• Sonuç bulunamadı

1. BÖLÜM

2.4. Sakin Kentler ve Çalışma Yaşamı Dinamikleri

2.4.4. Yaşamın ve Çalışmanın Hızlanması

Sanayi devrimi ile bir işçinin yapacağı bir günlük işi, birkaç saate indirgeyen devasa makinaların hızına yetişme gereği, zaman algısını oldukça önemli şekilde değiştiren gelişmelerden kabul edilmektedir. Yaşamın ve çalışmanın hızlanması kronolojik olarak sanayi devrimi ile başlamış, küreselleşmeye dayalı teknolojik gelişmelerin artması ile ivme kazanmış,

58

tüketim toplumuna dönüşüm ile insanların günlük normal hızı olarak kabul edilmiştir. Öyle ki, üretici için en hızlı şekilde ürünlerin piyasaya teslimi daha fazla kazancı ifade ettiği anlaşıldığından beri, çalışanlar üzerinde bir zaman baskısı hâkim olmaya başlamıştır. Tüketim toplumu kavramı ise McDonaldslaşma ile birlikte gücüne güç katmıştır. Öyle ki McDonaldslaşma sistemi kendini ayakta tutabilmek için daha fazla üretime ve bu üretimin tüketilmesine ihtiyaç duymaktadır (Baydar, 2013:25). Bu baskıyı toplumun genelinde kabul ettirebilmek adına ise hız, dakiklik adeta kutsanmış; kurmalı alarm saatleri (!) gibi statü mallar ile halk özendirilmeye çalışılmıştır.

Nitekim zamanı olabildiğince fazla iş yaparak değerlendirmek bir toplumsal görev olarak adlandırılmaya başlanmıştır (Honore, 2004: 24-28).

Tüketimin iyi yaşam standardına ulaşmada temel hedef olarak algılanmaya başlanması ile zaruri ihtiyaç olmayan ürün ve hizmetlere olan taleplerde de artışlar yaşanmaktadır. Diğer yandan bu ürün ve hizmetler statü göstergesi olarak kullanılmakta ve hayatların temel ihtiyacı olarak görülmektedir. Dolayısıyla boş zaman kavramının içeriği değiştirilerek, tüketimin gerçekleştirildiği zaman olarak tanımlanmaya başladığından beri tüketimcilik bir yaşam tarzı olarak gelişmiştir. Daha fazla tüketim için daha fazla çalışma gereği, insanların çalışma hayatlarından mutluluk duymaları mecburiyetini doğurmuştur (Aytaç, 2006: 27-31). Galbraith bu üretim ve tüketim arasındaki dengeyi, “ihtiyaçlar aslında üretimin ürünüdür” şeklinde tanımlamıştır (Baudrillard, 2008: 85).

Bu gelişmelere ek olarak, Parkins (2004: 366), zamana atfedilen bu önemin kaygı ve sabırsızlığı arttırmasının yanı sıra çalışma kültüründe de birçok farklılığa neden olduğunu ifade etmektedir. Özellikle bilgisayar, internet, faks, cep telefonu, e-mail gibi teknolojik gelişmeler günlük zamanımızda sürekli erişilebilir olmayı gerektirmiştir. Kişiler artık zamanlarını takvimler ve saatlerle bölümlendirmek, planlamak zorunda kalmış, fakat bu kontrol esasında planlamaya mahkûm bir toplumu meydana getirmiştir (Honore, 2004:189-192). Baudrillard (2008: 51-52) çağdaş toplumlardaki bu tüketim arzusunu tüketiciler açısından mucizevi bir duygu, mutluluk kaynağı sağlayan bir kurtuluş yolu olarak ifade etmektedir.

59

Dolayısı ile insan kurtuluşa erişmek için her geçen gün daha fazla çalışıp, olabildiğince tüketim seviyesini arttırarak statü kazanma, mutlu olma yolları aramıştır. Bu durum kuşkusuz üretim seviyesini arttırmada rol oynayan çalışanlarına daha fazla tüketmeleri için boş zaman imkânı veren sermayedarların işini kolaylaştırmıştır. Böylece çalışmadığı veya tüketmediği zamanlarda kendini gergin hisseden tüketim toplumu insanları için sabah yapılan ilk iş saate bakmak olmuş; sıra beklemek, sohbet etmek, yemek hazırlamak, biraz olsun yavaşlamak tahammül edilemez bir hale bürünmüştür (Honore, 2004: 4-15). Kısacası hayatlar hızlanmış, her yapılan iş özensiz, sabırsızca gerçekleştirilmeye başlanmıştır.

Çalışma hayatının hızına göre hayat standartlarını belirlemek zorunda kalan çalışanlar zaman içerisinde yabancılaşmanın yanı sıra artan stres düzeyleri ve verimsizlik problemleri yaşamaya başlamışlardır. Diğer yandan günlük çalışma saatlerinin uzaması özellikle belirli işlerde dikkat eksikliği sonucu ağır iş kazalarına neden olmakta ve Osmay’ın tabiri ile verimsiz çalışkanlıkla sonuçlanmaktadır (Yurtseven, vd., 2010: 11). Hâlbuki verimliliğin arttırılması hedeflenmekte iken örgütlerin sunmuş olduğu bu olumsuz çalışma şartları tam tersi sonuçlar doğurmuş; dolayısı ile insanın çalışma hayatındaki önemi ve değeri fark edilmeye başlanmıştır. Bununla birlikte örgütlerde çalışana atfedilen anlamın değişmesi ile verimlilik hususunun sadece çalışma hayatına özgü değil; bireyin genel yaşam kalitesi düzeyi ile bağlantılı olduğu gerçeği anlaşılmıştır. Böylelikle çalışanın genel yaşam kalitesinin çalışma hayatı ile etkileşim içinde olduğunun anlaşılması, çağdaş bir yönetim anlayışı olan çalışma yaşamı kalitesini ortaya çıkarmıştır (Güvenli, 2006: 80; Muku, 2014: 46).

Sayar “Yavaşla” kitabında (2007: 13-14) hızlanan çalışma koşullarının insanı kendisine yabancılaştırdığını, bu zalim çalışma koşulları karşısında kaybedilen yaşamın telafisinin ise para olduğunu ifade etmiştir.

Üretim ve tüketim döngüsünün çalışma hayatı ve günlük yaşantılarda meydana getirdiği bu çıkmaz insanlığı her geçen gün daha fazla hızlanmaya zorlamaktadır. Öyle ki sadece çalışma ve günlük hayatlar değil kentlerde de bitmeyen bir hızlanmaya tanık olunmaktadır. Ne yazık ki hızlanma ile tüketim denklemi sadece ürün ve hizmetlere yönelik değil doğal kaynakları

60

da tüketen bir yapıya dönüşmüştür. Cazibesi artan büyük kentlerde, toplu taşımaların çokluğu, apartmanlarda daha fazla insanın yaşaması ile çevrenin daha az tahribatı ve ortak kullanım ile daha az enerji tüketimi beklenirken (Owen, 2009: 124); hızlı şehirleşme günümüzde tam tersi sonuçları doğurarak: asla doymayan, enerji ve doğal kaynaklar açısından obur şehirler üretmiştir (Bilgi, 2013: 246). Bu sistem içerisinde ekonomik güce sahip olan insan iktisadi olarak kalkınmakta; fakat yenilenemeyen kaynakları ve zamanını boşa harcamaktadır (Kartal, 2019: 9- 10). Modern şehir adı altında sağlıksız yaşam koşulları küreselleşmenin getirdiği güvencesiz çalışma koşullarına eklenerek yaşam kalitesinin gün geçtikçe düşmesine neden olmaktadır (Özkan, 2011: 7).

Sosyal ilişkiler de bu tüketimin hızından nasibini almıştır. Toffler (1974: 54-95) artan tüketim ile “kullan-at” alışkanlığının toplumsal boyutlarına değinmiş ve insani ilişkilerin aynı birer üretim malı gibi değersizleşerek, anlamını yitirdiğini vurgulamıştır. Post modern çağda değişimlere ayak uydurmak zorunda kalan esnek hayatlar yaşam boyu ikamet yerine, sürekli değişen mekânları, konumları, ilişkileri, kişiliksiz hayatları ortaya çıkararak toplumların ruhsuzlaşmasına sebebiyet vermektedir.

Nitekim yaşamın hızlanması, çalışmanın değişmesi, sosyal ilişkilerin zarar görmesi, çevrenin tahribatı ve niceleri gibi birçok gelişmeyi sakin kentlerin oluşmasına zemin hazırlayan faktörler olarak saymak mümkündür.

Sanayileşme, devamında küreselleşme ve tüketim toplumu oluşturmada öncü Mcdonaldslaşma süreçleri ile kentlere iş bulma umuduyla göç sayısının artması artık mega kentlerde yaşamı neredeyse imkânsız hale getirmiştir. Tehdit altına giren doğal çevre, kentlerde azalan yaşam kalitesi sorunları beraberinde sürdürülebilirlik tartışmalarını da getirmiştir. Ek olarak Mcdonaldslaşma ile her kentin birbirine benzer yapılara bürünmesi, yöresel değerlerin ortadan kaybolmasına sebebiyet vermiştir. Böylece hızlanmış mega kentlere alternatif çözüm önerisi olan sakin kentler gelecek vadeden yapılar olarak ortaya çıkmıştır (Tural, 2018: 9).

Sakin kentler, içilebilir su kaynaklarına erişim, temiz hava koşulları, kaynakların doğru kullanılması amacıyla sürdürülebilir kentleşme

61

bağlamında önemli adımların atılmaya başlamasının yanı sıra küreselleşmenin neden olduğu toplumsal parçalanmaları bertaraf etmek, toplumsal adalet ve eşitliği sağlamak, çalışma koşullarını düzenlemek gibi birçok amaca kriterleri doğrultusunda hizmet etmeyi amaçlamaktadır (Baydar, 2013: 79). Yavaş yaşamak, anlamlı şeyler yapmak için ayrılan bir zaman; sanılanın aksine olması gerekenden daha ağır değil günlük hayatı daha bilinçli ve verimli yaşamaktır (Pink, : 364). Honore (2004: 4-9) yapılan her işi kaliteli ve içselleştirerek yapmak; anlam bularak çalışmak; üstünkörü ve yüzeyselliği hayatlardan çıkarmak olarak tabir ettiği yavaşlığı kaplumbağa ve tavşan yarışına benzetmektedir. Gerçekten de hızın günlük hayatlara nakşettiği acele ve telaş verimsiz ve anlamsız çalışmaları, üstünkörü hayatları doğurmaktadır. Bu anlamda sakin kentler hem yaşam kalitesini arttıracak hem de çalışmaya dönük düzenlemelerle her iki hayat düzeyinde denge kuracak çözüm önerileri sunmaktadır.

Çalışma yaşamı kalitesi ve genel yaşam kalitesi hakkında ILO, toplumların kalkınması ve sürdürülebilirliğinin sağlanması için gönüllü faaliyetler ve sosyal hayata daha fazla zaman ayrılması gerektiği hususuna değinmektedir. Buna benzer şekilde Fransa çalışma saatlerini haftada 35 saate indirerek çalışanlarının kendilerine ve ailelerine daha fazla zaman ayırmalarını amaçlamaktadır. Böylece çalışanların üzerindeki iş yükleri ve stres azaltılıp, bireylerin mutluluğunu arttırma ve daha verimli çalışmalarını sağlamak amaçlanmıştır. Çalışma hayatına yönelik bu yeni tutum çalışma kültüründe yavaşlık veya yavaş ekonomi olarak adlandırılmaktadır (Yurtseven, vd., 2010: 11).

Benzer şekilde çalışma hayatına yönelik yavaşlığın konu olduğu bir diğer alan ise yavaş yönetim kavramıdır. Yavaş yönetim, insana saygıyı temel alan uzun vadeli planlarla çalışanlarını motive eden; hızlı yönetim biçimlerinde görülen insanı kaynak olarak görmeye karşı çıkan, yeni bir yönetim anlayışıdır. Yavaş yönetim ile çalışanların profesyonellerce desteklenerek onların stresinin, aşırı yıpranmalarının ve iş yüklerinin azaltılması hedeflenmektedir (Erbaşı, Sezgin, 2018: 31).

62

Petrini günümüzde üretkenlikle karıştırılan aşırılığın önüne geçilerek insanlara yavaşça keyif almalarını sağlayan felsefenin sakinlik; bu felsefenin kentlere yansımasını ise sakin kentler olarak adlandırmaktadır (Petrini ve Sepulveda, 2018:14). Görüldüğü gibi yavaşlık işleri daha hızlı yapmaktan ziyade daha insancıl bir hızda çalışmayı savunmaktadır. Yazar James Glick’in belirttiği üzere, günümüzde uzun çalışma saatleri ve meşguliyet bir onur rozeti gibi görülmekte fakat bu çalışma saatlerinin artık verimli olmadığı hatta hızlanmanın maliyetinin daha fazla olduğu fikri yaygınlaşmaktadır (christopherrichards.com, 2020).

Bu anlamda yavaşlık felsefesi çalışma hayatında yeniden düzenlemelerle erdemli bir küreselleşme içinde daha sağlıklı, huzurlu çalışma ortamları sağlamayı amaçlamaktadır (Honore, 2008: 17; Canbolat, 2019: 5-6). Sakin kentler ise yavaşlığı temel felsefesi olarak kabul ettiğinden, çalışma hayatına yönelik bu düzenlemeleri ve değişimleri deneyimleyen kentlerdir.

Öyle ki Küçükali ve Şen (2017: 270) sakin kentlerin çalışanlar açısından memnuniyet ve keyif verici, çalışanları motive eden bir düzende olduğunu ifade etmişlerdir.

Buradan hareketle sakin kentlerde çalışma yaşamı dinamiklerini incelemek için sakin kentlere özgü çalışma biçimleri ve algılanan çalışma kavramına yönelik araştırmaların yapılması gereği ortaya çıkmıştır. Ayrıca literatürde çalışma kavramı sanayi devriminde bu yana “büyük şehirlerde”

yapılabilen bir aktivite olarak değerlendirilmiştir. Ancak yavaşlık akımının büyümesiyle sakin kentlerde yaygınlaşan çalışma, geleneksel çalışmadan farklı bir yerde değerlendirilebilmektedir. Nitekim mevcut çalışma sakin kentlerdeki çalışmaya atfedilen anlamı, çalışma şartlarını çalışma yaşamı kalitesi çerçevesinde incelemeyi amaçlamaktadır.

63

3. BÖLÜM

SAKİN KENTLERDE ÇALIŞMA YAŞAMI KALİTESİ ÜZERİNE NİTEL BİR ARAŞTIRMA