• Sonuç bulunamadı

bizim Tanrı’ya, hahamlara, ulemaya, dinin temsil-cilerine duyduğumuz güven, bu güvenin tamamı modern bilim adamlarına ve doktorlara nakledildi.

Bu güven nakli bizim için gerçekten doğru olmadı.

Dinî liderlerimize güveniyorduk, çünkü onla-rın en nihayetinde Allah’tan gelen bir yetkiye sahip olduklarına inanıyorduk. Sonra modern bilimlere ve teknolojilere güvenmeye başladık. Sen ve ben, New York’ta 80. kata çıkan bir asansöre biniyoruz.

Birinin yaptığı teknolojinin bizi iki dakika içeri-sinde aşağı indireceğine inanıyoruz. 80 kat aşağı, sokağa indireceğine. Veya milyon tane başka şey, uçağa binmek gibi, bunun gibi şeyler. Bu güven, modern bilime ve teknolojiye nakledildi. Bunun bazı olumlu etkileri var, yoktur demiyorum. Ama aynı zamanda çok, çok olumsuz etkileri de oldu.

Zihnimizin ve ruhumuzun sadece belirli bir kısmı-na aşırı güvenerek diğer kısımları ihmal etmemiz bakımından olumsuz etkileri oldu.

Şu anda bile, mesela, tecrit, insanlara yakın olamama dikkate değer bir durum. Sanki insanla-rı manevi bir inzivaya çekilmeye zorluyor. Tasav-vufta, bir kişi manevi bir yola girmek istediğinde üstadı tarafından inzivaya sokulur. Arapça halvet diye adlandırdığımız inzivaya girer. Bir odada tek başına. Allah’la yalnız olabilmek için ve başkala-rıyla ilişkiden ayrı olarak bu yalnızlık ruhun kon-santre olmasına ve kendi içine gelmesine, Tanrı’nın bulunduğu yere içsel olarak çekilmesine imkân sağlar. Bir şekilde hepimiz bunu yapmaya zorlanı-yoruz. Bu yüzden, çoğumuzun bundan en azından bir ders alacağını umut ediyorum.

Manevi İnziva ve Hayata Bakışın Farklılaşması Oldukça etkili girizgâhınız için teşekkür ede-rim. Sizinle, beni zorlayan ve pek çok insanın da zorlanacağını bildiğim bir fikri paylaşmama izin verin ve bizim de öyle olacağımızı (zorlanacağı-mızı) biliyorum, bazı insanlar müteakip sebepten ötürü söylediğinizi anlamakta zorlanacaklardır.

Yahudi cemaatine bakalım. Yahudi cemaati hem New York hem İsrail de çok ağır hasar gördü ve cemaatin en ağır hasar alan kesimleri aynı za-manda en dindar kesimleriydi. Durum böyleyken, eğer virüs bize Tanrı’yı unutmamayı öğretmek için geldiyse nasıl oluyor da teknolojiyle, bilimle en az alakadar olan ve görünüşte en dindar insanları buluyor? Bir şeyler ters gidiyor, eğer Covid-19’dan alınacak ders kendimize itibar etmemekse yanlış insanlar cezalandırılıyor.

Bu çok mühim bir soru, teolojik açıdan da mühim ve cevaplaması oldukça zor bir soru. Ben İslâm’ın cevabı budur şeklinde bir ifade kullan-mak istemiyorum, buna cüret edemem ama dini öğrenmeye çalışmış ve hayatını dindar biri -Müs-lüman- olarak yaşamaya çalışmış biri olarak benim

cevabım İslâm’ın peygamberinin bir sözüne dön-mek olacaktır: “Allah kimi en çok severse en fazla onu sınar”. Yani hayat imtihanlarına, inançlı insan-lar inançsızinsan-lardan daha fazla maruz kalırinsan-lar, çünkü (bu imtihanlar) onları bir nevi cennete hazırlar. Bu imtihanlardan geçmeyenler ise -inşallah yollarını değiştirirler, kimsenin lanetlenmesini istemiyoruz ama- kendilerini lanetliyorlar.

Bir bakıma bu, Tanrı’ya karşı dönmüş olanla-rın Tanrı’yı unutmaları için yine Tanrı tarafından verilmiş bir izindir. Kur’ân’da buna benzer bir ayet var, “Yanlış yola sapmış kimselerin kendi yollarına gitmelerine izin veririz, (yanlış yola sapmış kimse-leri) bırak kendi yollarına gitsinler.” Bu yüzden, bu trajedide Yahudi cemaati ve bu ülkedeki dini hayat için çok kıymetli olan çok sayıda dindar Yahudi’nin yaşadığı Brooklyn gibi bir yerin Manhattan’daki Madison caddesinde ve 70. caddede oturan insan-lardan daha büyük kayıplar vermiş olması gerçek-ten ilginç (bir durum). Ama benim anlayışım bu ve pek çok kez tarihte ve Kur’ân’da da bunu görebili-yoruz. Kur’ân’da bu konuya değinen pek çok ayet vardır.

Münzevinin halvet meselesine geri dönelim.

Tasavvuf geleneğini çok yakından tanıyorsunuz.

Peki, manevi hayata hazırlık olarak girilen bu in-ziva tam olarak nasıl işliyor? Bu eğitim sırasında (kendi) içinize yönelirken Tanrı’ya mı, kusurları-nıza mı, genel olarak toplumla ilişkinize mi odak-lanmanız gerekiyor? Veya diğer bir deyişle, içe yönelme ve mecburi yalnızlık ile tesanüt hissi ve toplumun geri kalanıyla, dünyayla bağlılık ara-sındaki ilişki nedir?

Bu çok önemli bir soru. Yalnız doğar ve yalnız ölürüz. Bunu inkâr edemeyiz. Manevi bir inzivaya çekilmek bir bakıma ölümün pratiğini yapmaktır.

Tanrı ile yalnız kalmanız gerekir. Peygamber olduk-ça muammalı bir sözünde “Ölmeden önce öl. Böy-lece öldüğünde ölmezsin!” demiştir. Ve kesinlikle kabalada ruhsal bir ölüm var, Hristiyanlık’ta da var. Kendi nefsine dünyaya doğru, kendi dünyevi ruhuna doğru ölmek evrensel bir fikirdir. Halvet-te yapmanız gereken şey işHalvet-te bu, yani dünyayı bir kenara koymanız, kapıyı kapatıp dünyayı dışarıda bırakmanız ve toplumla ilişkinizi, annenizi, baba-nızı hiçbir şeyi düşünmemeniz gerekiyor. Sadece sizden aşkın ve üstün ruhsal gerçeklik olan Tanrı ile doğrudan ilişki (kurmalısınız). Ve bir kez bunu yaptığınızda bu pratik yoluyla iç ruhunuz ilahi var-lık tarafından beslenir.

Sonrasında (inzivadan) çıkarsınız ve ruhani pratikle kazandığınız mükemmellikleri, ailenizle, toplumla vesaireyle ilişkinizde kullanmaya çalışır-sınız. Halvet sosyal bir hizmet için yapılmaz ama insanın ruhunu çıkarcılıktan, dağınıklıktan, gurur-dan uzaklaştırıp Tanrı-merkezli olmaya çevirerek

en büyük sosyal hizmeti yapar. Bütün peygamber-ler bunu yapmıştır. İsa 40 gün boyunca çöle git-mişti. İslâm’ın peygamberi inzivaya çekilirdi. Musa Sina Dağı’nın zirvesine çıkıyor. Neden On Emir’i, Kızıldeniz kıyısında oturan Yahudi halkının arasın-dayken almadı? Bu çok, çok önemli bir soru. Onu (On Emir’i) tek başına Tanrı’dan aldı ama sonrasın-da (insanların yanına) indirdi ve binlerce yıl boyun-ca tüm insanların hayatını değiştirdi. İnsanlar hâlâ üç bin yıl sonra ona göre yaşıyorlar. O yüzden Musa bencildir, insanları düşünmüyordu, sadece kendisi-ni düşünüyordu diyemeyiz. Bu doğru olmaz. Tan-rı ile olan ilişkinizi düşünmek bencil olmak değil, diğerkâm olmaktır.

Nefs, İbranicede nephesh, Arapçada nefs, nefsi aşmak ve bunu yaptığınızda, ruhunuz ilahi ger-çeklikten öyle bir beslenebilir ki, her zaman kendi sınırlarını aşar. Sadaka budur, başkasını sevmek, hizmet etmek budur.

Sı-nırın, kendi ruhunuzun sınırının ötesine geçersi-niz. Gidip kendinize veya eşinize -eşiniz de ruhu-nuzun sınırları içerisin-dedir bir manada- para-nızı harcayarak bir elbise satın alabilirsiniz. Ama verdiğinizde, Arapçada ethar, hiçbir beklentiye girmeden verdiğinizde gerçekten hayırsever olursunuz. Ve bu, önce kendinizi zahire, laf ka-labalığına, gurura bağ-layan her şeyden

kopar-manız ve dünyadan bağlantınızı kesip Tanrı ile birlikte olmanız ve böylece Sayeduna İsa’nın “Dün-yada olmak ama dünyevi olmamak” sözünü takip etmeniz ile olur. Tanrı ile birlikte olmak için dün-yeviliğinizden arınıp sonrasında dünyaya geliyor-sunuz ama Tanrı ile birlikte bu yüzden yaptığınız her şey diğerkâmlıktır. İşte gerçek iyi insan budur.

Eğer zengin veya meşhur olmak için ya da babanız mutlu olacağı için ya da Kudüs’te veya Tahran’da ailenizin adı daha meşhur olacağından iyiyseniz, gerçek iyilik bu değildir. İyilik, gerçek iyilik hiçbir şey beklemeden kendinden verendir. İyi davranışın karşılığı, en derin anlamda iyi davranışın kendisi-dir. Yine, bu bir kabalistik vecizekendisi-dir. Herhangi biri tarafından söylenen tüm derin sözleri kabalada bulabilirsiniz. Yani tüm bunlar sizin tarafınızdan biliniyor.

Çok Gürültülü Bir Dünyada Yaşıyoruz

Biliyorum ama şu anda o tek hakikati Müslü-man zaviyeden dinliyoruz. Böylece, (bu hakikatin) başka yerlerde de var olduğuna inanıyorum. Ve (bu hakikatin) Müslüman tarafını bizimle paylaş-tığınız için minnettarız. O zaman bu öğretiyi inzi-vaya zorlanan insanlara uygulayalım. Söyledik-lerinizden ben şunu anladım, hayatınızı dışarıda, Zoom’da veya televizyonda yeniden yaratmakla vakit kaybetmeyin. (Vaktinizi) başka bir şey için kullanın. Dolayısıyla bir karantina durumunda, sosyal mesafe dedikleri bir durumda içeride kal-maya zorlanan insanlara nasıl bir talimat veya öneri verirsiniz? Şimdiye kadar söylediklerinizi göz önünde bulundurarak bu süreçte nasıl yaşa-malarını önerirsiniz?

Öncelikle, herkes için aniden keskin bir kopuş söz konusu olamaz. Hâlâ, başkalarıyla konuşmaya veya televizyonda bir program izlemeye ya da buna benzer şeyler yapmaya ihtiyacı olan insanlar var.

Ve (insanlara) kimseyle telefonda konuşma, hiç-bir televizyon programı seyretme tarzında şeyler söyleyemezsin. İnsanlara, kendileriyle daha çok za-man geçirmelerini -nasıl olsa bolca zamanımız var- bu zamanı kendilerini tanımaya ve kendileriyle mutlu olmaya ayırmaları-nı tavsiye edebilirim.

Öğrencilerime her za-man şu örneği veririm.

Diyelim ki Afganistan ya da Tahran’ın kırsal kesiminde veya İslâm dünyasının uzak bir köşe-sine araba sürüyorsunuz, çoğu zaman bir otobüs ya da ona benzer bir şey bekleyen bir kadın ya da bir adam görürsünüz. Üç saat boyunca ufka baka-rak oturur. New York metrosundaki biri aynı şeyi yapsa çıldırırdı. Her zaman harici uyarıcılara sahip olmak zorundayız.

Bugünlerde kulaklığımız var. Sesler, gürültü vesaire. İç gürültümüzün desibelini düşürmek, yavaş yavaş birbirimizi tanımayı öğrenmek ve sü-rekli dışarıya doğru bir kaçış içinde olmadan içsel varlığımızla olmak için güzel bir zaman. Herkesi dışadönük yapmak, her zaman dışarıya çıkmaya zorlamak modern toplumların doğasında var. Evet, bazen dışarı çıkmanız gerekir ama aynı zamanda içeride nasıl yaşayacağınızı da öğrenmeniz (gere-kir). Ve bu zorla yapılamaz.

Yıllar yıllar önce İran’da bir arkadaşım oldu-ğunu hatırlıyorum. Sarıklılardandı, mollaydı ama

çok bilgili ve çok iyi bir insandı. Herhâlde verdiği bir ders yüzünden hapishanedeydi. Ve hapse gir-diğinde tabii ki çok çok mutsuzdu, meşgalesine el konulmuştu ve benimle iletişime geçti, ben de ona Celaleddin Rumi’nin Mesnevi’sinin bir nüsha-sını gönderdim. “Bunu okumamın vakti gelmişti”

dedi ve ben “bunu bir romanı okur gibi okuma, parça parça oku ve üzerinde düşünüp manasını içine sindir” dedim. Dört ay sonra “hapisten çıka-bilirsin.” dediler. O çıkmak istemedi. Çıktığında

“O kadar mutluydum ki iç benliğimi yeniden keş-fettim.” dedi. Ve kendisi dış faaliyetlere, dışsallaş-maya alışık bir mollaydı. Yani bu dönem bizim için tamamen olumsuz olmak yerine biraz sessizliği öğrenmemiz için faydalı bir fırsat olmalıdır. Çok gürültülü bir dünyada yaşıyoruz. Gürültüyü azalta-lım. Televizyon, radyo, müzik olmasın demiyorum ama bunları azaltalım. Kendinizle birkaç saat geçi-rin. Ve bence bunun hepimize faydası olacaktır.

Yalnız Kalmanın İmkânları

Çok bilgece bir nasihatti. Pekâlâ, insanlara verdiğiniz tek bir pratik tavsiye fark ettim, Rumi okumak. Bu hususi dönemi atlatmanın bir yolu da Rumi okumak. Ama belki bize biraz daha ipu-cu verebilirsiniz. Bir insan kendisiyle olmayı nasıl öğrenir? Eğer Afganistan’da büyümediyseniz ve ufka bakarak üç saat oturmaya alışık değilseniz ve daha haraketli dışarıya dönük bir hayata alı-şıksanız ve bu yeni durumla karşı karşıya kalıyor-sanız -medyatör falan da değilsiniz- (böyle birine) beraber olmaya alışık olmadığı bir tarafını arka-daş edinmeye çalışırken ne gibi önerilerde buluna-bilirsiniz?

Bu çok mühim bir soru. Öncelikle, çoğu insan konsantrasyon yeteneğinden yoksundur. Hiçbir şeye 30 saniye dahi konsantre olamazlar. Parmağı-mı öğrencilerimin önünde tutarak onlara “Kaçınız bir dakika boyunca önünüzdeki parmağa konsant-re olabilir?” diye sordum. Yaklaşık 20 saniye sonra aklınız arabanızı nereye park ettiğiniz konusunda dolaşmaya başlar, öğle yemeğinde ne yiyeceksiniz, kız veya erkek arkadaşınızı ne zaman arayacaksınız vesaire. Bu (konsantre olmak) zor bir iş. Yapmamız

gereken şey, meditasyon ve benzeri şeyleri yapmak için eğitim almamış insanların yapması gereken şey, eğer dindar değilseniz bunu daha çok zorlaştı-rır. Eğer dindarsanız tavsiyem bu süreçte size yar-dım etmesi için her zaman Tanrı’ya dua etmeniz olacaktır. Ve bu çok, çok etkilidir. Ama bunu ya-pamayacaklar için, gözleriniz kapalı veya açıkken odanın bir köşesine oturduğunuzda ve dışsal ola-rak hiçbir şey yapmadığınızda zihninizdeki hayal gücü melekesi çok hızlı bir şekilde çalışmaya baş-lar, bir hayalin ardından diğeri, bir düşüncenin ar-dından diğeri zihninize gelir. Ve işte bu yüzden bir süre sonra sıkılırsınız. Ve herkesin dışsal bir uya-rıcıya ihtiyacı var ve bu dışsal uyaran orada değil.

İnsanlara tavsiyem en azından hoşlarına giden bir şeyi düşünmeye çalışmalarıdır. Ya düşünmeye ya da hayal gücü melekemizle hayal etmeye çalış-malarıdır, çünkü zihnimizde iki ihtimal vardır. Bir

tanesi mücerret düşüncedir, diğeri biçime dayalı hayal gücüdür. Hoşunuza giden olumlu bir şeyi düşünmeye veya hayal etmeye çalışın ve zihninizin her tarafa dağılması, yorulması ve kıpır kıpır olma-sı yerine buna yoğunlaşmaya çalışın. (Diğer türlü) kendinle ne yapacağını bilmiyorsun. Kalkıp odada dolaşıyorsun. Kafanı duvara çarpmak istiyorsun falan filan. Zihninizi azizler ve boşluk hakkında meşgul etmeye çalışın.

Zihni boşaltmak hakkında konuşan Budistler dışında zihnin meşgul olmaya ihtiyacı vardır. Bu (zihni boşaltmak) çok zor bir iştir. Düşünmemiz gerekir. Biz düşünen varlıklarız. Olumlu olan ve aynı zamanda hoşunuza giden bir şeyi düşünmeye çalışın ve bu şekilde adım adım zihninizi dizgin-lemeye ve kontrol etmeye çalışın. Televizyondan herkese tavsiye veremeyeceğimiz nokta burasıdır.

Çünkü çok şahsi ve her kişiye özel olarak hazırlan-malı. Münferit ruhlar çok, çok farklıdırlar ve ben bazı doktorların herkese yaptığı gibi “sabah yedide aspirin alın” tarzında bir tavsiye vermek istemiyo-rum. Her bir hastanın bir kişi olarak kendi ilacına ihtiyacı vardır.

ALLAH IZIN VERIRSE DAHA MANEVI BIR HAYAT YAŞAMA MANASINDA BIR DIRILIŞ OLACAĞINDAN