• Sonuç bulunamadı

I. BÖLÜM

2.3. Tutum

2.3.4. Tutumların Değişmesi

Tutumların doğuştan gelmediğini yaşantı, deneyim vb. etkenler sonucunda oluşmakta ve şekillenmektedir. İnsanlar birbirlerinin tutumlarını değiştirmeye çalışsalar da tutumlar değişmeye direnç gösterme eğilimindedirler. Direnç gösterme eğilimine rağmen tutumlar, yavaş da olsa yeni bilgi ve deneyimler edindikçe değişmektedir (Davidoff, 1987: 569). Tutumların değişmesi zor olmakla birlikte imkânsız değildir (Underwood, 2003: 1). Tutumların değişimi sorunuyla ilgilenen çeşitli araştırmacılar dört farklı kuramsal yaklaşım kullanmışlardır. Bunlar: “öğrenme” kuramları, “sosyal yargı”, “tutarlık ya da denge” içeren bilişsel kuramlar ve “işlevsel” kuramlardır (Kağıtçıbaşı, 2010: 158).

2.3.4.1. Öğrenme Kuramları

Öğrenme kuramları tutum değişimine uygulanmıştır. Buna göre, tutum değişimi bir öğrenme süreci olarak ele alınarak, etkileyici iletişim çalışmaları, klasik koşullanma ile tutum geliştirme deneyleri de yapılmıştır (Staats ve Staats, 1958; akt. Kağıtçıbaşı, 2010). Ayrıca, olumlu pekiştirme yolu ile de bireylerde tutum geliştirilmiştir (Scott, 1957; akt. Kağıtçıbaşı, 2010). Bu araştırmalar da, öğrenme ilkelerine göre tutum geliştirme ve değiştirmenin mümkün olduğunu kanıtlamıştır. Uyaran, tepki, pekiştirici, genelleme vb. gibi öğrenme kavramları özellikle etkileyici iletişimle tutum değişimi konusunda başarıyla uygulanmıştır (Kağıtçıbaşı, 2010: 159).

2.3.4.1.1. Sosyal Yargı Kuramı

Bu kurama göre, kuvvetle bağlanılan bir tutumun kendinden farklı görüşleri red alanı kabul alanından daha geniştir. Yani kişinin benzetme mekanizmasını kullanarak o görüşleri kendi görüşünden daha da farklı görüp reddetme olasılığı daha fazladır. Buna karşın fazla kuvvetle bağlanılmamış olan tutumların kabul alanları red alanlarından daha geniştir. Burada da kişinin benzetme mekanizmasının kullanarak o görüşleri kendi görüşüne gerçekte olduğundan daha benzer görüp kabul etme olasılığı artmaktadır. Yapılan araştırmalar yargı kuramını destekleyici bulgulara ulaşmasına rağmen bu kuram

tutum değişimi ile ilgili olmaktan çok, tutum değişimini anlamaya yönelik bir çerçeve sayılabilir (Kağıtçıbaşı, 2010: 160).

2.3.4.1.2. Tutarlılık Kuramları

Bu kuram, insanın değişik tutumları arasında tutarlılığı sağlama çabası içinde olduğuna odaklanmıştır. Bu kuramlar; Heider’in denge kuramı, Rosenberg ve Abelson’un bilişsel dengeleme kuramı, Festinger’in bilimsel çelişki kuramıdır.

Heider’in denge kuramı, bir bireyin iki tutum objesiyle ilişkisidir. Bu üç eleman birbirleriyle iyi, hoş, olumlu tutumlarla ya da kötü, hoş olmayan ve olumsuz tutumlarla bağlıdır. Bu ilişkilerle oluşan yapı ya dengededir ya da değildir. Eğer biriyle olumlu diğeriyle olumsuz ilişki içindeyse bir dengesizlik söz konusudur. Bu dengesizlik durumu giderilmeye çalışılır. Denge kuramının temel ilkesi, insanın tutum yapısındaki dengeyi koruma eğiliminde olduğudur. Bununla birlikte, denge kuramı her zaman dengesizlik durumunun giderilmesi gerektiğini söylemez; böyle bir eğilim olduğunu öne sürer (Tavşancıl, 2010: 83).

Rosenberg ve Abelson’un bilişsel dengeleme kuramı, bireylerin bilişsel ve düşünce yapılarındaki elemanlar arasında ahenk ve uyumu sağlama çabasında olduklarını ileri sürer. Uyumsuzluk durumunun oluşması da dengesizlik durumunun oluşması gibi stres vericidir ve insanı uyum yaratmaya yöneltir. İki bilişsel eleman mantık kuralları dâhilinde birbirine uymuyorsa bu iki şey uyumsuz demektir. Karar vermede çelişki söz konusu olduğunda tutum değişeme görülebilir. Heider’in denge kuramının biraz daha genişletilerek uygulanmasıdır. Denge kuramında konular sadece olumlu ya da olumsuz olarak ele alınırken bu kuramda bunların dışında bir de nötr ilişki yer almaktadır (Tavşancıl, 2010: 84).

Festinger’in bilimsel çelişki kuramı, bu kuramın en önemli noktası, inanç ya da tutumlarla açık davranışlar arasında tutarsızlıklar olmasıdır. Festinger, karar verme durumunda tercih seçeneğinin olumlu, reddedilen seçeneğin ise olumsuz yönlere sahip olabileceğini öne sürmektedir. Bir birey, iki seçenek arasından birine karar verdiğinde, tercih edilen seçeneğin olumsuz yönleri ile reddedilen seçeneğin olumsuz yönleri kararla tutarlıdır. Ancak bunu da ötesinde bir çelişki ortaya çıkmaktadır. Tercih edilenin

bazı kötü özellikleri, reddedilenin ise bazı iyi özellikleri bulunabilir. Bunlar da kararla ilgili çelişen bilişleri temsil etmektedir. Böylece tutumları ters düşen davranışlarda bulunma, bilişsel çelişki ile sonuçlanmaktadır (Freedman, Sears ve Carlsmith, 1993: 281). Burada yaşanan çelişki mantıksal değil psikolojiktir. Bu çelişkiden kurtulmak ya da çelişkinin şiddetini azaltmak için birey duruma yeni bilgiler ekleyecektir. Eklenen bilgiler çelişkiyi her zaman tamamen ortadan kaldırmasa bile şiddetini azaltacaktır (Tavşancıl, 2010: 84).

2.3.4.1.3. İşlevsel Kuramlar

Bu kurama göre kişi tutumu belirli bir gerekçeyle gerçekleştirmekte ve tutum kişinin bir gereksinmesini karşılamaktadır. Bu gereksinme ortadan kalktığında, tutuma da gerek kalmayacak ya da yeni bir gereksinme söz konusu olduğunda tutumda da aynı doğrultuda bir gelişme görülecektir. İşlevsel tutum değişimi kuramları tutumların ne gibi işlevleri olduğu konusunda farklı öneriler getirmişlerdir. Son yıllarda öncelikle üzerinde durulan üç ana işlev; tutum objesi ile ilgili bilgi sağlayıcı işlev, kişinin başkalarıyla olan iyi ilişkilerini koruma işlevi ve dışa atma ya da ego savunma işlevidir (Kağıtçıbaşı, 2010: 186-187).

Özetle, tutumlar bir yandan bireysel kişiliğin gelişmesiyle doğrudan ilişkili psikolojik süreçler açısından, diğer yandan da bireyin çevresine, içinde bulunduğu toplumsal koşullara uyumuyla doğrudan ilişkili sosyal psikolojik süreçler açısından büyük önem taşımaktadır (İnceoğlu, 2004: 70).

2.3.5. Tutumların Ölçülmesi

Tutumlar, davranışla ilişkisi, sosyal-psikolojik süreçler yönünden önemi noktasında üzerinde çalışılması gereken bir konu olmuştur. Tutumlarla davranışlar arasındaki ilişki dikkate alındığında etkilenmenin tek yönlü olmadığı tutumların davranışları, davranışların da tutumları etkilediği söylenebilir. Bireylerin tutumlarının bilinmesiyle, davranışlarının önceden bilinmesinin ve kontrol edilmesinin sağlanabileceği düşüncesiyle tutumların ölçülmesi önem kazanmış ve Amerika’da bu

konunun araştırılması büyük bir endüstri hâline gelmiştir (Krech ve Chutchrield, 1980: 237; Eren, 2001: 181).

Tutumların fiziksel boyutları yoktur yani soyut kavramlardır. Bu nedenle tutumları ölçmek kolay değildir. Tutumlar davranışlar yoluyla dolaylı olarak ölçülebilirler. Bu ölçmede genellikle kullanılan davranış, soru-cevap ya da fikir belirtme şeklinde ortaya çıkan sözel davranışlardır (Kağıtçıbaşı, 2010: 144). Tutumları ölçmek amacıyla sosyal psikologlar çeşitli ölçme yöntemleri geliştirmişlerdir. Baysal (1981: 55), tutum ölçme yöntemlerini şu şekilde sıralamıştır:

 Bireylerin kendilerini ifade etmelerine dayanan ölçümler (ölçekler),  Görünen davranışın gözlemlenmesine dayanan ölçümler,

 Bireyin kısmen yapılandırılmış bir uyarıcıyı yorumlamasına göre tutum ölçümü (yansıtmalı yöntemler),

 Bireylere verilen bazı objektif görev veya işleri yerine getiriş şeklinin gözlemlenmesine dayanan ölçümler,

 Bireyin fizyolojik tepkilerine dayanan ölçümler (fizyolojik ölçme yöntemleri).

Eren (2001: 181) ise tutumları ya bireyin davranışlarına veya o andaki yaşantısına bakarak ölçmeye çalışmak gerektiğini savunur. Bu nedenle ölçmede hem davranış hem de iç gözlem yönteminin kullanılabileceğini belirtir. Davranış analizine göre yapılan ölçmede, bireyin tutum konusuna yönelik gösterdiği davranışın önemli yönleri sayısallaştırılır. Davranışın doğrudan gözlenmesi, bir tutum objesine karşı gösterilen temsil edici bir davranış örneklemi elde edilmesini gerektirdiği için hem pahalı hem de zaman alıcı bir yöntemdir. İç gözlem yönteminde ise bireyin bizzat kendisi, o andaki yaşadıklarından hareketle kendi tutumlarının ölçülmesine yarayacak veriler elde edilmesini sağlar. Bu yöntem çok kullanılan bir yöntem olmamıştır. Ancak insanların neleri sevdikleri, nelerden hoşlanmadıkları vb. bilgiler edinilmek isteniyorsa bunları kişilerin kendilerine sormak önemli ipuçları elde edilmesini sağlayabilir (Tezbaşaran, 1997: 2).

Tutumların ölçülmesinde gözlem, tamamlanmamış cümleler, soru listeleri ve hikâyeler anlatma gibi yöntemler ve yanlışı seçme tekniği, içerik analizi vb. farklı

teknikler de kullanılmaktadır. Tutum ölçümü ile ilgili çalışmalar üç kategoride toplanabilir. Bunlar (Arul, 2002; Anderson 1988);

1. Bireylerin ortaya koyduğu davranışlardan çıkarımlar yapmaya izin veren yöntemlerdir. Burada gözleme dayalı olarak veri toplama ve tutum-davranış arasında ilişki kurma önemlidir.

2. Bireyin fizyolojik tepkilerine dayalı olarak çıkarımlar yapılmasıdır.

3. Bireylerin bir dizi ifade/madde ya da sıfata verdikleri tepkilere dayanarak çıkarımlar yapmaya imkân sağlayan yöntemlerdir. Bunlar ölçekleme teknikleri olarak tanımlanan, ölçek olarak ifade edilen araçlardır.

Kağıtçıbaşı (2010: 144) ise tutum ölçme tekniklerini iki bölüme ayırmıştır. Bunlar: doğrudan ölçümler (Thurstone’un Eşit Görünen Aralıklar Tekniği, Likert’in Toplamalı Sıralama Tekniği, Guttman’ın Birikimli Ölçekleme Tekniği) ve dolaylı ölçümlerdir.

Tutum ölçekleri, tutum ölçme yöntemleri arasında en yaygın olarak kullanılanıdır. Tutum ölçeklerinin kullanılma amaçları şu şekilde özetlenebilir (Özgüven, 1998: 91):

 Bireylerin belirli tutum ve değerlerinin belirlenmesinde kullanılır.

 Aile ve genel çevre faktörleri bireylerin gözlenen tutum ve değer yargılarını etkiler. Tutum ölçekleri aile ve genel çevre faktörlerinin incelenmesinde kullanılır.

Kişilik ölçekleri ile birlikte davranışı etkileyen önemli bir faktör olarak bireyin uyum problemlerinin tespitinde kullanılır.

Tutum ölçeklerinin hazırlanmasında süreklilik, tek boyutluluk, doğrusallık ve eşit aralıklar, üretilebilirlik gibi temel ilkelerin göz önünde bulundurulması gerekmektedir.

Ölçek maddeleri oluşturulurken ise, ölçekte yer alacak maddeler gelişigüzel ya da rastgele değil belli ölçütlere göre hazırlanmalıdır. Bir ölçekte yer alacak maddeleri/ifadelerin kaç tane olacağı, hangilerinin bulunup bulunmayacağı belli ölçütlere göre düzenlenir. Bu ölçütlerin belli başlıları şunlardır (Eren, 2001: 184-186; Sencer, 1989: 261-264):

İlgililik/tanı işlevi: bir ölçek madde veya ifadesinin, üzerinde ölçüm yapılan tutumla tanısal bir ilişkisinin bulunmasını ya da söz konusu tutuma yönelik cevaplar elde edilmesini gerektirir. Yani bir ölçek maddesi konusuna uygun olmalıdır. Kimi maddeler tutumun konusuyla doğrudan ilgili olmayabilir; dolaylı olarak tutum konusuyla ilgili olan maddeler de cevaplayanların tutumlarını gizleme ya da çarpıtma olasılığını giderir. Özellikle, bireylerin egosunu rahatsız edebilecek konular söz konusu olduğunda dolaylı ve örtülü maddeler/ifadeler tercih edilmelidir (Tavşancıl, 2010: 112). Ölçeğe girecek olan maddeler/ifadeler ölçülmek istenen tutumu tespit edecek özelliklere sahip olmalıdır (Eren, 2001: 185).

Ayırıcılık ya da ayırım gözetme işlevi: bir maddenin/ifadenin yalnızca araştırılan konuyla ilgili cevaplar araması yeterli olmamakta; ölçülmekte olan konuyla ilgili değişik konumlarda olan bireyler arasında belirgin ayrımlar yapabilmesi gerekmektedir (Tavşancıl, 2010: 112). Ölçek maddesi/ifadesi bir tutum konusunda karşıt durumda olan bireyleri değil birbirine yakın durumda olan bireyler arasında ayrım yapabilecek düzeyde olmalıdır. Yani ölçek, daha ince ayrımlar yaparak, bir uçtan diğerine tüm tutum çeşitlemelerini dile getirebilmelidir (Sencer, 1989: 263).

Yeterlik ve tüketicilik işlevi: ayırıcılık ya da ayırım gözetme işlevinin ortaya çıkarttığı bir işlevdir. Ne kadar ayrıntılı ölçme yapılmak isteniyorsa madde/ifade sayısının da o kadar çok olması gerekmektedir. Bu durumda, bir ölçekte yer alacak maddeler ilgili ve ayırıcı olmanın yanında sayıca da yeterli düzeyde olmalıdır. Bir ölçeğin ölçtüğü konu üzerinde her konumu kapsayabilmesi veya ince ayrımlar yapabilmesi içerdiği madde sayısıyla doğru orantılıdır. Maddelerin/ifadelerin yetersizliği ve cevaplama sırasında oluşabilecek rastgele hataların oranını azaltmanın yolu, kullanılan maddelerin sayısını arttırmaktır. Ancak, madde sayısının çok fazla olması da yorgunluk, bıkkınlık vb. nedenlere yol açacağı ve bireyin motivasyonunu olumsuz etkileyeceği için madde sayısı belirlenirken her iki durumun da göz önünde bulundurularak bir denge sağlanması gerekmektedir (Tavşancıl, 2010: 114).

Edwards (1957: 13-14; Likert, 1967: 90) tutum ölçeklerinde kullanılacak maddelerin/ifadelerin yazımında aşağıdaki ölçütleri önermiştir:

 Gerçek olayları yorumlayan veya gerçek olaylara dayalı olarak yorumlanabilecek ifadelerden kaçınmak,

 Hakkında birden fazla yorum yapılabilecek ifadelerden kaçınmak,  Ele alınan psikolojik konu ile ilişkisiz tutum maddelerinden kaçınmak,

 Herkes tarafından kabul edilebilecek ya da herkesin kabul etmeyeceği ifadelerden kaçınmak,

 İlgi konusu olan ölçeğin duyuşsal yönünü bütünüyle kapsadığına inanılan cümleleri seçmek,

 İfadelerde dilin açık, basit, kesin ve doğrudan anlaşılır olmasına dikkat etmek,  Maddelerin kısa (en fazla 20 kelime) olmasına dikkat etmek,

 Maddelerde “hepsi, daima, hiçbiri, asla” vb. gibi cevaplayıcıda belirsizliğe neden olacak kelimeler kullanmaktan kaçınmak,

 Her maddeyi tek bir düşünceyi ifade edecek şekilde yazmak,

 “Yalnızca, sadece, bir tek” vb. kelimeleri kullanırken dikkatli ve ölçülü olmak,  Maddeleri karmaşık ve bileşik cümle yapısında kurmaktan mümkün olduğunca

kaçınmak, anlatılmak isteneni basit cümlelerle ifade etmek,

 Ölçeğin uygulanacağı hedef kitlenin durumuna seviyesine dikkat ederek grubun anlayamayacağı kelimeleri kullanmaktan kaçınmak,

 İki olumsuz ifadeyi aynı maddede kullanmaktan kaçınmaktır.

Bogardus’un toplumsal uzaklık ölçeği, Thurstone’un eşit görünen aralıklar metodu, Likert’in toplamalı sıralama metodu, Guttman’ın birikimli ölçekleme tekniği, Osgood’un duygusal anlam ölçeği ve Edward ve Kilpatrick Ölçeği en çok bilinen ve yaygın olarak kullanılan ölçme teknikleridir.

2.3.5.1. Bogardus’un Toplumsal Uzaklık Ölçeği

İlk tutum ölçme tekniği olan bu ölçek Bogardus tarafından 1925 yılında insanların, diğer ırklar, dinler ve sınıflardan olan kişilerle ilişkileri kabul ve red derecelerini karşılaştırmak amacıyla geliştirilmiştir. Ölçeğin temel mantığına göre, “eğer sizinle aynı mahallede yaşamayı kabul ediyorsam, aynı zamanda aynı kentte, aynı ülkede de yaşamayı kabul ediyorum.”demektir (Tavşancıl, 2010: 115). Bu ölçek, uygulama ve planlama kolaylığı sebebiyle etnik tutumların ölçülmesinde kullanılan bir ölçektir (Sencer ve Sencer, 1978).

2.3.5.2. Thurstone’un Eşit Görünen Aralıklar Metodu

Thurstone sosyal tutumların ölçülebileceğini ilk defa öne sürendir. Thurstone’un psikofizikten türettiği ölçeğin başlangıç noktası psikofizik araştırmalarında çok kullanılan “ancak fark edilebilecek farklılık” kavramı olmuştur (Kağıtçıbaşı, 2010: 145). Avrupa ve Amerika’da ilk psikolojik laboratuar deneylerinde duyarlılığın incelenmesinde kullanılan bu kavram, birbirine çok yakın ağırlık, ses, renk vb. özellikleri olsun fiziksel uyaranların denekler tarafından birbirinden ayırt edilmesi anlamına gelmektedir. Yani deneklerden beklenen, uyaranları birbiriyle karşılaştırıp farklı olanları ayırt etmeleridir (Tavşancıl, 2010: 122). Bu teknikte çok sayıda tutum cümlesinin, birbirinden eşit aralıklı farklılıklar gösteren 11 gruba ayrılması istenir. Yani burada hakemler, bir tutum objesi hakkındaki cümlelerin ne derecede olumlu ya da olumsuz olduğuna karar verirler. Ancak, hakemler o tutum objesine yönelik kendi görüşlerini belirtmezler (Kağıtçıbaşı, 2010: 146).

Thurstone, fiziksel uyaranlar yerine sosyal tutumları belirten tutum cümleleri kullanmıştır. Deneklerden istenen, her bir çift cümlenin birbiriyle karşılaştırılması ve hangisinin söz konusu tutum bakımından daha olumlu ya da daha olumsuz olduğuna karar vermeleridir. Bu tekniğe “çiftli karşılaştırma yöntemi” denir (Kağıtçıbaşı, 2010: 145). Bu yöntem çok sayıda tutum cümlesi kullanıldığında her bir cümlenin birbiriyle karşılaştırması çok fazla karşılaştırma işlemi yapmayı gerektirdiğinden Thurstone “çiftli karşılaştırma tekniği” yerine kullanılmak üzere “eşit görünen aralıklar tekniği” geliştirmiştir (Kağıtçıbaşı, 2010: 145).

Eşit görünen aralıklar tekniği, objelerin sıralı bir değerlendirmesini vermesi yanında, ölçek üzerindeki herhangi iki ölçüm arasındaki uzaklığa yönelik yargılara varmayı da sağlar. Bu nedenle, eşit görünen aralıklar ölçeği, bir tutum ölçme aracı olmakla birlikte tutum geliştirme yaklaşımı olarak da kullanılır (Tavşancıl, 2010: 125). Bu ölçeğin belirgin özelliği cümleler arasındaki aralığın yaklaşık olarak birbirine eşit olmasıdır (Hogg, Vaughan, 2011: 207). Thurstone’ye göre bu tutum ölçeği ile; belirli bir bireyin konu olan tutum ölçeği üzerindeki ortalama yeri, kabul edebileceği tutumların değişim aralığı, belir bir grupta, o grup için elde edilen frekans dağılımına göre ölçekteki her tutumun onaylanma oranı, belli bir grup için elde edilen frekans dağılımı yayılımına göre o grubun tutumlarının eş çeşitliliği gibi özellikler saptanabilmektedir (Baysal, 1981: 75).

2.3.5.3. Likert’in Toplamalı Sıralama Metodu

Rensis Likert Tarafından 1932 yılında geliştirilmiş olan Likert tipi tutum ölçeği tutumları ölçmede en kolay ve en direkt yöntem olarak bilinmektedir (Kağıtçıbaşı, 2010: 147). Deneklerin ön plana alındığı bir ölçekleme yaklaşımının açık bir örneği olan Likert tipi tutum ölçeğinde, tutumları ölçülecek olan bireylerin tepkide bulunacakları çeşitli ifadeler yer almaktadır. Tutum ölçeğini alan birey, benimsediği ifadeleri işaretlemek yerine ne derece katılıp katılmadığını belirtir (Özgüven, 1999: 344). Rensis Likert ölçek geliştirmek için gerekenleri şu şekilde sıralamıştır:

 Belli bir tutumla ilişkili olduğunu tahmin edilen çok sayıda tutum cümlesi bir araya toplanır.

 Bu maddeler bir denek grubuna verilir. Deneklerin bu cümlelere beş kategori üzerinden tepki göstermeleri istenir (Tamamen katılıyorum, katılıyorum, kararsızım, katılmıyorum, tamamen katılıyorum).

 Her denek için toplam puan hesaplanır. Yukarıda beş kategoride sırasıyla 1, 2, 3, 4, 5 puan ağırlığı almak üzere, her kişinin bütün maddelere verdikleri puanlar toplanarak toplam puan elde edilir.

 En ayırıcı maddeleri seçebilmek için “madde analizi” yapılır. Madde analizi, her madde için o madde üzerinden grubun aldığı puanların, grubun bütün ölçek

maddeleri üzerinden aldığı toplam puanlarla korelasyonudur. Madde analizinde, tüm ölçek puanlarıyla yüksek korelasyon gösteren maddeler tutulur diğer maddeler ise ölçekten çıkartılır. Likert tipi ölçekte en önemli özelliklerden biri tek boyutluluktur. Yani bütün maddelerin aynı tutumu ölçmesi gerekir. Madde analizi de bunun sağlanması için gereklidir.

Likert ölçeği, diğer ölçeklere göre daha kolay hazırlanması ve kullanışlılığının daha yüksek olması bakımından tutum ölçekleri içinde en yaygın olarak kullanılandır (Tavşancıl, 2010: 139). Likert yönteminde ifadeler, obje ile doğrudan doğruya ilişkilerine bakılarak değil işe yarama derecelerine bakılarak konu ile ilişkisi olan noktalar dikkate alınıp dolaylı olarak hazırlanmaktadır (Sencer ve Sencer, 1978: 367). Likert ölçeği, istatistiksel açıdan daha güvenirlidir. Tutum puanlarına yönelik mutlak bir aralığa ulaşmayı amaçlamaz; onun yerine söz konusu aralık, örneklemi oluşturan katılımcıların tutumlarını doğrudan yansıtır(Hogg ve Vaughan, 2011: 209).

2.3.5.4. Guttman’ın Birikimli Ölçekleme Tekniği

Guttman tarafından II. Dünya Savaşı sırasında askerlerin tutumlarını belirlemek amacıyla geliştirilen tekniğe “Birikimli-Yığışımlı Ölçekleme Tekniği”, “Yığmalı Ölçek Yaklaşımı” veya “Ölçek Analizi” adları da verilmektedir (Sherif ve Sherif, 1996: 521). Bu tekniği geliştirmede daha önce geliştirilen Thurstone ve Likert tipi ölçeklerde ortak sorun olan “tek boyutluluk” sıkıntısının çözülme çabası önemli rol oynamıştır (Özgüven, 1994: 346). Guttman ölçekleri, ölçüm konusu olan sürekliliği ölçmek üzere gerekli maddeler sayısını, aynı güvenirlik düzeyini korumak koşuluyla az sayıya indiren bir tekniktir (Tavşancıl, 2010: 157).

2.3.5.5. Osgood’un Duygusal Anlam Ölçeği

Thustone, Likert ve Guttman ölçekleri tutum ölçmede temel ölçeklerdir. Osgood’un Duygusal Anlam ölçeği ise bunların dışında yaygın olarak kullanılan bir tekniktir (Kağıtçıbaşı, 2010: 150). Deneklerin, ifade edilen düşüncelere katılıp

katılmadıklarını esas alan yaklaşımların aksine Osgood, tutumları incelerken insanların belli bir sözcük ya da kavrama verdikleri anlam üzerine yoğunlaşmıştır (Hogg ve Vaughan, 2011: 209). Bu teknik, tek bir ölçekte farklı tutumları ölçme olanağı tanımaktadır ve özellikle sosyal tutumların ölçülmesinde kullanılabilecek bir ölçektir (Tavşancıl, 2010: 168).

Bu teknikler aynı zamanda şu varsayımları ortaklaştırır; a.Tutumlar, nicel nitelikle ölçülebilir, böylece her bir kişinin fikri sayısal bir değerle temsil edilebilir, b.Belli bir test maddesi veya bir tutumu işaret eden bir davranış, cevap verenlerin hepsi için aynı anlama sahiptir, verilen bir cevap herkes için aynı şekilde puanlanır (Hogg ve Vaugman, 2011: 205). Bu tekniklerden en sık kullanılanları tutum ölçekleridir (Topçu, 1998: 328).

2.4. Akademik Başarı

Başarı, birçok unsuru kapsamına rağmen genellikle eğitimde öğrencinin aldığı notlar, derslerdeki durumu vb. olarak değerlendirilir. Bu da “akademik başarı” şeklinde ifade edilmektedir.

Akademik başarı, bireyin psikomotor ve duyuşsal gelişiminin dışında kalan, bütün program alanlarındaki davranış değişmelerini ifade eder (Erdoğdu, 2006: 4). Başarıyı tadan ve yakalayan bireyler daha çok çalışmaya ve yoğunlaşmaya motive olmaktadır. Bireylerin bilişsel kapasitelerini kullanmada ve geliştirmede isteksizlikleri başarıyı etkiler. Başarı konusunda özgüvenini kaybedenler, yetenekleri olsa bile başarısız olurlar (Bandura, 1982).

Çağdaş eğitim anlayışında okul, bireyin gerekli bilgi donanımına sahip olmasıyla birlikte onun sosyalleşmesini sağlayan bir kurum olarak karşımıza çıkmaktadır. Okulun, bazı yeteneklere sahip olmada, çevreyle iletişim kurmada, ruhsal gücün ve gerçeği algılama becerisinin gelişmesinde etkisi vardır (Yavuzer, 1993: 190). Okullar, bireylerin