• Sonuç bulunamadı

Anemi tüm yaş gruplarında önemli olduğu gibi kronik hastalık ve malignite sıklığının arttığı yaşlı nüfusta da mortaliteyi, morbiditeyi ve yaşam kalitesini etkileyen önemli ve güncel bir sorundur. Bu yüzden bu özel grupta anemi prevelansı ve morfolojisi üzerine yapılmış pek çok çalışma bulunmaktadır. Yapılan çalışmalarda anemi tanımlama ölçütleri standart olmadığı ve çalışılan yaşlı gruplarında farklı özellikler olduğu için kıyas yapmak güçtür. Bizim çalışmamız ile ortak özellikleri bulunan bazı çalışmalar ve sonuçları tablo-11’de özetlenmiştir.

Yaşlılar için normal hemoglobin alt sınırı konusunda tartışmalar halen devam etmektedir.114 DSÖ ölçütlerinin 60’lı yıllarda yapılmış çalışmaların ışığında şekillenmesi ve bu tanımlarda yaşlı nüfus için özel ölçütler belirlenmemiş olması, farklı etnik gruplarda yapılan çalışmalardan farklı sonuçlar elde edilmesi tartışmaların odak noktasını oluşturmaktadır. Dallman ve ark.115 1984 yılında NHANES 2 çalışmasının sonuçlarını

yayınladıklarında kronik hastalık ve demir eksikliği olanlar dışlandıktan sonra kalan katılımcıların ortalama hemoglobin değerleri üzerinden 95 persentilde olanların hemoglobin değerlerini normal sınırı olarak kabul etmişlerdi. Böylece kadınlar için 11.7 g /dl ve erkekler için 12.6 g/dl’nin altındaki hemoglobin değerleri anemi için sınır olarak belirlenmişti.114

Amerikan Hematoloji Derneği’nin 2006 yılında yayınladığı bir yayında konunun iki önemli çalışması NHANES III ve Scripps-Kaiser çalışmaları gözden geçirilmiş ve yine kronik hastalık, demir eksikliği, gebelik, KBY gibi özellikli durumlar dışlandıktan sonra kalan sağlıklı katılımcıların ortalama hemoglobin düzeyleri incelenmişti. Değerlendirmeler sonucunda hemoglobin değerinin alt sınırı 60 yaş üstü beyaz kadınlar için 12.2 g/dl, beyaz erkekler için 13.2 g/dl olarak belirlendi. Bu değerler aynı çalışmada değerlendirilen siyah ırktan kadınlar için 11.5 g/dl ve siyah ırktan erkekler için 12.7 g/dl olarak bildirildi.114

45

Tablo-11: Geriatrik hastalarda anemi prevelans çalışmaları

yıl

Anemi oranları

Çalışmanın genel özellikleri Anemi tanım ölçütleri Kadın

%

Erkek % Timiras ve ark.119

1987 8.4 17.7 Amerika’da 60-96 yaş arası toplumda yaşayan kişiler DSÖ ölçütleri *

Izaks ve ark.50 (The Leiden 85 plus

çalışması) 1999 28 17

85 yaş üstü toplumdan yaşayan 755 kişi

DSÖ ölçütleri *

Olivares ve ark.45

2000 4.4 5.4 Chile’de 60 yaş üstü toplumda yaşayan ve sağlıklı görünen 274 kişi DSÖ ölçütleri *

Fleming ve ark.28 (

Framingham Heart

çalışması) 2001 10.5 6.1

67-96 yaş arası toplumda yaşayan 1016 kişi kadın için Hb<11.8g/dl ve erkek için Hb<12.4 g/dl) Artz ve ark.29

2004 48 49-94 yaş arası huzur evi sakini 900 yaşlı DSÖ ölçütleri *

Pennix ve ark.12 (InCHANTİ

çalışması) 2004 11.5 11.1

65 yaş üstü toplumda yaşayan 1156 kişi

DSÖ ölçütleri *

Guralnik ve ark.27 (NHANES III

çalışması) 2004 10.2 11

Amerika’da 65 yaş üstü toplumda yaşayan 5252 kişi ( >85 yaş anemi sıklığı erkek %26.1 kadın %20.1)

DSÖ ölçütleri *

Zakai ve ark.9 (Cardiovascular

Health çalışması) 2005 8.1 9.2

Amerika’da 65 yaş üstü toplumda yaşayan 5888 kişi 11.2 yıllık prospektif çalışma

DSÖ ölçütleri *

Tettamanti ve ark.111

2010 13.6 15.2 İtalya’da 65 yaş üstü toplumda yaşayan 8744 kişi DSÖ ölçütleri *

Melen çalışması

2011 28.3 36.5 Türkiye- Düzce’de toplumda yaşayan 65 yaş üstü 430 kişi DSÖ ölçütleri *

46 Buna benzer şekilde Beutler ve ark.116 Kuzey ve Güney Avrupa’da etnik

kökenlerin karşılaştırılmasını sağlayan bir çalışma yaptı. Bu çalışmada da iki grup ortalama hemoglobin değerleri arasında 2.8 gr/dl’lik fark bulunmuştu.116

Bizim çalışmamızda hemoglobin ortalamaları tüm yaşlılarda kadınlar için 12.5±1.3 g/dl ve erkekler için 13.4±1.3 g/dl, anemik olarak tanımlanmayan yaşlılarda hemoglobin ortalamaları kadın ve erkekler için sırası ile 13.1±0.8 ve 14.2±0.8 g/dl tespit edildi. Türkiye için sağlıklı bireylerde hemoglobin değerlerine dair veri bulunmuyor, ve şu soru cevap bekliyor: -basit testlerle de olsa- açıklayamadığımız anemilerin oranının yüksek olması acaba türk toplumu içinde DSÖ nün kriterlerinden farklı hemoglobin ortalamaları söz konusu olabilir mi ?

Anemi prevelansı üzerine yapılmış bazı çalışmalarda da birbirinden farklı hemoglobin kesim noktaları kullanılmış ve sonuçta bir çalışmada anemik olarak kabul edilen kişiler diğer bir çalışmada normal olarak değerlendirilebilmiştir.28,114,115 Görünen

odur ki etnik köken ve coğrafya anemi tanımında keskin sınırlar belirlemeyi mümkün kılmıyor ve ‘normal hemoglobin değerleri’ni tartışılabilir hale getiriyor. Bu çelişkilerle birlikte anemiyi tanımlarken yapılan çalışmaların çoğunluğunda olduğu gibi biz de DSÖ’nün belirlediği ölçütleri kullandık.

Anemi tanımındaki çelişki gibi etiyolojik sınıflandırma konusunda da net olmayan durumlar söz konusu. Örneğin kronik hastalık anemisinin tanımı için kullanılan parametrelerle ilgili net bir sınır mevcut değil. Daha önce yapılmış büyük ve değerli çalışmaları örnek alarak ve elimizdeki teknik imkânlar dâhilîde kronik hastalık anemisini tanımlamak için; DEA tanımının dışında kalanlardan inflamasyon belirteçlerinin yüksekliği ve periferik kanda demir seviyesinin düşük olması şartını aradık. Çalışma popülasyonu sağlıklı görünen kişilerden oluştuğu için beklendiği üzere kronik inflamatuar hastalık anamnezi olan hasta sayımız oldukça azdı. Romatoid artrit, inflamatuar barsak hastalığı, kanser gibi majör nedenler taşıyan katılımcımız yoktu. Anemik olup KOAH anamnezi olan 21 yaşlıdan 6’sı kronik hastalık anemisi ile uyumluydu. Anemik olup KBY anamnezi olan sadece 1 yaşlı vardı ve anemisi renal anemi tanımımız ile uyumluydu.

47 Böbrek fonksiyonları ile anemi arasındaki ilişkide de keskin bir sınır mevcut değil. Bazı çalışmalarda renal anemiyi tanımlamak için GFH <30 ml/dk veya serum kreatinin düzeyi >1.3-1.5 mg/dl ölçütleri belirlenmiştir.9,117 Ancak bildiğimiz üzere -renal

fonksiyonlardaki azalma ile anemi gelişimini değerlendiren çalışmaların ortak noktası- KBY’nde aneminin tek sebebi EPO üretiminde azalma değildir. Renal hastalıkla birlikte pek çok sitokinin salınımına bağlı eritrosit üretim azlığı, toksik ürünlerin uzaklaştırılmasındaki zafiyet ve demir emilim bozukluğu gibi faktörler de anemiye katkıda bulunmaktadır.96 Dolayısı ile KBY’nin bütün evrelerinde renal anemi

gelişebilmesi mümkündür. Bununla birlikte kesin olan renal fonksiyon kaybı ile anemi sıklığının arttığıdır. Levin ve ark.118 yaptıkları çalışmada GFH 50-35 ml/dk arasında olan

hastaların %44’ünün anemik olduğunu göstermiştir. Yine KBY anemi ilişkisi üzerine

yapılan ve 2004’de yayınlanan McCellan ve ark.nın95 çalışmasında GFH 60 ml/dk’dan 15

ml/dk’ya düştüğünde anemi hızının da %26’dan %75’e yükseldiğini göstermiştir. InChanti çalışmasında da GFH <60ml/dk olduğunda aneminin belirginleştiği görülmüştür.97 Buradan yola çıkarak renal aneminin değerlendirilmesinde; GFH<30

ml/dk olup nutrisyonel eksikliği olmayan ve GFH 30-60 ml/dk arasında (evre 3 KBY) olup nutrisyonel eksiklik ve inflamasyon bulgusu olmayan yaşlıların anemisinin renal anemi olabileceğini kabul ettik.

Yaşlı katılımcılarımızda toplam anemi sıklığına baktığımızda bulunan %32’lik oran genel olarak yüksek bir değerdir. Bu konuyu inceleyen önemli çalışmalardan 2004 yılında yayınlanan NHANES III çalışması 1988-1994 yılları arasında DSÖ nün anemi tanımı kullanılarak 65 yaş üstü toplumda yaşayan nüfusta yapıldı ve anemi sıklığı kadınlarda %10.2 ve erkeklerde %11 olarak bulundu.27 Chile’den Olivares ve ark.45

2000 de 60 yaş üstü anemi sıklığını kadınlarda %4.4 ve erkeklerde %5.4, Timiras ve ark.119

Amerika’da 60 yaş üstü kişilerde anemi sıklığını %12, İtalyadan Tettamanti ve ark.111

2010 yılında 65 yaş üstü sağlıklı görünen kişilerde %14 olarak bildirdi. 2001 de Amerika’da yürütülen Framingham Heart çalışmasında erkeklerin %6.1 ve kadınların %10.5 inin anemik olduğu görülmüştü.28 Bu çalışmalarda anemi değerlendirilirken

DSÖ’nün ölçütleri kullanılmış ve toplumdan gelen sağlıklı görünen bireyler üzerinde çalışılmıştı (Tablo-12). Helen Gaskell ve ark.nın120 2007 yılında yaptığı bir gözden

48 geçirmede farklı özelliklerdeki yaşlı popülasyonlar derlenmişti. Anemi tanımında DSÖ ölçütlerinin kullanıldığı ve 65 yaş üstü toplumdan (community) yapılan 34 çalışmanın değerlendirilmesinde anemi ortalaması %12 (%3-25) bulunmuştu.

Hastanede yatan yaşlı hastalarda anemi prevelansı komorbidite olasılığının yüksek olması ile ilişkili olarak beklendiği gibi daha yüksek oranlarla karşımıza çıkıyor. Bu popülasyonda yapılan çalışmalardan Belçika’dan Joosten ve ark.46 %24, İsrail’den

Chenetsky ve ark.121 %31.4 oranında anemi bildirmişlerdi.

Türkiyeden yaşlı popülasyonda anemi üzerine yapılmış fazla çalışma olmamakla birlikte Çoban ve ark. 2004 yılında yayınladıkları bir çalışmada Antalya’da iç hastalıkları polikliniğine gelen 65 yaş üstü 2100 hastada anemi sıklığını %30 bulmuştu.122 Adana’da

iç hastalıkları polikliniğine başvuran 65 yaş ve üstü 501 hasta üzerinde yapılan bir diğer çalışmada %32.5 oranında anemi tespit edilmişti (kronik inflamasyon anemisi %37.4,

vitamin B12 eksikliği anemisi %26.4, DEA %22.1 ve açıklanamayan anemi %12.9).123

Bu çalışmalardaki katılımcılar hastaneye başvuran hastalar olduğu için kronik hastalıklar ve komorbiditeler açısından yüksek bir orana sahip oldukları ön görülebilir. Biz çalışmamızda ‘toplumda yaşayan sağlıklı görünen’ yaşlıları değerlendirdik ve benzer çalışmalardaki oranlardan daha yüksek düzeyde (%32) anemi ile karşılaştık. Çalışmamıza katılan yaşlıların anamnezinde KOAH dışında kronik inflamatuar hastalık veya malignite hikâyesi yoktu. 5 yaşlıda bilinen KBY vardı ki bunlardan yalnızca biri anemi ölçütlerini karşılıyordu. Yaşlılığın getirilerinden olan bu durumlar kısmen dışlanmış olarak değerlendirildiğinde açıklanamayan anemilerin yüksek oranda bulunması dikkat çekiciydi. Bu durum yaşlılar gibi özel gruplarda anemi ölçütlerinin ve sınır değerlerinin sorgulandığı çalışmaları gündeme getirmektedir.8,15,114

Genç ve yaşlı katılımcılar irdelendiğinde anemi yaşlılarda anlamlı olarak fazla görüldü ve gençlerin aksine yaşlılarda anemi açısından cinsiyet farkının anlamsız bulunması literatür bilgisi ile uyumluydu. Anemik olan ve olmayan yaşlılarda demir, vitamin B12 ve folat eksikliği açısından da fark yoktu. Yığılca bölgesi sosyoekonomik yönden zayıf bir bölgedir. Genel olarak gelir düzeyi düşük olduğu için sağlık hizmeti ve

49 beslenme açısından eksiklikleri olduğu öngörülebilir. Çalışmamızın sonuçlarına göre genç ve yaşlı gruplar arasında da gelir düzeyi ve beslenme – et alımı- yönünden yaşlılar aleyhine anlamlı fark mevcuttu. Ancak bu değişkenlerin anemisi olan ve olmayan yaşlılarda beklenenin aksine benzer olduğu görüldü. Et alımı ile demir, vitamin B12 ve folat eksikliği arasında da anlamlı ilişki bulunmadı. Vitamin B12 ve folat eksikliğinin makrositik anemi yaptığı yaygın bilinen bir durumdur ancak bu konuda yapılan çalışmalarda vitamin B12 ve folat eksikliğinin anemi ile ilişkisinin çok zayıf olduğu, sadece ağır eksiklikte belirginleştiği görülmüştür. Özellikle yaşlılarda alım eksikliğinden ziyade malabsorbsiyonun vitamin B12 ve folat eksikliğinin muhtemel nedeni olduğu ve pernisyöz anemi gibi ağır eksiklerde anemiden sorumlu olabileceği ortaya konmuştur.74,79 Pek çok çalışmada olduğu gibi bizim çalışmamızda da yaşlılarda vitamin

B12 ve folat eksikliğinin sık ancak bunlara bağlı aneminin nadir olduğu görülüyor. Vitamin B12 ve folat eksikliğine bağlı anemiyi ayırt etmek için OEH yüksekliği şartını aradık ancak özellikle yaşlılarda karma nutrisyonel eksiklilklerin ve mikrositier anemi yapan etiyolojilerin sıklıkla vitamin B12 ve folat eksikliğine eşlik ettiği düşünüldüğünde gözden kaçmış hastalar olabileceği öngörülebilir. Çalışmaya alınan her dört hastadan yaklaşık birinde vitamin B12 düzeyleri düşük bulundu. Aslında bu oran demir eksikliğinden de fazla ve vakaların %25’inde vitamin B12 ile demir eksikliği birlikte bulunuyordu. Yaşlılarda vitamin B12 veya folat eksikliğine atfedilebilecek anemi tespit edilmedi. Anemik yaşlılardan sadece birinde makrositoz tespit edildi ki bu katılımcıda da vitamin B12 ve folat düzeyleri normal sınırlardaydı. Öte yandan demir eksikliği olan ve olmayan grupların ortalama hemoglobin değerleri ve anemi görülme oranları anlamlı fark ortaya koyarken vitamin B12 eksikliği ve folat eksikliği olan ve olmayan gruplar da anemi açısından benzerdi. Aneminin vitamin B12 eksikliğinde geç bir bulgu olduğu biliniyor ve vitamin B12 eksikliği-anemi ilişkisinin irdelendiği Leiden 85-plus çalışmasında da vitamin B12 eksikliği ile anemi arasındaki ilişki anlamsız bulunmuştu.42 Bu konuda vurgulanması

gereken önemli bir nokta ise bu nutrisyonel faktörlerin anemiden önce nörolojik sistem ve kognitif fonksiyonlardaki önemi nedeni ile mutlaka fortifikasyonunun gerekliliğidir.

50 Genel olarak yaşlılarda anemiyi nutrisyonel, kronik inflamatuar ve açıklanamayan anemiler şeklinde sınıflandırdığımızda NHANES III çalışmasında anemilerin %34’ü nutrisyonel, %32’si kronik inflamasyon anemisi şeklinde değerlendirilmişti.27

Bu çalışmada nutrisyonel anemilerin içinde de DEA %20’lik pay almıştı. Her üç hastadan birinin anemisi ise açıklanamamıştı. Bizim çalışmamızda tüm yaşlıların %22 sinde demir eksikliği vardı ve DEA %41’lik oran ile aneminin en sık sebebi olarak görüldü. Demir eksikliği olan yaşlılar içinde anemik olanların çoğunluğu mikrositer karakterde olsa da yaklaşık beşte biri de normositer eritrositlere sahipti. Bunun sebebi incelediğimiz popülasyonda oldukça yüksek olan vitamin B12 eksikliğinin veya hipotiroidi gibi diğer nedenlerin eşlik ettiği karma anemilerle karşı karşıya olmamız olabilir.

Demir eksikliği açısından hastalar değerlendirilirken demir depolarını değerlendirmek için ferritin ölçülmesi genel olarak kabul gören bir yaklaşımdır ancak yaşlılıkla birlikte ferritinin fizyolojik artışı ve yaşlılığın getirdiği daha fazla inflamatuar hastalık ihtimali ferritini yaşlılarda DEA tanısında geri plana atıyor. Çalışmamızda demir eksikliği olan ve olmayan yaşlılardaki ferritin düzeyleri benzer bulundu. Ayrıca demir eksikliği gelişiminin cinsiyet, et alımı ve gelir düzeyinden de etkilenmediği görüldü.

Çalışma popülasyonumuz yaşlılar olduğu için inflamasyona atfedilecek anemilerin genel popülasyondan daha fazla olması beklenen sonuçtu ancak katılımcılar düşkün olmayan, günlük aktivitelerini desteksiz yapabilen yaşlılardı ve anamnezlerde KOAH dışında inflamatuar hastalık hikâyesi yoktu. KOAH hem inflamatuar bir hastalık olması nedeni ile anemiye hem de hipoksi ile seyretmesi nedeni ile polistemiye yatkınlık oluşturabilir. KOAH ve anemi ilişkisini inceleyen geniş çaplı çalışmalar yapılmış ve %10- 48 arasında değişen oranlarda anemiye neden olabileceği bildirilmiştir.124-126

Ancak bizim çalışmamızda anemi ile KOAH arasındaki ilişki anlamlı değildi. Ve genel olarak kronik inflamasyon anemisi nedenleri arasında KOAH sayılmadığı için biz de bu kapsamda değerlendirmedik.

NHANES 3 çalışmasında anemilerin üçte birinin nutrisyonel kaynaklı, üçte birinin kronik inflamasyon ve renal kaynaklı ve üçte birinin de açıklanamayan grupta olduğu

51 görülmüştü.27 Güncel çalışmalardan 2011’de Artz ve Thirman’ın127 yayınladığı çalışmada

170 toplumdan gelen anemik yaşlı değerlendirilmiş, %25.3 DEA, %9.8 kronik inflamasyon anemisi, %7.5 hematolojik maligniteler, % 43.7 açıklanamayan anemiler olarak sınıflandırılmıştı. Bu çalışmada anemik hastalar üzerinde iler tetkik yapılabilmiş olmasına rağmen açıklanamayan anemilerin oranı yine de yüksek bulunmuştu.

Daha önce yapılmış çalışmalar üzerinden genelleme yapılacak olursa kronik inflamasyon anemisi 15%–35%, renal anemi %10’dan daha az oranlarda bildirilmiştir.27,29,46,128 Çalışmanın yapıldığı popülasyon yani toplum kökenli, huzur evi

sakinleri veya hospitalize yaşlılarda yapılmış olması pastada kronik inflamasyon anemisinin payının değişken olmasına neden oluyor. Bu çalışmalardan elde edilen sonuçlarda asıl çarpıcı olan ise tıp teknik ve imkânlarındaki gelişmelere rağmen yaşlılarda açıklanamayan anemilerin payının halen oldukça yüksek olmasıdır. Çalışmamızda ileri tetkik yapmamış olsak da açıklanamayan anemiler %37 lik oranla oldukça önemli bir paya sahipti. Bu grup için açıklanamayan anemi terimi aslında çok da doğru değil. Çalışmamızda tanımladığımız ana başlıklara dahil olmayıp anemiye sebep olmuş olabilecek diğer sebepler açısından ileri tetkik yapıldığında İlaç toksisitesi (hemoliz, kemik iliği baskılanması), alkol kullanımı, hematolojik malignite, talasemi, miyelodisplastik sendrom, cinsiyet hormon eksikliği, endojen EPO eksikliği gibi nedenler tanımlanmış olacaktır. Bunların dışında kalacak olan anemiler gerçek açıklanamayan, idiopatik veya senil anemi tanımını karşılayacaktır.

Yaşlı hastalardaki anemi üzerine yapılmış ve kemik iliği aspirasyonu, hemoglobin elektroforezi gibi ileri tetkiklerle sonuca gidilmiş olan çalışmalarda bile açıklanamayan anemiler için %15-45 arasında oranlar bildirilmiştir.27,29,46,129 Örneğin 2011 de Price ve

ark.117 190 anemik yaşlıda ileri tetkikler kullanarak aneminin etiyolojisini araştırmışlar ancak %35’ini açıklayamamışlardır. Bu çalışmada DEA %12 renal anemi %4 ve kronik inflamasyon anemisi %6’lık payla beklenenden az görülmüştür. Kronik inflamasyon anemisini tanımlamak için anamnezde tanı almış inflamatuar bir hastalığının olması ve renal anemi için de GFH<30 olması gereğini kullanmışlardı. Açıklanamayan anemisi olan hastaların %52’sinde GFH nin 30-60 arasında olduğuna da dikkat çekmişlerdi. Artz ve Thirman127 da çalışmada ileri tetkiklerle de açıklayamadıkları anemiyi idioptik ve senil

52 anemi şeklinde tanımlamışlar ve % 43.7 gibi yüksek bir oran bulmuşlardı. Chicago’da hematoloji kliniğine başvuran hastalar üzerinde yapılmış bu çalışmada dikkati çeken nokta açıklanamayan anemilerin %24 gibi yüksek bir oranda orta ve ağır anemi (HB<10) düzeyinde olmasıydı. Bu oran toplumdan sağlıklı görünen bireyler üzerinde yapılan NHANES çalışmasında %1.3 ve InCHANTİ çalışmasında %0 olarak bildirilmişti.27,128

Bu iki büyük çalışma ile uyumlu olarak bizim çalışmamızda da 51 açıklanamayan anemili yaşlıdan sadece birinde Hb değeri <10 gr/dl olarak bulundu (%2).

Açıklanamayan anemisi olanlara daha detaylı baktığımızda çalışmamız kapsamında ileri tetkikler olmasa da tanımlama ölçütlerini sorgulamamız açısından bazı ipuçları mevcut. Örneğin 51 hastamızın 4’ünde kronik inflamasyon anemisi tanımı için gerekli olan demir <60 μg/dl ölçütünü karşılamasa da inflamatuar bir belirteç olan hsC- RP çok yüksek (>10mg/dl) bulundu. Ayrıca anemisi primer olarak hipotiroidiye bağlanamasa da 1 yaşlıda TSH>10 IU/mL bulundu. Periferik yayma, Kemik iliği aspirasyonu gibi ileri tetkiklerle diğer nedenler dışlanmış olsaydı belki 1 yaşlının anemisi de alkol alımına bağlanabilirdi. Yine inflamasyon ölçütlerimizi karşılamasa da anemisi açıklanamayan 5 yaşlıda KOAH anamnezi mevcuttu. İlaç ilişkili anemiler düşünüldüğünde primer olarak kemik iliği baskılanması, hemoliz ya da emilim eksikliği ile nutrisyonel anemilere yol açabilecek ilaç kullanımı yoktu ancak anemisi açıklanamayan yaşlıların 15’inin ilaç anamnezinde renin anjiotensin sistem blokerleri bulunmaktaydı. Bu grup ilaçların eritropoietin üzerinden anemi ile ilşkili olduğuna dair yayınlar bulunmaktadır115,130-134 ve bu anamnez açıklanamyan anemisi olan yaşlıların

değerlendirilmesinde anlamlı olabilir.

Tüm bu değerlendirmeleri yaparken ve anemileri etiyolojisi açısından sınıflandırmaya çalışırken aslında pek çok olgunun multifaktöriyel olduğunu unutmamak gerekir. DEA olarak kabul ettiğimiz 56 yaşlının 15’inde aynı zamanda en az evre 3 böbrek yetmezliği, 6’sında inflamasyonla ilişkili olabilecek KOAH, 2 yaşlıda aşikâr hipotiroidi eşlik etmekteydi. Kaldı ki KBY’ne bağlı anemilerin patogenezine demir emilim bozukluğu ve kronik inflamasyonun katkıda bulunduğundan pratikte hastaları kesin

53 sınırlarla ayırmak mümkün olmamaktadır. Aslında ‘dominant etiyoloji’ terimi bu duruma daha uygun görünmektedir

5.1. Çalışmanın Kısıtlı Yanları

Bizim verilerimizi sağladığımız Melen çalışması kardiyoprotektif etkilerin değerlendirilmesi planlanarak yapılmış bir çalışmadır. Anemi ve etiyolojisini aydınlatmak açısından periferik yayma, retikülosit indeksi, transferin reseptör düzeyi, homosistein kemik iliği incelemesi gibi bazı parametreler incelenememiştir. Bu nedenle gerçek idiyopatik anemileri ayırmak mümkün olmamıştır.

Çalışmamızda katılımcılar ilçe merkezindeki sağlık birimine davet edilerek veriler toplanmıştır. Böylece fonksiyonel kapasitesi bu merkezlere gelmeye yetebilecek yani sağlıklı ve yeterli görünen yaşlılar çalışmaya dâhil olmuştur. Bu grubun kronik hastalıkların ve fonksiyonel eksikliklerin sık olduğu tüm yaşlı popülasyonu

Benzer Belgeler