• Sonuç bulunamadı

Travma Sırasında ve Sonrasında Oluşan Etkilerin Değerlendirilmesi

Araştırmada yanıt aranan üçüncü soru travmaya ilişkin bazı olguların varlığını ifade eden ve etmeyen bireyler arasında (disosiyatif yaşantı, ruhsal travma, tedavi ihtiyacı) bağlanma özellikleri ve ruhsal dayanıklılık düzeyi bakımından anlamlı farklılık mevcut olup olmadığı idi. Bu bölümde travma sırasında yaşanan korku dehşet çaresizlik düzeyi, travma sırasında disosiasyon yaşantısı ve travmaya bağlı tedavi ihtiyacı ile ilgili değerlendirmeler yapılmıştır.

5.5.1. Ruhsal Travma (Travmatik yaşantı sırasında yaşanan korku dehşet çaresizlik düzeyi) ile İlgili Bulguların Değerlendirilmesi

Toplumun kadına yaklaşımı ve edinilen sosyal roller sebebiyle kadınlar çoğunlukla tehlike karşısında daha hazırlıksız ve kendilerini korumada daha donanımsızlardır. Kadınların pek çoğu tehlike durumunda etkin bir savunma oluşturmada yeterli deneyime sahip değildirler (Herman 2007, s.90). Bu çalışmada da en çok etkilenilen travma sırasındaki ruhsal travma yaşantısının varlığı ile cinsiyet arasındaki ilişki değerlendirildiğinde, kadınlarda erkeklere oranla p<.001 düzeyinde anlamlı olarak daha yüksek ruhsal travma yaşantısı belirlenmiştir.

Travma sırasında şiddetli/çok şiddetli düzeyde korku,dehşet, çaresizlik yaşayan katılımcıların güvensiz bağlanma puanları ve kaygılı bağlanma puanları yaşamayan katılımcılara göre p<.05 düzeyinde anlamlı olarak daha yüksek olduğu belirlenmiştir. Öte yandan, kaçınmacı bağlanma puanları ile travma sırasında şiddetli/çok şiddetli korku dehşet çaresizlik yaşayıp yaşamama arasında anlamlı bir fark bulunamamıştır (p=0.106). Bu durumun Karreman ve Vingerhoets’ın (2012) çalışmalarında belirttiği stresli durumlarda kaçıngan bağlanma stiline sahip olan sahip bireylerin, kaygılı bağlanma biçimine sahip bireylere oranla tehlikeyi daha düşük ve kendi baş etme becerilerini daha yüksek gördükleri bilgisiyle ilişkili olabileceği düşünülmüştür.

Travma sırasında şiddetli/çok şiddetli düzeyde korku, dehşet, çaresizlik yaşayan katılımcılar, yaşamayanlara oranla p<.05 düzeyinde anlamlı olarak daha düşük ruhsal dayanıklılık puanına sahiptirler. Yine Karreman ve Vingerhoets (2012) çalışmalarında, ruhsal olarak dayanıklı bireylerin stresli olayları tehdit edici olarak görseler de kendi baş etme becerilerini ruhsal olarak dayanıklı olmayan bireylere göre daha yüksek gördüklerini ifade etmektedirler.

5.5.2.Travma Sırasındaki Dissosiyatif Yaşantının Varlığı ile İlgili Bulguların Değerlendirilmesi

En çok etkilenilen travma sırasındaki disosiyatif yaşantı varlığı ile cinsiyet arasındaki ilişki değerlendirildiğinde kadınlarda erkeklere oranla p<.05 değerinde anlamlı olarak daha fazla disosiyatif yaşantı varlığı belirlenmiştir. Melanie ve arkadaşları da (2013) yaptıkları çalışmada kadın katılımcıların Peritravmatik Disosiasyon Ölçeği (PDEQ) puanlarının erkek katılımcılara oranla anlamlı olarak daha yüksek olduğunu belirlemişlerdir. Aynı çalışmada doğal afet yaşantısı olan erkeklerin ise kadınlara göre daha yüksek PDEQ puanlarına sahip olduğu belirtilmiş ve durumun kadın ve erkeklerin değişik travmatik yaşantıları birbirlerinden farklı algılamaları ve farklı tepkiler geliştirmelerinden

kaynaklanabileceğini ifade etmişlerdir. Bu bulgular, Punamaki ve arkadaşlarının (2005) travma sırasında yaşantılanan disosiasyon açısından Gazze Şeridinde yaşayan kadın ve erkek katılımcılar arasında bir fark belirlenmemiş olan çalışmalarıyla uyuşmamaktadır. Yaşadıkları travmanın kaynağı insan elinden kasıtlı olan katılımcılar, travmanın kaynağı kaza afet ölüm olan katılımcılara oranla travma sırasında p< 0.05 düzeyinde anlamlı olarak daha fazla disosiyatif yaşantı ifade etmişlerdir. Bu bulgu Hetzel ve arkadaşlarının (2013) çalışmalarında elde ettikleri bulgularla uyuşmaktadır.

Koopman ve arkadaşları (1994), travma sırasında ve travmanın ardından uyumsal olabilse de disosyiatif mekanizmaların sıklıkla kullanımının travmanın bilişsel ve duygusal olarak işlenmesini engelleyeceğinden daha ciddi travma sonrası tepkilere yol açacağını belirtmişlerdir. Bu çalışmada da travma sırasında disosiyatif belirti ifade eden katılımcılar disosiyatif belirti ifade etmeyen katılımcılara göre p< 0.001 düzeyinde anlamlı olarak daha yüksek tedavi ihtiyacı belirtmişlerdir. Mulders ve arkadaşları da (2008) yaptıkları meta çözümleme çalışması sonucunda travma sırasında yaşanan disosiyasyon ve travma sonrası stres arasında ilişki belirlemişlerdir.

Travma sırasında dissosiyatif yaşantının varlığı ya da yokluğunun katılımcıların bağlanma puanları arasında fark yaratıp yaratmadığı değerlendirildiğinde, disosiyatif yaşantı ifade eden katılımcıların güvensiz bağlanma puanları, kaygılı bağlanma puanları ve kaçıngan bağlanma puanları, travma sırasında disosiyatif yaşantı ifade etmeyen katılımcılara oranla anlamlı olarak (sırasıyla p=.002, .002 ve .021) daha yüksek olduğu görülmektedir. Liotti de (2004), travmatik yaşantılara disosiyatif tepkiler verilmesinin erken bağlanmadaki bozulma ile ilişkili olduğunu belirtmiştir.

5.5.3.Travmaya Bağlı Tedavi İhtiyacı ile İlgili Bulguların Değerlendirilmesi

Bu çalışmada, en çok etkilendikleri travma kaynağı insan elinden, kasıtlı olarak gerçekleştirilmiş bir travma olan katılımcılar, en çok etkilendikleri travma kaynağı kaza afet ölüm türü bir travma olmayan katılımcılara oranla p< .001 düzeyinde anlamlı olarak daha fazla tedavi ihtiyacı belirtmişlerdir. Zinzow ve Jackson da (2009) yaptıkları çalışmada doğal afet yaşantısı olan katılımcılarla cinsel şiddet mağdurlarını TSSB açısından karşılaştırmış, cinsel şiddet yaşantısı olanlarda TSSB sıklığının doğal afet yaşantısı olanlara göre anlamlı olarak daha yüksek olduğunu belirlemişlerdir. Hetzel ve arkadaşlarının (2013) çalışmalarında da benzer şekilde kişilerarası şiddet mağdurlarında TSSB sıklığı diğer travmatik yaşantı gruplarındaki katılımcılara oranla daha yüksek olarak belirlenmiştir.

bağlanma puanlarının, tedavi ihtiyacı ifade etmeyenlere oranla anlamlı düzeyde daha yüksek olduğu izlenmiştir (sırasıyla p=.001, p=.000 ve p=.020 düzeyinde). Bifulco ve arkadaşlarının (2006) 154 kadın katılımcıyla yaptıkları boylamsal çalışmada güvensiz bağlanma puanları panik ve agorafobi dışında tüm bozukluklarla yüksek oranda ilişkili bulunmuştur. Aynı çalışmada korkulu bağlanma örüntüsü, sosyal kaygı bozukluğu ve major depresyonla, öfkeli kayıtsız örüntüler ise yaygın kaygı bozukluğu ile ilişkili bulunmuştur. Ciechanowsky ve arkadaşlarının (2002) yaptıkları çalışmada, saplantılı ve korkulu bağlanma örüntüsüne sahip hastaların güvenli bağlanma örüntüsüne sahip hastalara oranla anlamlı olarak daha fazla belirti ifade ettikleri izlenmiştir. En yüksek hastaneye gidiş sayısı ve hastane maliyetleri, saplantılı bağlanma örüntüsü olan hastalarda görülürken, bu oranlar, korkulu bağlanma örüntüsüne sahip olan hastalarda en düşük olarak izlenmiştir İçe dönüklük ve dışsal kontrol odağının yüksek olması gibi bazı kişilik özellikleri, düşük ruhsal dayanıklılık, ve işlevsel olmayan başa çıkma mekanizmalarının travma sonrası stres belirtileri açısından risk oluşturmaktadır (Aker 2012, s.15). Bu çalışmada da tedavi ihtiyacı ifade eden katılımcıların ruhsal dayanıklılık puanları tedavi ihtiyacı ifade etmeyenlere göre anlamlı olarak daha düşük bulunmuştur (p=.003).