• Sonuç bulunamadı

1.2. Toplumsal Cinsiyet ve Roller

1.2.1. Toplumsal Cinsiyet Rollerini Geliştiren Etmenler

1.2.1.3. Kültürel Ortam

Eroğlu’na göre (1996; 108) kültür, insanların doğuştan getirdikleri yetenekleri ve özellikleri değildir; tersine sonradan kazandıkları psiko-sosyal alışkanlıklar ve çeşitli davranış kalıplarının bir sonucudur (Aktaran: Usal, 2000; 103). Bu durumda kültürel ortam, toplumsal cinsiyet rolleri üzerinde etkisi olan önemli faktörlerden biridir. Hatta insanın ulusal, dinsel ya da etnik kimliği nedeniyle toplumundan dışlanma, dolayısıyla da kimliğini yitirme korkusu; koşullarında değişiklik yapabilmek için olumlu bir adım atmasını zaman zaman ciddi biçimde engellemektedir (Shaheed, 1998; 9).

Kadınların ev içi harcamalar üzerindeki kontrolünün dahi kültürel olarak çeşitlilik gösterdiği düşünülürse (Kessler-Harris, 2004; 200); kadınların ekonomik statüsünün gelişiminin, ancak toplumların geleneklerden modernliğe geçişiyle mümkün olabileceği görüşü savunulabilmektedir (Gündüz-Hoşgör, 2001; 115).

Kültürel ortamın etkisini belirlemede kırsal ve kentsel bölge insanlarını karşılaştırmak amacıyla yapılan araştırmalar önemli rol oynamaktadır. Örneğin kırsal bölgeler için yapılan araştırmalar içinde Davidoff’un çalışması (1976), kırsal batı toplumlarında erkeğin doğal hiyerarşinin başı, kadının ise hayatın evcimen bir destekçisi olduğu yönündeki baskın görüşü yansıtması açısından çok önemlidir. Liepins (2000; 605-620) ve Woodward’a göre de (2000 ;640-657) kırsal yörede erkeklik, fiziksel güçle değerlendirilmekte; gerçek erkek, çevreyi kontrol altında tutabilen kişi olarak tanımlanmaktadır (Aktaran: Little ve Panelli, 2003; 281-285).

Balkan uluslarının geleneğinde yer alan evlendikten sonra erkeğin ailesinin evinde kalma; erkek çocuklarını soy ağacını devam ettiren, dolayısıyla aileye gurur veren bireyler olarak değerlendirme; kız çocuklarını ise üzüntüyle karşılama gibi unsurlar da kültürel çeşitlilik açısından örnek oluşturmaktadır (Cvetanovska, 2002; 31).

Çarpık kentleşme olgusu, kırsal alandaki olumsuzlukların göçle kentlerin kırsal alanına diğer bir deyişle gecekondu semtlerine taşınması ve bu durum karşısında gerekli önlemlerin alınmaması sonucunda şekillenmiştir. Özellikle bu alanlarda yaşam mücadelesini sürdüren kadınlar, karşı cinse oranla kent yaşamına katılmada pek çok eşitsizlikle karşı karşıya kalmaktadırlar. Eğitim, çalışma yaşamı, yaşadığı kenti tanıma, sosyo-kültürel aktivitelere katılma bunlardan bazılarıdır (Kaya, 2005; 1).

Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinden İzmir’e göç eden kadınlar üzerinde yapılan bir araştırmada söz konusu kadınların % 45.34’ünün kendini şehirli hissettiği, buna karşılık % 54.66’sının ise kendini şehirli hissetmediği ortaya çıkmıştır. Kendini şehirli hissedenlerin çoğu da, göçten sonraki ikinci kuşak olarak belirlenmiştir. Bu kadınların büyük bir çoğunluğunu ilkokul mezunu ya da hiç okula gitmemiş kesim oluşturmaktadır.

Şehre göç ettikleri halde çocuklarının % 14.53’lük bir kısmı da okula gitmemektedir ve bu çocukların büyük bir kısmı kızdır. Eşlerinin çalışmasına izin vermeyen erkeklerin büyük bir çoğunluğu bu konuda çocukları ve ev işlerini mazeret olarak göstermektedir. Kadınların % 20’si, kızlarının kendileriyle aynı kaderi paylaşmasını istememekte; onların okula gitmelerini ve ekonomik özgürlüklerini kazanmalarını arzulamaktadır.

Bunların yanı sıra kırsal kesimden kente göçü inceleyen pek çok çalışmada göç unsuru, kadınları baskıcı geleneklerden kurtaran ve onların şehrin sunduğu fırsatlardan yararlanmalarını sağlayan olumlu bir deneyim olarak değerlendirilmektedir. Çocuklarının geleceğini düşünme, yüksek yaşam standartları,

geniş iş olanakları, daha iyi sağlık hizmetleri ve azalan baskı gibi unsurlar; kadınların şehir hayatını tercih nedenleri arasındadır (Özkaya-Onay ve Taylan, 2001; 3-7).

1.2.1.4. Kişilik

Bireyin kendi açısından kişilik; fizyolojik, zihinsel ve ruhsal özellikleri hakkındaki bilgisidir. İnsanın başkaları açısından kişiliği ise, onun toplum içinde belirli özelliklere ve rollere sahip olmasıdır (Eren, 2001; 83).

Biyolojik yapı, aile, eğitim ve kültür gibi yukarıda anlatılan unsurlar; kişiliği belirleyen etmenler olarak sayılabilmektedir (Usal,76-77). Özellikle insanların belirli bir tabandaki ortak noktalarda buluşarak birarada yaşama koşulları oluşturmaları ile meydana gelen kültürel ortam, kişiliğin kazanılmasında temel süreçtir. Ozankaya’ya göre (1991; 149) kültür-kişilik sürecinin kademelerinden ilki, kişinin topluma özgü ortak davranışlar geliştirmesi; diğeri de bu tabandan yola çıkarak öznelliğini ortaya koymasıdır (Aktaran: Usal, 2000; 100-102). Nitekim kişilik, doğuştan var olan ve sonradan edinilen eğilimlerin bütününden meydana gelmiştir ve bireylerin eğilimlerini çevreye uydurmaktadır. Diğer bir deyişle aynı birey, farklı çevresel koşullar altında farklı tutum ve davranışların ortaya çıkmasına neden olan bir sosyal uyum kavramı olarak karşımıza çıkmaktadır (Eren, 2001; 84-85).

Kültürel ortamın yanı sıra fizyolojik cinsiyetin de kişiliğin oluşmasında etkisi olduğu gözardı edilememektedir. Chodorow’a göre (1978) bir çocuk, yaşamının ilk dönemlerinde annesine duygusal olarak bağlanma eğilimi taşımaktadır. Bu bağ- lanma, ayrı bir benlik duygusuna erişmek için bir noktada kopmaktadır. Chodorow, bu kopuş sürecinin, erkek ve kız çocuklarında ayrı yollardan gerçekleştiğini ileri sürmektedir. Kızlar, annelerine yakın olmayı sürdürmekte ve yetişkin yaşamında da başka insanlarla daha bağlantılı bir benlik duygusu geliştirmektedir. Chodorow'a göre bu durum, kadınlardaki duyarlılık ve sevecenlik özelliklerini ortaya çıkarmaktadır. Erkek çocuklar ise benlik duygusunu, başlangıçtaki anneye ya- kınlıklarını kökten bir biçimde yadsıma yoluyla elde etmektedirler. Diğer bir deyişle erkekler, başkalarıyla yakın ilişki kurabilmede geri plandadırlar ve daha pratik yollar

geliştirmektedirler. Kısaca kendi yaşamlarına ilişkin olarak daha etken bir bakışı benimsemektedirler (Aktaran: Giddens, 2000; 96).

Kadın ve erkeklerin kişilik özelliklerinin farklılığına dair pek çok araştırma yapılmıştır. Örneğin Leong ve Zachar (1999; 123-132), öğrenciler üzerinde yaptıkları araştırmada bayanların daha yardımsever olduklarını saptamışlardır. Granello ve Wheaton (2001; 9-16) da söz konusu bulguya yakın sonuçlara ulaşan diğer araştırmacılardır (Aktaran: Hinkelman ve Granello, 2003; 6).