• Sonuç bulunamadı

Toplumsal Bağlar

Belgede Zygmunt Bauman & Tim May (sayfa 76-100)

“Sizden” ve “Bizden” B ahsetm ek

B

u bölümde, bireysel özneler olarak her birimizi insanların ve nesnelerin oluşturduğu büyük kümeler içinde yan yana getiren süreçlere bakacağız. Bu nasıl oluşmakta, hangi koşul­

larda gerçekleşmekte ve ne tü r sonuçlar yaratmaktadır? Bunlar ele alacağımız meselelerden sadece birkaçıdır. Bu meseleler her gün “hepimiz”, “şunu talep ediyoruz”, “şunu kabul ederiz”

gibi sözlerin yanı sıra “biz” ve “onlara” yapılan göndermelerle ilgi alanımıza girer. Bu şeyler bloglarda, tweetlerde, kitaplarda ve çeşitli medya araçlarında yazılır, iş dünyasından insanlar ve dini liderler tarafından ifade edilir, “ötekinden” bahsederek

seslendikleri kişilerden oy almaya çalışan siyasetçiler tarafından aktarılır. Bu ötekiler birer yabancıdır ve varlıklarının mevcut ve homojen yaşam tarzlarından ayrıştığı varsayılır. Gündelik yaşamlarımızda ötekilerle ilişkiler kurarız ve kendimizle onlar arasında (“Ben” ve “sen”) ayrımlar yapabiliriz. Dolayısıyla bu

“biz” kim dir ve nasıl inşa edilir?

Topluluklar: Fikir Birliğinde ve Çatışm alarda Yakınlık ve Mesafe

Açıkça tanım lanm am ış ve sınırları çekilmemiş olan fakat başka insanların reddettiği şeyleri onaylayıp bu inançlara bir otorite veya değer atfeden bir grup insandan to p lu lu k olarak bahsetm ek m üm kündür. Mekânsal açıdan fiziksel yakınlıkla veya çevrimiçi topluluklarda olduğu gibi bazı ortak ilgi alan­

larıyla tanımlanabilirler. Gördüğümüz şey bir “birliktelik” his­

sidir. Böylece karşılaşm alar m evcudiyet ve yokluk arasında dalgalanabilir ama zaman içinde belli bir süreklilik arz eder­

ler. Bireyler bir toplumsal kimliği korum ak adına kendilerini diğer gruplardan ayırmak isteyebilirler ama işe yaraması için bunu önem sahibi öteki kişilerin tanıyacağı ve daha genel bir toplum sal grubun parçası olacak şekilde yapm aları gerekir.

Kültürel yollarla erişilebilen bu repertuarlar, ait olma hissiyle ve belki bireyi aşan bir birlik fikriyle bir mekânı topluluk içinde konumlandırm aya, haklı çıkarmaya yahut açıklamaya çalışır.

Mekânda böyle bir şey olmadığında ortada topluluk diye bir şey olmayabilir. Bu ait olma hissinin kabulü veya asgari anlamda kabul edilmesiyle edim leri ve ritüelleri topluluğun temelleri olarak görülür. Birleştirici etm enlerin onları bölen her şeyden daha güçlü ve önemli olduğu düşünülür. Diğer yanda üyeler arasındaki farklılıklar, ortak benzerliklere duyulan inanca kı­

yasla ikincil plandadır.

Çağdaş zamanlar genelde, geleneksel topluluk bağları gev­

şedikçe parçalanan yapılarla nitelenir: Örneğin sosyal medya aracılığıyla uzak mesafelerden insanlarla etkileşime girme gücü,

birbirimizle aramızdaki dolaysız aşinalığı zayıflatır. Yine de top­

lumsal bağların süregelen gücü hafife alınmamalıdır. İnsanları başkalarına “kim” olduklarını açıklayıp onları ikna etme ihtiya­

cından kurtarırlar ve ortak görüşlerin birer hakikat, inanmaya ve saygı göstermeye değer birer şey olarak inşa edilmesine olanak sağlarlar. Dışarıdan bakıldığında yabancı görülecek çoksesli bir dünya karşısında, teksesli bir alana çekilmek, kaygılardan kurtulm a ve aidiyetle kimlik algısını güçlendirme arzusu içinde cazip gelebilir. Hatta şunu da söylemek m üm kündür: O nu bir amaç doğrultusunda seçmediğimize ve var olması için bir şey yapmadığımız gibi eylemlerimizle onu dönüştüremeyeceğimize inandığım ız noktada topluluğa ait olma hissi en güçlü ve en güvenli ifadesini bulur. Etkililik adına imgeleri ve önerm ele­

ri, “hepim iz kabul ediyoruz” tarzı deyişlerin ifade ettiği gibi asla detaylandırılmaz veya sorgulanmaz. Asla formel yasalara dönüşecek şekilde yazıya dökülmez ve sın ır çekip sın ırların k o ­ ru n m a sın a dönük bilinçli çabaların nesnesine dönüşmez. Hiç sorgulanmayan verili emirler olarak sessizliklerini korudukla­

rında geçerlilikleri daha güçlüdür. Birleştiren bağlar, yaşamlarını doğumdan ölüme aynı çevre içinde sürdüren ve asla başka yerlere gitmeyen, diğer grupların üyeleri tarafından ziyaret edilmeyen veya içlerine kim senin sızmadığı kişiler arasında en eksiksiz görünüm üne kavuşur. Bu koşullar altında, insanların kendi yaşam tarzları ve araçları üzerine düşünüp bunları doğrulama ihtiyacı duymaları azalmış olur.

Bu tarz durum lar nadiren ortaya çıkar ve fikir birliğinin yarattığı uyumla çatışmaların yokluğuna işaret etmez. Aksine topluluk gerçeklikten kıyasla bir önerme, bir arzu ifadesi, safları harekete geçirme ve sıklaştırma çağrısıdır. Gallerli eleştirmen ve roman yazarı Raymond Williams’ın akıllara kazman sözleriyle,

“toplulukla ilgili kayda değer olan şey her zaman var olmasıdır”.

Geçmişte varolduğu farz edilse bile, artık yoktur ve varolduğu an geride kalmıştır. Yine de insanların karşısına birlik yaratmak veya bilinçli çabalarla ideallerini (bugünün belirsizlikleri karşı­

sında belki geçmişin paramparça olmuş bir kalıntısından ibaret l_ZŞ_ı

olan idealleri) korum ak gi' bi pratik bir görev çıktığında, “doğal”

birliğin sarsılmaz kuvvetinden bahsedilir. Bu güçlerin oluşturdu­

ğu birlik sık sık başkaldı rır. Benedict Anderson un milliyetçilik bağlamında söylediği gibi, bağları yaratan ortak bir dille belli bir toprak parçası arasındaki ilişki değil, dilsel çeşitlilik konu­

sunda kader ortaklığı hissidir. Kapitalist üretim deki değişimler ve teknolojik atılımlarla birleştiğinde bu “hayali cemaatlere”

biçim veren geçmiş düşünceleri yaratır. Ciddi oranda çaba bu imgelerin/hayallerin harekete geçirilmesine harcanır. Dolayısıyla sosyal medya üzerinden aktarılan temsiller ve anlatılar bu tarz girişimlere yabancı değildir.

Topluluk fikri içinde doğal du ru m a yapılan her tü r gön­

derme, aslında birlik çağrılarını etkin kılan bir etmendir. En güçlüleri insanın yorum lam a ve kontrol etm e yetisini aştığı varsayılanlardır. Bu varsayımlar içinde “ortak kan” ortak miras alınmış nitelikler ve “yurtla” aramızdaki zamansız bağ gibi şey­

lere yapılmış imalar görürüz. Bunlar insanları ortak bir geçmişe, hatta üzerinde kontrollerinin olmadığı veya çok zayıf olduğu bir kader algısına bağlamaya yarar. En uç noktasında, dışarıdan bulaşacak unsurlara karşı korunacak bir saflık fikri üzerinden dışlayıcı pratikler yaratır. Daha sıkıcısı, nesnel “olay unsurları”

olarak ortak dinlere ve ulusların birliklerine başvurulur. Bu unsurlar olayların, süreçlerin ve belirgin özelliklerin seçimi ve yorumuyla bağlantılı seçici unsurları ve keyfilikleri gündelik tefekkürlerin arka planına yerleştirir. Yorumları sorgulayanların kendi “özlerine” ihanet eden işlerle meşgul olduğu düşünülen hayali “bizin” ağırlığına dönüşmeleri mümkündür. Gerçekliği inkâr ederek sadakatsizlik yapan dönekler olurlar.

Kavrama yetimizi aşan şeylere yapılan dokundurm alara ge­

nelde kaderlerimiz üzerinde daha fazla denetim kurma arzusu eşlik eder. Örneğin birlik yaratma amacıyla genetik benzerlikler­

den bahsetmek, konuşan kişiyi aktarımlarında seçimlerde bulun­

ma yükünden azat etmez. Neden mi? Çünkü fikirsel ayrılıkların dışında, genler ve insan davranışları arasındaki ilişkileri kav­

ramak mesele haline geldiğinde kaçınılmaz bağların olduğunu . 76 .

söyleyen her türlü varsayım pro .blemlidir. Genetik mühendisliğin g.erçek olduğu, muazzam mikti ırda pararım teknolojik atılımların araştırılm asına harcandığı bir çağda, bilimsel kesinliğe duyulan bı \r inançla genetik çözümler bulm a arayışı devam etmektedir.

A. ncak feminist psikolog ve t oplumsal teorisyen Lynne Segal’in be lirttiği gibi hâlâ karşımızda ı şöyle bir tercih vardır: “Kaderimizi be, lirleyen genetik m irasım ızdaki kısıtlamaları” incelemek için geı iye bakabiliriz. Yahut inancım ızı “yeni Genetik Tanrılara” ve do$ famızı “sonsuza dek şekillendirilebilecek” bir şeye dönüştür- mel 'de sağlayacağı varsayılan özgürlüklere bağlayarak geleceğe d e t »akabiliriz.

E >u ikinci olasılık karşısında, genetik belirlenimciliğin birleş­

tirici i gücüne yapılan göndermeler sınırlıdır. Diğer yol insanları yeni fikirlere kazandırarak (çekerek) bir düşünce veya inanç toplu luğunun yaratılmasıyla açılır. Burada hedef, kendilerine kutsa 1 bir kurucu veya ferasetli, ileri görüşlü bir ruhani ve/veya politil ^ lider tarafından ifşa edilecek bir amaç etrafında birleşen kişiler arasmda itikat topluluğu yaratmaktır. Bu tür pratiklerde kullam lan dil, kutsal geleneklerin veya tarihsel alınyazısının dili değ Ul> “tekrar doğmakla” ve hepsinden öte H a k ik a te göre yaşam a kla gelecek müjdeli haberlerin dilidir. Çağrılar insanla­

rın hiçb. ir tercih şansının olmadığı koşullarda yapılmaz aksine şüpheyi reddederek gerçek inancı kucaklamak gibi soylu bir edim için1 yapılır. Aleni katılma edimleri, birer kurtuluş ve yeni yaşamları n başlangıcı olarak görülür. Söz konusu olan kader değil, yenv elde edilmiş özgürlüğün ilk gerçek tezahürü olarak okunacak b i r özgür irade edimidir. Oysa bu kez saklanan şey­

ler, yeni benim senm iş inanca itaat etmeleri ve özgürlüklerini neticede davanın talep edebileceği şeylere teslim etmeleri için ikna edilm iş kişilere uygulanacak baskılardır. Bundan ö tü ­ rü taraftarlarından istedikleri taleplerin aşırılığı, pratiklerini m eşrulaştırm ak için tarihsel geleneği veya genetik eğilimleri çağıran kişilerinkinden az olmayabilir. Sosyologlar dolayısıyla Yeni Dini Hareketler diye adlandırılan şeyleri bu tarz mesele­

leri akılda tutarak ele alırlar. “Beyin yıkama” fikirleri özgürce . 77 .

seçilmiş eylem dizileriyle bu süreçlere karşı gelecek teknikleri sunan kişilere yapılmış ödemeleri iç içe geçirir.

İnanç toplulukları kendilerini, gelecekte aralarına katılacak zahitleri birleştirme niyetiyle yazılmış yeni akidelerin vaazıyla smırlayamazlar. Dini bağlılık veya takva ayinlerle desteklenme­

diğinde asla güvence altında olamaz: Yani inananların katılımını isteyen böylece ortak üyelik hissinin yeniden tesis edilmesini ve takvanın pekişmesini sağlayan bir dizi düzenli etkinlik ve toplanma, bayramlar, toplantılar, hizmetler ve forumlar gerekir.

Ancak üyelere dayatılan taleplerin sertliği ve hacminde değişik­

likler olur. Üyelerini birer savaşçı olarak gören böylece sadakat ve itaat talebinde bulunan partilerin önemli istisnası haricinde siyasi partiler, belli dönemlerde düzenli seçmen desteğini elle­

rinde tutm ak için gerekenden öte bir birlik düşüncesine ihtiyaç duymayabilir. Seçimden sonra gönüllüler ordusunun varlığı, elbette tekrar ihtiyaç duyulacakları ana dek unutulabilir. Baş­

ka bir deyişle üyelerin özel yaşamlarıyla kurulan meşguliyet, gündelik varoluşlarının tüm ünü denetlemeye dönük niyetle kendisini göstermez.

Dini bir mezhep genelde üyelerinin davranışları konusun­

da daha talepkâr beklentilere sahiptir. Varlıklarının yeniden üretilm esi kaygısıyla, üyelerinin tüm üyle periyodik ayinlere katılmaya razı olma ihtimalleri düşüktür. Tanım itibarıyla mez­

hepler, devamlılıkları için sorunlu sayılan dışsal inanışların baskısına m aruz kalmış azınlıklar ve benzer gruplardır. Bunu akılda tuttuğumuzda, başkalarının mahremiyete yapılmış birer mesnetsiz ihlal olarak göreceği adanmışlığı insanlardan talep eden gruplar olarak görülebilirler. Yaşamın tüm ü inancın uğra­

şına dönüşür, eylemler ve ifadeler sa d a k a tin tezahürleri olarak görülür. M ezhepçi/tutucu topluluklar çevrenin şüpheciliğine yahut düpedüz düşmanlığına karşı üyelerinin bağlılığını koru­

maya çalışacaklardır. Dahası bu amaç uğruna ciddi miktarda kaynağı harekete geçirmeleri de müm kündür. Uç örneklerde söz konusu girişimler topluluğu toplumsal yaşamın “olağan”

akışından bütünüyle koparacaktır. “Normal” toplum içindeki

insanların günahkârlığından, ayartıcı davranışlarından ve telafi edilmez yanlışlarından ötürü sansürlenir.

İçsel sınırları korumak için başvurulan dış dünyadan gelebi­

lecek olası kirler ve bulaşıcı unsurlar, topluluğun teşvik etmek istediği yaşam form una bağlıdır. Üyeler dünyevi yaşamın iğ­

rençliklerinden yalnız bir varoluşa kaçmaya davet edilebilirler.

Yahut “fare ırkından” vazgeçmesi ve sadece karşılıklı sam im i­

yet, yakınlık, güvene dayalı ilişkilere dahil olması istenebilir.

Üyelerden sırtlarını tüketim in cazibelerine dönm eleri, daha ılımlı ve kanaatkâr bir yaşamla uyum sağlamaları, sadece aynı topluluğun üyeleriyle toplumsallaşmaları ve onlarla iş ilişki­

leri kurmaları istenebilir. Çoğu kez kom ün olarak tarif edilen kimi topluluklar üyelerine, hukukla dayatılmış sözleşmeci yü­

kümlülükler koymadan ait olma görevi yükler. Ancak bunlara, düşmanlıklar veya fikir birliğinin olmadığı durum lar varlığını tehdit ettiğinde başvurulur. Dolayısıyla davranışlar bir tehdit olarak görüldüğü oranda derece derece farklılaşır ve üyelerden talep edilen homojenliğin derecesi de değişir. Ancak çoğu kez şartlar ve taahhütler genelde dağınıktır, kötü tanım lanm ıştır ve önden belirlenm esi imkânsızdır. Sınırlar ancak dışarıdan gelenlerin kayda değer bağlılık anları netleştiği noktada belirgin hale gelir. Birliği savunanlar, üyelerinin yaşamlarında ruhsal olmayan yönlere karşı tarafsız olduklarım ilan etseler bile, sa­

vundukları inançların yine de öncelikli olduğunu iddia ederler.

Potansiyel anlamda bu iddia, altta yatan ortak akidelerle çelişkili bir görünüm arz ettiği anda eskiden tarafsız kalınan meselelere müdahale edilmesine yol açabilir.

“Bizi” İnşa Etm ek ve Ö rgütlem ek

Mesafe ve yakınlık arasındaki ilişki refleksif düşünme/düşü- nümsel olma kapasitemizi şekillendirir: Yani sadece girdiğimiz ilişkileri değil, onların kendimizi görme biçimimiz ve dünyada varolma şeklimiz üzerinden kendimizle ötekileri nasıl inşa et­

tiklerini de düşünm e kapasitemizi yaratır. Taşınabilir ve diğer

cihazlar kullanışım ız geride iletişim im iz ve önceliklerimize ilişkin izler bırakır. W eapons o f M a th D e stru c tio n d a [Matema­

tiksel Yıkım Silahlan] Cathy O’Neil Amerikalı yetişkinlerin üçte birinin Facebook sayfası olduğunu ve her gün bu sayfada 39 dakika harcadıklarını belirtmektedir. Tahminlere göre bu süre, her gün yüz yüze girdikleri etkileşimlerde harcanan ortalama sürenin sadece dört dakika altında kalmaktadır. Facebook’un nasıl devasa bir insan laboratuvarına erişim sağladığını, böylece insanların eylemlerini etkilemek için çeşitli güncellemelerden yararlandığını belgelendirir. Ötekilerle doğrudan tanışarak elde edilmiş bilgi, belli amaçlar doğrultusunda üretilmiş veri kaynak­

larının aracılığıyla iletilen tarifler üzerinden edinilecek bilgilerle iç içe geçer. Olduğumuz kişinin dijitalleşmiş bir versiyonu bilgi üzerinde kurulm uş denetim vasıtasıyla ortaya serilir. Bu temsil biçimleri bireysel davranışları kolektif kaynaklara dönüşecek şekilde örgütler. Bunun sonucunda kamusal ve özel dünyala­

rın arasındaki çizgiler bulanıklaştığında m ahrem iyetle ilgili meseleler, dolayısıyla kurduğumuz etkileşimlerin sonuçlarıyla birbirimiz ve etrafımızdaki dünyaya dair bilgiler büyük önem kazanır. Reklam amacıyla bu bilgilerin alınıp satılm asından büyük meblağlar kazanılır. Açığa çıkan “biz” piyasada mal ve hizmet alışverişinde bulunan bir tüketiciler nüfusudur.

“Bizi” örgütlerken sınırlar bulanıklaşır ve bireyle grup ara­

sında çizilmiş basit ayrımlar sorgu altına alınır. Mezheplerde bunu, dışarıdan bakıldığında bireyselliği yok eden, grupla “öte­

kilerin” arasındaki sınırları savunan ve bunu dışarıdaki grubun özgürlük veya mahremiyet ihlali olarak gördüğü yollarla yapan üyelerinden disiplinli olm alarını şart koşm alarında gördük.

Bağlam larından uzaklaşıp belli b ir m esafeden bakıldığında sonuçlar net bir şekilde görünür hale gelir. Ancak daha yakma bakıldığında, kendimizi tanımlanmış görevleri yerine getirme amacıyla insanları bir araya toplamış topluluklarda buluruz. Bu grupların amacı bireysel bakış açısından bakıldığında sınırlıdır, dolayısıyla bireylerin zamanları ve dünyada varolma biçimleri üzerindeki iddialar da öyledir. Yönelimlerinde ve disiplinle

. 80 .

bağlılığın beklendiği belli icraatları yerine getirme amaçlarında açık ve nettirler. Bu bakım dan, belirleyici özelliği üyelerinin gündelik yaşamlarını kontrol etme karşısında kendisini kasıtlı ve açık bir şekilde sınırlamak olan örgütlerden bahsedebiliriz.

Örgütler üyelerinin riayet etmek zorunda olduğu kuralları ayrıntılı bir şekilde belirten yazılı tüzüklere sahip olabilirler. Bu kurallar örgütsel üyelerin eylemlerindeki beklentileri netleş­

tirmelerini, kendilerini uygun davranış olarak görülen şeylere yöneltmelerini ve hatta belirsiz koşullarla baş etmelerini sağlar.

Kurallar örgütün farklı parçalarına göre farklılıklar gösterebilir ve söz konusu kişi örgütü anlayıp uyum sağlamak için zamana ihtiyaç duyan yeni katılmış biriyse kuralların ihlali hoş gö­

rülebilir. Üyelerin yaşamlarına ait her unsur kurallarla idare edilmeyebilir ve bu açıdan örgütsel denetim den azadedirler.

Topluluklar ve örgütler arasındaki temel fark inanç birliğinden ziyade öz-sınırlamanm varlığı veya yokluğu olarak ele alınırsa, yukarıda ele alm an topluluklardan bazıları tüm iddialarına rağmen örgüt olarak sayılırlar.

Aynı kuralları takip eden bireyler, her bireyin ortakça belir­

lenmiş kurallara göre hareket etmesi için gereken “biz” kimliğini oluşturur. Bireyler illa farkında olmasa bile davranışlarımız bu kurallarla şekillendiği oranda arka planda faaliyet yürütürler. Do­

layısıyla örgütlerin üyelerinin ötesinde kalan bir yaşamları vardır ve zaman içinde kendilerini yeniden üretebilirler. Farkındalık da olabilir ve eylemlerini bu şekilde yönlendirebilirler de. Hatta gerektiğinde neden ortaya çıktıklarına gerekçe de sunabilirler.

Örgütsel faaliyetlere insanların kısmen dahil olduğu vakalarda, tiyatronun dilinden yararlanacak olursak farklı rollerin oynan­

masından bahsedebiliriz. Doğrusu Erving Goffm anın eserleri

“dramaturjik” olmakla nitelenir çünkü etkileşimlerdeki perfor­

manslara belli önem ler atfetmiştir. Bir sahne oyunu önceden karar verilmiş ve bir anlatı halinde kaleme alınmış hikâyeye sahiptir. Bu anlatı içinde kadrodaki oyuncuların her birine belli parçalarla diyaloglar atanır ve böylelikle örgütün hayatını sürdürebileceği bir yol çizer. Tiyatroyu bir başka açıdan daha

. 81 .

prototip olarak görebiliriz: Sahne aktörleri sadece performans süresi boyunca kendilerine atanmış karaktere “girmek” amacıyla oynadıkları rolün içinde illa “tükenmezler” ve oyun bittikten sonra rolü arkalarında bırakabilirler.

Örgütler gerçekleştirdikleri görevlere göre farklı uzmanlık alanlarına sahiptirler ve bunların yanında personellerinin bu­

nunla bağlantılı bir eğitimi, bilgisi, becerileri ve statüsü vardır.

Örgütün hedeflerine göre belirlenen niteliklere bakılarak işe alınırlar. Üyelerin rollerinin sadece birbirinden ayrılmadığı, aynı örgütte başka rollerle ilişkili olduğu durum larda uzm an­

lığa dayalı işbölüm lerine rastlarız. İşbirliği ve iletişim le ilgili meseleler büyük önem taşır. Ancak bu beceriler ve nitelikler, başka bağlamlarda oynadığımız rollerin gerektirdiği beceri ve niteliklerden farklıdır. Örneğin birer anne-baba, dost ve bakıcı olarak hayırsever toplulukların gönüllü üyelikleri, siyasi bir par­

tinin yerel şubesi veya a d -h o c (geçici) kurullar, yerel bölgelerde olumsuz etkiler bıraktığı görülen gelişmelerle rekabet etmek için kurulur. Bu rolleri yerine getirirken, ötekiler başka bağlamlarda üstlendiğimiz rollerle hiç ilgilenmeyebilirler ve aslında birbirimiz hakkında öğrendiğimiz şeyler bu “performansların” izlenmesi ve etkileşimlerle gerçekleşir. Dolayısıyla kavrayış insanları yalıtılmış kişiler olarak görmekle elde edilmez, yaptıkları performanslar ve üstlendikleri rollerden elde edilir. Bu açıdan m eslekleri sa­

dece insanların üstlendikleri rollerle değil sahip oldukları bilgi ve becerilerle nitelenmiş şeyler olarak görürüz. Profesyonel bir yapı böylece, insanların saflarına katılmaları için zorunluluğu meşru kabul edilen belli bir eğitim ve staj dönemiyle sınırları kontrol edebilirler.

Gelin tekrarlayalım: Üyelerinin “bedenen ve ruhen” ait ol­

duğu (veya ait olmak zorunda olduğu) gruplardan saydığımız kapalı toplulukların aksine, örgütler ilgili kişilerin sadece belli bir kısmını kendine katabilir. Örgütün içindeki insanlardan, örgütte ve örgüt adına çalışırken yaptıkları işlere kendilerini adamaları için rollerini benimsemeleri beklenir. Ancak örgütü ileriye ta­

şımak için sadece performansları üzerinde durmamaları, aynı

ı_ Ş 2 _ ,

zamanda belli rollerle bağlantısı olan haklar ve görevleri başka faaliyetlere veya yerlere ait olanlarla karıştırmamaları için belli bir mesafeyi korumaları da beklenir. Bu bakımdan, insanların kendilerinden beklenen şeyleri tanımlayabilmeleri için örgütsel rollerin görece istikrarlı olması gerekir. Dahası görevli kişiler değişse de rollerin kendisi aynı kalmalıdır. İnsanlar örgütlere katılırlar ve ayrılırlar, işe alınırlar ve kovulurlar, kabul edilirler ve azledilirler ama rol varlığını sürdürür. İnsanlar değişebilir ve esas olan kişiliklerinin tümü değil sahip oldukları belli becerilerle

zamanda belli rollerle bağlantısı olan haklar ve görevleri başka faaliyetlere veya yerlere ait olanlarla karıştırmamaları için belli bir mesafeyi korumaları da beklenir. Bu bakımdan, insanların kendilerinden beklenen şeyleri tanımlayabilmeleri için örgütsel rollerin görece istikrarlı olması gerekir. Dahası görevli kişiler değişse de rollerin kendisi aynı kalmalıdır. İnsanlar örgütlere katılırlar ve ayrılırlar, işe alınırlar ve kovulurlar, kabul edilirler ve azledilirler ama rol varlığını sürdürür. İnsanlar değişebilir ve esas olan kişiliklerinin tümü değil sahip oldukları belli becerilerle

Belgede Zygmunt Bauman & Tim May (sayfa 76-100)

Benzer Belgeler