• Sonuç bulunamadı

1. TÜRKİYE’DE TARIMSAL ÜRETİM: GELENEKSELDEN MODERNE

1.6. NEOLİBERALİZMİN DERİNLEŞMESİ, KRİZLERİ VE TÜRKİYE

1.6.3. Uluslararası Tarım Şirketlerinin Etkileri

Uluslararası şirketlerin küçük üreticiyi kendilerine bağımlı hale getirme şekillerinden biri de genetiği değiştirilmiş şirket tohumlarıdır. Bu şekilde dünya ekonomisinde eşitsiz sermaye birikimi olmaktadır (Gökten & Gökten, 2017).

Uluslararası şirketlerin kontrolleri altına aldıkları konular tehlike arz etmektedir. Uluslararası şirketler doğa, genetiği değiştirilmiş tohumlar, su, biyo- çeşitlilik gibi konularda özel mülkiyet hakkı geliştirmektedirler. Dünyanın her yerinde gıda ve hayvanların kayıt altına alınması gibi bir durum söz konusudur. İnsanlık kendini şirketlerin kayıt altına aldığı gıdalar ile beslemek zorunda kalmıştır. Yani gıda basit bir metaya dönüşmüştür. Bu meta(lar) çokça ve hemen tüketilmelidir. Bu süreçlerin köylüye yansıması ise tarımı köylü açısından sürdürülebilir olmaktan çıkarmaktadır. Bu politikalar ülkelerimizi içeriden boşaltmaktadır (Stedile, 2009, s. 98).

Gıdalar üzerinde, şirketlerin etkisi olması, gıda fiyatlarının değerinin üzerine çıkmasına neden olmaktadır. Bu durumda, kaynak ve gelir yetersizliği nedeniyle gıdaya ulaşamayan kitleler için açlık söz konusudur. Gıdanın kar oranında koşullu hale getirilmesinin sosyal sorunlarından biri ve en önemlisi açlıktır (Stedile, 2009, s. 99).

Sanayi tarımcılığı, monokültür tarımı yapabilmek için her defasında gıdanın daha fazla kirletilmesine olanak verir. Bu durumdan zenginler kendilerini korumaya başlamış durumdadırlar. Süpermarketlerde organik tarım ile üretilmiş gıdaların tüketimi giderek artmaktadır (Stedile, 2009, s. 100). Kentler, devlet gücünün ötesinde kendi aralarında rekabet eder hale gelmişler ve böylece ekonomik kalkınmanın odak noktası olmuşlardır (Akt., Bahçeci, 2017, s. 38).

Türkiye için 2000’li yıllarda, Uluslararası Para Fonu ve Dünya Bankası ile yapılan anlaşmalar ile tarım politikalarının temeli atılmıştır. Aralık 1999’da IMF ile imzalanan Stand by Anlaşması’nın ve 2001 yılında Dünya Bankası ile imzalanan Tarım Reformu Uygulama Projesi Anlaşması’nın hükümleri, küçük istisnalar hariç hemen hemen tümüyle uygulanmıştır (Günaydın, 2009 s. 167).

1999 yılında IMF ile imzalanan Stand by Anlaşması ve niyet mektuplarında tarımla alakalı birçok taahhüt verilmiştir. 1999 ile 2008 yılları aralıksız IMF birlikteliği ile geçirilmiştir. Niyet mektuplarındaki IMF tarım

taahhütleri; mevcut desteleme sistemini saf dışı bırakıp, doğrudan destekleme sistemine geçilmesi, ziraat Bankası’nın sübvansiyonlu tarım kredisi sağlamasına son verilmesi, destekleme alım fiyatlarının dünya borsa fiyatlarına göre belirlenmesi, tarım Satış Kooperatifleri Birliklerinin yeniden yapılanması, TŞFAŞ, ÇAYKUR ve TEKEL’in özelleştirilmesi, tütün ve şeker yasalarının çıkarılması şeklinde olmuştur. Türkiye Kasım 2000 ve Şubat 2001 dönemlerinde iki önemli kriz yaşamıştır. Ekonomisinde %12’ye varan küçülmeler olmuştur (Günaydın, 2009, s. 170).

1999-2000 yılları arasında tarımsal sübvansiyonlar 6 milyar dolar azalmış, 1.1 milyar dolara inmiştir. Oran olarak incelediğimizde tarımsal sübvansiyonların GSMH’ya oranı %3.2’den %0.5’e düşmüştür. Kasım 2000 ve Şubat 2001 krizlerinden sonra tarım bütçesi hiçbir zaman GSMH’nın %1’i seviyesine yükselmemiştir (Günaydın, 2009, s. 172).

14 Mart 2000 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanan Bakanlar Kurulu kararı ile Doğrudan Gelir Desteği (DGD) pilot projesi başlatılmıştır. DGD, Aynı anda Avrupa Birliği’nde bölgesel farklılıkları dikkate alarak uygulanmıştır. Ülkemizde ise Çiftçi Kayıt Sistemine (ÇKS) kaydı olan tüm üreticiler, ekim yapmak koşuluyla DGD’den yararlanmaya başlamışlardır. Ekilip ekilmediğinin denetiminin yetersiz olması desteğin üretim yapana değil tarla sahibine aktarılmasına neden olmuştur (Günaydın, 2009, s. 176).

2002 yılında DGD ödemelerinin toplam tarım bütçesi içindeki payı %78.6 olmuştur. 2003 yılında %83 ile en yüksek noktasına ulaşmıştır. 2004 yılında %80.4, 2005 yılında %63.4, 2006 yılında %55.8 ve 2008 yılında ise %34.1 olmuştur. 2009 yılında ise bütçede DGD ödeneği yoktur (Günaydın, 2009, s. 178). Tarımdaki çözülmeyi hazırlayan politikaların temeli tarıma yönelik desteklerin azaltılmasıdır. Tüm desteklerin tasfiye edilerek DGD sistemine geçilmesi bu politikaların sonucudur (Oyan, 2009, s. 239). DGD sistemi, Türkiye tarımını üretimden koparmıştır (Günaydın, 2009, s. 178). Bu ödemelerin belli olmayan tarihlerde yapılması çiftçinin üretime fayda sağlayacak girdi temini için bu kaynağı kullanmasını imkansız hale getirmektedir. Borcunu ödeyebilmek için faizle girdi sağlayan çiftçi DGD ile aldığı parayı da faiz borcunu kapatmak için kullanmıştır (Öztürk, 2010, s. 146).

Gelişmiş ve az gelişmiş ülkelerde etkin rol oynayan uluslararası şirketler tarım ve tarımcıyı destekleme adı altında merkezi bütçeden ayrılan paranın akış yönünü değiştirmişlerdir. Paranın yönü çiftçilerden daha çok üretim girdisi üreten ve ham veya işlenmiş tarımsal ürünler pazarlayan uluslararası şirketlere akacak şekilde düzenlenmiştir. Asıl üretim yapan çiftçiye bu paydan o kadar az ayrılmıştır ki çiftçinin artık rekabet edecek gücü kalmamıştır. Diğer taraftan çiftçiye sağlanan her fayda, verilen her destek tüketiciye de olumlu yansımış, tarım ürününü ucuza tüketmesine neden olmuştur (Aysu, 2009, s. 225).

2000 yılında uygulamaya başlanan Tarım Reformu Uygulama Projesi (TRUP/ARIP) 31 Aralık 2008 yılında sona ermiştir. 2000 yılı sonrasında hiçbir sektörde tarım sektöründe olduğu kadar “baştan aşağı yapılandırma” süreci yaşanmamıştır. Beklenen sonuçlara ulaşılmış ve tarımda hızlı bir tasfiye süreci başlamıştır. Küçük çiftçiden büyük çiftçiye kadar herkes kaybetmiştir. Kırsal göçün bu süreçte devam ediyor olması yoksullaşma sürecinin de devam etmesi anlamına gelmektedir (Oyan, 2009, s. 236).

Uluslararası şirketler dünya ve Türkiye tarımına egemen olmak için çiftçilerin üretimden pazarlamaya kadar etkilerini yıkma girişimlerinde bulunmuşlardır. Çiftçilerin bağının koparılmasının istendiği hedeflerden biri de Tarım Satış Kooperatifleri ve Birlikleri olmuştur. Bu birlikler çiftçilerin ekonomik olarak örgütlendikleri yerlerdir. Yabancı şirketler adına bunu isteyen ise Dünya Bankası’dır. Burada daha önce KİT’lerin özelleştirmesinden farklı olan bir durum söz konusudur. KİT’ler devlete aitti. Ancak Tarım Satış Kooperatifleri ve Birlikleri’nin entegre tesisleri, arsaları kamuya değil, çiftçi örgütlerine aittir. Dünya Bankası, Tarım Satış Kooperatifleri ve Birliklerini ortadan kaldıramadığı takdirde çiftçiliği yok edemeyeceğini ve gıda şirketlerinin Türkiye tarımına egemen olamayacağını biliyordu. Dünya Bankası’nın isteği üzerine 57. hükümet TSKB’lerin yasasını değiştirmiştir (Aysu, 2009, s. 229).

Türkiye’de 2000-2008 yılları arasında, ilk kez tarım açığı verilmiştir. Dönemin dışsatım ortalaması 2.8 milyar dolar olarak bir önceki dönem ortalamasının 700 milyon dolar üzerine, dışalım ortalaması ise 3 milyar doların üzerine yani bir önceki dönemin iki katına çıkmıştır. Ülke genelinde 2007 yılında kuraklık yaşanmıştır. Aynı yıl tarımsal dışalım oranı 4.6 milyar dolar olarak kaydedilmiştir. 2008 yılında ise sadece Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde kuraklık

yaşanmamasına rağmen dışalım 6.4 milyar dolara ulaşmış Cumhuriyet tarihindeki ilk ve en büyük tarımsal dışalım gerçekleşmiştir. Dönem ortalamasında ise 215 milyon dolar tarımsal dış ticaret açığı verilmiştir (Günaydın, 2009, s. 207).

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan itibaren tarım sektörü, hiçbir dönemde 2000’li yıllardaki kadar kan kaybetmemiştir. Özellikle 20. yüzyılın son çeyreğinde gelişmekte olan ülkelere dayatılan liberalleşme ve yeniden yapılanma uygulamaları, 2008 mali krizi ile sorgulanır hale gelmiştir. Böylece gelişmekte olan bir ülke olan Türkiye’nin hem yeterince geliştiremediği sanayisi hem de mali kurumları hızla yabancı sermeyenin denetimine geçmiştir (Çıkın, 2017, s. 7).

İKİNCİ BÖLÜM

2. DÜNYADA VE TÜRKİYE’DE ÇAY ÜRETİMİ