• Sonuç bulunamadı

Katılımcıların araştırmaya dâhil edilme sürecinde poliklinik başvuruları ve kartopu yöntemiyle ulaşılan bireylerde en az bir travmatik yaşantının varlığı göz önüne alınmıştır. Polikliniğe başvuru dışında kartopu yöntemiyle ulaşılan ve politik nedenle işkence yaşantısı olan 10 bireyden 9’u çalışmanın kendileriyle ilişkili olmadığı gerekçesiyle çalışmaya katılmayı reddetmişlerdir. Bu durumda sosyodemografik veri formunda yer alan din ve tanrı ile ilgili soruların etkili olabileceği düşünülmüşse de (kendilerine formu ulaştıran kişiye bu soruların yaşadıklarıyla ilgili olmadığını ifade etmişlerdir) reddediş oranı dikkat çekicidir. Yine kartopu yöntemiyle ulaşılan yetiştirme yurdunda büyümüş 10 kişi ise herhangi bir travmatik yaşantı ifade etmediği için araştırma dışı bırakılmıştır. Yetiştirme yurduna alınmada çocukluk çağı ihmal ve istismarının önemli rol oynadığı bilinmektedir. Bu iki olguda bireylerle (işkence gören grup ile yetiştirme yurdunda büyüyen ve travma yaşantısı olmadığını ifade eden grupta bulunan bireyler) güven ilişkisinin yeterince kurulamamış olmasının etkili olduğu düşünülmektedir. İnsan elinden kasıtlı olarak gerçekleştirilmiş travma yaşantısı olan kişiler travma sonrasında değişim gösteren kendi ve dünya hakkındaki olumsuz çıkarımlarından (kendilik değeri, dünyanın iyiliği ve adaleti gibi konularda) korunmak amacıyla duygusal dünyalarını kapatabilir, duyguları hakkında düşünmeyebilir, yaşadıkları ciddi travmatik olayları farkındalık alanından çıkarabilirler (Şahin 1995); (Yılmaz 2008). Bu çalışmada da kartopu yöntemiyle ulaşılmaya çalışılan travma yaşantısı olan diğer bireylerde araştırmaya katılım konusunda herhangi bir sorun yaşanmamasına rağmen işkence yaşantısı ve çocukluk çağı istismar ve ihmal yaşantısı olan bireylerde sorun yaşandığı görülmektedir. Ayrıca, araştırmaya katılmayı reddeden tüm bireylerin erkek olmasının da konuyla ilgili yapılacak olan diğer çalışmalarda incelenebileceği düşünülmüştür.

5.1.1. En Sık Yaşatılanan ve En Çok Etkilenilen Travma Yaşantısı

Bu çalışmada katılımcılar arasında en sık yaşantılanan travma yaşantısının doğal afet olduğu (tüm katılımcıların %63’ü) görülmüştür. Araştırma örnekleminin büyük çoğunluğunun Marmara Bölgesi’nde ikamet ettiği göz önüne alındığında (1999 Marmara depremi sebebiyle) bu beklenen bir sonuçtur. Bunu sırasıyla sevilen birinin ani ölümü, sevilen birinin ölümcül hastalığı, kaza, fiziksel saldırı, çocukluk çağı kötü ve olumsuz yaşantıları, ciddi ekonomik güçlük, çatışma bölgesinde bulunma, yangın, aile içi şiddet, intihara tanıklık etme, yetişkin cinsel saldırı, işkence ve benzeri kötü muamele ve cinayete

tanıklık yaşantısı izlemektedir. En çok etkilenilen travma yaşantısı incelendiğinde ise yetişkin cinsel saldırı (travmayı yaşayanların %66.6’sı) ilk sırada yer alırken, çocukluk çağı kötü ve olumsuz yaşantılarına maruz kalma -çocukluk çağı cinsel istismarı bu grup içerisinde yer almaktadır- (travmayı yaşayanların %51.6’sı) ikinci sırada ve çatışma bölgesinde bulunma (travmayı yaşayanların %47.6’sı) üçüncü sırada yer almaktadır. Bu sonuç, bireylerin cinsel saldırı, çocukluk çağı olumsuz olayları ve çatışma bölgesinde bulunma gibi şiddet içerikli travmalardan diğer travmatik yaşantılara göre daha çok etkilendiğini düşündürmektedir.

5.1.2. Travma Yaşantısı ve Sosyodemografik Özellikler

Tolin ve Foa (2006), yaptıkları meta çözümleme çalışmasında kadınların erkeklere

oranla travma yaşantısıyla daha az karşılaştıkları ve yine erkeklere oranla cinsel istismar ve çocukluk çağı cinsel istismar yaşantılarına daha çok, kaza, fiziksel saldırı, ölüm ve yaralanmaya şahit olma, çatışma, yangın gibi yaşantılara daha az maruz kaldıklarını belirtmiştir. Bu çalışmada da cinsel istismar ve çocukluk çağı cinsel istismar yaşantısı bulunanların tamamına yakının kadın olduğu izlenmiş, ancak cinsiyet ile toplam travma sayısı, toplam insan elinden kasıtlı travma sayısı ve toplam doğal afet-kaza-ölüm türü travma sayıları açısından anlamlı bir fark bulunamamıştır. Bu bulgu Punamäki ve arkadaşlarının kadınların yaşam boyu daha az sayıda travma yaşantısı ile karşılaştıkları bulgusu ile de uyuşmamaktadır. Bulgular arasındaki bu farkın sebebi seçilen örneklem ile ilişkili olabilir. Bu çalışmada yer alan kadın katılımcılar travmaları sebebiyle kendi istekleri ile poliklinik başvurusunda bulunmuş olup benzer yaşantılara sahip olan erkeklerin başvuru yapmamış ve haliyle çalışma içerisine katılmamış olduğu düşünülebilir. Yaşanan insan elinden, kasıtlı olmayan travma sayısında katılımcılar arasında eğitim durumu açısından anlamlı bir fark bulunamazken 12 yıl ve altında eğitim almış olan katılımcıların insan elinden kasıtlı olarak gerçekleştirilmiş travmaya maruziyet sayıları 12 yıldan fazla eğitim almış katılımcılara oranla p<.005 düzeyinde anlamlı olarak daha yüksek bulunmuştur. Düşük eğitim düzeyinin bireyin şiddet olaylarına maruziyetini arttırabileceği, ya da insan elinden kasıtlı olarak gerçekleştirilen travmatik yaşantıların (özellikle çocukluk çağı travmaları) bireylerin daha kısa süre eğitim görmelerinde etkili olabileceği düşünülmüştür. İleride yapılacak boylamsal araştırmalarda eğitim durumu ile travmaya maruziyet ilişkisi daha geniş biçimde değerlendirilebilir.

Gelir düzeyi ile yaşanan travma ve toplam insan elinden kasıtlı olarak

gerçekleştirilmemiş travma sayıları karşılaştırıldığında arada anlamlı bir ilişki bulunamazken gelir düzeyi ile insan elinden kasıtlı olarak gerçekleştirilmiş travma

sayısında p<.05 düzeyinde anlamlı bir ilişki bulunmuştur. Bu sonuç, yoksulluğun bireyin şiddet olaylarına maruziyetini arttırmakta olabileceğini düşündürmektedir.