• Sonuç bulunamadı

İnsanlığın beşeri şahsiyetine bağlı hak ve hürriyet mücadelesinin kökleri çok eskilere uzanmaktadır. İnsan hakları kavramı, gerek devlet adamlarının dünyasında gerekse daha mükemmele ulaşma arzu ve çabasında olan düşünürlerin fikir deryasında çok önemli bir yere sahiptir. İnsan haklarının konusu, ulusal ve uluslar arası düzeyde tanınan ve belli bir uygarlık durumunda bir yandan insan kişiliğine saygı ve insan kişiliğinin korunması, öte yandan ise kamu düzeninin sürdürülmesi arasında uzlaşma sağlayan hakların incelenmesidir.66

İnsan hakları kavramı doğal hukuk anlayışına dayanmaktadır. İnsan, insan olmak sıfatıyla, yapısının gereği olarak vazgeçilmez, devredilemez, zaman aşımına uğramaz haklara sahiptir. İnsanın kişiliğine ve onuruna bağlı olduğu için, iktidarın ve dolayısıyla yürürlükteki hukuk düzeninin bu hakları tanıması, koruması ve güvence altına alması gerekir. ancak, insan hakları kavramı iktidarların, diğer bir deyişle pozitif hukukun, bu tanıma eylemine bağlı değildir. İktidar ve hukuk bu hakları tanımasa veya saygı göstermese de yine beşeri şahsiyete bağlı olmasının gereği niteliklerini kaybetmeyeceklerdir.67

İnsan hakları kavramı, 17. yüzyılın sonlarından itibaren gelişmeye başlamış ve günümüze kadar genişleyerek ve gelişerek uzanmıştır. Önceleri, ferdin düşünce dünyasında yeşeren ve kişinin içinde serbestçe hareket edebileceği bir özgürlük alanını ifade eden haklardan ve özgürlüklerden oluşuyordu. Buna koruyucu haklar adı verildi. Bunu, ferdin, yönetimin oluşumuna ve siyasi hayatın yönlendirilmesine katılımını sağlayan haklar olarak adlandırılan katılma hakları izledi. Nihayet “insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için önündeki siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırma, gerekli şartları hazırlama” yönünde, ferdin siyasi iktidardan aktif katılımını isteme hakları olarak zikredilen sosyal haklar belirdi.68

İnsanın sırf insan olmasından ötürü sahip olduğu haklar, uzun süren mücadeleler sonunda belli bir konuma gelmiştir. İnsan haklarının önemine ve yapılan mücadelelere binaen, söz konusu haklar, norm hiyerarşisinde en üstte olan anayasalarda yer almıştır. Daha doğrusu, normlar hiyerarşisini yeniden düzenleyerek, bütün hukuki düzenlemelerin üzerinde yer alan yeni bir kurallar bütünü olan anayasaların ortaya çıkmasına sebep olmuştur.69

66 TUNÇ, Hasan, Anayasa Hukukuna Giriş, Nobel Yayın Dağıtım, Ankara 1999, s.75 67 TUNÇ, s.76

68 TUNÇ, s. 76

Doğuştan itibaren, insan hakları kavramı uzunca bir süre ulusal düzeylerde kalmaya mahkum oldu. İlk ışıklar olarak zikredebileceğimiz İngiliz hürriyet kanunları (Magna Carta, Habeas Corpus, Bill of Rights), yalnızca, hükümdarın iktidarını sınırlandırmak ve vatandaşları onun keyfi tutum ve davranışlarına karşı korumak amacını taşımışlardır. Bu belgeler, bütün insanlığı kavrayan genel ve soyut prensipler ihtiva etmeseler de sadece İngiliz halkının belirli hürriyetleri ile ilgili olmanın yanı sıra, insanlığın hürriyet yolunda ilerlemesine ışık tutmuşlardır. 1776’dan itibaren kabul edilmiş bulunan Amerikan haklar bildirilerinde de, insanların doğuştan bazı haklarının var olduğu ve dolayısıyla iktidarın bu haklarla sınırlanması gerektiği savunulmuştur. Haklar bildirileri içerisinde akla ilk geleni ve en ünlüleri olanı, 1789 tarihli Fransız “İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi” olmaktadır. Bunun nedeni, Fransa’daki Hürriyet düşüncesinin daha başlangıcında evrensel bir nitelikte oluşu ve sadece Fransızlara değil, tüm insanlığa yönelik bir hürriyet anlayışı getirmiş olmasıdır. Bildiri, bu konuda yapılan ilk belge olmadığı halde geniş yankılar uyandırmıştır. Bildiriyi hazırlayan meclisin, sadece kendi dönemi için değil, bütün zamanlar için yürürlükte kalabilecek köklü kurallar tanıyıp bunları açıklamak istediği ve bildirinin etkinliğini sağlayan unsurun da bu evrensel yapısı olduğu bildirilmektedir.70

İkinci dünya savaşına kadar uzanan zaman diliminde, Milletlerarası Hukukun gerçek kişilerin çok azı ile ve ancak belirli konular açısından ilgilendiği bilinmektedir. Fakat İkinci Dünya Savaşı’nı diktatörlük cephesi kaybedip demokrasi cephesi kazanınca, milletlerarası hukuk da kişi hak ve özgürlükleri açısından güvence mekanizmaları geliştirmeye başlamıştır. Çünkü 1. ve 2. Dünya Savaşları arasındaki zaman diliminde iç hukuklar kişi hak ve özgürlüklerini güvence altına almada yetersiz kalmışlardır. Bundan dolayı, ikinci dünya savaşından galip çıkan demokrasi cephesi içinde yer alan devletler, kişi hak ve özgürlüklerinin güvencesini sadece iç hukuklara bırakmamak, milletlerarası hukuk açısından da bir takım güvence önlemleri alma gereği duymuşlardır. Böylece, kişi hak ve özgürlükleri açısından ciddi tehlike olan diktatörlüklerin yeniden kurulmasına engel olmak istemişlerdir.71

Kişi hak ve özgürlüklerini güvence altına alan uluslar arası anlaşmalara gelince; bu anlaşmaların esas kaynakları “1945 Birleşmiş Milletler Antlaşması, 1948 İnsan Hakları Evrensel Bildirisi, 1953 Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi”dir.

70 TUNÇ, s. 77–78

1945 Birleşmiş Milletler Anlaşması: Bu anlaşma, Birleşmiş Milletlerin Anayasası niteliğindedir ve 26 Haziran 1945 tarihinde San Fransisco’dan imzalanmıştır.

1948 İnsan Hakları Evrensel Bildirisi: Birleşmiş Milletler Teşkilatı Genel Kurulu Tarafından 10 Aralık 1948 tarihinde ilan edilmiş ve Türkiye tarafından 27 Mayıs 1949 tarihinde kabul edilmiş bir belgedir.

1950 Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi: 4 Kasım 1950 tarihinde Roma’da imzalanmış ve 3 Eylül 1953 tarihinde Türkiye tarafından kabul edilmiştir. Bu sözleşme, hukuki niteliği ve insan hak ve özgürlüklerinin güvence altına alınması açısından kurduğu müesseseler itibariyle büyük öneme sahiptir. Bu sözleşme, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinden farklı olarak tartışma kabul etmeyecek biçimde hukuki değer taşımaktadır ve hukuksal açıdan mutlak biçimde bağlayıcıdır.72 Bu sözleşmenin asıl önemli olan özelliği, kişi hak ve özgürlüklerini sadece iç hukuklar açısından tanıyıcı, koruyucu ve yaptırım uygulayıcı güvencelerle yetinmeyerek; milletlerarası yaptırım uygulayıcı güvencelere bağlaması, sözleşmeye uyulmasını sağlamak için iki tane de organ kurmasıdır. Bu organlar, Avrupa İnsan Hakları Komisyonu ve Avrupa İnsan Hakları Divanıdır.73