• Sonuç bulunamadı

Millî, Bilimsel, Lâik Bir Eğitim Anlayışı

IV. ÇALIŞMANIN TEORĐK TEMELĐ

2. Çalışmanın Ele Aldığı Kavramlar

2.2. Bir Çağdaşlaştırma Aracı Olarak Eğitim

2.2.2. Cumhuriyet Döneminde Eğitim

2.2.2.1. Millî, Bilimsel, Lâik Bir Eğitim Anlayışı

Atatürk’ün, Millî Mücadele süreci bir zaferle sonuçlanıp bitmeden, eğitim üzerine düşündüğü, çağdaş bir eğitimle ilgili düşüncelerini ifade ettiği bilinmektedir (Ozankaya, 1981: 721). Millî Mücadele devam ederken Maarif Kongresi’nin düzenlenmesi talimatını verir. Ankara’da 1921 Temmuz ayında gerçekleştirilen kongreye Atatürk büyük bir önem verir ve açılış konuşmasını yapar. Atatürk bu konuşmasında eğitimin millî olması gerektiğini vurgular ki, bu husus ileride kurulacak Türkiye Cumhuriyeti’nin eğitimdeki temel politikasını oluşturacaktır (Yalçın vd., 2006a: 302).

19 Aralık 1923 ve 8 Eylül 1924 tarihinde yayınlanan genelgelerde, Cumhuriyet’in ideallerine bağlı bir nesil yetiştirilmesi istenir:

“Mektepler Cumhuriyet esaslarına sadık kalmayı telkine mecburdur. Çocuklarımız kalplerinde ve ruhlarında Cumhuriyet için fedakâr olmak mefkuresi taşımalıdır.” (Sorguç, 1995: 11)

Cumhuriyet’in ilanından önce, 1 Mart 1922’de Atatürk, meclise hitaben yaptığı konuşmada, eğitimin bağımsızlık duygusu aşılaması gerektiğini söyler. Mevcut uluslar arası durumu göz önünde bulundurarak böyle bir eğitimle yetişmeyecek kişilerden oluşan bir toplumun hayat hakkının kalmayacağını belirtir:

Efendiler! Yetişecek çocuklarımıza ve gençlerimize, görecekleri tahsilin hududu ne olursa olsun en evvel ve her şeyden evvel Türkiye’nin istiklâline, kendi benliğine ananat-ı milliyesine düşman olan bütün anasırla mücadele etmek lüzumu öğretilmelidir. Beynelmilel vaziyet-i cihana göre, böyle bir cidalin istilzam eylediği anasır-ı ruhiye ile mücehhez olmıyan fertlere ve bu mahiyette fertlerden mürekkep cemiyetlere hayat ve istiklâl yoktur (TĐTE, 1945: 224).

Atatürk, bu konuşmasında millî değerleri aşılayacak bir eğitimin, uluslar arası şartlar da göz önünde bulundurulduğunda, hayati bir önem taşıdığını işaret etmiştir.

Atatürk, 22 Eylül 1924’te, Samsun’da Đstiklâl Ticaret Mektebi’nde öğretmenlerin verdiği çay ziyafetinde, eğitimin millî olmasının gereğinden bahseder:

Efendileri; terbiye kelimesi yalnız olarak kullanıldığı zaman herkes kendince maksud bir medlûle intikal eder. Tafsilata girişilirse terbiyenin hedefleri, maksatları tenevvü eder. Meselâ dinî terbiye, millî terbiye, beynelmilel terbiye… Bütün bu terbiyelerin hedef ve gayeleri başka başkadır. Ben burada yalnız yeni Türk Cumhuriyetinin yeni nesle vereceği terbiyenin millî terbiye olduğunu kat’iyetle ifade ettikten sonra diğerleri üzerinde tevakkuf etmeyeceğim (TĐTE, 1959: 198).

Eğitimin millî olması, kullanılan dilin, yöntemin ve araçların da millî olması anlamına gelecektir:

(…) millî terbiye esas olduktan sonra onun lisanını, usulünü, vasıtalarını da millî yapmak zarureti gayri kabili münakaşadır. Millî terbiye ile inkişaf ve ilâ edilmek istenilen dimağları bir taraftan da paslandırıcı, uyuşturucu, hayalî zevaitle doldurmaktan dikkatle içtinap etmek lâzımdır (TĐTE, 1959: 198).

Atatürk’ün bu düşüncesi, dilde millileşmeyi işaret eder ve dildeki yenileşmenin, değişimin temel çıkış noktası sayılır. Agâh Sırrı Levend’e göre Cumhuriyet dönemi eğitiminin Osmanlı döneminden ayrılan tarafı, yetiştirdiği gençliğe millî eğitim yoluyla millî hisler aşılaması, gençliği idealist olarak yetiştirmesidir:

Eski devirler en fazla gençliği ihmal etmiş, hatta kasden akamete mahkûm etmişti. Bu tesir altında ne yapacağını tayinde mütereddit kalan gence Cumhuriyet devrinin ilk verdiği feyiz, ona inanacağı ve seveceği hedefi göstermek oldu. Onun millî gururunu, ancak kendi gücüne dayanacak bir itimat hissiyle yükseltti. Đşte, inkılâp Türkiyesinde kendi benliğini bulan genci heyecanlı ve hisli bir milliyetçi hâle getiren bu kuvvet olmuştur (1940: 84-84). Atatürk’ün işaret ettiği eğitimde millilik hususu, Türk eğitim sisteminin temel özelliklerinden biridir. Yetişen nesillerin dilini, tarihini sahiplenmesi, memleket meseleleriyle ilgilenmesi; Osmanlı’dan yorgun ve eğitimde geri kalmış bir kitleyi devralan Cumhuriyetin öncelikli hedefleri arasındadır. 1943 yılında toplanan Đkinci Maarif Şûrası’nda Hasan Âli Yücel, Ahlâk Komisyonu’nun belirlediği ahlâk

ilkelerini okurken, ilkelerin birincisinde eğitimin millî tarafına vurgu yapıldığı görülür:

Okullarda ahlâk eğitimi birbirini tamamlayan üç amaca bağlıdır: 1- Türk diline, kültürüne, inkılâbın eser ve esaslarına, umumiyetle Türklük idealine bağlı bir Türk,

2- Bütün medeni milletlerce kabul edilen yüksek ahlâk ilkelerini benimsemiş bir insan,

3- Kendine ve başkalarına saygı gösteren, haysiyet, şeref ve namus sahibi bir şahsiyet yetiştirmek. (MEB, 1991: 104)

Bu ilkelerde, yetiştirilecek öğrencinin bir Türk, bir insan ve bir fert olarak taşıması gereken özelliklerin saptandığı görülür. Yetiştirilecek öğrenci millî, evrensel ve kişisel özellikleri birbirini tamamlayacak tarzda bir ahlâk anlayışıyla donanacak şekilde tanımlamıştır. Fikret Özgönenç, 23 Nisan 1955 tarihli radyo konuşmasında “Millî Terbiye” hakkında şunları söyler:

Bugün okullarımız evvelâ millî bir eğitim kurumu olduklarından “okulda her derse millî gayelere ulaştıracak birer vasıta olarak bakılmaktadır.”

Okulun bu bariz özelliğini ev ve aile yakından bilmeli ve onun vazifesini evde ve sokakta tamamlamalıdır. Bugün dersler, hayat bilgisi, tarih, coğrafya, yurttaşlık bilgisi, matematik, müzik, resim, tabiat ve Fen bilgisi, Türkçe ve edebiyat olarak verilirken öğretmenler Türk milletine, ve Türk yurduna, millî ülkülere, millî problemlerimize ait bilgiler vermeğe ve iyi alışkanlıklar kazandırmağa çalışırlar.

Okulun millî eğitim sahasında bilhassa üzerinde ısrarla ve önemle durduğu nokta “millî meselelere karşı çocuklarda devamlı bir alaka uyandırmak, yurda kuvvetli bir şekilde bağlılık, yurttaşa seve seve hizmet edebilme”dir (1958: 37).

Diğer taraftan şunu göz önünde bulundurmak gerekir. Atatürk, millî eğitimden kendi içine kapalı bir sistemi kastetmemiştir. Tam tersine, Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren Batılı pedagoglar getirterek onlara Türk millî eğitim sistemini inceletmiş, onlara raporlar hazırlatmıştır. John Dewey’in 1924’te hazırladığı “Türkiye Maarifi Hakkında”ki raporu, Kühne’nin 1925’te hazırladığı “Meslekî Terbiyenin Đnkışafı”na dair raporu, Omer Buyse’nin 1927’de hazırladığı “Teknik Öğretim” hakkındaki raporu, Albert Malche’nin 1932’de hazırladığı Darülfünun hakkındaki raporu, Beryl Parker’ın 1934’te hazırladığı ilköğretim hakkındaki raporu ve bir Amerikan heyetine 1933-34 yıllarında millî eğitim hakkında hazırlatılan rapor buna örnektir. Altınay, bu raporlarla ilgili olarak hazırladığı çalışmasında Atatürk’ün

Cumhuriyet sonrasında önceliği eğitime verdiğini gösterir (1996: 4). Millî kültürün benimsetilmesi kadar, Cumhuriyet döneminde eğitimde modern dünyanın, dolayısıyla Batı’nın model alınması kaçınılmazdır. Okurer, 1964 yılında senatoda yaptığı ve daha sonra kitaplaştırdığı konuşmasında, eğitimin başarısızlıklarından biri olarak öğrencilere Batılı değerleri aşılayamamasını gösterir:

Eğitim ve öğretim kurumlarımızın aslî fonksiyonlarını tam yerine getiremediklerini, bir de bilhassa Batı medeniyetinin temel kıymetlerini kazandıramamaları üzerinde müşahede ediyoruz. Eğer, eğitim ve öğretim kurumlarımız Batı medeniyetinin temel kıymetlerini gereği gibi kazandırabilselerdi, Türkiye’de, hiç olmazsa bugüne kadar yetişmiş olan okumuş nesillerde ilmî düşünce tarzı, müsbet, objektif ve lâyik zihniyet kökleşir, bu yoldan da idaremize, politikamıza, her sahadaki çalışmalarımıza yön veren kuvvet kaynaklarından biri olurdu (1965: 78).

Okurer, bu satırların devamında medeniyet değişikliğine giden bir toplumda, benimsenen medeniyetin temel değerlerinin doğru öğrenilmesinin önemli olduğunu vurgular.

Atatürk’ün eğitim konusundaki görüşleri değerlendirildiğinde, modern ülkelerin eğitiminden, birikiminden yararlanan fakat Türkiye’ye has, millî bir eğitim sistemi hedeflediği açıktır. Akyüz, Türk eğitim sisteminin en önemli problemi olarak, değişik zamanlarda farklı Batılı ülkelerin etkisinde kalması, fakat kendine has bir sistemi geliştirememesini gösterir (1996: 5). Bu durum, çağdaşlaşma yolundaki Türk eğitiminin arzulanan duruma gelemediğini gösterir.

Cumhuriyet döneminde çağdaşlaşma için eğitim, önemini korumuştur. Atatürk, çeşitli gezilerinde eğitimcilere yakın ilgi göstermiş, onları taltif etmiştir. Yapılan değişikliklerin kalıcı olmasında “irfan ordusu”na “asker ordusu”ndan daha fazla önem vermiştir (Karagözoğlu, 1981: 211-214). Cumhuriyetin, en önemli amaçlarından biri, şüphesiz, yeni bir nesil yaratmaktır. Bu yeni neslin yaratılmasında şüphesiz ki öğretmenlere önemli bir görev verilmiştir; Atatürk’ün en yaygın bilinen sözlerinden olan “Muallimler, yeni nesil sizin eseriniz olacaktır” ifadesi de bunu ortaya koymaktadır. Atatürk, 1 Mart 1923’te, meclisin dördüncü toplanma yılını açış konuşmasında, öğretmenliğin yalnızca bir meslek değil, bir ülkü olarak işaret eder:

Efendiler! Mekteplerde tedrisat vazifesinin şayan-ı itimat ellere teslimini, evlâd-ı memleketin o vazifeyi kendine hem bir meslek, hem bir mefkûre addedecek fâzıl ve muhterem muallimler tarafından yetiştirilmesini temin için muallimlik, sair serbest ve yüksek meslekler gibi, tedricen tarakkie ve her hâlde temin-i refaha müsait bir meslek hâline konulmalıdır. Dünyanın her tarafında muallimler cemiyet-i beşeriyenin en fedakâr ve muhterem unsurlarıdır (TĐTE, 1945: 289).

Öğretmenler, erdemli ve saygın bir topluluk olarak, yeni nesli yetiştireceklerdir.

Akyüz, Atatürk’ün Türk eğitim sisteminde bir inkılâba giderken şikâyetçi olduğu hususları şu şekilde sıralar: Cehaletin toplumda yaygın olması, eğitim öğretim yöntemlerinin uygunsuzluğu, çocuklar üzerindeki aile baskısı, eğitimin millî olmaması, eğitim politikalarının istikrarsızlığı eğitimin yüzeysel bilgilere sahip, hedefsiz, tüketici insan tipi yetiştirmesi (290-292). Atatürk, 1 Mart 1924 yılında Meclisin ikinci dönem birinci toplanma yılını açarken, eğitimin ülkenin her tarafına yaygınlaştırılmasının önemine değinir:

Memlekette maarif nurunun yayılmasına ve en derin köşelere kadar nüfuz etmesine bilhassa nasbı nazar ediyoruz. Dört sene evvel maarife tahsis ettiğimiz vesaiti bugün on misline iblâğ etmiş bulunuyoruz. Evvel emirde vesaitin müsmir ve amelî olmasına ve asla israfa uğramamasına ehemmiyet veriyoruz. Bu cihet müemmen bulundurulmakla beraber maarifin vesaitini mütemadiyen tezyid etmek lüzumuna kanaatimizi muhafaza edeceğiz (TĐTE, 1945: 316).

Günün zor şartlarına rağmen eğitime ayrılan bütçe artırılmış ve daha da artırılması planlanmaktadır. Bunun yanında, konuşmasının devamında Atatürk, belirli bir sistemi, düzeni olmayan eğitimin merkezden takip edilmesinin gerekliliğini de anlatır:

Diğer taraftan idare-i hususiyelerden ve memleketin müteferrik menabiinden maarife tevcih olunan mesainin merkezden alakadarane takip olunmasını ve bu suretle mesai umumiyenin hedefi terakkiye sevk ve isalinin tesadüfe bırakılmamasını iltizam ediyoruz.

Milletin arayı umumiyesinde tesbit olunan terbiye ve tedrisatın tevhid- i umdesinin bilâ ifate-i an tatbiki lüzumunu müşahede ediyoruz (TĐTE, 1945: 315-316).

Atatürk, 1 Kasım 1928’de, TBMM’nin üçüncü dönem ikinci toplanma yılını açarken milletvekillerine hitabında, eğitime özel bir vurgu yapar. Bu konuşmasında, eğitim alanında alınan mesafeyi yeterli görmediği, fakat umutlu olduğu görülür:

Muhterem Efendiler; maarifte vaziyetimiz ve şimdiye kadar sarf ettiğimiz gayretlerin bugünkü neticeleri bizi radikal tedbirler alabilecek bir seviyeye getirmiştir. Her istikamette doğru hedefleri bulmuş olan maarifimiz hususi takayyüt ve alakanızla ve hepimizin ciddi gayretleriyle az zamanda geniş neticeler vermeğe namzettir. Maarifte süratle yüksek bir seviyeye çıkacak bir milletin hayat mücadelesinde maddi, manevi bütün kudretlerinin artacağı muhakkaktır (Türk Đnkılâp Tarihi Enstitüsü, 1945: 345)

Atatürk’ün, yukarıdaki konuşmasından anlaşılacağı gibi eğitimi, bir milletin kalkınmasının ve ilerlemesinin vazgeçilmez unsurlarından biri olarak gördüğü açıktır.

Benzer Belgeler