• Sonuç bulunamadı

1.2. Toplumsal Cinsiyet ve Roller

1.2.2. Toplum ve Kadın

1.2.2.1. Anaerkil Toplumlarda Kadın

Yabanıllık, barbarlık ve uygarlık olarak tanımlanan üç büyük evrim çağından yabanıl toplum konusunda inceleme yapan araştırmacılar, anasoylu akrabalığa dayanan ve en önemli rolün kadın tarafından oynandığı bir dizgenin varlığını saptamışlardır (Reed, 1994; 12). Çoğu yerli halkları arasında bireysel evlilikte ilk adımın erkekler tarafından değil; kadınlar tarafından atıldığı dikkat çekmiştir. Bir erkeğin sevgili konumundan koca konumuna getirilebilmesi için kayınvalidesi tarafından kabul edilmesi, yani evlatlığa geçirilmesi gerekmiştir. Evliliğin ilk biçimi olan anayerli evliliğe göre koca, kendi klan ya da köyünden ayrılmakta, karısının köy ya da klanıyla birlikte oturmaktadır (Reed, 1995; 56-67). Diğer bir deyişle bu dönemde akrabalıkların başlangıç noktası anadır. Bu nedenle soy ve miras, anadan çocuklarına geçmekte; erkek çocuk saygınlığını babanın yerine annenin erkek kardeşinden almaktadır. Kadının eşinden ayrı olarak kendine özel hakları ve malları bulunmaktadır. Evin geçimini sağlamak tamamen erkeğe ait bir sorumluluk değildir (Bayhan 2002; 10).

Örneğin kadınların yiyecek sağlama, biriktirme ve koruma gibi görevlerde sürekli olarak çalıştığı bilinmektedir. Ayrıca kadınlar, pek çok türün yavrularını yakalamış, onları besleyip koruyarak hayvanların evcilleştirilmesinde ilk deneylerin temelini de oluşturmuştur. Bunların yanı sıra önceleri ağaç kabuğu ve deri gibi

maddelerden sonraları ise kili ateşte sertleştirerek çanak ve çömlek yapmışlardır. Yiyecek pişirme yöntemleri de kadınlar tarafından geliştirilmiştir.

Ayrıca kadınların toprak işleme ve bitki kökü arama yolundaki etkinlikleri, onların bitkibilimsel alanda uzmanlaşmalarına yol açmıştır. Her göçte çadır ya da kulübeleri toplayıp sonra da kuran kadınlar olmuş, bu nedenle ilkel toplumlarda bedensel ayrılıklar daha az göze çarpmıştır (Reed, 1994; 145-165). Bütün barış görüşmeleri kadınlar aracılığıyla yapılmış, bir kümenin kadınları diğer kümelerin kadınlarıyla görüşmek ve onların dost olmaya hazır olup olmadıklarını anlamak üzere elçi olarak gönderilmişlerdir (Reed, 1994; 344) Bu açıklamalarda kadının annelik rolü ön plana çıkmaktadır. Nitekim Bachofen’e göre (1968; 69-121) çocuklarıyla ilgilenirken kadın, sevgisini kendi benliğinden başka insanlara taşırmakta ve tüm yeteneklerini diğer insanların varlığını korumaya ve güzelleştirmeye yansıtmaktadır.

Dolayısıyla insanlığın evrensel kardeşlik ideali, annelik ilkesinden kaynaklanmaktadır (Aktaran: Fromm, 1998; 11-13). Böylece araştırmacılar; yabanıl toplumlarda toplumsal ve cinsel ilişkilerin, ortaklaşa üretim ve ortak mülkiyet uygulaması sonucu eşitlikçi bir nitelik gösterdiğini de görmüşlerdir (Reed, 1994; 12- 13). Resmi danışma kurulları bulunsa da özellikle savaş ve barış konularında kararların tüm topluluk üyelerinin katılımıyla alınması, bunun en güzel göstergesidir (Reed, 1994; 202).

Anaerkil toplumları örneklendirmek gerekirse; Güney Asya’da yaygın olan ve toplumsal cinsiyete göre tabakalaşmanın geleneksel olarak çok daha az olduğu Polinezya-Malay aile kültürü, bu duruma örnek verilebilmektedir. Dünyanın bu kesimindeki ana merkezli ailelerde kadınlar, Orta Doğu ve Akdeniz’deki baba soylu ailelere göre her zaman daha yüksek bir statüye sahip olmuşlardır. Diğer bir deyişle ilkçağlarda göçebelikten yerleşik hayata geçen toplumlarda ve dolayısıyla da toplayıcılıktan üreticiliğe geçiş sürecinde kadınlar, ekonomik etkinliklerin güce dayanmaya başlamasına kadar sosyal hayatta üst düzey konumlara sahip olmuşlardır. Ayrıca Asya, Afrika ve Avustralya’da bulunanlara benzeyen Amerika yerlilerinin

akrabalık sistemlerinin de anaerkil ilkeye dayandığı sonucuna varılmıştır (Yeşilorman, 2001; 270; Atay, 2004; 16; Kağıtçıbaşı, 1980; 145 ve Fromm, 1998; 12).

Ana Tanrıça tapımı da, anaerkillik anlayışında evin reisinin cinsel kimliği sonucu ortaya çıkmıştır. Tanrıça’ya antik Yunanistan ve Roma’ya ait şiirlerde, övgülerde ve dinsel anıtlarda rastlansa da Anadolu toprakları onun asıl yurdu olmuştur (Stone, 2000; 62-76). Anadolu’nun Neolitik çağından, özellikle Çatalhöyük yerleşmesinden gelen malzeme, Anadolu’nun Ana Tanrıçası’nın varlığının M.Ö. 6000’e dayandığını gösteren kanıtlar olarak ilan edilmiştir (Roller, 2004; 23)

1.2.2.2. Ataerkil Toplumlarda Kadın

Avcılık ve küçük çapta ekicilikle geçinilen neolitik çağda çocuk bakımına engel olmadığı için kadınların üretime katkıları fazlayken; teknolojik değişimle birlikte daha büyük çapta toprağın çapalanıp ekilmesi, alınan ürünün hepsinin tüketilmeyip saklanması, hayvanların hemen avlanması yerine hayvancılığın gelişmesi sonucu kadınlar üretime katılmayıp, çocuk bakımıyla sınırlı kalmış, böylelikle de ataerkil toplumlar ortaya çıkmış ve miras babadan oğula geçmeye, evlenen kadın da kocasının ailesiyle birlikte oturmaya başlamıştır (Onaran, Büker ve Bir, 1998; 7).

Diğer bir deyişle erkeğin, gücün kaynağı ve kadının da güçten etkilenen olarak görülmesi; kadın ve erkek arasında hiyerarşik bir düzen ve birçok toplumda ataerkil bir kültür oluşmasına neden olmuştur (Bayhan, 2002; 11). Bu kültürde erkek kadını hem kendi iktidarını kanıtlayabildiği bir nüfuz alanı; hem de hayallerinin izdüşümleri için kullanabildiği beyaz bir perde olarak değerlendirmektedir (Kontny, 2002; 129).

Anaerkillikten ataerkilliğe geçiş döneminde kadın olan tanrıların yerini dahi erkekler almıştır (Reed, 1994; 195). Kısaca dişil bereket tanrıçasından eril gök tanrıya doğru yol alış; bir bakıma kendisine bereket sunduğu için toprağa tapan insandan, onu çitle çevirip mülk edinen insana geçişi de hazırlamıştır (Atay, 2004; 16).

Ataerkil toplum düzeninin, uygarlığa ilk geçişin gerçekleştiği Eski Mezopotamya’da kent devletlerinin ortaya çıkışıyla birlikte görülmeye başlandığı bilinmektedir. Kent devletlerinin ortaya çıkmasıyla aynı dönemde yazının da keşfedilmesi, askerlerin ve kayıt tutma bilgisini tekellerinde tutan tapınak rahiplerinin mülk sahibi sınıfları oluşturduğu sınıflı bir toplumun doğmasını sağlamıştır.

Mülkiyetin miras yoluyla babadan oğula geçmesini güvence altına alan ve dolayısıyla kadınların cinselliğinin denetimini erkeklere veren ataerkil aile kurumlaşmış ve yasalara geçirilmiştir. Hammurabi Yasası, özellikle aile bağının kutsallığına karşı işlenen suçlara, daha önceki Sümer yasalarına göre daha ağır cezalar öngörmüş ve erkeklerin karılarını kolayca boşamaları konusunu beraberinde getirmiştir. Kramer (1963), Woolley (1965) ve Conteneau (1954) tarafından belirtildiği gibi daha sonraki Asur Yasası’nda kadının anne olarak sahip olduğu haklar ortadan kalkmış ve boşadığı karısına herhangi bir şey verip vermemek kocanın insafına kalmıştır (Aktaran: Berktay, 2000; 80-82).

Eski Yunan toplumunda da ataerkil bir düzenin varolduğu bilinmektedir. Pomeroy’a göre (1975) klasik dönem Atina toplumunda özgür vatandaş olan kadınlar ile erkekler ayrı yaşamlar sürmüş; erkekler kamusal mekanlarda kendi aralarında beraber olurken, özgür kadınların kendilerini ev içindeki uğraşlarla sınırlamaları, çocukları ve köleleri yönetmeleri, evde yapılan dokumacılık ve benzeri işleri denetlemeleri beklenmiştir.

Goody (1990; 393) tarafından aktarıldığına göre İ.Ö. 6. yüzyıldaki Solon yasaları, kadınların ne zaman sokağa çıkabileceklerini belirleyerek onların ortalıkta görünmemelerinin daha hayırlı olduğu şeklindeki görüşü kurala bağlamıştır. Atina’da özgür kadınların bile mahkemede tanıklık yapma hakkı olmamıştır. Likurgos yasalarının geçerli olduğu Sparta toplumunda ise, kadınların en önemli görevi, ileride savaşçı olacak erkek çocuklar doğurmak olarak belirlenmiştir (Aktaran: Berktay, 2000; 86-90).

Mısır; krallığın varlığı, kadınların yönetici konumuna gelemeyişleri ve bazı mesleklerin yalnızca erkeklere özgü olmasının ortaya koyduğu gibi erkek egemen bir toplum olmuş, buna karşın cinsiyetler arası eşitliğe ilişkin bilinç, Mısır düşüncesinde yer etmiştir. Örneğin; kadınların mülkiyet edinme, mülklerini idare etme ve miras bırakma ile mahkemelerde tanıklık yapabilme ve her türlü ticari ve hukuksal işlemde taraf olabilme hakları olmuştur. Buna karşın Witherington (1990; 24-25) tarafından açıklanan bilgilere göre Augustus, devlet yönetiminde reform girişimleri sırasında Roma’nın geleneksel dinini canlandırmak için erkek egemenliği konusundaki yerleşik fikirleri yeniden hakim kılmaya çalışmıştır. Yalnızca kadınlara açık olan festivaller ve ritüeller ortadan kaldırılmış, buna karşılık savaş tanrısı Mars’a adanmış ve yalnızca erkeklerin katılabildiği festivaller olduğu gibi bırakılmıştır. Augustus’un yapmaya çalıştığı reformların, Mısır’daki İsis kültünün yükselişine ve onunla birlikte kadınların haklarının genişletilmesine bir tepki olduğu anlaşılmaktadır (Aktaran: Berktay, 2000; 91-93).

Ayrıca Doğu Asya’da Çin ve Kore toplumlarının oldukça farklı kültürleri ve dinleri vardır. Konfüçyüsçü ahlaktaki babaya saygı ve ataya tapınma, dolayısıyla da erkek soyuna verilen önem, cinsiyet rollerindeki statü farklılaşmasının altında yatan temel kültürel özelliktir (Kağıtçıbaşı, 1980; 145).

Günümüzde ise çocuk bakımı, kaynakların kıt olduğu bir ortamda sürdürülen yaşam, malların denetimi gibi üç öğeyi ele alarak 93 tane küçük, sanayileşmemiş topluluğu inceleyen Coltrane, erkek çocukla baba ilişkisinin fazla olmadığı, kadının mallar üzerinde çok az bir denetiminin olduğu, sık sık başka topluluklarla

çatışmaların çıktığı topluluklarda erkeklerin eril özellikleri daha fazla gösterdikleri, kadınların erkeklere karşı saygılı davrandıkları, ayrıca kocanın karısı üstünde egemen olduğu sonuçlarına varmıştır (Aktaran: Onaran, Büker ve Bir, 1998; 7).