• Sonuç bulunamadı

2- BASIN AHLAKI, ÖZGÜRLÜĞÜ VE BASININ SORUMLULUKLARI

2.3. TÜRKİYE’DE BASIN AHLAKI VE ÖZGÜRLÜĞÜ

2.3.4. Günümüz Koşullarında Basın Ahlakını Olumsuz Etkileyen Faktörler

2.3.4.1. Tekelleşme

Medyada tekelleşme veya yoğunlaşma, farklı medya sektörlerinde aynı grup veya şirket çıkarlarının birikmesini ifade etmektedir. Genellikle iki şekilde olmaktadır. Birincisi, kendi yazı işleri kadrosuna sahip medya organı sayısında azalma, ikincisi ise, birden çok medyanın kontrolünün bir kişi veya bir grup eline geçmesidir. İkinci grup kendi içerisinde farklı biçimlerde tezahür edebilmektedir. Çapraz sahiplik olarak ifade edebileceğimiz durum, basın, radyo ve televizyon sektörleri arasında hisse alımı, satımı, aktarımının yanı sıra, yatay entegrasyon yoluyla bir şirket veya grubun aynı medya sektöründe birden çok yayın organını kontrol etmesi veya dikey entegrasyon ile bir şirketin veya grubun medya sektöründe dağıtımdan üretim sürecine kadar değişik bölümleri kontrol etmesi ya da çok taraflı medya entegrasyonu yoluyla bir şirket veya grubun bir çok medya sektöründe pay (ve söz) sahibi olması biçiminde gerçekleşebilmektedir.136

Basında tekelleşmenin, basın özgürlüğünü ihlal edici bir olgu olduğu biliniyor. Tekelleşme nedeniyle başka bir iş bulamama endişesi, düşünce özgürlüğünün en büyük engellerinden biridir. Tekelci basın, gazetecilik

135 John Durham Peters ve Kenneth, a.g.e, s.267.

136 Vedat Demir. Medya ve Etik, Seminer Konuşmaları XI. Yerel Medya Eğitim Semineri-Adıyaman

kavramını bozar. Örneğin dürüst ve doğru haber veren, kamuyu aydınlatmayı ve toplumsal yararı ön planda tutan, araştırmacı, kavramları sorgulayan ve bunu yaparken kişi haklarına saldırmayan gazeteciler tekelci basında kendilerine yer bulamazlar.

Washington Post’un bulunduğu grubun yönetim kurulunda, IBM, Bank of New York, Bankers Trust, Heinz, Coca Cola, General Electric’ten üyeler olmuştur. Peter Drejer ve Steve Welnberg, bir makalelerinde, bunu “İçice kilitli” ya da “kenetlenmiş yönetimler” olarak adlandırmaktadır.137

Tekelleşme sansürün ikiz kardeşidir. Bunu engellemenin tek yolu tüm demokratik ülkelerdeki gibi bir an önce anti-terörist yasaların yaşama geçmesidir.138

Medya halkın sesi, gözü, kulağı mıdır? Yoksa toplumdaki güçlü ve baskın grupların sesini duyuran, deyim yerinde ise onların borusunu çalan, bu güçlerin eli-kolu olarak faaliyet gösteren güdümlü araçlar mıdır? Halkın sesini siyasi elitlere ve karar verme sürecini kontrol altında bulunduran güçlere duyurma işlevini mi yerine getirir? Yoksa, toplumdaki etkin güçlerin vazgeçilmez ve çok güçlü silahları olarak, toplumun sosyal-ekonomik problemlerini maniple edip, geniş halk kitlelerinin ilgi, dikkat ve enerjilerini başka alanlara kanalize etme görevlerini mi icra ederler? Kuşkusuz bütün bu ve böylesi türden sorulara farklı insanlar, farklı cevaplar vereceklerdir. Fakat şurası çok açık bir gerçektir ki, medya çok önemli bir toplumsal güçtür. Toplumsal yapı içinde güç, servet ve prestij elde etmenin son derece etkin silahlarını bünyesinde barındırır.

Belirli komisyonlar karşılığında bazı gazetecilerin arabuluculuğunda gerçekleşen hükümet pazarlıkları vardır. Bütün bunlar, kapalı kapılar ardında cereyan eden ve ancak çok azının kamuoyuna yansıdığı düşünülen

137 Umur Talu. a.g.e. s.285.

138 Nazmi Bilgin, Medya ve Etik, Yeni Türkiye 11. Medya Özel Sayı l, Ankara, Eylül-Ekim

olaylardır. Böylesi olaylar hem medyanın itibarını sarsacak, hem zaten kuşkuyla bakılan politikayı siyasetçileri kamuoyunun gözünden düşürecek, hem de kamuoyunu rencide edip halkın demokrasiye olan inancını sarsacak nitelikteki olaylardır. Böylesi, hiç de zarif olmayan ilişkilerin yanı sıra, artık olağan-rutin işler gözüyle bakılan ve kimi zaman bazı politikacılara ve siyasi partilere destek, bazen de hedef olarak seçilen politikacıları ve partileri yıpratma amaçlarını taşıyan haber ve programları da unutmamak gerekir. Özellikle 1980’ler sonrası Türkiye’sinde, bu türden örneklerin sayısını arttırmak hiç de zor olmayacaktır. Bütün bunlar hatırlandığında, tekelleşme yolunda koşar adım ilerleyen günümüz Türk medyasının gücünün ve ülkemizdeki medya-siyaset ilişkilerinin boyutları konusunda geriye söylenecek pek fazla bir şey kalmamaktadır.

Medyanın etkileri konusunda sosyal bilimciler tarafından gerçekleştirilen çalışmalar, özellikle 1930-1960 yılları arasında bazı sosyal bilimcilerce ortaya atılan “medyanın birey ve toplum üzerinde çok az etkisi olabilir, hatta hiç bir belirleyici etkisi yoktur” şeklindeki görüşlerin, günümüz koşullarında anlamını yitirmiş olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.

Günümüz dünyasında, medyanın bu denli güçlü olması ve politika alanında oynadığı böylesi çok önemli roller nedeniyle, politikacılar ve siyasi partiler medya ile olan ilişkilerine büyük bir önem ve öncelik atfederler. Bu konu ile bağlantılı olarak, medya elitleri de, çağdaş toplumlardaki en önemli elit gruplarından bir tanesini oluştururlar. Günümüz demokratik toplumlarında medya ve medya elitleri, genellikle “dördüncü kuvvet” olarak adlandırılırlar. Dördüncü kuvvetin gücü bazı durumlarda, siyasi elitlerin gücünün boyutlarına kadar ulaşır, hatta bazen onların bazılarını aşar bile.

Bir siyasi parti, medyanın da desteği ile iktidara geldiğinde, bedel ödeme sırası, o siyasi partiye gelecektir. Elde ettiği iktidar nimetlerinin hiç değilse bir kısmını, seçim döneminde kendileri için yapılmış olan paha biçilmez hizmetlerin karşılığı olarak, destekçileri ile paylaşmak, olağan bir görev olacaktır onlar için: Yeri geldiğinde çok cazip koşullarda kredi kanalları

açılacak, kimi zaman destekçiler aleyhine sonuçlar doğurabilecek yasal düzenlemelerin parlamentodan geçmesini engellemek için canla başla çalışılacak, bazen de sadık dostlar lehine gelişmeler doğurabilecek yasal düzenlemelerin bir an evvel hayata geçirilmesi için elden gelen esirgenmeyecektir. Ya da, yine vefa borcunun bir gereği olarak, kamu sektörüne ait kuruluşların reklam ve tanıtım bütçelerinden ayrılacak cömert paylarla yapılan hizmetlerin karşılıkları fazlasıyla ödenecektir.

Tekelleşme ile birlikte çok seslilik ortadan kalkmaya başlamıştır. Farklı yorumların, farklı düşüncelerin aktarımı son bulmuştur. Son derece tehlikeli olan bu durumu ortadan kaldırabilmek için en kısa sürede bir takım önlemler alınmalıdır.

Küreselleşme bütün dünyayı etkileyen ve önemli değişimlere neden olan karmaşık bir süreçtir. Adaletsiz ve eşitsiz gelişen küresel süreç, daha çok bu sürecin aktörlüğünü yapan ülkelere yararlar sağlamaktadır. Küresel sürecin nasıl işlediğini anlamaya çalışmak, gelişmeleri yakından takip etmek, küresel sürecin gereklerini yerine getirmeye çalışmak; bu süreçten hem daha az zarar görmeyi sağlayacak, hem de bazı imkanlarından yararlanmanın yolunu açabilecektir.

Küreselleşme çağında kitle iletişim araçları çok büyük önem kazanmıştır. Teknolojik gelişmenin hızlı yükselişi de basını küresel süreçte öne çıkartmıştır. Kitle iletişim araçlarının mesafeleri kısaltması, internetin yaygınlaşması hayatımıza önemli yenilikler ve değişiklikler getirmiştir.

Kitle iletişim araçlarının küresel süreçte yaygınlaşması, kamuoyunu daha kolay yönlendirilebilir hale getirmiş, küresel aktörlerin kamuoyu üzerindeki etkinliğini de artırmıştır.

Küresel aktörlerin kamuoyu üzerindeki etkinliklerinin artması, beraberinde kendi kültürlerini dünya üzerinde yaygınlaştırmalarının da yolunu açmıştır. Basın aracılığıyla kültürel bir hegemonya dönemi başlamış, özellikle

Amerika Birleşik Devletleri ve güçlü Batılı ülkeler kendi kültürlerini kitle iletişim araçları vasıtasıyla diğer ülkelere ve toplumlara empoze etmeye başlamışlardır.

Küreselleşme sürecinin basın aracılığıyla kültürler üzerindeki olumsuz yansımaları, kültürel yozlaşmayla birlikte, dünyanın tek bir kültüre doğru değişim göstermesi tehlikesini de beraberinde getirmiştir.

Kültürel yozlaşma ve tek bir kültüre doğru gidiş, kitle iletişim araçlarının yayınlarını da olumsuz etkilemektedir. Özellikle televizyon yayınlarının formatları ve içerikleri birbirlerine benzemeye başlamakta, çoğunlukla ABD ve Batılı ülkelerin ürettiği program formatları kopya edilerek diğer ülkelere pazarlanmaktadır. Ülkelerin kendi kültürel değerlerine uyum sağlayamayan ve aykırı duran bu program formatları ve içerikleri, ya tepkiyle karşılanmakta ve toplumsal bir rahatsızlığa yol açmakta ya da toplumun önemli bir kesiminin itirazlarına rağmen yayınlanarak kültürel yozlaşmaya neden olmaktadır.

Küreselleşme süreci, basının düzenini de etkilemiş, küresel işbirliklerin kapısını aralamıştır. Basında kartelleşme tehlikesi belirmiş, basın daha çok uluslararası şirketlerin tekeline girmeye başlamıştır.

Basında kartelleşme ve tekelleşme beraberinde kamuoyunun yanlış yönlendirilebilme tehlikesini de getirmektedir. Özellikle basın kuruluşlarının sahiplerinin kendi kişisel çıkarları için basının gücünü kullanmak istemeleri, ciddi sıkıntılara neden olabilmektedir.

Türkiye özeline bakıldığında basında kartelleşme tehlikesinin mevcut olduğu gözlenmektedir. Ulusal yayın yapan televizyon ve gazetelerin çok az sayıda kişinin elinde toplandığı görülmektedir. Basın kuruluşlarının sahiplerinin aynı zamanda devlet ihalelerine girmeleri, kamu kurum ve kuruluşlarıyla ticari ilişkilerinin bulunması, basının gücünün her an yanlış kullanılabileceği endişesine yol açmaktadır. Kimi zaman bu endişenin

gerçekleştiği, kişisel çıkarlar için basının gücünün devreye sokulduğu da bilinmektedir.

Türkiye ayrıca küreselleşme sürecinin kültürel baskısına maruz kalan ülkelerden biri konumundadır. Kitle iletişim araçlarının format ve içeriklerinin ABD ve Batılı ülkelerden uyarlama olması, Türkiye’nin kültürel değerleriyle örtüşmeyen yayınların çoğalması, toplumun bu yayınlara tepkisinin giderek artması ve RTÜK gibi denetim görevi yapan kuruluşların sık sık uyarılarda bulunması, kültürel yozlaşma tehlikesinin ne kadar ciddi boyutlarda olduğunu da göstermektedir.

Kültürel yozlaşmada basın ciddi bir rol oynamaktadır. Bu nedenle Türkiye’deki mevcut çarpık basın yapılanması mutlaka değiştirilmeli; basın kuruluşlarının sahiplerinin basın dışı sektörlerde faaliyet göstermesi engellenmeli, basın kuruluşlarının maddi imkan elde etmekten çok toplumsal sorumluluğu bulunan önemli bir kurum olduğu gerçeği göz ardı edilmemelidir.