• Sonuç bulunamadı

İkinci Dünya Savaşı, sadece savaşa katılan ülkelerin değil, savaş dışında kalmayı tercih etmiş ülkelerin de siyasal, sosyal ve ekonomik hayatlarında önemli değişiklerin yaşanmasına yol açmıştır. Altı yıl süren gözyaşı ve acı, savaşın son bulmasıyla yerini hemen barışa ve refaha bırakmamış yeni düzene entegrasyon sancılı geçmiştir. Uluslararası politika sistemin değişime uğraması ve iki süper gücün ortaya çıkması savaşın sonunda, dünya barışını bir başka deyişle kazançlı çıkan ülkelerin çıkarına uygun bir barış ortamını sağlama amacıyla mücadeleye girişilmesi süreci başlatmıştır. Bu dönemde, ABD, Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda dış politikasının temel ilkesi olarak kabul ettiği Monroe Doktrinini terk ederek, Sovyetler Birliği’nin karşısına sadece Avrupa’nın değil dünyanın hamisi olarak politik sahneye çıkma mücadelesi vermiştir. Ayrıca 1920’li yıllarda Ortadoğu’daki petrolün farkına varmasıyla birlikte ilgisi Ortadoğu üzerine yoğunlaşmış bu doğrultuda ABD, dünya proleter devrimi gerçekleştirme, sıcak denizlere ve Orta Doğu petrollerine ulaşma arzusunda olan Sovyetler Birliği’nin karşısına çıkabilecek tek güç olarak uluslararası arenada artık İngiltere’nin yerini almıştır.70

İkinci dünya savaşının hemen akabinde dönemin hegemonik gücü olan ABD’nin koyduğu Truman doktrini “dış yardım” olarak adlandırılsa da özünde emperyalist bir müdahale biçimi olarak var olmuştur.71İngiltere’nin bölge üzerinde kurduğu gücünü yitirmesi sonucuyla sorumluluklarını yerine getiremeyeceğini ABD kanadından destek istediğini üstü kapalı belirtmesi gücün İngiltere’den ABD’ye kaymaya başlamasına neden olmuştur. İngiltere, Yunanistan’da kralcılar ile solcu asiler

70Fahir Armaoğlu, 20.Yüzyıl Siyasi Tarih (1914- 1990), Cilt:1, Ankara Türkiye İş Bankası Yayınları, s:419-421 71İlhan İpek “Bana Göre Marshall Planı Ne İfade Eder”, İktisadi Uyanış, 1951,Sayı 15, s:15

34

arasında iç savaşın devam etmesi sorununu çözebilmek için askerlerini çekmeyerek yardım etmeye çalışsa da kendi içinde bulunduğu ekonomik bunalım nedeniyle Mart 1947 tarihinden itibaren iktisadi ve askeri destek veremeyeceğini ve bölgedeki sorumluluğu ABD’nin üstlenmesini istemesi72neticesiyle ABD’nin her yönüyle

Ortadoğu’da yer almaya başlamasının bir göstergesi olarak Truman doktrini yayınlanmıştır. ABD, SSCB karşısında bölgedeki varlığını geliştirdiği stratejiler ile destekleyerek siyasal ağırlığını hissettirmeye yoğun bir şekilde başlamıştır. Askeri ve ekonomik politikalarla bölgedeki stratejisini belirlemeye çalışmıştır. Bu bakımdan Truman doktrini bölgede ABD varlığını tehdit eden SSCB’ye karşı uyguladığı politik tedbirlerden biri olarak karşımıza çıkmıştır. Sovyet birliğinin Ortadoğu’da uyguladığı politikalarının amacı Moskova’yı uluslararası enerji merkezi haline getirerek ve komünist ekonomik sistemin bölgede yayılmasını sağlamaktı. 1946 yılından itibaren Türkiye de Sovyetler Birliği’nin açık ve daimi tehdidi altında bulunuyordu. Sovyetler Birliği’nin Türkiye’den toprak isteğinde bulunması, Karadeniz ve Boğazlar konusunda kendi dışındaki aktörlere söz hakkı tanımak istememesi, ABD’nin hayati çıkarlarını koruma açısından Türkiye’yi desteklemesini gerekli kılmaktaydı. Türkiye, sadece küresel güçlerin yanında görmek istediği doğu ve batı arasında önemli bir konumda yer alan bir ülke değil aynı zamanda kuzey ve güney arasında da önemli hava, deniz ve kara yollarını denetleyebilecek konumda bulunuyordu. En önemlisi de Türkiye medeniyetler arası bir geçiş yoluydu. İşte bütün bu sebeplerden ötürü kapitalist bloğu oluşturan ABD ve Avrupa bu yayılma emellerini Ortadoğu’da kurmaya çalıştığı ittifaklar yoluyla karşı koymaya çalışmıştır. Truman Doktrini bu amacın yapı taşını oluşturmaktadır. 12 Mart 1947’de Amerikan Başkanı Truman Kongrede yaptığı konuşmada Türkiye’nin “Batı dünyası” için ne kadar önemli olduğunu anlatarak ve kongrede Türkiye ve Yunanistan’a askerî yardım yapılması gerekliliğini özellikle vurgulamıştır. Böylelikle Amerikan Başkanının Kongrede yaptığı ünlü konuşma tarihe “Truman doktrini” adıyla geçen yardım planı dış politikada SSCB’yi çevrelemenin önemli ayağını oluşturmuştur.73

72Mehmet Gönlübol, A. Haluk Ulman, Suat Bilge; Olaylarla Türk Dış Politikası (1919-1995), Ankara, Siyasal

Kitapevi, 1996, s:212-213

73Genel Kurmay Başkanlığı, Soğuk savaş dönemi ve sonrası savaş tarihi sonuçlarının Türkiye’nin güvenliğine

stratejik etkileri, Onuncu Askeri Tarih Sempozyumu Bildirileri, 20-22 Nisan 2005, İstanbul, Genel Kurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı yayınları, Ankara,2006, s:433-434

35

Ancak kongrede Başkanın istekleri büyük tartışmaların çıkmasına neden oldu. Çünkü ABD kongre üyelerinin bazılarına göre geleneksel dış politikasını terk ediyor ve Orta Doğu’da belirgin çıkarları yokken İngiltere’nin yerini alıyordu. Bunun yanında sadece Yunanistan’a yardım edilmesini, Türkiye’nin savaşa girmemesi nedeniyle yıkıma uğramadığından dolayı yardıma ihtiyacı olmadığı fikrini destekleyen kongre üyeleri de mevcuttu. Neticede kongre Yunanistan’a 300.000.000, Türkiye’ye de 100.000.000 dolarlık yardımın yapılmasını, Amerikan askerî ve sivil personelin gönderilerek yardımın kullanılmasında yardımcı olunmasını, konu ile ilgili Türk ve Yunan görevlilerin Amerika’da eğitilmesini kabul etmiştir.74

Aslında ABD’nin Türkiye’ye yaptığı askerî desteğin arkasındaki stratejik düşünce, Sovyetler Birliği ile sıcak çatışmaya girildiği takdirde, avantajları itibariyle büyük önem arz eden İskenderun Limanı’nın kullanılmasıydı. Ancak, bu limandan Kuzeye doğru kara ve demir yolları modern askerî trafik için çok yetersizdi ve bu nedenle Amerikalılar, Doğu Anadolu’nun en stratejik bölgesi olan Erzurum’a ve sonra Ankara ve İstanbul’a doğru yol yapımı için hazırlıklara girişmişlerdi. Herhangi bir Sovyet saldırısına karşı geleneksel Türk savunması, Trakya’da Çatalca, doğuda ise Pasinler olacaktı. Fakat 1948 ve 1949 yılında Türk askerî tatbikatlarını izleyen ABD ordusuna bağlı uzmanlar, bir Sovyet saldırısına karşı her iki hattın da uzun süre dayanamayacağı ve en etkili savunmanın Torosların güneyinde 12 ya da 15 Türk tümeni ile yapılabileceği kararına vardılar. İskenderun bu hattın toplanma merkezi olacak, ayrıca bu bölgeden Sovyetler Birliği’nin güneyindeki endüstri ve petrol bölgeleri bombalanabilecekti. Bu nedenle yol onarım faaliyeti daha çok İskenderun bölgesinde yoğunlaşarak devam etmiştir. Bu bağlamda kazandıklarından da vazgeçmeye razı olmaya niyeti olmayan ABD75görünüşte meydana gelen SSCB’nin insani değerlere ve özgürlüklere karşı politikasını önleme amacı ile bölge meselelerine dâhil olduğu söylemini gerçekleştirse de ayrıntıdaki hedef Ortadoğu, Avrupa ve önemli suyollarında kendi ekonomik siyasi çıkarlarını korumak ve dünya ekonomisine yön vererek SSCB’yi dengeleyerek büyük bir güç olmaktı. Bu nedenden dolayı bölge ülkelerini askeri olarak eğiterek ve ekonomik olarak kalkınmasını sağlayarak kendi tercihlerinin ağır bastığı

74Haluk Ulman; Türk Amerikan Diplomatik Münasebetleri 1939- 1947, Ankara, AÜSBF Yayınları, 1961, s:46-48 75

36

ittifaklar kurmak suretiyle Sovyet birliğini çevreleme stratejisiyle komünizm tehlikesine karşı başarılı bir politika yürüteceğini düşünmüştür.76