• Sonuç bulunamadı

IV. BÖLÜM: MARKSİST İŞÇİ SINIFI ARAŞTIRMALARI İÇİN BİR

4.1. BİR ÇERÇEVE DENEMESİ: MEKÂN, SOYUTLAMA VE ÖZNE

4.1.1. Yabancılaşma, Meta Fetişizmi, Değer ve Özne Sorunu

Söz gelimi, yukarıda ifade edilen türde bir ekonomik krizde, özel bir uzmanlık ya da eğitim gerektirmeyen ‘niteliksiz’ bir işte çalıştığınız için aniden işsiz kalabilirsiniz.

Bu durumda kendi çocuğunuzun eğitimli ve nitelikli olmasını istemeniz normaldir.

Nihayetinde kapitalist bir toplumda eğitim seviyesi çoğunlukla, nitelikli işlerde çalışabilmek için nesnel bir ölçüt gibi görünür. Lakin böylesi bir ölçütün, bireylerden bağımsız görünen nesnelliği, iyi eğitimli insanların gerçekten daha iyi işlerde ve iyi koşullarda istihdam edilmedikleri durumlarda dahi işleyebilir ve çoğu zaman işlemektedir. Öyleyse, eğitimli olmak ile nitelikli işler arasındaki ilişki, kişilerin bireysel niteliklerine dair fikirlerinden ve pratiklerinden önce toplumsal ilişkiler vasıtasıyla tanımlanmış olmalıdır. Yani özneye dışsal ve rasyonel görünmelidir. Böylesi

190 bir tespit doğru ise o durumda sorun, belirli toplumsal ilişkilerin yarattığı belirli öznellik biçimlerinin, toplumsal ilişkilerden bağımsız bir görünümü nasıl aldığı ile ilgili olacaktır.

Bu sorun bağlamında Aslan (2000), meta ve meta fetişizmi kavramlarının Kapital’deki (Marx, 2011) çözümlemesine dayanarak öznellik üzerine kimi çıkarımlar yapmaktadır. Ona göre, çeşitli öznellikler belirli toplumsal ilişkiler içinde tanımlanır ve bu nedenle ortak bir ontolojiye sahiptirler. Dolayısıyla toplumsal ilişkilerin öznelere

‘doğal’ süreçler gibi görünmesi normal bir durumdur. Bu normalliğin ima ettiği şey ise özne ile toplumsal süreçlerin, bilen ile bilinenin ve eyleyen ile gerçekleşenin karşılıklı olarak birbirilerini varsaymalarıdır. Bu durumda belirli toplumsal ilişkilerle tanımlı biçimlerin analizinde, öznellik sorunu ele alınmadığında, bu toplumsal biçimlerin oluşumunun nedenleri analizin kendisine dışsal hale gelmektedir. Başka bir ifade ile analiz, toplumsal biçimleri veri alarak kendini sınırlandırmaktadır. Lakin toplumsal süreçlerde doğrudan gözlemlenebilir olan şeyler maddi süreçler olduğundan ve bunlar toplumsal nedensellikler ile ilişkilendirildiklerinden, öznelerin kavrayışında toplumsal nitelikler, bu maddi süreçlere içkin görünürler. Dolayısıyla bu görünümün nedenleri maddi dünya da değil toplumsal süreçlerde aranmalıdır (Aslan, 2000: 160-161).

Bu değerlendirmeler, Kapital’deki (Marx, 2011) meta fetişizmi tartışmasının, belirli toplumsal biçimlerin özneye dışsal bir görünümü nasıl edindiği sorusuna verilmiş yanıtlarından biri olarak çözümlenmesiyle temellendirilmektedir. Buna göre, meta fetişizmi çözümlemesi, yabancılaşma düşüncesi ile örtüşmemektedir ve dahası yabancılaşmanın ima ettiği olumsuz çağrışımların (yanılsama ya da yanılgı anlamından) ötesinde bir vurguyu işaret etmektedir. Meta fetişizmi, genel olarak maddi nesnelere toplumsal nitelikler atfedip, bu toplumsal nitelikleri metanın maddi varoluşuna içkin kabul etme ile ilişkili olduğundan, Aslan’a (2000) göre Marx (2011), bu kavram

191 üzerinden esasında metanın hem maddi bir nesne (tahta masa) hem de maddi olarak duyumsanamayan toplumsal bir nitelik (parasal olarak ifade edilebilir bir değiş değerine sahip olma) olarak ikili varoluşunun toplumsal temellerini soruşturmaktadır. Bu soruşturmanın temel vurgusu ise metanın ilk bakışta maddi olan bir kullanım nesnesi olarak gerçekleşebilmesi için önce, madde olarak meta ile aynı mekânda tanımlanması imkânsız olan toplumsal bir ilişkinin yani değer niteliğinin gerçekleşmesinin zorunlu olması üzerinedir. Böylelikle iki tür nedensellik iç içe geçmektedir: metanın yararlı bir nesne olması sürecinin fiziksel nedenselliği ile metanın yararlı bir nesne olarak kullanılabilmesi için önce piyasada satılması zorunluluğunun toplumsal nedenselliği.

Sonuç olarak, metanın piyasada mübadele ilişkisine girebilmesinin mantığı, maddi dünya ile değil toplumsal dünya ile açıklanmalıdır (Aslan, 2000: 165).

Dolayısıyla, Metanın fetiş karakterinin özünde, insanların toplumsal ilişkiler vasıtasıyla deneyimlenen maddi gerçekliğe atfen sistemli ‘soyut’ olgular yaratmaları bulunmaktadır. Aslan’a göre (2000) bu nedenle, iktisadi ilişkiler içerisinde meta ile ilişkilendirilecek bir özne kavrayışında temel husus, kullanım değerlerini değil toplumsal bir ilişki olarak değeri merkeze almalıdır. Zira metanın fetiş karakterini yaratan şey, maddi dünyanın değil toplumsal dünyanın bir parçasıdır ve o toplumsal dünyada metaya maddi niteliklerinde bulunmayan soyut bir değer atfeden süreç, değer merkezli toplumsal ilişkilerdir.

Bu bağlamda meta fetişizmini, günümüz kapitalizminde sürekli daha fazla tüketim nesnesini arzulama eğilimi ile özdeşleştirmek doğru değildir. Çünkü bu durumda, fetişizm kullanım değerleri özelinde bir değerlendirme olacaktır ve bu Marx’ın (2011) çözümlemesine ve bu çözümlemenin amacına uzaktır. Ayrıca meta fetişizmi kavramı, insanlar arasındaki ilişkilerin şeyler arasındaki ilişkiler gibi görünmesi anlamıyla yabancılaşma kavramının ifade ettiği anlamın da ötesine geçen bir anlama sahiptir. Zira

192 Aslan’a göre (2000) yabancılaşma kavramından, üretim ilişkileri sürecindeki insanların, bu ilişkilerin toplumsal niteliğini gözden kaçırarak, iradelerini bilinçsizce nesnelerin toplumsal belirlenimine bırakmaları anlaşılmaktadır. Bu anlayış ise nesnelerin dünyasının insanlar arası ilişkilerin yerine nasıl geçtiğini ve bu nesnelerin insanların dünyasını nasıl belirlediği açığa çıkarılmadığı sürece, yeterli bir açıklama sunamayacaktır. Çünkü sözü edilen anlamıyla yabancılaşma kavramı, “insana, kendi toplumsallığının ötesinde tarih ötesi bir öznellik ve bilinç durumu atfetmektedir”

(Aslan, 2000: 169).

Bu meta fetişizmi yorumlarının karşısında Aslan (2000), Marx’ın (2011) temelde vurgulamak istediği konunun basit bir yanılsama sorunu olmadığı yorumunu yapar. Zira ona göre Marx (2011), kapitalist toplumda emekçilerin, “kendi emeklerinin toplumsal niteliğinin” dönüştürüldüğü “toplumsal bir biçim olan para ile kendi emekleri arasında bir bağ kuramaz” hale geldiklerini vurgularken, bu görüntünün aslen insanların zihinlerinde değil, toplumsal ilişkilerin kendisinde oluştuğunu ifade etmektedir (Aslan, 2000: 170). Bu değerlendirmenin ardından, anılan sürecin neden basit bir yanılsama olmadığına dair temellendirme için şu aktarıma yer verilmektedir:

“Kendi özel emekleri arasındaki toplumsal ilişkiler, üreticilere, olduğu gibi görünür; yani kendi emek süreçleri süresince kişiler arasındaki toplumsal ilişkiler olarak değil, tersine, kişiler arasında maddi ilişkiler ve şeyler arasında toplumsal ilişkiler olarak görünür”

(Marx’tan aktaran Aslan, 2000: 171)72.

72 Aslan (2000), kullandığı aktarımlarda, Kapital’in Türkçe çeviri versiyonlarından birinin yanında (Marx, 2011), farklı dillerden versiyonlarını da kullanmaktadır. Bu durum şöyle açıklanmaktadır: “Hans Ehrbar, Kapital’i 1890 yılında yayımlanan Almanca dördüncü baskısından İngilizceye çevirmiştir.

İnternet üzerinden paylaştığı bu çeviri, eserin Almancası ve İngilizcesini birlikte sunduğu için, okuyucuya karşılaştırma olanağı da tanımaktadır. Yazıda Kapital’in Ehrbar tarafından yapılan bu çevirisine atıfta bulunurken ‘Capital (1890)’ ifadesi kullanılacaktır. Tamamen çeviri ve elbette terim seçimine bağlı olarak ortaya çıkan yorum farkları nedeniyle başvurulmak zorunda kalınan farklı Kapital baskılarına atıfta bulunmak için şöyle bir tercih yapılmıştır: Penguin’den çıkan ve Ben Fowkes çevirisi olan İngilizcesi için

“Capital (1976)” ve Yordam yayınlarından çıkan ve Mehmet Selik ve Nail Satlıgan çevirisi ola n Türkçesi için ‘Kapital (2011)’ (Aslan, 2000: 162, Dipnot 4). Karşılaş tırma için bkz. (Marx, 2011: 83): “Bundan dolayı, kendi emek ürünlerinin toplumsal ilişkileri, üreticilere, oldukları gibi, yani emek harcayan

193 Bu aktarımla birlikte Aslan’ın (2000) temel olarak vardığı sonuçları özetleyerek, burada sunulan yorumları, işçi sınıfının toplumsal özneliği sorunu bağlamında nereye oturtabileceğimize dair genel bir fikir sunabiliriz.

Öncelikle Aslan’a (2000) göre Marx (2011), metanın fetiş karakterinin yanlış bir şey olduğunu göstermeye çalışmamaktadır. Çünkü emekçiler belirli bir toplumsal ilişkiyi olduğu gibi gördüklerinden, gerçeklik bu haliyle bu görüntünün kendisidir. Yani bu süreci tek tek bireylerin zihinsel yanılsamalarının bir toplamına indirgemek eksik bir yaklaşım olacaktır. Dolayısıyla, nesnelerin toplumsal bir nitelik kazanmaları süreci ile bu toplumsal ilişkilerle tanımlı öznelliklerin ilişkileri asıl tartışma konusudur. Metanın fetiş karakteri üzerinden yapılan değerlendirmeler göz önüne alındığında Aslan (2000) bu ilişkiye dair tespitlerini şu biçimde bağlamaktadır:

“Öznellik, bu bağlamda sorunsallaştırılmadığında, incelenen toplumsal ilişkiler ve bu ilişkilerden türeyen niteliklerin toplumsal bilimcilerin gözünde ‘şeyleşmesi’ de kaçınılmaz olmaktadır; çünkü gerçeklikleri salt kendinde tanımlı olmayıp, varoluşları, kendileri dışında bir takım süreçleri ve öznellikleri varsayan bu kategoriler, bu şekilde ele alındığında, kendinde şeylere dönüştürülmektedir. Toplumsal kategorilerin kendinde şeylere dönüştükleri sürecin öbür yüzünde, öznenin de, öznelliklerin oluştuğu toplumsal süreçlerden bağımsız olarak ‘kendinde şey’ olarak mevcut olduğu şeklindeki yanlış algılama söz konusudur. Bu algılama biçimi, daha özlü bir ifadeyle, öznenin toplumsal ilişkilere ve bu ilişkilerden doğan kategorilere dair bilgisinin kaynağının bu özneleşmenin kendisi olduğu gerçeğinin göz ardı edilmesi demektir” (Aslan, 2000: 173).

Burada öznellik sorunu ile ilgili olarak aktarılan değerlendirmeler kanımızca, Marksizm’de işçi sınıfı bilinci ve sınıf mücadelesi ilişkisinde özne sorununa dair iki başlıkta çıkarımlar yapmamıza yardımcı olmaktadır. İlk olarak burada sunulan değerlendirme, sınıf bilinci sorunlarını, tek tek bireylerin yanılgılarının bir toplamına ya kişilerin kendi aralarındaki dolaysız toplumsal ilişkiler olarak değil, aksine, kişiler arasındaki maddi ilişkiler ve şeyler arasındaki toplumsal ilişkiler olarak görünür”.

194 da ‘kendinde şeyler’e indirgemeden kavrayabilmekle paralel bir kuramsal zemin sunmaktadır. Böylesi bir zeminde, işçi sınıfının toplumsal ve siyasal bir özne oluşuna dair sorunlar, yanılgıların ortadan kalkabileceği nesnel ve bu anlamıyla kendiliğinden değişimlerle, bireylerin yanılgıları üreten zihinsel süreçlerine pedagojik müdahaleler arasında sıkıştırılmadan değerlendirilebilmektedir. Zira Aslan’ın (2000) da vurguladığı gibi kapitalist üretim ilişkilerinin deneyimi, aynı mekânda bulunması imkânsız maddi ve toplumsal niteliklerin belirli toplumsal ilişkiler vasıtasıyla üretilebilmesinin deneyimidir. Bu anlamıyla bu deneyim bu süreçteki birey öznelerin maddi ve zihinsel belirlenimlerinde ortaya çıkan sonuçlardan yola çıkarak kavranamayacaktır. Böyle kavranması durumunda ise aslında toplumsal ilişkilerin belirleniminde belirli nesnelere ve maddi süreçlere toplumsal nitelikler atfedilmesi ile bu süreçler içerisinde tanımlanmış öznelliklerin gerçeklik deneyimlerinin birbirinden bağımsız varlıklara denk düştüğü bir ikilik oluşacaktır. Bu ikilik ise kapitalist toplumda emekçilerin sömürü ilişkilerini ve toplumsal ilişkileri deneyimleme biçimlerinin birbirinden bağımsız bir varlık zeminine sahip olduğu fikrini güçlendirecektir. Böylesi bir perspektifte, üretim mekânının maddi belirlenimleri (emek sürecinin maddi örgütlenmesi) ile üretim dışı mekânların toplumsal belirlenimleri (toplumsal düzen anlayışı, kültür ve ideolojinin gayri maddi görüntüsü) arasındaki bağlantıları açığa çıkarmak güçleşecektir. Çünkü buradaki ilişkiler birbirine dışsal iki varlık alanına sahipmiş gibi göründüğünden, işçi sınıfının üretim dışı alanlarda girdiği toplumsal ilişkiler, (örneğin kültürel eğilimler ya da ideolojiler gibi) gayri maddi ve dolayısıyla zihinsel süreçlerin alanı gibi görünecektir. Böyle bir alanda ise kolektif bir özne olarak işçi sınıfı yoktur, çünkü kolektif bir maddi zihinsel süreç yoktur. Zihinsel bir süreç ancak birey öznelerde bulunduğundan, bu alanda işçi sınıfı değil, işçiler bulunur. Başka bir deyişle burada işçi, bir toplumsal sınıf ilişkisine değil, çeşitli bireylerde bulunan eğilimlerin tensil edildiği herhangi bir kimliğe atıf yapmaktadır.