• Sonuç bulunamadı

Şekil 2. 9 1789-1910 Tarihleri Arasında Rum Mehmed Paşa Camisi’nin Üsküdar’ın Yol Omurgası ile İlişkisi (Haskan, 2001) (Konyalı, 1976) (Kuban, 2000)’dan Yapılan Okumalar İle Şemalaştırılmıştır.

2.5.3 Üsküdar’ın Fiziksel Gelişimi

Araştırmanın bu bölümünde, Üsküdar’ın fiziksel yapısında meydana gelen değişimleri ve gelişimleri anlayabilmek için 15.yüzyıldan başlayarak 19.yüzyıla kadar inşa edilen, temel fonksiyonlara sahip mimari yapılar tasnif edilmektedir. Bu tasnif işleminde özellikle kentin morfolojisi hakkında doğrudan fikir verebilecek yapılar seçilmektedir. Başlangıçta, inşa edilen külliyeler yüzyıllara göre tasnif edilmektedir (Şekil 2.10). Zira özellikle külliye yapıları doğrudan yerleşim alanları oluşturmaya yönelik inşa edildikleri için Üsküdar’ın büyüme-genişleme alanlarını tespit etmemize imkân sağlamaktadır. İkinci olarak yüzyıllara göre camiler ve mescitler gelmektedir (Şekil 2.11-12-13-14-15). Bunlarda farklı ölçeklerde de olsa mutlaka bir yerleşim yerine işaret ettiği için tasnif edilmiştir. Sonrasında bu yerleşim yerlerinin bazı temel ihtiyaçlarını karşılayan hamamlar, (Şekil 2.16) çeşmeler vb. su yapıları gelmektedir (Şekil 2.17). Seçilen mimari unsurlar dönemlere ayrılarak haritalara işlenmiş ve böylece değişimi okumayı/ algılamayı kolay hale getirilmiştir.

Şekil 2. 11 15.Yüzyıl Camileri Şekil 2. 12 16.Yüzyıl Camileri

Şekil 2. 13 17.Yüzyıl Camileri Şekil 2. 14 18. Yüzyıl Camileri

Şekil 2. 15 19.Yüzyıl Camileri

(Haritalar Haskan (2001), Çeçener (2007) Konyalı (1976) ve Ayverdi’nin (1958) eserlerinden yararlanılarak oluşturulmuştur).21

21 Üsküdar’da inşa edilen cami, hamam, külliye ve su yapılarının yüzyıllara göre dağılımını,

yoğunlaşma ve genişleme alanlarını gösteren haritalarda Rum Mehmed Paşa Camisi diğer yapılardan farklı gösterilmiştir.

Şekil 2. 16 Üsküdar’da Süreç İçinde İnşa Edilen Hamam Yapılarının Dağılımı (Haritalar Haskan

(2001), Çeçener (2007) Konyalı (1976) ve Ayverdi’nin (1958) eserlerinden yararlanılarak

oluşturulmuştur).

Şekil 2. 17 Üsküdar’da İnşa Edilen Çeşme, Kuyu, Su Haznesi, Su Terazisi Vb. Yapıların Dönemlere Göre Dağılımı Gösterilmektedir (Haritalar Haskan (2001), Çeçener (2007) Konyalı (1976) ve

Ayverdi’nin (1958) eserlerinden yararlanılarak oluşturulmuştur).22

22Dönemi tespit edilemeyen su yapıları gösterilmemiştir.

2.5.3.1 Osmanlı Öncesi

Üsküdar’da, Osmanlı öncesinden kalan fiziksel verilerin sınırlı olduğu yukarıda belirtilmiştir. Somut olarak, eski kentin yani Bizans dönemi kent yapısının mimari mirasının yeniden işlevlendirilerek kullanıldığına rastlanmamıştır. Fetih sonrasında İstanbul’da (tarihi yarımadada) eski yapı stokundan yararlanma yaygın bir uygulama iken, Üsküdar özelinde böyle bir durum söz konusu olmamıştır. Bizans döneminde çeşitli işlevlere sahip mimari yapıların neden herhangi birinin olduğu gibi korunarak kullanma yoluna gidilmediği önemli bir soru olarak kaydedilmelidir. Zira Osmanlı’nın bu konuda tutucu olmadığı bilinmektedir. Kuban’ın ilgili çalışmasında, Osmanlı’nın yeni fethettiği kentlerde, hemen bir namazgâh yaptığını, eski kiliseleri camiye çevirdiklerini ve terk edilmiş mahallelere yerleştiklerini bildirmektedir (Kuban, 1968, s. 31). Kuban’ın vurgusu, Osmanlı’nın devraldığı kentlerde bulunan donatı elamanlarını kullanmak, ihtiyaçları doğrultusunda değerlendirmek konusunda tutucu olmadığı bilgisini destekler niteliktedir.

Bir Osmanlı kenti olarak Üsküdar’ın, kentsel mekânsal biçimlenişini ve kurulumunu anlamak için Osmanlı öncesi dönemlerde ki durumu önemlidir. İstanbul’un fethinden yaklaşık yüz yıl önce Osmanlı egemenliğine girdiği iddia edilen Üsküdar’ın bu dönemine ilişkin Osmanlı kayıtlarında da herhangi bir bilgi yoktur. Maddi anlamda bir belge olmadığı gibi bu dönemden kalmış cami, mescit, çeşme vb. türden bir mimari elaman da bulunmamaktadır. Dolayısıyla Fetihten sonra hiçbir mimari yapının Osmanlı tarafından kullanılmaması, Üsküdar’ın fetihten önce yerleşim yeri olarak öneminin azalmış olabileceğini düşündürtmektedir. Türklerin, yerleşime yönelik bir faaliyetinin olmaması başka bir soru doğurmaktadır. Büyük oranda geçiş- kapı olarak kullanılan bölge, bu dönemde yerleşim için yeterince uygun değil midir? Tarihsel kaynakların üzerinde ortaklaştıkları nokta Üsküdar, Pera ve Konstantinopolis’in doğu’ya açılan kapısıdır, bu fonksiyonu sebebiyle kent Bizans’a yönelik kuşatma, istila ve seferler yoğunlaştığında bir anlamda gelişimi durmakta ve sekteye uğramaktadır.

Bölge, özellikle 12.yüzyıldan sonra, Türklerin ve Haçlıların işgallerine uğradığı zamanlarda, bu güçler tarafından karargâh olarak kullanıldığı bilinmektedir. İşgale ve yağmaya ilk uğrayan kent, bu özelliği nedeniyle Üsküdar’dır. Konyalı, Üsküdar için

“futbol topu” benzetmesi yaparak; kentin Bizanslılarla Müslüman orduları arasında ayaktan ayağa geçtiğinden bahsetmektedir (Konyalı, 1976, s. 15).

Dönemin tarihçilerinin anlatımlarından en büyük tahribatı ve yıkımı Haçlıların verdiğini okumak mümkündür. Runciman’a göre insanlığa karşı IV. Haçlı Seferi kadar büyük bir suç işlenmemiştir (Kuban, 2000, s. 154). Dolayısıyla İstanbul fethedildiği dönemde Üsküdar’ın kentsel mimari yapısının bu durumdan kaynaklanan bir durgunluğun içinde olduğunu söylemek mümkün görünmektedir. Zira zengin yazlık sarayları ve manastırlarıyla bilinen Bizans dönemi Üsküdar’ının bu yağma, talan ve yıkımdan payına düşeni aldığı anlaşılmaktadır. Bu konuyla ilişkili olarak Haskan, Üsküdar’da bulunan Bizans döneminin görkemli saraylarının 1096, 1144, 1202 ve 1204 senelerinde düzenlenen Haclı Seferleri sırasında yağma edildiği bilinmektedir. Özellikle Dördüncü Haclı seferinde (1202-1204), İstanbul gibi Üsküdar’da da yağma ve katliama uğramış Haremyum Sarayı’ndaki değerli eşyalar yağma edilmiş ve saray büyük oranda tahrip edilmiştir (Haskan, 2001, s. 1374).23

Haçlıların yağmaladığı Bizans devrinin meşhur saraylarından 15.yüzyıla hiç bir şeyin ulaşmadığı anlaşılmaktadır.

Şekil 2. 18 14.Yüzyıldan Kalma Constantin Manasses Vakayinamesi’nden: 10. Yüzyılda Bulgar Akınlarında Konstantinopolis Yakınlarında Yakılıp Yıkılan Bir Kilise ve Manastırı, Aktaran, (Kuban,

2000, s. 152)

23Runciman 1204 senesinde Haçlıların İstanbul’u yağmasını anlattığı satırlarında verilen tahribatın

büyüklüğünü görmek mümkün: “Kendileriyle Bizanslılar Arasındaki yapıları (kıyıdaki) ateşe verdiler. Ve alevler kente sıçradı ve korkunç bir yangın başladı; bütün gece ve ertesi gün günbatımı duasına kadar yanmaya devam etti. Bu, Franklar’ın buraya gelmesinden beri üçüncü yangındı. Ve kentte, Fransız Krallığı’ndaki en büyük üç kentteki evden daha çok ev yandı” (Kuban, 2000, s. :189).

Ortaylı (Ortaylı, 1977, s. 84) Bizans’tan Osmanlı’ya, çeşitli sürekliliklere dikkat çekerek, gerek konut bölgesinde, gerekse çarşı ve liman bölgesinde, kentin fethinden sonra yeni çekim merkezleri yaratmak için cami ve imaret kurumları inşa edilerek sosyal, ekonomik bir hareketlilik yaratma yoluna gidildiğini ifade eder. Ancak bütün bu faaliyetlerin aslında klasik Bizans dönemindeki ekonomik, sosyal, demografik kompozisyonun restorasyonuna yönelik olduğunu gözden uzak tutmamak gerektiğini önemle vurgular. Ortaylı bu vurgusuyla Bizans’tan miras alınan coğrafya, topografya, jeopolitik konum gibi fiziksel maddi çevre özelliklerinin yanında ekonomik, sosyal, kültürel miras gibi unsurlara da dikkat çeker ve inşa edilen yeni kentin bütün bu fiziksel, tarihsel miras ışığında biçimlendiğini belirtir.

2.5.3.2 15.Yüzyıl

Eyice, “Fetihten Önceki Üsküdar” adlı makalesinde, Bizans’tan Osmanlı’ya sağlam olarak kalan tek yapının Kızkulesi olduğunu belirtmektedir (Eyice, 2004, s. 20). Dolayısıyla Osmanlı’nın, kendisine miras kalan avantajlı, stratejik bir topografya dışında herhangi bir kentsel mimari elemanı kullanamadığı söylenebilir.

15.yüzyıl, Üsküdar’ın Osmanlı kenti olarak yeniden kurulumu sürecinin başlangıcını oluşturmaktadır. Üsküdar’ın bir Osmanlı kenti olarak inşa edilme süreci esasında, eskinin mimari elamanlarını bire bir kullanmasa da, sıfırdan bir kurulum değildir. Bir biçimde kurulumuna başlanan kent, önceki toplumun fiziksel ve kültürel kalıntılarının üzerinde yükselmiştir. "Zira bir kenti kent yapan şey kapladığı alanın

ölçüleri ile geçmişinde olup bitenler arasındaki ilişkidir” (Calvino, 2003, s. :62).

Cerasi’nin ifadesine yeniden başvurarak söylersek: “Her uygarlık kendi kentlerinin

biçimlerini, karşı karşıya kaldığı dağ sistemi, coğrafyası ve miras kalan tarihi ile yaratır. Coğrafya ve tarih o uygarlığın bir ölçüde ayak uydurduğu veya tepki verdiği alın yazısı olur.” (Cerasi, 2001, s. 81).

Üsküdar’ın Osmanlı öncesinin fiziksel, morfolojik yapısı hakkında fikir verebilecek yegâne veri Floransalı bir keşiş olan Cristoforo Buondelmonti’nin Liber Insularum

Archipelagi adlı el yazması eserinde bulunan haritalardır. Haritalar

Buondelmonti’nin kenti ziyareti sırasında yaptığı gözlemler sonucunda çizilmiştir. Bu yanıyla haritalar birincil kaynak özelliği taşımakta ve Bizans Dönemi İstanbul’u ile Fetihten hemen sonraki Osmanlı İstanbul’unu ilk elden verilerler ışığında

yansıtmaktadır. Haritaların doğrudan Buondelmonti’nin gözlemlerine dayanması oldukça önemlidir zira bu dönemlerde çizilen İstanbul haritalarının büyük bir bölümü kenti hiçbir zaman görmemiş kişiler tarafından çizilmiştir.

Haritalar, 15.yüzyılda Tarihi Yarımada, Pera ve Üsküdar kısımlarını kabaca göstermekte, yüzeysel ve sınırlı veriler içermektedir. Bu verilerden yola çıkarak Üsküdar’ın Osmanlı öncesi kentsel yapılanmasına ilişkin kesin tespitlerde bulunmak mümkün değildir ancak çeşitli analizler yapmaya ya da kentin biçimlenişinin kaba bir tasvirini yapmaya yardımcı olabilecek niteliktedirler.

Buondelmonti’nin haritalarında odak noktası Konstantinopolis ve Pera olduğu için bu kısımlar Üsküdar’a kıyasla daha çok detay ve veri içermektedir. Üsküdar ise haritaya neredeyse iliştirilmiş gibi durmaktadır. Bunun birincil nedeni Üsküdar’ın gelişmiş bir yerleşim yeri olmamasıyla ve bu bölgenin önemini anlamlı ölçüde kaybetmiş olmasıyla ilişkili olmalıdır.

1422 tarihli İstanbul haritasının Üsküdar detayında, kentin coğrafyaya yerleşimi görülebilmektedir (Harita 2.7). Bugünkü Üsküdar’ın kent merkezi olan liman ve

çevresinin, yerleşim yeri olarak seçildiği ve yapılarının Üsküdar’ın içlerine doğru ilerlediği izlenimi uyanmaktadır. Ancak izlenimi oluşturan yapılar haritanın sınır çizgilerini oluşturduğu için yerleşme yoğunluğu açısından yeterli bir fikir vermemektedir. Yapıların büyüklükleri ve yoğunluğu göz önüne alındığında Üsküdar, kentsel gelişim açısından Konstantinopolis ve Pera’nın oldukça gerisinde görünmektedir.