• Sonuç bulunamadı

EMİNE IŞINSU’NUN ROMANLARINDA MEKÂN-İNSAN İLİŞKİSİ

5.4 Genel Mekânlar

5.4.1 Tekkeler-Dergâhlar

Hacı Bektaş romanında, Hacı Bektaş Horasan’dan gelip, Sulucakarahöyük’e

yerleşir ve burada bir tekke yaptırmak ister. Bu tekke, hem köylüye Allah’ın kurallarını yaymak, hem de kendisine müritler toplamak ve bu müritleri Anadolu’nun çeşitli yerlerine gönderip, Bektaşiliği yaymak için yapılır. Bu düşünceden hareketle, romanın sonunda mekân olarak Bektaşiliğin en çok Rumeli ve Anadolu’da yayıldığı hakkında verilen bilgiyi görürüz. Romanda genel bir mekân olan tekkenin özelliklerine geniş yer verilir. Buranın halkı ev yapmayı bildiği için, hep birlikte yardımlaşarak tekkeyi yaparlar. Tekke ayrıca, fakirlere, kimsesizlere, oralardan geçen yolculara, bir nevi geçici ev işlevini de üstlenir. Birçok insana ev olan tekke, belirli bir süre için gelinmiş olsa bile, Allah yoluna girilmesi ve doğru yaşama kurallarının öğrenilmesini sağlayan, İslâm sembolü bir yer halini alır.

“Horasan erenlerinden ve bu büyük şahsiyetlerden biri olan Hacı Bektaş Veli, Türk kültürünün hamuruna önemli katkılarda bulunmuş, onun yaydığı hoşgörü ve sevgi Anadolu’nun sınırları ötesine Rumeli’den Çin’e kadar uzanmıştır.”100

Hacı Bektaş romanında, roman kahramanı Hacı Bektaş, tekkede köyün

erkeklerine satranç oynamayı ve akıllarını çalıştırmayı öğretmiştir. Bu oyun o zamanlarda yayıldı. Hacı Bektaş halkın yeni şeyler öğrenmesine katkı sağlar ve halkı eğitici bir kimlik kazanır. Bu düşünceden hareketle, mekân olarak tekkenin diğer bir işlevi olan eğiticilik ortaya çıkar. Eğitim özelliği de taşıyan tekke, gençlerin yeni bilgiler öğrenip diğer nesillere aktarımında önemli rol oynar.

100 Odacı, S. (2010), Emine Işınsu’nun Hacı Bektaş Veli Romanında Bektaşilik Algısı, Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi, (55), s. 162.

124

“Böylece köyde, satrancı bir türlü kavrayamayıp, “çocuk eğlencesi” deyip dudak bükenler çıktıysa da Sulucakarahöyük köyü, bir de satranç ustaları ile ünlendi. Zileli arkasından geldi!..” (H. B. V, s. 183)

Bir Ben Vardır Bende Benden İçeri romanında Tapduk Emre’nin bulunduğu

tekkenin, artık orada kalacak olan Yunus Emre’ye tasviri yapılmaktadır. Bu anlatımla, tekkenin fiziki yapısının ne kadar farklı olduğunu görürüz. Emine Işınsu’nun anlatımındaki incelik ve tasvirleriyle, zihnimizde bir tekkenin mekân özelliğinin nasıl olduğunu, bir tablo gibi hemen canlandırabiliriz.

“Senin o gün geldiğin büyük loş oda, sohbet ve zikir odasıdır, ismine “meydan” deriz, belki biraz fazla büyücek. Çünkü yol üstünde olduğumuz için, gelen giden çok olur. Bu binanın içinde mutfak var, Şah’ımızın haremlik, selâmlığı var, selâmlık daha küçük bir odadır. Hazret’le özel konuşmak isteyenler ve onun yalnız çalışabilmesi içindir. Eğer o selâmlıktaysa, çok mühim bir şey olmazsa rahatsız edilmez. Bir de hücreler vardır, meydana girmeden, hemen yan taraftaki minik odaları gördün mü?” (B. B. V. B. B. İ, s. 163)

Bir Ben vardır Bende Benden İçeri romanında, mekân olarak tekkelerde,

halvete girmek kavramı belirginleşir. Halvete girmek, kırk gün kırk gece aç susuz, sadece Allah’a dua ederek ve namaz kılarak, ibadetle günlerini geçirmek anlamındadır. Bunun yapılmasının sebebi, insanın kendi nefsinden arınmasıdır. Nefis Allahın sevmediği, insanoğlunda istemediği bir duygudur. Yunus Emre’nin halvete girmesi, nefsini yenmesinde büyük bir etken olur. Halvete girilen mekânın ismi hücredir. Hücre dedikleri yer bir oda olup, küçük, kimsenin olmadığı ve karanlık bir mekândır. Sadece Allaha dua edilen ve namaz kılınan yer olan hücre, bir nevi Allah ile insanların aralarında bağ kurulan mekân olarak belirginleşir. Yunus Emre, Şam’dan döndüğü zaman hemen bu hücreye girer. İçini rahatlattığı, manevî bir mekân olan hücrede huzura erer.

125 “Işınsu ritüellere halvet sürecini de ekler.”101

Bir Ben vardır Bende Benden İçeri romanında, Yunus Emre tekkede birçok iş

yapar. Ekmek kazanmanın yolunu öğrenir. Ailesini Sarıköy’e yolladıktan sonra artık tamamen dergâhta yatıp kalkar. Bu yüzden Yunus Emre’nin ikinci evi dergâh olur ve onun hayatında önemli bir rol oynar. Tekkeler ve dergâhlar dinsel mekânlar olmanın yanı sıra, insanlara meslek sorumluluğunu da yükleyen eğitici bir işleve sahiptir.

“Kimlik inşasında meslek önemlidir; Işınsu gerçekliği besleyecek bu ayrıntılarla iki şeyi birden gerçekleştirir: Bir yandan bütünlüklü bir kahraman oluşturur; diğer yandan o dönemdeki dergâhları, dinî ve meslekî eğitimi bir arada veren, toplumun inşasında aktif rol üstlenen kurumlar olarak anlatır.”102

Bukağı romanında, Bursa’da ve Edirne’de yaptırılan güreşçi tekkelerinden

bahsedilir. Bu tekkeler, Türk sporu olan güreşin yaygınlaştırılmasının dışında, askerlere, diğer spor faaliyetlerini de öğretmek amaçlı yapılmıştır.

Bukağı romanında, Kahire’de bulunan Abdülkadir Geylanî tekkesinin fiziki

yapısı tasvir edilir. On altı sütunlu, tavanı nakışlı, beyaz mermerle döşenmiş avlusu ve kubbeli bir havuzu bulunan bir dergâhtır. Burada bulunan hücre isimli odalar vardır. Tekke, özellikle dinî ibadetlerin gerçekleştirildiği ve vaazların verildiği bir mekândır.

Bukağı romanında Niyâzî Mısrî, Uşak’tan Kütahya’ya gider. Kütahya’da

Halvetî tekkesinde kalır. Tekkedeki görevi din konusunda halkı bilinçlendirmektir. Halk tarafından sevilen Mısrî, tekkede eğitici görevinde olan ulu bir kişidir.

101 Topçu, B.Ü. (2013), Yunus Örneğinde Kahramanı Ete Kemiğe Büründürmek, International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic, 8(1), s. 2629.

102

126

5.4.2 Camiler

Azap Toprakları’nda cami, ibadet edilen yer olarak romanda sürekli yer

almakta ve Türklerin camiye gidişi yasaklanmaktadır. Yunanlıların Türkleri yıldırma çalışmalarından biri olarak beliren kilise, camilerin karşılarına yapılır. Birbirine zıt iki mekân olarak cami ve kilise, Türklük ve Yunanlılığın sembolü olarak belirginleşir. Türklüğün sembolü olan cami ile ilgili yasaklar, Türk halkının umutlarının yıkılmasına ve insanların sıkıntılarının artmasına sebep olur.

“Görüldüğü gibi anadilin yasaklanmasının yanı sıra dini bir uygulama olan erkek çocukların sünnet ettirilmesi ve camiye gidilmesi de yasaklanacaktır. Hatta camiyi ortadan kaldırmak da yapılması planlanan uygulamalar arasındadır.”103

Hacı Bektaş romanında, Sulucakarahöyük köyünün halkı camiye

gitmemektedir. Hacı Bektaş birçok insana camiye gidip, Allah yoluna girme alışkanlığı kazandırır. Hacı Bektaş’ın camiye bağlılığı halkı da etkiler. Cami, örnek karakterin en çok kullandığı mekânlardan biri olarak belirginleşir.

“Romanda Hacı Bektaş’ı İslamın şartlarını yerine getirmiş veya getirmekte iken görürüz. Romanın hemen başında Hacı Bektaş ilk olarak ikindi namazını kılmak üzere camide karşımıza çıkar.”104

Emine Işınsu Çiçekler Büyür romanında, cami minaresinin üzerine yasak olduğu halde gizlice asılan Türk Bayrağı’nı gören İlay’ın hissettiği mutluluğu, milliyetçilik duygusunu yoğun bir şekilde mekânla birlikte bütünleştirerek işler.

“İşte orda, karşıda, minarenin üstünde! Onu böyle yükseklerde, onu böyle mavi göğü arkasına almış dalgalanırken… hür görmemiştim.” (Ç. B, s. 161)

103 Koçal, A. (2010), Emine Işınsu’nun “Azap Toprakları” ve “Çiçekler Büyür” Adlı Romanlarında

Balkan Türklerinin Trajedisi, Süleyman Demirel Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler

Dergisi, (22), s. 144.

104 Odacı, S. (2010), Emine Işınsu’nun Hacı Bektaş Veli Romanında Bektaşilik Algısı, Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi, (55), s. 165.

127

Kaf Dağının Ardında romanında, Mevsim’in yaşadıklarıyla birlikte, dine

karşı bir hassasiyetinin geliştiğini görürüz. Bu yüzden mekân olarak Eyüp Sultan’ı ziyarete gider. Burada yaşadığı olumsuz bir olay sonucunda, mezarlığa girer. Mezarlık, Mevsimi rahatlatan, huzur veren bir mekân olarak belirir.

Kaf Dağının Ardında romanında, Mevsim Kütahya’da umduklarını

bulabilmek için Ulu Camiye girer. Ulu Cami’de, bir adamın çilehane denilen bir odada, ibadet ettiğini görür. Bu olay, Emine Işınsu’nun tasavvuf konulu romanlarında, halvete girmeyle eşdeğer şekilde anlatılır.

Bukağı romanında, Mehmed Diyarbakır’dan sonra Mardin’i ziyaret eder.

Mardin’de de mekân olarak Ulu Cami’ye gider. Orada ibadet eder ve Ulu Cami’nin hamamında yıkanıp temizlenir.

Bukağı romanında, Malatya’da bulunan Ulu Cami’nin yapısı, mimarisi ve

güzelliği hakkında bilgiler verilir.

“Kubbenin ortasında çini mozaiklerle Süleyman Peygamber’in mührü işlenmiştir, zaten eyvan ve kubbeler bölümü, sırlı tuğlalar, patlıcan moru ve firuze çini mozaik süslemelerle, pek güzeldir efendim, velhasıl bir sanat abidesidir.” (B, s. 29)

Hacı Bayram romanında, aynı zamanda Kayseri’de bulunan camilere temas

edilir. Lâlâ Cami, Kurşunlu Cami, Hacı Kılıç Cami ve bunun gibi birçok caminin olduğu bilgisi verilirken, medreselerin çokluğu, bunun yanında da Huand Hatun Medresesi’ne isim olarak değinilir.

Bukağı romanında, Mehmed İstanbul’u gezer ve çok beğenir. İstanbul’un

güzelliğini göz kamaştırıcı bulur. Aynı zamanda, Sultan Ahmed Cami’nin huzurlu bir yer olduğunun üzerinde durur.

128

Bukağı romanında, Mimar Sinan’ın eserlerinden bazılarına dokunulur.

Bunlar, Selimiye Cami, Taşlık, Şeyhi Çelebi, Defterdâr camileridir. Bu camilerin, sanat eseri olduklarına temas edilir. Eserde mekânlarla ilgili Ansiklopedik bilgilere rastlanır. Bu bilgiler romanlarda tanıtım amaçlı yer alır.