• Sonuç bulunamadı

2.3. KÜRESELLE Ş ME VE YEN İ KAMU YÖNET İ M İ ANLAYI Ş I

2.3.2. Ulus Devletin Dönü ş ümü

Günümüz devletleri, yeni bir yapılanmanın eşiğinde bulunmaktadır. Artık ulus devlet modeli ciddi biçimde sorgulanmaktadır. Bu modelin değişen

şartlar karşısında yeni bir yapılanma süreci geçirdiği görülmektedir. Modern devlet, otoritesinin bir kısmını uluslararası örgütlere, bir kısmını yerel yönetimlere ve sivil topluma devretmek gibi iki yönlü bir baskının altında bulunmaktadır (Eryılmaz, 1992: 11). Yeni küresel piyasaların doğması, bilgi ekonomisi ve beraberinde Soğuk Savaş’ın sona ermesi, ulusal hükümetlerin ekonomik hayatı yönetebilme ve devamlı genişleyen bir yelpazede sosyal faydalar sunabilme yeteneğini etkilemiştir. Yukarıdan aşağı doğru örgütlenmiş merkezi otoritenin, tabana yayılması ve demokratik hakların gelişmesi gerekmektedir (Giddens, 2001: 2)

Küresel değişimlerle rekabet etme yeteneği azalmış ulus devlet modeli, çok uluslu şirketlerin neo liberal politikaları ile uyumlu bir süreç içinde çalışmak zorunda bırakılmıştır.

Bu süreçte ortaya çıkan siyasal gelişmelerin en önemlisi devletin öneminin ve konumunun değişmesidir. Sanayileşme döneminde ulus devlet yaygın devlet şeklidir. Sanayileşmenin gerektirdiği dikey örgütlenmemeler, merkeziyetçilik, emir komuta anlayışı devlete egemendi. Uluslararası ilişkilerin merkezinde ulus-devletler bulunmaktaydı (Ökmen ve Parlak, 2010: s. 309).

Sadun Aren küreselleşmenin etkisiyle ulus devlet anlayışının zayıflaması ve onların yerine yeni bir şey konamadığı için doğal ve zorunlu olarak yerel yönetimlerin yetkilerinin genişletilmesi gerekliliğini eleştirmiştir (Aren, 1998: 57). Yerel yönetimlerin demokratikleştirilmesi ve siyasal güçlerinin artırılması, ulus devletlerin yetki alanlarının sürekli daraltılması kapitalist üretim zincirinin yönetilebilirliği için gereklidir.

Bu konudaki en önemli gelişmelerden biri Dünya Bankası, IMF (Uluslar arası Para Fonu) gibi ulus ötesi kuruluşların ulus devletin ekonomik etkinliğini azaltmaya yönelik çalışmalarla küresel kapitalizmin yayılmasında direnç gösteren yapıların yeniden tasarlanmasıdır. Ulus devletin uyumlaştırılması, piyasanın en iyi düzenleyici olduğu düşüncesi ile devletin ekonomik alanda ve kamu hizmetlerinden çekilmesi ile olanaklı hale gelmektedir. Neo liberal politikaların özünü oluşturan bu ana hareket noktası yerel yönetimlerin ekonomik boyutlarını öne çıkararak, halkın kalite yöntemleri ile

şirketleştirilmiş yerel yönetimlerde yönetişim yoluyla karar süreçlerine dahil edilmesidir. Yönetişim gündemi böylece uluslararası sermayenin, ulus devletlerin ve özellikle halk sınıflarının kaderleri üzerinde etkili olmayı hedeflemiştir.

1970’lerin sonlarında hızlanan küreselleşme süreci 1989’da Sovyet Blok’unun çökmesinin ardından dünya çapında yeni bir düzenin inşasına yöneldi. Kapitalist sermaye birikiminin yayılmacı evresine koşut olarak Amerika Birleşik Devletleri (ABD) önderliğinde yol aldı ve hızla genelleşti.

İçeriği,düzenlemelerin yönetim biçimi konusunda farklı adlandırılan “demokratikleşme”, “küçük devlet”, “piyasa dostu devlet” kavramsallaştırmalarının ardından ön plana çıkan kavram yönetişim şeklinde tercüme edilen “govarnance’dır” (Bayramoğlu, 2010: 27). Sosyo ekonomik hayatta sağlanan gelişmeler kamu yönetimi yaklaşımında önemli değişikliklere yol açmıştır. Yaklaşımda görülen değişim uygulamaya da yansımış ve klasik örgüt teorisi, ideal demokrasi modeli ve refah devleti gibi düşünce sistemlerinin kamu yönetimi uygulamaları üzerindeki etkisi azalmaya başlamıştır.

Demokrasinin gerçekleştirilmesinde tek egemen güç olan ulus devlet dönüşümü ile birlikte, demokrasinin büyük birimlerde sağlıklı işleyebilmesinin “küçük demokrasilerin” kurulması ve geliştirilmesine bağlı olduğu savı güçlenmiştir (Eryılmaz, 1992: 11).

Küçülen kamu kesiminin daha ekonomik, etkin ve verimli bir şekilde çalıştırılması için hükümetler ve teorisyenleri kamu kesimine yönelik değerler,

yöntemler ve süreçler sisteminin geliştirilmesine yönlendirmiştir. Sonuçta “daha az bürokratik” “maliyet bilinçli”, “piyasa yönetimli” ve müşteri odaklı” bir sistemin kurulmasına çalışılmıştır (Ömürgönülşen, 2003: 4 Aktaran (Bozloğan, 2008: 9).

Küreselleşme süreci ile birlikte uluslar üstü kuruluşlarda devletlerin egemenliği erirken, yerelleşme eğilimi ile birlikte, devlet altındaki birimler içerisinde de erimeye başlamaktadır. Bu süreç kentsel siyasetin önem kazandığını gösteren en önemli faktördür. Kentleşme insanların davranışlarında, düşüncelerinde, dünya görüşlerinde değişiklikler oluşturmaktadır. Bu değişikliklerin bir kısmı insanların siyasal davranışlarıyla doğrudan ilgilidir. Yurttaşın edilgen olmaktan çıkıp etkin bir birey haline gelmesini sağlayan faktör onun şehirleşmesidir (Keleş, 1998: 115-118).

Küreselleşme konusunda iletişimin ağırlıklı bir unsur olmasını sağlayan, teknoloji devriminin haberleşmeyi/bilgi aktarımını olağanüstü hızlandırması ve haberlerin/bilgilerin ulaşabileceği alanı hayal edilemeyecek ölçüde genişletmesidir. Haberin/bilginin akışının önüne set çekmek artık mümkün olmaktan çıkıyor, kitle iletişim araçları herhangi bir habere/bilgiye erişmek isteyen bireye sınırsız olanaklar sunuyor ve elektronik haberleşme/bilgi aktarma sistemleri dünyayı giderek daha da küçültüyor (Kazgan: 2000: 22-23)

Küreselleşme, bölgeselleşme ve yerelleşme, ulus devleti nostaljik bir hayalete dönüştürmese de ciddi bir değişimle yüz yüze bırakmaktadır. İster istemez ulus devlet yetkisini ve egemenliğini içte ve dışta paylaşmak durumunda kalmaktadır. Küreselleşme, bir grubun ya da bir ülkenin tekelinde olmadığı gibi, baş edebileceği bir olgu da değildir (Bilgiç, 2009: 66).

Küreselleşme sürecinde ulus devletin geri dönülemez bir aşamada yeni üretim teknikleri ve bu üretim tekniklerine dayalı olarak dönüşümü yaşanan süreci ifade etmektedir. Ancak günümüzde bütün gelişmelere rağmen ulus devlet modeli hala en önemli aktör olarak yerini korumaktadır. Ulus devletleri uluslararası siyasette hala en önemli oyuncular olarak bulunmaktadır. Bunun nedenleri ulus devletin belirli bir bölgeyi kontrol altında tutmaları, yasal olarak askeri güce sahip olmaları ve bu gücü

kullanabilmeleri, kolektif bir düzeyde hukuk düzenini sürdürmekle sorumlu olmalarıdır. Küreselleşme süreci ulus devlet ve egemenlik iddialarını köklü bir biçimde yeninden şekillendirmektedir. Uluslararası siyasetin tek aktörü artık ulus devletler değil karmaşık ilişkiler ağı ile birbirine bağlanmış, Çok Uluslu Şirketler, uluslararası örgütler, bölgesel örgütler, sivil toplum kuruluşları ve hatta yerel yönetimlerdir.