• Sonuç bulunamadı

2. EMMANUEL LEVĠNAS’TA ONTOLOJĠ VE ETĠK ĠLĠġKĠSĠ

2.1. Ontolojik Çerçeve

2.1.1 Varlık-Varolan Ayrımı

64 BÖLÜM II

65

Levinas‟a göre Aristoteles‟e baktığımızda ise fenomenler ousianın birliği ile ilişkilendirilmiştir. Aristoteles‟te ilk felsefe olarak adlandırdığı metafizik ya da varlık olmak bakımından varlık, “var olan her şeyin genel özelliklerinin ontolojik bilimi”

olarak ele alınmıştır (Aristoteles, 1996: 187). İlk ilkelerin ve nedenlerin bilgisini veren metafiziğin konusu ise her şeyde ortak olarak bulunan varlıktır. Bununla birlikte varlık ile birlik arasında bağıntı olduğunu söyleyen Aristoteles‟e göre “Varlık ve Birlik, aynı tanım tarafından açıklanmaları anlamında değil, neden ve eser gibi birbirlerine bağlı, birbirlerini içeren şeyler olmaları anlamında bir ve aynı şeydirler” (Aristoteles, 1996:

193). Varlık ve birlik arasındaki bu sıkı bağlantıyla ilgili olarak Aristoteles‟e göre varlık ve birlik dışında bir şeyden bahsetmek mümkün değildir.

Böylelikle Levinas‟a göre köklerinin Platon ve Aristoteles‟e kadar uzandığı Batı düşüncesi, varlık ile varolan arasında ayrım gözetmemiş ve varlık üzerinden varolanları temellendirmiştir. Levinas söz konusu ayrımdan ilk olarak bahsedenin ise Heidegger olduğunu söylemiştir. Bu nedenle burada Heidegger‟in varlık ve varolanla ilgili görüşlerine yer vermek yerinde olacaktır.

Platon‟dan beri felsefe tarihi boyunca felsefenin en temel sorusu olan varlık sorusunun yanlış bir şekilde ele alınmış olduğunu söyleyen Heidegger‟e göre, şimdiye kadar Batı düşüncesi, varlıktan hep bir varolan olarak söz etmiş dolayısıyla da varlık ve varolan ayrımını unutmuştur. Varlık nedir? sorusunu soran Batı metafiğinin, varlığı varolana indirgeyen bu tutumu karşısında Heidegger, varlığın anlamı nedir? sorusunu sormuştur. İnsanın özünün varlığı anlamak olduğunu söyleyen Heidegger‟e göre, insan ya da Almanca‟da “orada olan” anlamına gelen Dasein bu sorgulamayı üstlenir.

“İnsanın 'tözü', ruhla bedenin sentezi olan tin değil varoluştur” (Heidegger, 2011: 123).

Buna göre varlık tarafından “fırlatılmış olan” insan, özünü bu varlığa göre, varlığın

66

hakikatini korumaya göre sürdürür. Bu nedenle “insan varlığın çobanı” olmaktadır (Heidegger, 2013: 23).

Varlığın anlamının ne olduğunu araştıran Heidegger, bir varolan olarak ele alınamayacak varlık için, varolanlara yönelik kullandığımız 'onlar var' ifadesi gibi “O var(is)” demek yerine “vardır, O verir”” ifadesinin kullanılmasının uygun olacağını söyler. Buna göre Heidegger, Parmenides‟in “Varlık var” düşüncesine karşılık olarak

“vardır”ı öne sürmüştür. Heidegger Batı düşüncesinin varolanı varlık içerisinde düşündüğünü söyleyerek, varlığı varlık olarak düşünmediğini, varolan-varlık ayrımını unuttuğunu söylemiştir. “Metafizik, varlığın unutuluşudur ve bu, varlığı verenin gizlenmesi ve geri çekilmesinin tarihidir” (Heidegger, 2001: 53-54). Bu nedenle de hiçbir zaman varlığın hakikatine dair bir soru sorulmayıp insanın özünün araştırılması yapılamamıştır. Yalnızca varlıktan yola çıkarak insanın özü araştırmasının sonucu olarak Heidegger, “metafizik, insanı animalitas‟ı yönünden düşünür, humanitas‟ına doğru düşünmez” (Heidegger, 2013: 15) diye yazmıştır. Başka bir deyişle Heidegger bu anlayışın insanın varolanlar arasında varolan olarak düşünülmesi anlamına geldiğini söylemiştir. Buna göre insanı, sadece akıl sahibi varlık olarak varlığın hizmetinde düşünmeyen Heidegger için insan, kendi özünü de belirleyen olmaktadır. Fakat Levinas‟a göre Heidegger‟in bu görüşü bize varolan olarak insanın, varolmayı üstlendiğini anlatır. Bununla ilgili olarak “insan, “Var” olarak, yani Varlığın Işıması olarak özünü sürdürür” (Heidegger, 2013: 17) diyen Heidegger‟in bu düşüncesini Levinas, Dasein‟ın varolmayı dert edinen, sorgulayan bir varolan olduğunu ve varoluşu sorgulamanın ise varlığın özüne işaret ettiğini söyleyerek eleştirmiştir. Bununla ilişkili olarak Levinas düşüncelerini şöyle ifade etmiştir:

Varlığın ilk özelliği zaten sorgulanır olmaktır. Kendisinin sonlu, sorgulanan, tartışılan olmasıdır. Sorgulanan olmak, yani var olması gereken bir varolan sayesinde daima var olacak şekilde olmak, kendini ona özgü kılacak, sich zu ereignen bir varolan olacak şekilde olmaktır. Sorgulanan olmak, Eregnis [sahiplenme, kendine özgü kılma] olmaktır (Levinas, 2011a: 29).

67

Böylelikle varlığı sorgulamanın, varlığın kavranırlığı ile aynı olduğunu söyleyen Levinas‟a göre Heidegger‟de varolma, varolan tarafından üstlenilmiştir.

Bundan dolayı da Heidegger‟in yaptığı şey ayrılık olmayıp, yalnızca ayrımdır (Levinas, 2005: 65) diyen Levinas için, Heidegger varlığı, mevcudiyete geliş olarak düşünmekte ve bu mevcudiyetin tutsaklığından da kurtulamamaktadır.

Batı felsefesinin bütün yaptığının felsefeyi, varlığın ekonomisi içerisinde ele aldığını söyleyen Levinas, kendisinin yürümek istediği yolun birlik içinde erimeyen bir çoğulculuk olduğunu ve Parmenides ile bağı koparmak olduğunu söylemiştir (Levinas, 2005: 62). Bu nedenledir ki Tanrı, Ölüm ve Zaman adlı eserinde anlam her zaman varlık olayı mıdır?, Varlık anlamın anlamı mıdır?, İnsanda sorgulanan her şey “varlık nedir?”

(Levinas, 2011a: 59) gibi soruları araştırma konusu eden Levinas, varlığa referans yapmayan bir anlam arayışı içinde olmuştur. Burada özellikle Kant‟ı örnek olarak gösteren Levinas, Salt Aklın Eleştirisi‟nde Kant‟ın varlığa başvurmayan bir anlam alanına kapı açtığını söylemiştir. Bu ifadenin anlaşılır olabilmesi için, şimdi Kant‟ın adı geçen eserindeki varlığa ilişkin düşüncelerine değinmek gerekmektedir.

Neyi bilebiliriz? sorusu Kant‟ın Saf Aklın Eleştirisi adlı çalışmasının temel meselesidir. İnsan aklının sınırını bilmek isteyen Kant, duyularüstü bir alana ilişkin olarak da aklımızın bize bilgi verip veremeyeceğini, “bilimlerin kraliçesi” olan metafiğin bir bilim olarak olanaklı olup olmadığını araştırır. Kant kendisinden önceki düşünce sistemlerinin bu konulara ilişkin tutumunun dogmatik olduğunu, aklın bu alana ilişkin sınırını ölçmeden işe giriştiklerini söyleyerek onları eleştirmiştir. Doğal bir yatkınlık olarak aklımıza evrenin başlangıcı ve sonu, Tanrı ve ölümsüzlükle ilgili birtakım sorular gelmektedir. Görünüşlerin bilgisine sahip insan aklı acaba duyularüstü alana ilişkin olarak da bilgi sahibi olabilir mi? İnsan aklının sınırlarını belirlemeye çalışan Kant burada deneye dayanmayan, zorunlu olan ve bilgimizi genişleten yargıların

68

mümkünlüğünü sorgulamıştır. Söz konusu sorgulamayı da matematik, doğabilimi ve metafizik olmak üzere üç bilim üzerinde göstermiştir. Matematik ve doğabilimi için sentetik a priori yargılardan bahsetmek olanaklı olurken, metafizik için Kant bir kesinlikten bahsedemez. Burada Kant şu soruyu sorar: “Bir bilim olarak metafizik nasıl mümkündür?” (Kant, 2005: 109). Kant için metafik bir bilim değilse bile, doğal bir yatkınlık olarak gerçekten var olmaktadır. Çünkü insan kendisindeki bir gereksinimin itmesi ile böyle sorulara meğil gösterir.

Kant‟ın Salt Aklın Eleştirisi’ne dair düşünceleri ile ilgili olarak Levinas, her ne kadar neyi bilebilirim? sorusunun sonluluğa, varlığa işaret ediyor olmuş olsa da, bizim birşeyi bilebilmemiz için gerekli olan kategorilerin verilerinin oluşumunun varlık yüklemini almayan aşkın ideale bağlı olduğunu söylemiştir (Levinas, 2011a: 60).

Böylelikle Kant‟ta varlığın ötesine gitmenin mümkün olduğunu söyleyen Levinas, bu durumu [...] öznelliğin ve fenomenin sonlu varlığının bağrında rasyonel, a priori bir umut olarak ifade etmiştir (Levinas, 2011a: 64).

Dolayısıyla Levinas, Batı felsefesinin başlangıç olarak varlığı düşünüp onun üzerinden varolan her şeyi temellendirme fikrine karşı çıkmıştır. Çünkü varlık kelimesi bir boşluğa karşılık gelip, bu boşlukta bizzat felsefenin boşluğu olmaktadır (Levinas, 2011a: 74). Başlangıç olarak varlığı düşünmenin rasyonel düşüncenin ürünü olduğunu ve bütün düşünce tarihinin bilme ile varlığı özdeş olarak tuttuğunu söyleyen Levinas‟a göre bilgi, varlığın tezahürüdür (Levinas, 2011a: 156). Böylelikle Levinas idealist felsefeye, bütünüyle, “varlığı varlıktan olmayan bir şey üzerine kurmanın bir tarzı olmuştur” diyerek eleştiri getirmiştir (Levinas, 2005: 66). Bu durumda kapsayıcı bir bakış açısından farklı, aşkınlığı verecek başka arayışlara yönelen Levinas için bunu mümkün kılacak olan etiktir. Bu nedenledir ki ona göre ilk felsefe olarak ontoloji değil etik düşünülmelidir. Öyle ki etik ile başka türlü varolan yerine olmaktan başka türlü

69

olan‟dan bahsedilecektir. Çünkü “etik, bir doğa ontolojisinden kaynaklanmaz; onun zıddıdır, Varlığın ötesinde bir anlamı, Varlık-olmayan‟ın (me-on) ilksel bir kipini olumlayan bir “meontoloji”dir, ontoloji olmayan‟dır (Levinas, 2010a: 274). Levinas‟ta ilk felsefe olarak düşünülen etiğin nasıl serimlendiğine tezin ilerleyen bölümlerinde detaylı bir şekilde yer verileceğinden burada yalnızca yapılan bu kısa girişle bırakılacaktır. Filozof için etik ilk felsefedir; çünkü etik “Batı felsefesinin kendisini Varlığın ötesindeki aşkınlık ve başkalık boyutuna açmasına imkân verecek altın bir fırsattır” (Levinas, 2010a: 277).