• Sonuç bulunamadı

EMİNE IŞINSU’NUN ROMANLARINDA MEKÂN-İNSAN İLİŞKİSİ

5.2 Kapalı-Dar-İç Mekânlar

5.2.4 Köşkler-Konaklar-Saraylar

Bir Ben Vardır Bende Benden İçeri romanında Yunus Emre, manevi aşkla,

bilgisizce bir süre sevdiği Nurefşan’ın babası olan Pervâne’nin sarayına misafir olur. Pervâne’nin sarayının özellikleri yine bir tablo gibi gözler önüne serilir. Bu saray zenginliğin, rahat bir hayatın göstergesidir. Nurefşan’ın mütevazı hayatı ile babası arasında hiçbir bağ bulamaz. Yunus Emre bu sarayı gördükten sonra çok etkilenir. Anadolu halkının evleri ile karşılaştırır. Bu saray, aynı gün Mevlânâ’nın da konuk edilmesiyle, sema yapılan, ayinlerin gerçekleştirildiği bir mekân halini alır.

“Pervâne’nin sarayı; Konya’ya renk katan saraylardan biriydi, dışı içi, çinilerle bezenmişti. Geniş koridorlarında mermer havuzlarda gümüş fıskiyeler, damla damla, sanki su sesinin en güzelini fısıldıyordu konuklara. Yerler çok kıymetli, incecik dokunmuş İran halılarıyla kaplıydı, minderler çinilerin rengine uydurulmuş; mavi ile yeşilin bütün tonları ve karanfil kırmızısı atlastandı. Şuraya buraya bırakılmış altın ve gümüş kafeslerin içinde, türlü renkli papağanlar ve adını bilmedikleri kuşlar cıvıldıyor, gümüş buhurdanlıklar ince, hoş bir koku salıyor ve alevleri titreşen yüzlerce mum, koridoru ve salonu gün ışığı gibi aydınlatıyordu.” (B. B. V. B. B. İ, s. 269)

Nisan Yağmuru romanında, sedef işlemeciliğinin Topkapı Sarayı

116

Mimar Sinan’ın bu atölye de sedef işçiliğini öğrendiği anlatılır. Geçmiş tarihimizde yaşanan önemli olaylar da, mekân ile birlikte bütünleştirilerek verilir.

Havva romanında roman kahramanı Havva’nın annesi Hümeyra, Havva’yı

hamileyken yeni bir köşk alınır. Bu köşk, Feneryolu’nda eski bir köşktür. Hümeyra hamileliğinin ilk zamanlarında burayı restore ettirir ve mutluluğunu, zenginliği ile birleştirerek güzel bir köşk haline getirir. Fakat duyguları, hamileliğinin son zamanlarında değişir. Bu değişim, Havva doğduktan sonra devam eder ve Havva’nın sevgisiz olarak büyümesine yol açar. Babasının annesine aşırı düşkünlüğü, Havva’nın ilgisiz büyütülmesi, bu köşkün Havva için kötü anılarıyla dolu olduğu mekândır. Bu köşk, geçmişten gelen, annesi ve babasına karşı duyduğu öfkenin sembolü halini alır.

“Beyaz badanası, mavi panjurları vardı; üst katta yatak odaları, ara katta benim odam, banyom ve aşağıda iç içe salonlar, mutfak vs… Hatırlamaya çalışırken.. hatırlamak istemiyorum..” (H, s. 156)

Havva romanında, uzun zamandır babası ile dargın olan Havva, “Dost”

grubunun ve Berrin Hanım’ın kendisine kazandırdığı insanî duygular ile babasını affetmeye karar verir ve köşke gider. Köşk artık eskisi gibi değildir. Annesi ve babasının anılarının dolu olduğu köşkte eşyalar aynı olmasına rağmen, artık kapalı kalmaktan küf kokusu dolu, karanlık ve üzüntünün mahzeni halini almıştır. Havva bunu gördüğü zaman, içindeki öfkenin durulduğunu sadece öfkenin yerini hüznün aldığını fark eder. Babasının bu evde senelerce annesinin hatıralarıyla yaşadığını görür. Bu köşk sadece Havva’nın değil, babasının ve annesinin de kötü anılarının olduğu bir mekândır. Köşk romanda bir ailenin mutsuzluğunun sembolü olarak ön plana çıkar.

117

Kaf Dağının Ardında romanında, Mevsim ve babasının evleri olarak,

İstanbul’da bulunan Bağlarbaşı’ndaki köşkün yapısı tasvir edilir. Bağlarbaşı’nda bulunan köşk büyük ve güzel olup, Avrupa’dan gelen eşyalarla doldurmuş, köşkün bahçesini de babasının sevdiği Avrupai tarzda düzenletmiştir.

Cumhuriyet Türküsü romanında, Bedriye’nin kaldığı yalı tasvir edilir.

Zenginliğin ve ihtişamın göstergesi olan kristaller, gümüşler, İran halıları, mavinin birçok tonunda koltukları ve buna benzer bir sürü eşyanın görüntüsünün güzelliği Nazan’ı şenlendirirken, Hikmet’in eski evlerinin basitliğine karşı, içini kuşku ve itici bir hisle doldurur. Hikmet’in, Avrupailiğini tasvip etmediği Bedriye, mekân ile özdeşleştirilmiştir. Hikmet aynı zamanda Bedriye’nin yalısının salonuyla, kendi salonlarını karşılaştırır. Bedriye’lerin salonuna göre kendi köşklerinin salonu fakir ve sadedir. Onların renkli salonuna karşın, kendi bej ve soluk altın renkli salonları, yaşayan, canlı bir eve karşın yaşlanmış, eskimiş bir ev motifi gözler önüne serilir. Mekân, yenici ve eskici görüşün simgesi gibi karşılaştırılır.

“Kahverengi kadife perdeler de artık iyice kötüleşmiş, renkleri kaçmış, havları dökülmüş. İyi ki duvarlarda birkaç nadide hat var da… Yoksa şu mermer sehpa tozlu mu, hayır, üzerindeki gayet kıymetli Şam ipeği örtünün eskiliğinden, baksanıza dokuma nasıl da gevşemiş, iplikleri sarkmış, bu yüzden sehpa tozlu görünüyor.” (C. T, 107)

Bukağı romanında Mardin’de, toprak rengi gibi, büyükçe taştan konakların

bulunduğundan söz edilir.

Bukağı romanında Mısrî, Sarayda kalan idareciler tarafından uyarılmaktadır.

Saray idarecilerini tedirgin hale getiren Mısrî, sarayda bulunan insanların düşüncelerinde olumsuz bir kişilik olarak belirginleşmektedir.

Bukağı romanında Edirne’de bulunan Saray-ı Cedid’in güzelliğinden

118

5.2.5 Karakollar

Azap Toprakları’nda, kendi toprağını Yunanlılara vermek istemeyen Mahmut

Ağa’nın kızı Muhsine’yi, Yunanlılar karakola alır. Muhsine’ye karakolda bin bir türlü işkence yapılır ve tecavüz edilir. Söz konusu kapalı mekân karakoldur ve suçsuz Türklere kötülük yapılan bir yer olarak anlatılmaktadır. Emine Işınsu, Azap Toprakları’nda mekân olarak karakola birçok kez yer vermiştir. Yunanlı jandarmalar Türklere işkence yeri olarak karakolu kullanmaktadır. Türkler jandarmalar tarafından her an karakola alınma korkusuyla yaşarlar. İşkence görmekten korkan Türkler, baskı altında ve Yunanlılardan nefret ederek yaşamlarını sürdürür. Yunanlı jandarmalar işkence yaparken zevk alıyor ve aldıkları zevki de kendi aralarındaki konuşmalarıyla belirtiyorlar. Yaptıkları eziyetlerden ve onları pisliğin içinde bırakmalarından, Türklere karşı duydukları kini, nefreti görürüz. Bu nefret, romanın sonuna kadar Türk ve Yunanlılar arasında geçen konuşmalarda daha da belirginleşir.

“Mahmut Ağa’nın yüzünde çizgiler donmuştu. Kirpiklerinin arasından baktı Niko’ya, ses çıkarmadı. Bodruma indi. Yolu iyi bilirdi, kaç kişiyi sırtlamış çıkarmıştı oradan… Önce karanlığın içinde bir şey göremedi. Yanık kokusu, çürümüş soğan kokusu çarptı burnuna. Keskin bir sigara dumanı vardı, tıkandı, öksürdü. Adım atmaktan korkarak arandı. Birden Muhsine’nin beyaz çıplak vücudunu seçti. Eğildi, kızıl nemli toprağın üstünde serilmiş yatıyor.” (A. T, s. 20)

“Niçin öldürmedin Allah’ım, niçin?.. Başka bir şey düşünemedi.” (A. T, s. 20)

Azap Toprakları’nda, aynı şekilde sevdiği erkek için Türk olmak isteyen

Yunan kızı Eleni’ye de, karakolda kötü muamele eden ve kullanan teğmen, kendi halkını da çıkarları için kullanır. Karakol, Yunanlı subayların, askerlerin kötülüklerini, eziyetlerini uyguladıkları, kötü duyguların yaşandığı, kapalı bir mekân işlevini almıştır.

119

5.2.6 Fabrikalar

Sancı romanında önem taşıyan mekânlardan biri de fabrikalardır. Sol görüşü

savunanlar özellikle fabrikaları kullanarak bu görüşü yayma düşüncesindedirler. Fabrikalara sızarak sol görüşe adam çekmek amacındadırlar. Fabrikalar romanda, çalışıp emeği karşılığında para kazanan insanların mekânı olmaktan çok, siyasî görüşü yaymak için çabalayan insanların mekânı haline dönüşür.

“Devrimci gençliğin amacı, devrim ateşini fabrika fabrika, köy köy, toplumun bütün sınıflarına doğru sıçratmak, bütün sınıflarda devrim yangınını tutuşturmaktır.” (S, s. 52)

Canbaz romanında da fabrikaların sosyalistler için önemli bir mekân

olduğunu görürüz. Sosyalistlerin bakış açılarına göre, sosyalizmin yeşerdiği ve yayıldığı en önemli mekânlardan biri fabrikalardır.

“Mahallemizin bir iki kat sahibi, bir iki otomobilli sosyalistleri, elbet fabrika emekçilerini düşünmektedirler. Her şey onlar için… Ah, fakat çok şükür, Ankara bir fabrika şehri değil!” (C, s. 13)

Kaf Dağının Ardında romanında Mevsim, “Altın Çini” isimli modern bir çini

atölyesini ziyaret eder. Bu atölyede insanların çamurla zarif vazolar yaptıklarını görür. Bu fabrika, Kütahya’nın değerlerinden birini yansıtması açısından önem taşır. Ayrıca, birçok değerli ilim adamının, sanatçının Kütahya’da yaşadığına, bunlardan birinin de Evliya Çelebi olup, adının verildiği bir mahalle olduğundan söz edilir. Kütahya’nın değeri üzerinde durulmaya çalışılır.

Bukağı romanında, Kahire de bulunan çok büyük, loş bir ortama sahip, ambar

120