• Sonuç bulunamadı

2. EMMANUEL LEVĠNAS’TA ONTOLOJĠ VE ETĠK ĠLĠġKĠSĠ

2.2. Etik Çerçeve

2.2.4. BaĢkalığın Dili Olarak Söylem

97

bütünlüğünü korumak yerine ben‟in özdeşliğini parçalar. Bu nedenle Levinas‟ın Tanrı, Ölüm ve Zaman‟da “Sokratesçi dünyada bir skandal!” olarak değerlendirdiği (Levinas, 2011a: 209) sonsuz fikrine ilişkin olarak Descartes şöyle yazar:

Sonsuzluğu doğru bir ideyle değil – durağanlığı ve karanlığı hareketin ve ışığın yadsınmasıyla anladığım gibi – sadece sonluluğun yadsınmasıyla tasarladığımı da düşünmemeliyim, çünkü tam tersine sonsuz tözde sonlu tözdekinden daha fazla gerçeklik bulunduğunu, bu yüzden de bende birşekilde sonluluktan önce sonsuzluk, başka deyişle kendimden önce Tanrı, idesinin var olduğunu açıkça görüyorum; zira eğer bende – onunla kıyaslayarak kendi doğamın eksiklik ve kusurlarını bileceğim – kendiminkinden daha yetkin bir varlık idesi mevcut olmasaydı, kuşku ve arzu duyduğumun, yani bende bir şeylerin eksik olduğunun ve yetkin olmadığımın, bilincine varmam nasıl olanaklı olabilirdi? (Descartes, 2007: 41).

Böylelikle Levinas‟a göre sonsuz fikrinde, düşünülenin düşüncenin sınırlarını aşmakta olduğu, azda çoğun ya da sonluda sonsuzun bulunduğu görülmektedir.

Dolayısıyla yönelimselliği altüst eden, sonra gelenin öncekini öncelediğini ya da başka olanın ben‟i temellendirdiği bu anlayışın Levinas, iyiye doğru bir gidiş olduğunu söylemiştir (Levinas, 2012g: 206).

98

onun özüdür. Varlığın anlamı dil ile açığa çıkar; çünkü dil “Varlığın Varolma tarafından dillenen hakikatinin açığa çıktığı yerdir” (Çil, 2012: 71). Düşünmeyi de yine varlığın açılımı olarak ele alan Heidegger‟de böylelikle hem düşünme hem de dil, varlığın anlamını, hakikatini açığa çıkarması açısından önemlidir.Dilin özünün söz olduğunu ve sözün ise dile sahip olan Dasein‟in varoluşunu gerçekleştirdiğini, kendini açığa çıkardığını söyleyen Heidegger‟in bununla ilgili olarak düşünceleri şöyledir:

Dasein kendini sözle dile getirir. Zira Dasein öncelikle kendini “içerideki” olarak dışarıya kapattığı için değil, dünya-içinde-varolma olarak zaten anlayarak “dışarıda” olduğu için kendini sözle dile getirir. Dile getirme zaten dışarıda-olmaklıktır, bir başka deyişle bulunuşun (haletiruhiyenin) şu veya bu suretidir (Heidegger, 2011: 171).

Dolayısıyla sözün varlığın anlamını açığa çıkaran olması, Heidegger‟in varlık ve dil arasında kurmuş olduğu bağlantıyla tekrar karşımıza çıkarır. Varolanı anlamayı daima bu varolanın ötesinde bulunan evrenselin bilgisine bağlayan geleneksel aklın kuruculuğunun karşısına Levinas, dilin kuruculuğunu çıkarır. Düşüncenin egemenliğinde kurulan dilin yerine düşüncenin dile bağımlılığını temele alan Levinas‟a göre “söz özgün bir ilişki tarzıdır” (Levinas, 2010e: 81). Buna göre Heidegger‟in aksine söylem ya da konuşmanın görüyü kesintiye uğrattığını ve “dilin düşünceyi koşullandırdığını” söyleyen filozofa göre bu dil ise “fiziksel maddilikteki dil değildir, fakat Başka‟ya ilişkin aynı‟nın tutumu olarak dildir, Başka'nın temsiline indirgenemez, düşüncenin amacına indirgenemez, ...'nın bilincine indirgenemez olarak dildir”

(Levinas, 1991: 204).

Dolayısıyla bilincin içeriğini aşan dilde, Başka kendini sunmaktadır. Başka’nın yüzünün ben‟i yargılamasının sonucunda, ben kendini sorgulamaktadır ve haksızlık yaptığını anlamaktadır. Yalnız burada kendini sorgulayan ben‟in durumunu bir özeleştiri olarak düşünmek yanlış olacaktır. Çünkü burada bilince sığınan bir ben‟in yerinden edilmesi söz konusudur. Asimetrik bir ilişkinin kurulduğu burada Başka’nın yüzü ben‟i sorgular, ona emreder hem de ona öğretir. Bu anlamda Levinas‟ın yüz‟ünü

99

yalnızca bakış olarak düşünmek yanlış olup, yüz sözdür/dildir. “Konuşma bir öğretimdir, başkası Öğretendir, Muallimdir. Başkası ile ilişki olarak konuşma, benin kendini öğretime açmasıdır” (Gözel, 2011: 194). Mutlak Başka ise kendini yüz‟de ortaya çıkarmaktadır. Bir tema olarak ele alınamayacak olan bu Başka yüz ile ben‟e buyurur. Levinas‟a göre yüz‟ün bu buyruğu varlıktan da önce, köken öncesi bir söyleme işaret eder. Bu varlığın hizmetinde olan dilin yahut da söylenen (dites) aksine, varlıktan başkayı, varlığın ötesini gösteren söyleme (le dire)‟dir. Levinas‟a göre gevezelikten ziyade tek bir sözün bile söylenmediği bu söylemede, Başka için olma işaret edilmektedir. Bu nedenle yüz‟ün bu emri, etik alanın varlığı öncelediğini göstermektedir. Totality and Infinity’de söylemin düşünceyi koşullandırdığını söyleyen Levinas‟a göre, burada “öldürmeyeceksin” buyruğunun kavrayıştan ziyade yüzün dışsallığını ifade eden bir anlama karşılık geldiğini bu nedenle de söylemin/konuşmanın özünün etik olduğunu belirtmiştir (Levinas, 1991: 216).

Böylelikle söyleme, temalaştırmaya/içkinliğe karşılık gelen söylenenin aksine, ben‟in Başka‟ya maruz kalması, sorumluluğu üstlenmesi olarak Başka’ya ya da etik alana işaret etmektedir. Söylemede yönelimi ters yüz olan, konumundan edilen herhangi bir kavrayıştan daha fazla edilgen olduğunu söylediği ben‟in bu edilgenliğini Otherwise than Being or Beyond Essence adlı eserinde Levinas, şöyle ifade etmiştir:

Kesin olarak söylemede kurulan komşu ile ilişkiyi sürdürmek, komşu için bir sorumluluktur ki başkasına yanıt vermek olan söyleme, insan hafızasında asla büzülmüş olmayan bu sorumluluk için artık herhangi bir sınır ya da ölçüt bulunmamaktadır ve özgürlüğün ve kaderin, benim tarafımdan asla doğrulanmayan, başkasının merhametinde bulunmaktadır. O, -edilgenlik, üstlenilmez- başka ile ilişkide ve paradoksal olarak saf söylemenin kendisinde, aşırı edilgenliğin görüşünü yakalamaktır. Söyleme eylemi, burada başka'nın özgür girişimleri için sorumluluk olan, başkasına maruz kalmanın aşırı edilgenliği olarak başlangıçtan tanıtılmaya katılacaktır. Bundan dolayı, orası yönelimselliğin altüst olmasıdır[...](Levinas, 2011c: 74).

Levinas‟a göre yüzün buyruğu karşısında burdayım sözü, “beni, başka‟ya buyuran sonsuzun görkemine itaat” anlamına gelmektedir (Levinas, 2011c: 146). Başka türlü ifadeyle, Levinas‟ın dilin kökeni olarak kabul ettiği burdayım ile sorumluluk ilân

100

edilmektedir. Bundan dolayıdır ki Levinas‟a göre, dilde gerçekleşen öğretim, ben‟in içkinliğinden çıkarılamaz. Çünkü burada dışsallığın, içsellikte soğurulmasının gerçekleştiği görmenin aksine söylemde bu temalaştırmadan söz edilmemektedir.

“Söylemin dışsallığı içselliğe dönüştürülemez. Muhatap içsellikte hiçbir yere sahip olamaz: o daima dışardadır” (Levinas, 1991: 295). Başka ile karşılaşmanın en iyi yolu olarak onun gözünün renginin dahi bilinmemesi gerektiğini söyleyen Levinas‟a göre,

“sözsüz fakat elleri boş olmayan bir söyleme” olarak söylemede bir temalaştırmadan söz edilmeyip, söylem görüyü reddetmektedir:

Söylem görüyü reddeder çünkü konuşmacı yalnızca kendi imgelerini sunmakla kalmayıp kişisel olarak konuşmasında yer alır ve bıraktığı her imgenin tamamen dışındadır.

Dilde dışsallık, uygular, konuşlandırır, meydana getirir. Göstergesine katılan konuşmacı, tam da söylemle olan ilişkinin dışında elde edilen bir sonuç olarak dinleyenin sürdürmek isteyeceği anlam için yetersizdir. Söylemde bu mevcudiyet onu dinleyenlerin Sinngebung' una indirilemezmiş gibi. Dil, anlamlandırma tarafından Sinngebung' un sürekli üstünlüğüdür.

Ben'in ölçülerini aşan bu mevcudiyetin biçimi, benim görüme yeniden çekilmez. Dışsallığın taşkınlığı, dışsallığı sınırlayan görmenin yetersizliği tamamen yüksekliğin boyutunu ve dışsallığın tanrısallığını oluşturur. Tanrısallık onun mesafesini korur. Söylem, Phaedrus' ta Platon tarafından kurulan ayrıma göre denk olanla değil Tanrı ile söylemdir (Levinas, 1991:

296-297).

Bundan dolayı söylemin “basit bir şekilde görünün (düşüncenin) değişimi değil, dışsal olanla özgün bir ilişki” olduğunu söyleyen Levinas‟a göre, dili kuran Aynı ya da ben değil, Başka olmaktadır (Levinas, 1991: 66). Bununla ilgili olarak Şiddet ve Metafizik’te Derrida, bir nesne gibi başkasının hakkında konuşulamayacağını, yalnızca onunla konuşulacağını ve ona hitap edileceğini, fakat bu durumun ise bir kategori ya da sözün vesilesi olmayıp, doğrudan sözün kendisi olduğunu yazmıştır (Derrida, 2006: 90).

Bir muhatab olarak bu Başka ise Levinas‟a göre senden ziyade siz‟dir. Böylelikle konuşma bir monolog olmayacağı gibi diyalog da olmayacaktır. Çünkü burada yanıt veren bir dilden ziyade “efendim” diyen ben‟in konumundan edilmesi görülmektedir.

Yoksulun, yetimin, dulun buyruğu ya da çağrısı karşısında söylenecek bir söz artık yoktur. Çünkü Sözer‟in ifadesi ile buyurmada, “buyurma”nın mutlaklığı olup, buyurmak bir konuda son, kesin söz sahibi olmak demektir ki, bundan dolayı buyruğun yerine getirilmesi gerekmektedir (Sözer, 2013: 125).

101

Böylelikle sonsuzun kendini yüz‟de ifade etmesine paralel olarak, söylem de sonsuzun tezahürü olmaktadır. Yüz‟ün bu dünyadan değil varlığın ötesinden geldiğini söyleyen Levinas‟a göre yüz‟ün buyruğu, hiçbir içkinliğe olanak tanımayan, en eski söylemdir. Çünkü herhangi bir buyruğun işitilmesinden önce itaat etme söz konusudur.

Levinas Dört Talmud Okuması adlı eserinde sorumluluk ile söylem yahut da dil ile etik arasındaki bu bağı, etiğin varlığın alanından önce olduğunu ve onun dilin kökeni olduğunu göstermektedir:

Sözün asli işlevi başkasıyla iletişim kurabilmek için sonucu olmayan bir oyunda belirli bir nesne tayin etmek değildir. Sözün asli işlevi üçüncü bir şahıs nezdinde başka biri için sorumluluk üstlenmektir. Konuşmak insanların çıkarlarını taahhüt etmektir [engager]. Dilin özünü sorumluluk oluşturacaktır. (Levinas, 2011b: 36).

Dolayısıyla dilin özünü kuranın sorumluluk olduğunu söyleyen Levinas için söz, Başka ile iletişim kurmayı sağlayan bir araç olmaktan ziyade başkaları için sorumluluğu üstlenmek demektir. Bununla ilgili olarak Levinas, Talmud Okumaları adlı yazısında Talmud‟tan aldığı bir alıntıya yer verir:

Rabi Yitz‟hak dedi: Her kim komşusuna sözle dahi sıkıntı verirse, (affolunmak için) onun rızasını almalıdır” çünkü Süleyman‟ın Meselleri, 6:13‟te denilmiştir ki: “Oğlum, komşuna kefil olduysan ya da bir yabancıya söz verdiysen vaadinin ağına düşmüşsündür, sözünün mahkûmu olmuşsundur. Mademki başkasının eline düştün özgürlüğüne yeniden kavuşmak için şunu yap oğlum. Git, ille de ısrar et, komşunu (ya da komşularını) zorla”

(Levinas, 2010n: 691).