi yaralanmalara, beyn sarsıntıanna

yol

açmışıar. Bilimadamlarının çıkardıkları sonuç şu: Aslında kitapların hepsi birer ayna gibidir ve birbirlerinden çok farkh değölerdir, eninde sonunda bir kitapta neyi görmek istiyorsak onu görür, onu oku­

ruz."

Söz veriyorum, eğer bir gün tarihçi, sosyolog ya da psikolog gibi güzel ünvanla­ rı, diplamaları olan bir bedende reenkarne olursam, bu iginç adayla ülkemiz arasında coğrafi ya da yeUştirilen ürünler türünden benzeriılileri inceleyen bir araştırma yapaca­ ğım; ama şimdi hafızanın zaman makinası yüzyıllar ötesine uzanıyor ve 4. Murat'la ve­ zirinin konuşmalarını dinliyor. Hezarfen dev kanatları yapmış ve Galata kulesinden süzülerek Salacak'a ulaşmış; vezir padişahı lt}lanyor:

da sizi tahttan alaşağı ederse? .. • Hükümdar: (Derin derin düşünür) "Hakkaten yav, verin yüz albn, tiz sürün Şam'a."

Dalkavugu ve portakalı meşhur bir imparatorluktur Osmanlı, şimdi bu öyküde en fazla, Hezarfen Salacak'a değil de daha yakına inmiş olabilir, ama geri kalan kısım gerçeğe uygundur. Ruhumuz çürük temeller üzerine inşa edildiğinden ve genelde sahip olduklarımızı hak etmediğimizi bildiğimiz­ den, başkalarının yeni bir şeyler ortaya çı­ karması, sanki bir hırsızın er-geç yakalanıp çaldıkları elinden alınacak korkusuna benzer. Hükümdar normal bir insan gibi bu korkuyu duyar zihininde ve belki kendi haline bırakı­ lırsa üstüne set çekip aşabilecekUr, ama dal­ kavugun ağzında ifadesini bulup sarayın du­ varlarında yankılandıgında, düşünce gibi so­ yut bir şey olmaktan çıkar, ses gibi somut bir şeye, tehdite dönüştürülür, hastalıklı düşünce normalleştirilir ve arbk bir karşı ta­ vır alınması gerekir. öykü hakkında söylene­ bilecek bu ve bunun gibi bir sürü zırva w ama acaba 4 . Murat o Hezarfen'in yapabile­ ceklerini anlatan ve zirine, "Hakkaten• yerine "Ha sikUr" deseydi, Osmanlı biliminin ve ta­ rihinin akışı değişir de, bugün teknolojiyi boyundurugumuza almış, şehrin dört Dr ya­ nına dikilen kulelerden, evden ise, işten eve kanatlarla süzülen insanlar olur muyduk?

Şimdi hükümdarla vezirin diyalogu­ nu en baştan, yeni kuralımıza göre tekrar a�­ ycrum:

Padişah tahtında, her geçen gün bir digerine çok benzediği için can sıkıniısıyia oturmaktadır. içeri vezir telaşıa girer:

Vezir: "Şahım, Hezarfen denen had­ dini bilmez, kendi yaptığı kanatlarla, Galata kulesinden aşağı uçarak Salacak'a kondu. Va yarın bir gün saraya konar da sizi tahttan

alaşağı ederse? .. " (Söylediği sözün tam yeri­ ne oturduğunu bilir; padişah onaylarken iyi­ ce yakından ifadesini görebilmek için o tara­ fa doğru eğilir)

Hükümdar: (Kendinden emin, bir çırpı­ da) "Ha si<ti'!"

Vezir: (Şaşırmış) "Nasıl yani

padişa-hım?"

Hükümdar: "Onu da ben mi düşünece­ gim yav? Nasıl olursa olsun, ha sikUr, defol git •. kovuldun. Git muhasebede hesabını kes­ tir, geçerken de haber ver, bana Hezarfen'i göndersinler.•

On yaşlarındayken Ana�olu'dan es­ ki imparatorluk başkentine geldigirnde ben de küfredemeyen' bir çocuk tum. En fes bir vurguyla "Ha siktir" demeyi bana istanbul çocukları ögretuer. iki yıl boyunca, onlar gi­ bi küfredebilmek için, her gece defalarca tek­ rar yapardım. ilk küfrümü bir bil ya oyununda okkalı bir şekilde savurunca, bir yabancı ol­ duğumu fark edeceklerinden ve Nato'nun mahallemizi işgal edeceğinden korkmuş, vücudumun ısısının üç derece arttığını his­ setmiştim.

Gözlerim ekrana takılıyor. Red­ ford'un birlikte kaçtıgı mahkum bir adam öldürüyor ve suçu onun üstüne yıkacak bi­ çimde uzaklaşıyor. Robert, Meksika'ya gitti­ ğini zannettigi bir trene gizlice atlıyar ama ten kendi kasabasına gidiyormuş. işte o se­ naryonun güzelliğiyle büyüleniyor ve kavuk­ ıu bir tarih hakkında düşünmek istemediği­ mi, her şeyin olması gerektiği gibi oldugu­ nu, bu tilmin bana bütün imparatorluk tari­ hinden daha ilginç geldiğini, geçmişi yama­ maktansa, Hollywood'da Marilyn Mon­ roe'nun meşhur olmadan önce alışveriş yap­ tığı ve markellerle rekabet edemeyip batacak bir bakkal olmak istediğimi anlıyorum.

Ara-sıra dükkandan iki yüz gram taze kaşar ve bi­ raz zeytin a�rdı ve yavaşça dışarı süzülürken bir gün doğanın ona verdiği rengi inkar edip meşhur olacağını belli belirsiz sezerdim.

Bagdal faUhi 4. Murat hala yaşıyor mudur, yaşıyorsa ne yapıyor, nasıl geçini­ yerdur acaba? Belki de en büyük zaferi sayı­ lan Bağdat seterinden hiç geri dönmemiş, bir dublörünü tahta geçirmişti. Saddam de­ nilen şu esmer adamda, çökmüş bir impara­ torluğun gölgesi, yüzünde bir 4. Murat gülümsernesi var. Şu Amerikalılar'ın karaba­ taklarla saldırdıkları, televizyonda sık sık de­ nizde petrole bulanmış can çekişen bir F-16'nın gösterildiği savaşta, belki de Hezar­ fen'e yaptıklarından pişmanlık duymuştur. Danışman denilen modern çağ dalkavukları yanına yaklaşıp şöyle tısHdamışlar: ·saraya konuyor ve sizi tahttan alaşağı ediyor." Ve­ rinde, zamanında kullanılmayan bir küfür ne­ lere yol açıyor ...

Biraz önce şeyler bilinemez degildir demiştim; aradan onca cümle, birkaç parag­

raf geçti, ama hala bilinemez değiller. Z i m b a b w e' d e , ülkede dört kez başbakanlık ya­

pan ve en sonunda sembolik kral seçilen kişinin aslında bir insan olmadığı, ama çok gelişmiş, katmerlenmiş ve aşırı ölçüde büyümüş, yirmi otuz yıl önce sıradan bir vatandaştan ameliyatla alınıp hastane çöplüğüne atılmış bir kanser uru oldugu a­ çığa çıkmış . Olay kralın sıradan bir doktor muayenesi esnasında fark edilmiş. Uzmanlar urun kıvrımları insanı çok andırdığı için bunca yıl anıaşılmadığını söylüyorlar. Tümör çöplüğe atıldıktan sonra harekete geçiyor ve gidip hastaneye en yakın partiye üye akıyor.

On yıl gibi kısa bir sürede parti hiyerarşisi­ nin bütün kademelerinden geçip, ilk seçim­ lerde başbakan oluyor. ülke anayasasında urlar kral olamaz diye bir kayıt olmadığı için bir şey yapılamamış, zaten halk da bu olayı fazla yadırgamamış.

Aheste çek kürekleri, Engin Ard ıç uyanmasın." Ruhumda taa ilk çağlardan ge­ len Engin Ardıç uyanıyor. Sürekli sanrılarım ve hezeyanlarm var. Demirel diye bir adam durmadan kulağıma kötü şeyler fısıldıyor, bir de sanki Hürriyet diye bir gazete beni deliri­ meye çalışıyor. Ailem bunların aslının olma­ dığını, sistemli hayaller gördüğümü söylü­ yorlar. Psikiyatr bir arkadaşıma soruyorum ve o aynı şeyleri kendisinin de gördüğünü, üstüne gitmememi, unuimam gerektiğini be­ lirÜ)Ior. Eyvah eyvah, doktorunuz da sizinle aynı sanrıları görüyorsa durum tehlikeli

de-mekt.r.

Hürriyet, manşetinde, "Helal olsun• diyor; sebebi

şu: Amerikan vatandaşı olduğu için merkez bankası genel müdürü olmasına karşı çıkılan bir adam, mevkiye ge­ lebilmek için Amerikan pasaportunu iade et­ miş. Anlamamız gereken şu: Bu adam pasa­ portunu geri verdi, bu dünyada en çok biz Türklerı seviyor, eğer sokakta yürürken bir CIA ajanı ona laf atsa, onunla beraber olmak isterse, "Hayr; der, "peşimi bırakın, pasa­ portumu iade ettim ben, yabancılarla beraber olamam•. Hürriyet'in manşetler bölüm baş­ kanı Ertu(Tul özkök. Kendisi 68 dünya sava­ şına katılmış, beyninden yara almış bir gazi. Aslında biz ikinci Dünya Savaşı gibi bu sa­ vaşa da katılmadık ama o zamanlar yabancı dil bilen ve A'lfupa gazetelerini okuyabilen

şu �

oluşturuyorlar. Sibirya'da

yaşayan kar adamı Yeti 1917 De · kadar katıldıysa, bu�ar da ... Pe ·, abarUı ama gerçek tam nerede?

Vitrinieri de re

pastalar olan dükkan n ; v.

yıkamadan hazırlanan gazetelerde.

Her şe�mi vermeye hazınm; e ri­

mi kaldırıyorum, teslim oluyorum. Bana şöy· le bir süre versinler, "Yirmi gün içinde on milyarı şuraya getir, dolar olarak." Ya da her­ kes birer itre kanı, vücut hangi sürede yeni­ lerse o periyadlarla kendilerine ulaştırsın; boyunda diş izleri hoş görünmüyor. H� ol­ masın da demiyorum ama o gazeteler günlük olmasın, mesela yüz yılda bir çıksın, ya da beş yüz-yılda bir.

Miting ergonomisi ya da güve li

üniversite işgalleri diye bir kitap yaz'

malılar. Diri ya da yarasız beresiz ·r şe e

başladığınız gösteriden aynı şekikle nasd karsınız? Fırtınanın kör noktası i i, i

yürüyüşün en sakin, en güveni yeri rıeresi­ dir? En ve boy olarak gösterinin tam artı noktaları mı? En önde hangi insanlar yürür? Neyi, ne kadar vermeye hazırdırlar? Kriz yıl­

ları boyunca Şili'de ve Latin Amerika' di·

ğer birkaç ülkesinde sosyologlar i i binin

üzerinde kişiyi kendilerinden habersiz gözle­ meye almışlar. Tehlike derecelerine göre yürüyüşlerde kişilerin yer aldıkları bölgelerin

arı bir düzenlilik gösterdiği

saptan-asa ada gizlice karısı luşuyor. Serbest bı­ a iye hapisten

kaçtığı-• ·ze almıştım, özgürdüm."

ty.'ah eyvarı·, ıli}'orum, "ben bu filmi y�lar

- e · e , trajik sonunu biliyorum".

S ca ·1 elere göçen kurşunlar Redford'un

e e e çarpıyorlardı. Tann'ya yalvanyo­ , ·u1u Tanrım, bir tilmin senaryosunu çeki kten sonra değiştirmeye bir tek senin

- - yeter. O kurşunların sıyırıp geçmesi karşılığında ömrümün bir yılını al." Ahh, dostlarım, önemli olan, damuzun ya da baş­ ka bir hayvanın etini yememek değil de, kok­ muş et yememek.

dönüşü-yor ve halka estetik leşle tamamlanıdönüşü-yor. Ca­ zip, dahi yönetmen gidiyor, evde kalmış bir kızın fallik hayallerini filme çekiyor. Kızın duygularına tam vakıf olabilmek için, yönet­ men, senarist ve baş oyuncu bir yıl boyunca evde kalmışlar, görücülerin hepsini çevrip kocaya varmamışıar. 2000 yılına on kala da­ hiyane bir buluşıa ödüllük fikri, tecimseı fik­ ri, en çok satan cinselliğin en fazla anlatıla­ bileceği mahrumiyet senaryosunu oluşturu­ yorlar. Madam Bovary 1B50'1erde yayınlan­ dığında fırbnalar koparmış, değişen toplum­ sal düzenin ve yeni gelen bir sınıfın aile, ah­ lak anlayışını muştuladığı için yüz yıl sonra bile okunabilen bir roman. Madam Bovary romanda kocasını aldatıyor, bizim Cazibe Hanım ise daha işin başında, kendi kendini tatmin aşamasında. Allah kısmet ederse ikin­ ci filmde iyi bir damat bulur evlenir, üçüncü filmde de koşullar uygun olursa bir de zina yapar da 1B50'1ere geliriz. Sanatçı toplumun önündedir ya, ama dere tepe düz gitsek de, sonunda en fazla masaldaki gibi bir penis boyu yol gidebiliyoruz; ülkenin nüfusu alt­ mış milyona ulaşıyor. Yönetmenlerin konu daireleri gittikçe küçülüyor, şimdilerde hepsi Beyoğlu'nda geçmeye başladı, yakında •maymun poposunu görmüş, film zannet­ miş"e dönecek. Hatta bu aşırı kalabalık yüzünden geçen gün Galatasaray önünden gelen Abf Yılmaz ekibiyle, karşı istikametten gelen Yavuz özkan'ın ekibi çarpışmışlar. Al­ lah'tan, aşırı kalabalığın olmadığı, erken bir saatte olay meydana gelmiş de, bir-iki ufak tefek yaralı dışında kimseye bir şey olmamış. Bir de şu olay var; kalan son Beyoğlu cüce­ sini kendi filmlerinde aynalabilmek için dört yönetmen bacaklarından ve kollarından çe­ kince cücenin boyu uzamış. Efes Pilsen cüceyi lisans çıkartıp kendi kadrosuna dahil

etmiş, ama FIBA kurallarına göre bu sene kupalarda oynayamayacakmş.

Kedi besleyen arkadaşların yalancı­ sıyım, bir yavru erkek kedinin çiftleşmeyi öğrenmesi için ergin bir erkeğin tecavüzüne uğraması gerekiyormuş. insan ilişkileri de böyledir; baba oğluna, anne kızına yeryüzü kötülüklerinin inceliklerini özenle ögretir, ha­ ta yaparsa onlara bakıp aynını tekrarlamala­ rını söylerler. Okuldan işyerine, aileden kış­ laya, genç beyinler tecavüze uğrar, bu süreçten kendileri de ilerde bunları gençlere öğretebilecek kadar uzman birer öğretmen olarak çıkarlar. Binlerce yılın sonunda nor­ malleştirilen, alışkanlıga, oyuna, şakaya dönüştürüfen pislik, kötülük, illihap gibi top­ lumsal hiyerarşinin içinde birikir. Şimdi deli­ ye alınma tehlikesini de göze alarak, pratikte uygulanmak üzere değil de, bir düşünce de­ neyi olarak eğer iki kuşağı -hatta bir buçuk da yetebilir- kesseydik, insanlık nasıl bir kötülük literatüründen olumlu bir biçimde yoksun kalırdı, hayal edelim diyorum. So­ nuçta toplum doğanın aynası, ve iltihabın bir kısmı tekrar oluşacaktır; ama ağaçların da dalları daha iyi yeşersin diye zaman zaman budanmaz mı? Pekala, vazgeçtim ...

Bunca kötülük, aslında ne kadar ak­ si söylense de, sevgili isa hesabın hepsini ödemeden tuvalete gitme bahanesiyle sıvıştı galiba. Ya da o ödedi de, hep veresiye çalış­ maktan Tann nezdinde tekrar hesabımız ka­ bardı. Yine belden yukarısı çıplak bir vücut, avuçlarda ve ayakta dört çivi deliğinden go­ cunmayacak bir beden gerekiyor. Kıyamet kopması için illa dev dalgaların oluşması, yerin yarıımasına gerek yok; hatta keşke yer yarılsa da içine saklansak.

Redford'u ele geçiriyorlar. Şerif onu sağ salim hapishaneye götürmeye çalışırken,

kalabalıktan birisi fırlıyor, kelepçeli bu ada­ ma dört el ateş ediyor. Kurşunlar havada süzülüyor, sıcak ülkelere göç ediyorlar. o her yerdedir ama ben gökyüzüne küsüyorum. Tanrı dileğimi kabul edip senaryoyu degişti­ recek mi, merakla bakıyorum. Kurşunlar sı­ cak bedenine değiyorlar, Redford cansız, ye­ re yığılıyor. ömrümden zaman eksilmiyor, koca mutsuz bir yıl bana kalıyor. Böyle ol­ ması gerektiği için böyle oldugunu bilip, zo­ raki, es ri k gülümsüyorum. Kurşunlar hep sı­ cak bedeniere göçüyorlar.

Gecenin ikisinde bu ölüm bardağı taşıran son damla oluyor. Kanlı canlı ejder­ halara dayanmaya çalışırken, hayallerin de çaresizliği ruhun gözkapaklarını indiriyor. Sabaha ulaşmak için yeter neden bulmak üzre, dostluğun tesellisinin peşinde telefon defterine uzamyorum. Che'yi, Marilyn 'i, Fi­ del'i anyorum. Birisinin telefonu cevap ver­ miyor, telefondaki kişi intihar ettiğini söylü­ yor, sonuncusunun telefonu ise borç yüzünden kesilmiş. Boyvniarına astıkları pe­ çete�r, ellerinde çatallar, son soylu adamın, Fidel'in imparatorluğunun başında, vücut ölsün de leşini yiyelim diye bekleyen çakal­ ları ve sakallı, puroyu bırakmış yaşlı bir ada­ mın koltuğunda uyuklarken gördüğü düşleri düşünüyorum. Geçmişin hayaleti ...

Yıllar önce küçücük bir çocukken or­ mandaki kulübemden dünyayı tanımaya çık­ tığımda, dönüş yolunu bulabilmek için, ce­ bimdeki ekmek kırıntılarını her iki metrede, bir çizgi boyunca yere bırakıyordum. Ama ben o masalı da, parçaları yiyen kuşları da biliyordum, bu yüzden ekmeği zehirlemiş­ tim. Şimdi karga ölülerini takip ederek or­ mandaki kulübeme giden yolu bulacagım ...

ADNAN öZDEMiR

r ' ô - y i A ğ n ô m

U N I U V i Y O R U M ,

1 f � 1 M � 1 � ,

l l

B eni koyup gittiğİn o günü hatırlıyorsun-dur, ne çok ağlamıştım. Çocuktum. Koruyor­ dun beni, korkmuyordum. Hayallenip durdu­ ğum herşeyi sunmuştun bize. Açıp da acık da solmakı b ec erernegen fesleğenler gibiyd i k (onlar öğle m i acabağa?). Bir oraya bir bura­ y'a seviniyorduk bizi olmayı başaramayan şe­ hirde, soğuktu kent. Bizi sen ısı. Günümüz de gündü hani, gecemiz biz. Arayıp da ula­ madığımız; bi revdi. Hazırlıksızdım ben lakin kolların vard ı göğüsgeren; kuş. Yağmurd an kaçmak ne kadar tuhaftı bizi aldatıp durur­ ken çise çi e çis. Eğlenmiş miydik sahi, bile­ miyorum şimdi ş imdi. Ama sevdiğimiz kes­ kindi. Ewel zaman ne kadar nuş!

Neil �

SENI SEVIYORUM, ANLIYO R MUSUN?

Birgün bir şiir okumuştuk bana. Kara heceden heceden. Sonra tutup Yakub'un kur­ bağalarını sevmiştik. Söyleyemediğim şeyler düşünüyordum, yoruluyorduk. Biz çocuklar gibi endik şehirde, şehir bize inan yaşar tavı­ ranıyordu. Umurumuzda mıydı, ha? Kim bizi ne kadar bizden ederdi? Kuşatılmış olmak bizimize koşulsuz kavuşmamızı engelleyemi­ yordu (cart). Hiç acımadıydı k kendimize. Ne var ne yok yaşayıp tükendiydik. O gün bugün herşey hağtı ramda durar! Bu kaç kapılı bir ar?

SENI SEVIYORUM, ACLIYOR MUSUN? Sevmenin her türlüsünü bulduk, buluş­ turduk. Bir araya getirdik. Kendimize kattık. Sana Arabi'nin "aşk teorisi"ni aglatmıştım birgün. Ikincisini daha bir senmiştin. Durup durup anlamalarımı da kendine mal ediyor­ dun. M ü lkiyet hoş birdi. B eni mülkmüştün. Gene mülksene.

SENI SEVIYORUM, ANLlYOR MUSUN

Bu gün, akşam, burda, yaganın ıslagıyla üşürken, düşündüm de; kız kardeşimin dedi­ gi gibi "Evet sen çok eskiden Goethe'mdin benim, karımdın belki de". Ama şimdi artık "Yalandı tüm bunlar" diyorum. Bir kuş, bana nazire -keşke bize o laydı- alıp başını gidiyor uzaklara. Vardıgı uzaklardan. B oşuna mı sev­ medik varsa. Düşünsene.

SE I SEVIYORUM, A LlYOR MUSU ?

Hala, ne vakit sana dair b irş ey onsa;

büyüyor b üyüyor yüregim:

Belgede hanım.- Çiı�A ç (sayfa 35-40)

Benzer Belgeler