• Sonuç bulunamadı

HAKİKATİN ÜZERİNE KAPANAN SANALIN HEGEMONYASI

AHMET DAĞ

Kendini illüzyona yani sanala kaptıran dijitalleşmenin muhatabı bireyler hakikatin yitimi ile karşı karşıya kaldılar. Kendisinin ve buyruklarının hakikat olduğunu ifade eden dinin tercih edilme olasılığı sanal düzlemde zayıflamıştır. Dinin görünüm alanını dijital dünya şeklinde kabul etmek dinin de istenildiği şekilde maniplüe edilecek bir veri olması sürecini

değiştirmeyecektir.

biçimlerinden hareketle farklı siyaset, iktisat ve ce-miyet yapıları ortaya koyma tecrübesi üretmiştir.

Çünkü İslâm düşünce ve medeniyet geleneği, önce-sinde şahsiyeti sonrasında cemiyeti daha sonrasın-da devleti nihayetinde ise medeniyeti meysonrasın-dana ge-tirir. Fakat 200 yıldır yaşanan sürece bakıldığında varlığı (insan, doğa, hayat vs.) algılayış biçimi tahrif olan İslâm toplulukları ve düşünürleri, İslâm dini-nin kuvve ve fiil içeren yapısını tam anlamıyla kav-rayamamalarına bağlı olarak çağlarının olgularını ve olaylarını kavrayamamışlardır. Yaklaşık üç asır-dır Müslümanlar, çağlarının bağlarına ve mahkûm edildikleri süreçlere maruz kalarak kendilerine ait bir anlam dünyası kuramamışlar, nihayetinde inşa etmedikleri bir dünyaya maruz kalarak varoluşla-rını gerçekleştirememektedirler. Bu maruz kalma durumu, özne olmayı değil

edilgen olmayı yani nesneleş-meyi meydana getirmiştir.

DÖNÜŞÜMÜN HIZ KAZANMASI Şimdilerde sadece Müs-lümanlar değil tüm dünya insanları ciddi bir dönüşüm ile karşı karşıya. 2000’li yıl-larda dijitalleşme, insan ve hayatını ciddi değişimler ve dönüşümlerle karşı karşıya bırakmıştır. Bu durumun sancıları devam ederken ve neliği tam olarak anlaşılama-mışken 2020’li yıllarda hızla-nan sibernetikleşme ve robo-tikleşme süreci, bu değişim ve dönüşümü daha da katla-yarak devam ettirecek görü-nüyor. Bu hızlı teknolojikleş-me sürecine biyo-teknoloji ve nano-teknoloji çalışmaları

ilave edildiğinde din ve teknoloji bağlamında cid-di bir bağlam ortaya çıkacaktır. Ama ne yazık ki başta Türkiye olmak üzere İslâm dünyasında bu bağlamın neliği ve neleri doğurabileceği üzerinde çalışmalar yok denecek kadar az. Bu bağlam üze-rinde ciddi çalışmalar yapılması gerekir. Çünkü mevcut insan, hayvan ve bitki üzerinden meydana gelecek dönüşümlerin yanı sıra yeni varlık türleri-nin (robot, cyborg, android, humonoid vs.) ortaya çıkışı hayatın tüm dinamiklerini değiştirecektir.

Tanrı’nın tasarladığı varlık türleri dışında tasarı-mı değiştirilmiş varlıklar, yaratılmatasarı-mış olup fakat CRISPR teknolojisi tarafından hibrit/melez olarak inşa edilmiş yeni varlıkların var edilmesi hayat ve doğada olanları tamamıyla farklılaştıracak görünü-yor. Söz konusu bu yeni durum; daha önce tecrübe edilmemiş yeni eylemlerin, ilişkilerin ve olayların

meydana gelmesini sağlayacaktır. Hâliyle yaşamın tüm dinamikleri üzerinde iddiası olan dinin gelece-ğinin ne olacağı mevzu edilmelidir.

Söz konusu bu yeni durum, transhümanist sü-reç olarak görülüyor. İnsanın arttırılması veya ge-liştirilmesi durumu, yeni ve farklı yaklaşımların ortaya çıkmasına yol açacaktır. Buna bağlı olarak ahlaki ve dinî yaklaşımların da değişmesi söz ko-nusu. Nasıl ki bir tuşla inşa edilen sahte bir bilgi tweeti her şeyi yanlış bir sürece doğru evrilmesine yol açıyorsa farklılaştıran varlık türleri de hayatla ilgili süreçleri farklı bir mecraya sokacaktır. İnsa-nın arttırılmasını hedefleyen transhümanizm gibi farklı inanç sistemleri mevcut dinî görüşlere mey-dan okuyabilir. Transhümanistlerin iddiaları dinin altını oyacak iddia türlerindendir. Nitekim İngiliz Savunma Bakanlığı 2021-Ma-yıs ayında yayımladığı “arttırıl-mış insanı” konu alan raporun-da meseleyi etik, sosyolojik ve teknolojik düzlemde ele alarak dinin en çok etkilenecek alan-lardan biri olduğunu ifade etmiştir. Ölümsüzlüğü, kusur-suz sağlığı, güçlü zihin ve be-deni var etme amacı taşıyan transhümanist süreçte en çok soru/n/larla karşılaşacak olan kurumlardan biri dinî kurum ve öğretiler olacaktır.

Bilimselliği ve teknolojiyi kendine taban edinen transhü-manist süreçte fiziksel fenome-ni tanzim eden bilime karşın din ise etik ve estetik değerler-le kuşanmıştır. Din, insan ve hayatı ahlaki ve duyuş süreç-leriyle anlamlı kılmıştır. Feno-menel yani olgusal düzlemde kendini pragmatik ve maddi temelde ilerleten bi-lime karşın insan-doğa-tanrı dengesini kurduğunu iddia eden din değere ilişkin yaklaşımı daha önem-li görür. Biönem-lim için önemönem-li olan “ilerleme” din için asıl amaç değildir.

Din tecrübi olanla yani sübjektif bağlamda sü-jenin oluşuyla bilim ise objektif bağlamda objelerle ilgilenir. Bilim düşünceyi madde ile ilişkilendiren bir yapı iken din ise düşünceyi etik ve estetik bağ-lamda değer ve duyuşla ilişkilendiren bir yapıdır.

Din için önemli olan nizamın korunması ve insa-nın manevi dünyasıinsa-nın tertibi bilim için bir amaç değildir. Söz konusu bu farklılık bilimin daha ‘mu-teber’ hâle gelmesini sağlamıştır. Çünkü insan ma-nevi yani hissettiği şeyleri değil olgusal olanı yani dokunduğu şeyleri daha dikkate alan, aslı itibariyle primitiftik yönü ağır basan bir varlıktır.

Yaklaşık üç asırdır Müslümanlar, çağlarının

bağlarına ve mahkûm edildikleri süreçlere maruz kalarak kendilerine

ait bir anlam dünyası kuramamışlar, nihayetinde inşa etmedikleri bir dünyaya

maruz kalarak varoluşlarını gerçekleştirememektedirler.

Bu maruz kalma durumu, özne olmayı değil edilgen olmayı yani nesneleşmeyi

meydana getirmiştir.

Toprak veya çamur olan kısmının soyut veya ruhsal olana ağırlık basması neticesinde sanayi-leşmeden beri din gerilerken bilim ilerlemiş yani din muteber olmaktan çıkmış, bilim muteber hâle gelmiştir. Dinin yerini bilim, din adamının yerini bilim adamı, mabedin yerini laboratuvar almıştır.

Burada bahsettiğim din-bilim karşıtlığı değil, mana dünyasını kaybeden insanın tercihinin mana değil madde olması durumudur. Bu durumun en büyük nedenlerinden biri; Batı düşünce sistematiğinde, Helen düşüncesinden gelen enkarnasyon yani ci-simleşme kültürel kodunun bir inanç kodu hâline gelmesidir. Teslis inancıyla tecessüm/cisimleşme sürecine giren Hristiyanlık, bir şeyin maddi olan ciheti olmaksızın makbul olmayacağı yaklaşımının kültürel bir kod hâline gelmesine yol açmıştır. Bu yaklaşım; modernleşme sürecine dâhil edilen nere-deyse tüm milletlere de enjekte edilmiştir. Oysa bi-lim ve dinin muteberliği meselesinde muteber ola-nın ikisinden biri olması tercihi anlamsız bir icbari içermekte olup çok anlamlı bir zorlama değildir.

EHRAMA TAŞ TAŞIMAK

İnsanın hayat, tabiat ve yaratıcı ile olan ilişkisi-ni ticari, tekilişkisi-nik, mimari, siyasi ve içtimai hadariyet sağlayarak umran veya medeniyet inşa edilebile-ceğini Endülüs, Selçuklu ve Osmanlı tecrübeleri üzerinden insanlık tecrübe etmiştir. Muvazeneyi kaybeden Batı, maddeci-mekanikçi akılcı yapısıy-la Newton gibi isimlerle cisimleşmeyi zirveye çı-karmıştır. Bilimsel inanç madde temelli bir içerik kazanarak etik ve estetik yani değer ve duyuş yi-tirilmeye başlanmıştır. Nitekim bu yitiriş, krizleri ve kaosu ortaya çıkarmıştır. Batı uygarlığının ve biliminin meydana getirdiği krizler Toynbee’nin

“bunalımlar çağı”, Sorokin’in “felaketler çağı”

Horkheimer’ın “akıl tutulması” dediği durumları doğurmuştur. Akıl; adeta her şeyi çözecek bir may-muncuk olarak görülmüş, kuvvetle eş değer kabul edilmiştir. Bilgi, tekno-düzlemde bilimci ise akıl ve kuvveti her şeye yeğleyen kişi diye görülmüştür.

Metafizik ve ahlak gerilerken mekanik ve ma-tematik muteber hale gelmiştir. Sonrasında meyda-na gelen izafiyetçi yaklaşım sibernetiği doğurmuş, sibernetikle bilişsel bilimler ve fizik birlikteliği hükümlerin anlamsızlığı söylemini meydana getir-miştir. Bizde maneviyatçılığa yol açtığı zannedilen postmodernlikle sadece epistemolojik muğlaklık değil, cinsiyetlerin, dinlerin ve kurumsal yapıların muğlaklığı ve anlamsızlığı da ifade edilmiş ve tec-rübi hale gelmiştir. Baconcı güç anlayışı önce New-ton üzerinden mekaniğe sonrasında sibernetiğe dönüşmüştür. Yeni akılcı düzende bilinç maddeye aktarılmış yani yapay zekâ geliştirilmiş, mekanik düzende dışarıda tutulan Tanrı inancı (deizm) bu-harlaştırılarak Tanrı inancı Baudrillard’ın dediği gibi dijital ağlara mahkûm edilmiştir. Tanrı ve ruhun dijital ağlara mahkûm olması datanın her

şeyi bilen, gören ve düzenleyen Tanrısal bir var-lık hâline getirildiği düzende insanlar veriye olan inancını artırmıştır. Kendiyle baş başa kalamayan insan, iç dünyasını zenginleştirme yerine sanal dünyada turlamayı tercih etmektedir.

Tüm bu süreçlerde dinlerin, muhatap bulama-ması durumuyla karşılaşma riski vardır. Trans-genderizm, veganism, aşırı bireycilik bağlamında ultra-liberalizm, küreselcilik/globalizm gibi hiper-modern yaklaşımlar insanı hayata daha maddi temelde bağlayan yaklaşımlardır. Multi-kültürel yaklaşımlar cemaat veya ümmet gerçekliğini mana-sızlaştırırken, bu gerçekliği klik yapılara ve bireysel din algılarına bırakacak görünüyor. Gençlerin me-tin veya söz üzerinden değil de görsellik üzerinden bilgilenme sürecini tercih etmesi düşünür ve bilgin tipinin dikkate alınmamasını doğurmuştur. You-Tube, TikTok ve Instagram üzerinden oluşturulan görsellik muteber duruma gelmiş, sohbet, cemaat gibi kavramların ve yapıların parçalanması riskiyle ile karşı karşıya kalınmıştır. Veri dünyasında her rast geldiği bilgiyi gerçek olduğu bilinciyle hareket edenler aslında sihrin gücünün esiri olmuşlardır.

Simülasyonlar dünyasında doğrunun taraftarların-dan ziyade yanlışın veya yalanın taraftarları daha yüksek bir ağırlık kazanmıştır.

Gerçekle ilişkili olmaksızın dezenformasyon olarak ileri sürülen bilgiler defalarca kez paylaşılır-ken sonradan ortaya çıkan gerçekliği ise muhatap bulamamaktadır. Günümüz dijital yerlileri için Hz.

Musa’nın asasının sihirbazların illüzyonu karşısın-da çok ehemmiyeti yok gibi görünüyor. Kendini illüzyona yani sanala kaptıran dijitalleşmenin mu-hatabı bireyler hakikatin yitimi ile karşı karşıyadır-lar. Kendisinin ve buyruklarının hakikat olduğunu ifade eden dinin tercih edilme olasılığı sanal düz-lemde zayıflamıştır. Dinin görünüm alanını dijital dünya şeklinde kabul etmek ise dinin de istenildiği şekilde manipüle edilecek bir veri olması sürecini değiştirmeyecektir.

Dijital dünyada olmalıyız ifadesi inşa edilen di-jital ehrama taş taşımaktan başka bir anlama gel-mez. Nitekim “dijital dünyada var olma” saikiyle hareket eden kişiler ve sohbetleri bu âleme “caps”

olma malzemesi hâline gelmiştir. Ehrama taş taşı-mak yerine yüz yüze görüşmek, muhabbet etmek, mütalaa etmek ve emojelerin dünyasından koparak kişilerin kelamına ve simasına yabancılaşmamak esas olmalıdır. Sanalın, yapayın dünyasında gezi-nerek hakikatin dünyasına yabancılaşmak Çağrı filminin oyuncularını hakiki sahabe zannetme ya-nılgısıyla aynı düzlemdedir. Ayartıcı bir dünyanın içinde var olma hezeyanı asıl varoluşları yok ede-cek bir hezeyandır. Hakikatin, eskiden olduğundan daha çok hakikat arayıcılarına ihtiyacı olduğu bir süreci yaşıyoruz. Tıpkı Alain de Button’un dediği gibi “Böylesi bir çağda bütün dürüst insanların ya-pacağı en önemli şey hakikate sıkı sıkıya bağlı kal-maktır.”

F

elsefe, İslâm Düşünce-si ve Medeniyet ŞubeDüşünce-si ile Doktora Araştırma Merkezi, 22 Mayıs 2021 tarihinde Fas Abdulmâlik es-Sa‘dî Üniversitesi Usûlü’d-din Fakültesinde “Mo-dern Felsefede Ahlaki Kavramlar -Taha Abdurrahman’ın Eserleri Özelinde-” serlevhalı uluslararası bir sempozyum düzenledi. Sem-pozyuma Türkiye, Fas, Tunus ve Cezayir’den akademisyenler ka-tıldı. Uluslararası nitelikteki bu

sempozyum Taha Abdurrahman’ın düşünsel pro-jelerine ilgi duyan akademisyen ve öğrencilerden büyük rağbet gördü.

Sempozyumun ilk oturumu Dr. Ahmed Mûne’nin yaptığı açılış konuşmasıyla başladı. Ar-dından Usûlü’d-Dîn Fakültesi dekan yardımcısı bir konuşma yaptı. Moderatörlüğünü Ahmed el-Ferrâk’ın (Abdulmâlik es-Sa‘dî Üniversitesi Öğr.

Üyesi) yaptığı ilk oturumda aşağıda yer alan su-numlar yapıldı:

Ahlak, Felsefe ve Emanet

Dr. Abdulmâlik Bûmincel (es-Sıtîf Üniversitesi-Cezayir) “Taha Abdurrahman’ın ‘el-Mefâhim’ İsimli Eserindeki Kurucu Kavramlar” başlıklı tebliğinde Taha Abdurrahman’ın ahlak felsefesinin inşasını ya-pan eserlerinden biri olan el-Mefâhimü’l-Ahlâkıyye beyne’l-İ’timâniyye ve’l-‘İlmâniyye isimli kitaptaki merkezî kavramlardan felsefe, rasyonalite, ahlak ve emanet kavramları üzerine durdu. Tebliğ ko-nusunu kavramlar çerçevesinde belirlemesini de şöyle açıkladı: “Taha Abdurrahman felsefi düşünce

inşasının taklit ile hiçbir şekilde telif edilemeyecek denli özgünlük gerektirdiğini savunur. Özgünlüğe girişin ilk şartı taklit ve zihinsel bulanıklıktan kur-tulmaktır. Bu kurtuluş ise ancak kavramları yeni-den gözyeni-den geçirmek ve artık anlam ifade edileme-yecek denli müptezelleşen kavramları yeniden inşa etmekle mümkündür.”

Bûmincel, felsefe kavramına yönelik İslâm âleminde hâkim olan iki tasavvurdan bahsetti.

Bu tasavvurlardan biri felsefenin zındıklıkla, din-den uzaklaşmakla özdeşleştirilmesi şeklindedir.

Bu bakışa selefiler ve avamın büyük bir kısmın-da rastlanır. İkinci tasavvur kısmın-da felsefenin Batı’ya özgü ve evrensel ve laik olmak zorunda olduğu şeklindedir. Bu da İslâm âlemindeki modernist ve laiklerin çoğunluğunun düşüncesidir. Oysa Taha Abdurrahman’a göre bu iki tasavvurda yanlıştır.

Zira her dil ve pragma (itikat, kültür ve miras alı-nan geleneğin oluşturduğu mahsus muhit) ken-disine özgü felsefi imkânlara sahiptir. Müslüman mütefekkir kendi dili ve pragma’sı içinden özün düşünce üreterek hem kendi aidiyetlerine hem de insani ortak müştereğe katkı sağlayabilir.

Felsefe, İslâm Düşüncesi ve Medeniyet Şubesi ile Doktora Araştırma Merkezi, 22 Mayıs 2021 tarihinde Fas Abdulmâlik es-Sa‘dî Üniversitesi Usûlü’d-Din Fakültesinde “Modern Felsefede Ahlaki Kavramlar -Taha Abdurrahman’ın Eserleri Özelinde-” serlevhalı uluslararası bir sempozyum düzenledi.