• Sonuç bulunamadı

IV. ÇALIŞMANIN TEORĐK TEMELĐ

2. Çalışmanın Ele Aldığı Kavramlar

2.2. Bir Çağdaşlaştırma Aracı Olarak Eğitim

2.2.2. Cumhuriyet Döneminde Eğitim

2.2.2.4. Uygulamaya Dönük Bir Eğitim

Atatürk, henüz 1 Mart 1923’te, meclisin dördüncü toplanma yılını açış konuşmasında, teori düzeyinde kalmayan, pratik ve uygulamaya dönük bir eğitimin önemini vurgular:

Efendiler, terbiye ve tedriste tatbik edilecek usul, malûmatı insan için fazla bir süs, bir vasıta-i tahakküm, yahut medeni bir zevkten ziyade maddi hayatta muvaffak olmayı temin eden amelî ve kabil-i istimal bir cihaz hâline getirmektir. Maarif Vekâletiniz bu esasa ehemmiyet vermektedir (TĐTE, 1945: 288).

Atatürk’ün yukarıda bahsettiği uygulamaya dönük ve hayatın ihtiyaçlarına cevap veren eğitim anlayışını, Köy Enstitülerinin temel yaklaşımları arasında yer aldığı görülür. Cumhuriyetin kuruluş döneminde eğitimi yönlendiren kadronun içinde Mehmet Emin Erişirgil ve Avni Başma gibi “eğitimde pragmatik görüşü savunan” kişiler vardır ve bunlar daha sonraları önemli görevlere getirileceklerdir (Binbaşıoğlu, 1982: 143). Atatürk, yukarıdaki konuşmasından önce, 27 Ekim 1922’de Bursa’da kendisini ziyaret için Đstanbul’dan gelen öğretmenlere Şark Tiyatrosu’nda yaptığı konuşmada eğitimin iki noktaya dayanması gerektiğini söyler ve bunları toplumun ihtiyaçlarına cevap vermek ve çağın gereklerine uymak olarak belirler:

Görülüyor ki en mühim ve feyizli vazifelerimiz maarif işleridir. Maarif işlerinde behemehâl muzaffer olmak lâzımdır. Bir milletin halâs-ı hakikisi ancak bu suretle olur. Bu zaferin temini için esaslı bir program üzerinde çalışması lâzımdır. Bence bu programın esaslı noktaları ikidir:

1. Hayat-ı içtimaiyemizin ihtiyaca tetabuk etmesi. 2. Đcabat-ı asriyeye tevafuk etmesidir. (TĐTE, 1959: 44).

Atatürk, konuşmasının devamında, bu eğitimin “ilim ve fenne” dayalı bir eğitim olması gerektiğini vurgular; kendisinin kazandığı zaferi de ilim ve fennin

gereklerini yerine getirmeye bağlar. Đlim ve fenni almak için hiçbir şart ya da sınır konmamalıdır; çağa uymayan, mantıklı temeli olmayan gelenekleri sürdürmeye çalışan milletlerin ilerlemesi güçtür.

Yukarıda Atatürk’ün uygulamaya dönük eğitime verdiği önem ve bunun Köy Enstitülerinin temel felsefesi olduğu belirtilmişti. 17 Temmuz 1939’da, I. Maarif Şûrası’nın açış konuşmasını yapan Hasan Âli Yücel, âdeta bir yıl sonra açılacak Köy Enstitülerinin temel mantığını anlatır:

Đlk öğretimin köylere girmesi yolunda ilk yapılacak iş, realiteyi olduğu gibi görmek, onun apaçık gösterdiği vaziyetten ümitsizliğe düşmeksizin icap eden tedbirleri almak ve tatbik etmektir. Köy hayatının kendine mahsus şartlarını göz önünde bulundurmadan köyde eğitim işini şehir hayatına kıyas ederek tanzim etmenin sakatlığını, tecrübe bize fiilî surette göstermiştir (MEB, 1991: 7).

Burada köy gerçeğini dikkate alan, realist bir yaklaşım vardır. Köy öğretmeni, köy hayatını bilen, köyde yetişen kişiler arasından seçilecektir. Bu durum köyden başlatılacak kalkınmaya katkı sağlayacaktır:

Köy öğretmenini; köyde doğmuş, büyümüş, köy hayat şartlarını yakından duymuş gençler arasından seçip köy hayat şartlarının canlı olarak yaşadığı öğretmen okullarında yetiştirmeği prensip olarak ele almış bulunuyoruz. Bu prensibe göre iki seneden beri muhterem selefim Saffet Arıkan’ın himmetiyle kurmuş olduğumuz köy öğretmen okulları, köy öğretmenliği davasını en iyi surette halletme yolunda epeyce mesafe katetmiş bulunmaktadır. Bu öğretmen okullarından yetişecek öğretmenlerimiz, köy bünyesinin asırlardan beri bize ibram ettiği hâlde ancak Cumhuriyet devrinde zaruretini duyurduğu kalkınma hareketinin yorulmaz ve idealist yapıcıları olacaklardır (MEB, 1991: 7).

Bakanın konuşmasından sekiz yıl önce, 1930’da basılan ve 1938’de ikinci baskısı aynen yapılan “Köy Mektepleri Müfredat Programı”nda da köy müfredatının köy gerçeklerine uygun şekilde düzenlenmesi hususu, başlangıç kısmında yer alır:

Bu müfredat programı köy mektepleri için tertip edilmiştir. köy mektepleri tedrisatının umumî ilk mekteplerden büsbütün ayrı bir mahiyet alması ne caizdir, ne de doğrudur. Ancak köy çocuklarını şehir ve kasaba çocukları gibi, ayni program dâhilinde okutmak da ilk tahsilin en mühim maksatlarından biri olan gençleri muhitlerine faal bir surette intibak ettirmek esasına muhalif düşer. Đşte bunun içindir ki umumî mekteplerin müfredat

programlarının esaslarına sadık kalmak üzere köy mektepleri için köy çocuklarının ihtiyaç ve alâkalarile münasebettar yeni bir müfredat programı izhar edilmiştir (Kültür Bakanlığı, 1938: 1).

17 Nisan 1940 yılında Köy Enstitüleri kurulur. Cumhuriyet kadrolarının bütün idealizmine ve çabalarına rağmen köye istenen eğitim ve hizmet götürülememiştir. Dönemin ekonomik şartları, ulaşım zorluğu gibi durumlar düşünüldüğünde Köy Enstitüleri, bu yönde atılmış büyük bir adımdır. Köy Enstitülerinde uygulamaya dönük derslere büyük önem verilir. Buradan yetişen öğretmenler, köylüye teorik bilgi ve kültür vermekle yetinmezler; ziraat başta olmak üzere köy hayatıyla ilgili konularda rehberlik ederler. Bu idealist öğretmenlerin köy hayatıyla ilgili bilgileri yanında onlara sanat yoluyla estetik zevk kazandırılır; her biri bir enstrüman çalmayı öğrenirler. Bilindiği gibi Âşık Veysel, enstitüleri gezerek öğrencilerin saz çalmayı öğrenmesine yardım eder.

Açıkgöz, Köy Enstitülerinin kuruluşunda Batılı ve yerli pedagogların görüşlerinin bir sentezi olduğunu belirtir. Köy Enstitülerinin asıl başarısının uygulamada olduğu vurgular:

Köy Enstitülerinin düşünsel temelinde Pestalozzi gibi eğitimde insan doğasını öne çıkaran; Dewey gibi yaparak, yaşayarak öğrenmeyi, pragmatizmi savunan; Kersensteiner gibi iş içinde, iş yoluyla öğrenmeyi savunan Batılılar yanında Đsmail Mahir Efendi, Ethem Nejat gibi köye öğretmen yetiştirmek için özgün öneriler geliştiren yerli eğitimci düşünürlerin etkisi olduğu söylenebilir. Köy Enstitüleri ile kuramsal olarak savunulan bazı görüşler örneğine az rastlanır biçimde hayata geçirilmişlerdir. Köy Enstitülerinin asıl başarısı burada aranmalıdır: Temelinde etkisi olduğu kabul edilebilecek pek çok düşünce öğrencinin okuyacağı okulu kendisinin yapması, yiyeceği ekmeği kendisinin üretmesi gibi çok uç noktalarda hayata geçirilmiştir. Tüm bunlar yapılırken de kaba bir gerçekçilik çizgisine düşülmemiş, insanlığın evrensel olarak ürettiği düşün ve sanat ürünlerinin öğrenimine özel bir önem verilmiştir (1998: 415).

Ne var ki, Köy Enstitüleri, 1946 yılından sonra müfredat değişikliğiyle işlevlerinden uzaklaştırılmaya başlandı. 1954 yılında enstitüler, öğretmen okullarına dönüştürülerek kapatılmış oldular.

Köy Enstitüleri’nde öğrencilerin rasyonel, anatilik düşünmeyi öğrenmelerinden dolayı; kötü durumdaki köylüleri etkileyerek bir sınıf mücadelesine

sürükleyebilecekleri düşünülmüş; bu enstitüler üzerinde baskılar uygulanmaya başlanmıştır. Bir tedbir olarak kızlar ayrı enstitülere alınmış; pratiğe dayalı dersler azaltılarak yerine kültür dersleri konmuş, “yapma ilkesinden öğrenme ilkesine” doğru geçiş yapılmıştı (Karpat, 1967: 322-323). Köy Enstitüleri’nin kapatılması ya da öğretmen okullarına dönüştürülmesi, Türkiye’de “köye dayanan kalkınma” modelinin sonu olarak görülür (Perin, 1987: 141). Köy Enstitülerinden yetişen, köy edebiyatının önemli temsilcilerinden biri olan Mahmut Makal, eğitimin gittikçe en baştaki pragmatik, uygulamaya dönük kimliğini kaybettiğini, hayattan kopuk, ezbere dayalı bir yaklaşımın benimsendiğini belirtir:

Bizim bildiğimiz, çağdaş eğitim ilkelerinin en başında geçen iş eğitimi ve hayat içinde yetiştirme ilkesine, Türkiye’de, yıllardan sonra sırt çevrilmekte olduğudur. Falanca ilkokula dayalı olarak açılan öğretmen okulundan, orada kitap sayfası ezberleyerek plâk gibi dolanlardan bu yurdun çocukları ne kazanabilecektir? Yüz şu kadar yıldır bunu denemedik mi? bu biçim öğretmen okullarının çoğalmasının neyi halledeceğini sanıyoruz (1960: 40).

Benzer Belgeler