• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 3: TEHDİT DENGESİ PERSPEKTİFİNDEN SURİYE, YEMEN ve

3.2. Tehdit Dengesi Perspektifinden Yemen Krizi

3.2.3. Tehditle Mücadele Stratejileri Bağlamında Yemen Krizi

Yemen’de Salih yönetiminin istifası sonrasında çatışmaların her geçen gün yoğunluğunu arttırması ve Husiler üzerinden İran’ın bölgedeki askeri varlığını genişletmesi, Suudi Arabistan, Mısır, BAE ve Katar gibi aktörlerin tehdit algısında değişim meydana getirmiştir. Tehdidin bertaraf edilmesini kendi güvenliklerini sağlama açısından elzem gören aktörler, bu mücadeleyi sistemik sınırlar içerisinde yürütmüşlerdir. İkinci bölümde ayrıntısı ile değinilen bu sınırlar Ortadoğu’daki mevcut güç dağılımı tarafından belirlenmiştir. Çok kutuplu bir bölgesel sistem görüntüsü veren Ortadoğu’da tehdit algısına sahip olan devletler, tehditle mücadeleyi üç farklı stratejik opsiyon üzerinden gerçekleştirmektedirler. Bunları tekrar hatırlayacak olursak, çok kutuplu sistem ittifaklar aracılığıyla tehditle mücadele etmeyi tercih eden devletlere tehdidi dengelemek veya onun peşine takılmak için müttefikler arz etmenin yanı sıra tehdit algısına rağmen ittifaklar dışında kalmayı tercih eden devletler içinse bu mücadelenin sorumluluğunu üstlenecek aktörler sunmaktadır. Bu bağlamda Yemen krizi analiz edilirken Suudi Arabistan liderliğinde kurulan ittifakın ve bu ittifak içerisinde yer almakla birlikte iki yönlü tehdit algısına sahip olan Katar’ın tehditle mücadele stratejine değinilecektir. Ayrıca ittifakta yer alan aktörler gibi Husi yayılmacılığından ve İran’ın bölgesel hegemon olma tahayyülünden tehdit algılayan Türkiye’nin Yemen politikasından kısa bahsedilerek ittifak dışında kalması sistemik sınırlar içerisinde değerlendirilecektir.

İlk olarak Suudi Arabistan öncülüğünde kurulan ittifakın Yemen’deki Husi-İran işbirliğinin oluşturduğu tehdidi engellemeye yönelik devreye soktuğu strateji ele alınacak olursa bu strateji harici dengeleme olarak tanımlanabilir. İki ya da daha fazla aktörün askeri kapasitelerini birleştirerek müşterek tehdide yönelik güç kullanımını devreye sokması şeklinde özetleyebileceğimiz harici dengeleme, Suudi Arabistan ve müttefikleri tarafından Husi-İran tehdidiyle mücadelede izlenebilecek makul bir strateji

olarak kabul görmüştür. Zira operasyon başlamasının ardından Adil Cübeyr’in ittifak adına yaptığı açıklamada “…İran tarafından desteklenmeleri iyi bir şey değil ve biz Yemen’in Husilerin ya da onların müttefiklerinden herhangi birinin saldırganlığına boyun eğmediği konusunda emin olmakta kararlıyız”236 ifadelerini kullanması koalisyonun kuruluş gayesinin ittifakı meydana getiren tehdidin bertaraf edilmesi olduğunu ve müşterek güç mobilizasyonunun dengeyi sağlamak amacıyla gerçekleştirildiğini ortaya koymaktadır.

Her ne kadar Husi-İran işbirliği Suudi Arabistan öncülüğündeki ittifakın müşterek tehdit algısında ve izlediği stratejide belirleyici olsa da, ittifak içi ilişkiler göz önünde bulundurulduğunda Katar ile müttefikleri arasında rejimlerinin güvenliği konusuna benzer bir algının varlığından söz edilebilir. Suudi Arabistan’ın 1971’de bağımsızlığını elde eden Doha yönetimini kendi etkisi altına alma girişimleri, bu girişimlerin bir sonucu olarak 1992’de iki ülke arasında sınır çatışmasının yaşanması,2371996’da Hamad Bin Halife el-Sani’ye yönelik karşı darbe teşebbüsünün Riyad tarafından desteklendiğine dair iddiaların Doha’da kabul görmesi, 2002’de Katar merkezli al-Jazeera televizyon kanalının Suudi rejimini eleştiren programları nedeniyle Riyad yönetiminin Doha büyükelçisini çekmesi ve 2006 yılında Katar ile BAE arasında varılan anlaşmayla iki ülke arasında doğal gaz hattı kurulmasını öngören Dolpin Undersea projesinin Suudi Arabistan’ın araya girmesiyle engellenmesi Katar ile Suudi Arabistan’ın karşılıklı tehdit algısını meydana getiren gelişmeler olarak özetlenebilir.238 Bu karşılıklı tehdit algısı Ortadoğu’daki rejimlerin varlığını tehdit eden halk hareketlerine yönelik Katar’ın destekleyici tutumu nedeniyle yeni bir boyut kazanmış ve sadece Suudi Arabistan’la ilişkilerinde belirleyici olmakla kalmayarak aynı zamanda BAE ve Mısır gibi devrim karşıtı ülkelerle ilişkilerini de olumsuz etkilemiştir. Doha yönetiminin özellikle siyasi projeksiyonu bölgedeki otoriter rejimleri tehdit eden Müslüman Kardeşler’i Mısır, Suriye, Yemen, Libya ve Tunus gibi devrim mücadelesinin verildiği ülkelerde finanse etmesi, bölge genelinde değişim karşıtlarının tepkisine yol açmıştır. Katar’ın bu yaklaşımını sürdürmesi üzerine Suudi Arabistan,

236 “Amb Al-Jubeir Interview – Yemen Campaign”, Saudi-US Relations Information Service, 27 Mart 2015, http://susris.com/2015/03/27/amb-al-jubeir-press-conference-yemen-campaign-transcript/, (25 Mayıs 2016).

237 Sultan Sooud al-Qassemi, “How Saudi Arabia and Qatar Became Friends Again”, Foreign Policy, 21 Temmuz 2011, http://foreignpolicy.com/2011/07/21/how-saudi-arabia-and-qatar-became-friends-again/, (25 Mayıs 2016).

238 Giorgio Cafiero, “Saudi Arabia and Qatar:Dueling Monarchies”, Foreign Policy in Focus, 26 Eylül 2012, , http://fpif.org/saudi_arabia_and_qatar_dueling_monarchies/, (25 Mayıs 2016).

BAE ve Bahreyn güvenlik ve siyasi istikrarını tehdit edecek şekilde iç işlerine karışıldığı gerekçesiyle Doha’dan büyükelçilerini çekmişlerdir.239

Katar’ın, kuruluşundan günümüze gerek müttefikleriyle gerekse bölgesel hegemon olma mücadelesi veren İran’la yaşadığı krizler dikkate alındığında iki yönlü tehdit algısına sahip olduğu görülmektedir. Irak, Lübnan, Suriye ve Yemen gibi ülkelerde her geçen gün nüfuzunu arttıran İran ile komşularını domine etmek isteyen Suudi Arabistan arasında kalan Doha yönetimi Yemen’deki İran tehdidinin dengelenmesini güvenliği açısından daha zaruri gördüğü için bu stratejiyi Suudi Arabistan öncülüğündeki koalisyonun peşine takılarak gerçekleştirmiştir. Başka bir ifade ile çok kutuplu sistemin olası sonuçları arasında yer alan çoklu tehdit algısı aynı anda düşmanlarını dengeleyebilecek güç kapasitesine sahip olmayan Katar’ı iki farklı strateji izlemeye zorlamış ve bir taraftan İran tehdidiyle mücadeleyi harici dengelemeyle yürütmek diğer taraftan ise Suudi Arabistan’ın peşine takılmak mecburiyetinde bırakmıştır.

Yemen krizi, sadece ittifaklara dâhil olan devletlerin değil çok kutuplu bölgesel sistemin sağladığı strateji çeşitliliğinden faydalanarak ittifak dışında kalmayı tercih eden devletlerin de güvenliğini tehdit eden bir süreçtir. Bu devletler tehditle mücadele edebilecek başka aktörlerin varlığını avantaja çevirerek ittifak dışında kalmayı tercih etmiş ve tehditle mücadelenin maliyetlerini ittifak kuran aktörlere yüklemişlerdir. Yemen krizi bu bağlamda analiz edildiğinde Türkiye’nin tehdit algısına rağmen ittifak dışında kaldığı görülmektedir. Türkiye’nin Yemen’de yaşananlara tepkisini dile getiren Cumhurbaşkanı Erdoğan “Bugüne kadar bölgede olan gelişmeler tahammül sınırlarını zorlamaya başladı. İran bölgeyi kendine domine etmenin gayreti içerisinde. Buna müsaade edilebilir mi? İran'ın yaptığı bizi rahatsız etmiştir. İran'ın bunu görmesi lazım. Yemen'den kuvveti gücü neyi varsa çekmesi lazım. Bu ülkelerin toprak bütünlüğüne saygı duyması gerekir”240 sözleriyle İran’ın bölgesel hegemon olma tahayyülünden tehdit algıladıklarını ortaya koymuştur. Türkiye’nin, Yemen krizine sebep olan gelişmeleri Suudi Arabistan öncülüğünde kurulan ittifakla aynı pencereden değerlendirmesine rağmen tehdidin dengelenmesi konusunda somut adım atmaktan kaçınması tehditle mücadelede sorumluluğu kurulan ittifaka yüklediğini göstermektedir.

239 Cemal Abdullah, “Körfez'de yüksek gerilim: Sebepler ve sonuçlar”, Aljazeera Turk, 27 Mart 2014, http://www.aljazeera.com.tr/gorus/korfezde-yuksek-gerilim-sebepler-ve-sonuclar, (25 Mayıs 2016).

240 “Erdoğan: Tahammül etmek mümkün değil”, Aljazeera Turk, 26 Mart 2015,

Sonuç olarak, Yemen’de Husi-İran işbirliğinin varlığını kendi güvenlikleri açısından tehdit olarak gören bölgesel aktörler tehditle mücadeleyi çok kutuplu sistemin sunduğu stratejik opsiyonlar üzerinden gerçekleştirmişlerdir. Suudi Arabistan öncülüğünde kurulan ittifak göz önünde bulundurulduğunda müşterek tehdit algısına sahip devletlerin bir araya gelerek harici dengeleme stratejisini devreye soktuğu görülmektedir. Fakat ittifak içi ilişkiler irdelendiğinde Katar ile müttefikleri arasında benzer bir algının varlığı dikkat çekmektedir. İki tehdit arasında kalan Katar’ın düşmanlarını aynı anda dengeleyecek kapasiteye sahip olmaması çok kutuplu sistemin sınırları içerisinde kalmak kaydıyla izleyeceği stratejiyi çeşitlendirmek zorunda bırakmıştır. Bu nedenle İran’a karşı kurulan dengeleyici ittifaka dâhil olan Doha, bunu yaparken Suudi Arabistan, Mısır ve BAE’nin oluşturduğu tehdidin peşine takılmıştır. Yemen krizi tehdit algılarına rağmen ittifak dışında kalan devletlerin varlığını da kanıtlamaktadır. Genel itibariyle İran'ın bölge politikasından rahatsız olan Türkiye, Yemen’deki İran etkisinin kendi güvenliği için tehdit oluşturduğunu açıkça dile getirmesine rağmen somut bir ittifaka katılmaya sıcak bakmamıştır. Bu bağlamda Türkiye, çok kutuplu sisteminin sunduğu opsiyon zenginliğinden faydalanarak tehditle mücadelenin sorumluluğunu Suudi Arabistan öncülüğündeki ittifaka yüklemiştir. Yemen krizi devletlerin sistemik sınırlar içerisinde davranışlar gösterdiğini kanıtlamakla birlikte yaygın bir görüş tarafından ise ideoloji gibi sistemik olmayan unsurların etkisi altında cereyan ettiği iddialarıyla da gündeme gelmektedir. Dolayısıyla tehdit dengesi teorisinin argümanlarının geçerliliğini ortaya koymak için bu tartışmalara ayrıntılı olarak değinmek gerekir.