• Sonuç bulunamadı

Alt solunum yolu enfeksiyonları; özellikle gelişmekte olan ülkelerde, 5 yaşın altındaki çocuklarda hastane yatışlarının ve mortalitenin en önemli nedenlerinden biridir. Dünya Sağlık Örgütü’nün 2005 yılı raporuna göre de, alt solunum yolu enfeksiyonları 5 yaş altı çocuklarda en sık ölüm nedenidir ve tüm dünyada çocuk ölümlerinin %19’ undan sorumludur(1). Son dönemde yapılan çalışmalar ve tahminlere göre; her yıl dünya genelinde yaklaşık 120-156 milyon ASYE vakası görülmekte, bunların yaklaşık 1.4 milyonu ölümle sonuçlanmakta ve bu ölümlerin de %95’inden fazlası gelişmekte olan ülkelerde gerçekleşmektedir(141).

Alt solunum yolu enfeksiyonları; bakteriyel etkenler arasında en sık Streptococcus pneumonia ve viral etkenler arasında da en sık RSV olmak üzere birçok enfektif ajandan kaynaklanabilir. Son yıllarda geliştirilmiş olan moleküler yöntemler ile viral etkenlerin de saptanabilme oranları artmıştır. Viral etken saptandığında ise; diğer klinik ve laboratuvar bulgularla birlikte değerlendirilerek, bizim de bu çalışmada amacımız olduğu üzere, klinik seyirin ve prognozun öngörülebilmesi ile erken müdahale ve alınacak tedbirler ile ASYE’na bağlı mortalite ve morbidite oranlarının azaltılabilmesi mümkün olacaktır.

Ocak 2014 – Aralık 2018 tarihleri arasında kliniğimizde ASYE tanısı ile yatırılan, 5 yaşın altındaki, alınan nazal sürüntü örneğinde PCR yöntemi ile viral etken pozitif saptanan hastalar, etken, klinik ve laboratuvar bulguları ile birlikte klinik seyir ağırlık gruplarına göre değerlendirildiğinde; yaş, saptanan virüs tipi, ateş, daha önce geçirilen ASYE, nötrofili, lenfopeni, başvuru anında SpO2 düşüklüğü, dispne ve takipne klinik olarak ağır seyir açısından anlamlı bulundu.

Alt solunum yolu enfeksiyonlarına; özellikle hayatın ilk yıllarında erkek çocuklarda hava yollarının daha dar olması nedeniyle, her iki cinsiyet arasında yapılan çalışmalarda erkek çocukların ASYE’na kız çocuklarına göre iki kat daha duyarlı olduğu gösterilmiştir(142). Bizim çalışmamızda da hasta grubumuzda yer alan 1242 hastanın 459’u (%37) kız, 783’ü (%63) erkek çocuklardan oluşmaktaydı. Literatür ile de uyumlu olan bu oran; daha önce de hastanemizde Çiçek ve ark. tarafından yapılmış olan çalışmada da erkek çocuklarda viral etken saptanma oranının daha yüksek oluşunu desteklemektedir(143). Klinik ağırlık gruplarındaki cinsiyet dağılımı incelendiğinde ise; ağır gruptakilerin 35’i (%29.7) kız, 83’ü (%70.3) erkek; orta – ağır gruptakilerin 146’sı (%38.6) kız, 232’si (%61.4) erkek; hafif gruptakilerin ise 278’i (%37.3) kız, 468’i (%62.7) erkek olarak görüldü. Tüm hasta grubunda erkek cinsiyet daha fazla olmasına karşın, gruplar arasında klinik ağırlık açısından cinsiyete bağlı anlamlı fark saptanmadı (p:0.204). Multinominal lojistik regresyon analizine göre ise erkek cinsiyette olmanın, hafif grup referans alındığında ağır grupta yer almak riskini 1/0.497= 2.01 kat arttığı

fark edilmiştir. Bu nedenle de klinik ağır seyir açısından çalışmamızda erkek cinsiyetin riski artırdığı düşünüldü.

Klinik ağırlık grupları arasında yaş ile ilgili dağılıma bakıldığında; ağır grupta yaş ortalama 13 ay (min:1- max:53), orta – ağır grupta 8 ay (min:1- max:60), hafif grupta ise 8 ay (min:1- max:62) olarak görüldü ve ağır grupta daha yüksek olan yaş ortalaması istatistiksel açıdan anlamlı olarak değerlendirildi (p:0.020). Literatüre de bakıldığında; Marlais ve ark. yaptıkları çalışmada ASYE klinik seyrinde, 2 yaşın altında olmak bir risk faktörü olarak değerlendirilmiştir(144). Mahajan ve ark. yapmış oldukları çalışmada ise; 6 ayın altında olmanın, klinik seyirin daha ağır seyretmesine yol açacağı gösterilmiştir(145). Bizim çalışmamızda da 1 ay- 5 yaş arası hasta grubu seçilmiş olduğu için de olabilecek şekilde ortalama yaş ağır grupta 13 ay, orta- ağır ve hafif grupta ise 8 ay arasında olarak saptanmıştır. 2 yaşın altında kliniğin ağır seyretmesini bulgularımız da desteklemektedir.

Hasta grubumuzda pozitif olarak saptanmış olan viral etkenlerin dağılımına bakıldığında ise; RSV (n:579, % 46.6), HRV (n:439, %35.3), FLU (n:116 %9.3), PIF(n:119 %9.6), HBoV (n:138, %11.1), HMpV (n:85 %6.8), enterovirüs (n:29 %2.3), coronavirüs (n:67 %5.4), adenovirüs (n:81 %6.5) ve toplamda 349 hastada da (% 28.1) birden fazla virüs birlikte (koenfeksiyon) olarak belirlendi. Literatür ile de uyumlu şekilde, 5 yaş altı olan yaş grubumuzda ASYE nedeniyle alınan örneklerde en sık olarak saptanan etken RSV olarak belirlendi. Franz ve ark. yapmış oldukları çalışmada hastaların %51’inde RSV etken olarak saptanmış olup, bizim çalışmamızda da bu oran % 46.6 olarak görüldü(146). Yine bu çalışma ile benzer şekilde ikinci sıklıkta HRV, üçüncü sıklıkta da etken olarak HBoV saptandı.

Etken olarak RSV pozitif saptanan hasta grubunda yaş dağılımı incelendiğinde; RSV’nin 1-6 ay arası olan hasta grubunda, diğer yaş gruplarına göre anlamlı olarak daha fazla görüldüğü saptandı (p:0.000). Prasad ve ark. yapmış oldukları çalışmada da ASYE nedeniyle hastanede yatan, özellikle 5 ayın altındaki hastalarda RSV’nin etken olarak saptanmasının, prognozu olumsuz yönde etkileyebileceği gösterilmiştir(147). Çalışmamızda da elde edilmiş olan veriler ile birlikte değerlendirildiğinde; ASYE etkeni olarak RSV pozitif saptanan özellikle 6 ayın altındaki çocuklarda, hastalık seyrinin daha ağır olabileceği öngörülebilir.

İkinci sıklıkta elde edilen HRV için yaş grupları dağılımına bakıldığında ise; özellikle 2 yaş üzerinde olan hasta grubunda, diğer yaş gruplarına göre anlamlı olarak daha fazla görüldüğü saptandı (p:0.003). Üçüncü sıklıktaki HBoV için ise; 13 ayın üzerinde olan hasta grubunda, diğer yaş gruplarına göre anlamlı olarak daha fazla görüldüğü saptandı ve 1 yaş üzerinde görülme sıklığının artmış olduğu şeklinde yorumlandı (p:0.000).

Klinik seyirin ağırlığı açısından anlamlı olarak değerlendirilmemiş olsa da, HMpV için yaş grupları arasındaki dağılım incelendiğinde; HMpV’ün 6 ayın üzerinde olan hasta grubunda, diğer yaş gruplarına göre anlamlı olarak daha fazla görüldüğü saptandı ve 6 ay- 2 yaş arasında görülme sıklığının anlamlı olarak artmış olduğu şeklinde yorumlandı (p:0.002). Simon ve ark. yapmış oldukları çalışmada da özellikle 6 ay- 2 yaş arasında HMpV için klinik seyir ile de ilişkili benzer dağılım olduğu ve bu yönüyle de çalışmamızdaki verileri desteklediği görüldü(148).

Sonego ve ark. yapmış olduğu çalışma ve buna benzer birçok çalışmada; hastaların düşük doğum kilosuna sahip olması ve doğum haftalarının < 37 hafta olması, ASYE ağır klinik seyir göstermesi açısından risk faktörü olarak kabul edilmesine karşın, çalışmamızda hasta grubumuzun dosya bilgilerinden doğum kiloları ve doğum haftaları da incelendiğinde; doğum kilosu ve doğum haftası ile ilgili ağırlık grupları arasında istatistiksel olarak anlamlı fark izlenmedi (p değerleri sırası ile 0.364 ve 0.637)(149).

ASYE bulgularına eşlik eden ateş açısından ağırlık grupları incelendiğinde; başvuruda saptanan en yüksek vücut sıcaklığı değerleri santigrat derece olarak ortalama ağır grupta 37.5°C (min:36- max:40), orta- ağır grupta 37°C (min:35.6- max:41), hafif grupta da 37°C (min:35.9- max:40.6) olarak görüldü. İstatistiksel açıdan ağır seyreden grupta hafife göre anlamlı olarak daha yüksek olarak değerlendirildi (p:0.001). Literatüre de bakıldığında; Mahajan ve ark. yapmış oldukları çalışmada; vücut sıcaklığının başvuruda >37.8°C olması, ASYE’da hastaneye yatış gereksinimi açısından bağımsız bir risk faktörü olarak gösterilmiştir.

Alt solunum yolu enfeksiyonlarında; başvuru anındaki ilk semptomlardan birisi de ateş olabilmektedir. Yapılan çalışmalarda da hastalığın klinik seyri açısından ateşin önemi gösterilmiş olup(150); bizim de çalışmamızda, ateşin ağır grupta, hafif seyreden gruba göre daha yüksek olduğu görülmüş ve klinik seyirin ağır gitmesi açısından bir gösterge olabileceği şeklinde kabul edilmiştir (p:0.001). Yine benzer şekilde burun akıntısı, öksürük gibi üst solunum yolu enfeksiyonu bulguları başvuruda izlenebilir. Ancak çalışmamızda alt solunum yolu enfeksiyonunun klinik seyri açısından bakıldığında; öksürük açısından gruplar arasında anlamlı farklılık izlenmezken (p:0.394); burun akıntısının gruplar arası değerlendirilmesinde, ağır grupta hafif gruba göre anlamlı şekilde daha fazla görüldüğü fark edilmiştir (p:0.001).

Akut alt solunum yolu enfeksiyonlarında, başvuru anındaki semptomların değerlendirilmesi ile hastalık seyrinin tahmin edilebilmesi için yapılan birçok çalışma mevcuttur. Voets ve ark. yapmış oldukları çalışmada; başvuru anında yaşın 6 aydan küçük olması, SpO2<%95 olması ve solunum sayısının 45/dakika’nın üzerinde olması, kötü prognoz açısından kriterler olarak kabul edilmiştir(151). Alcoba ve ark. yapmış oldukları çalışmada ise

laboratuar bulgulara ek olarak başvuru anında hırıltılı solunum paterninin olması, klinik olarak ağır seyir açısından gösterge olarak gösterilmiştir(152). Bizim çalışmamızda ise başvuru semptomları değerlendirildiğinde; hırıltılı solunum, takipne, dispne, göğüs duvarında retraksiyonlar ve apne olması, ağırlık grupları arasında karşılaştırıldığında ağır grupta anlamlı olarak daha yüksek oranda bulunmuştur (p:0.000). Elde ettiğimiz verilen multimoninal lojistik regresyon analizi ile değerlendirildiğinde ise, başvuru anındaki semptomlarda dispne olmasının; hafif grup referans alındığında riski orta – ağır grup için 1/0.366= 2.73 kat arttırdığı, ağır grupte yer alma riski ise 1/0.128= 7.8 kat arttırdığı görülmüştür. Tüm bu veriler birlikte değerlendirildiğinde ise dispne; ağır klinik seyir açısından ciddi bir risk faktörü olarak göze çarpmaktadır.

Oksijen saturasyonu, ilk olarak 1980’li yıllarda solunumsal problemi olan hastaları değerlendirmede kullanılmaya başlamış ve sonrasında da akut bronşiyolit ve pnömonisi olan çocukların klinik değerlendirmesinde kullanımı artmıştır(153). ASYE klinik seyrinin değerlendirilmesinde; oksijen saturasyonu açısından bakıldığında ise; Voets ve ark. çalışmasında SpO2 %95’in altında düşük olarak kabul edilirken, çalışmamızda %92’nin altı düşük olarak kabul edildi(151). Ağırlık grupları açısından başvuru anındaki SpO2 değerleri karşılaştırıldığında ise; ağır grubun başvuru anındaki SpO2 değeri, hafif grubunkine göre anlamlı olarak daha düşük olarak gösterildi (p:0.000). Hafif grup referans alınarak multinominal lojistik regresyon analizi ile yapılan değerlendirmede de; SpO2 değerindeki her bir birimlik artışın, orta – ağır grupta yer alma riskini 0.544 kat azalttığı, ağır grupta yer alma riskini ise 0.515 kat azalttığı fark edildi. Bu nedenle de literatür ile de örtüşen şekilde başvuru anındaki SpO2 değerinin düşük olarak saptanması, hastalığı seyrinin daha ağır olabileceğini gösteren bir kriter olarak kabul edildi.

Hışıltı solunum yollarındaki tam olmayan obstruksiyonun en önemli semptomu ve klinik bulgusudur. Wheezy infant; altta yatan kronik bir hastalığı olmadan hayatın genellikle ilk iki yılında (ilk atak bir yaş öncesi olmak üzere) hışıltı ile birlikte en az üç alt solunum yolu hastalığının ortaya çıkması şeklinde tanımlanabilir(21). Yehia ve ark. yapmış oldukları çalışmalar ve literatür bilgileri de incelendiğinde, wheezy infant olarak tanımlanan grupta ASYE açısından riskin sağlıklı çocuklara göre daha fazla olduğu gösterilmiştir(154); ancak çalışmamızda ağırlık gruplarına göre wheezy infant olarak belirlenen hastalar karşılaştırıldığında; gruplar arasında anlamlı fark izlenmedi (p:0.908). Bu nedenle de literatür bilgilerine göre ASYE geçirme riskleri bu grupta daha fazla olmasına karşın, hastalığın seyri ve prognoz açısından bir risk faktörü olarak değerlendirilmedi.

Çalışmamızda hasta dosyası verleri ve gönderilmiş olan laboratuvar tetkikleri de incelenerek atopisi olduğu belirlenen hastalar da klinik ağırlık grupları açısından karşılaştırıldığında; gruplar arasında anlamlı farklılık izlenmedi (0.767). Bu nedenle de atopi, klinik olarak ağır seyir açısından bir risk faktörü olarak değerlendirilmedi.

Daha önce geçirilmiş ASYE’ları açısıdan klinik ağırlık grupları karşılaştırıldığında; artan atak sayısının ağır klinik seyir açısından hafif ve ağır grup arasında anlamlı şekilde ağır grupta daha fazla olduğu görüldü (p:0.016). Daha önceden geçirilmiş olan atak sayısı daha fazla olanların, daha sık oranda klinik olarak ağır seyrettiği şeklinde yorumlandı. Tüm grup içerisinde %54.5’inde ilk atak olduğu da görüldü. Jartti ve ark. yapmış oldukları çalışmada da bizim verilerimiz ile benzeşen şekilde; daha önceden geçirilen atak sayısının fazla oluşunun, prognoz üzerine olumsuz etkisi üzerine durulmuştur. Bizim çalışmamızdan farklı olarak onların çalışmalarında atopi de ASYE açısından bir risk faktörü olarak gösterilmiştir(155).

Hasta grubumuz, ASYE nedeniyle hastaneye yatışlarında mevcut olan, bilinen kronik hastalıkları açısından da değerlendirildi. Kronik akciğer hastalığı, konjenital kalp hastalığı, nörometabolik hastalıklar, immun yetmezlik ve diğer (renal, gastrointestinal ve genetik hastalıklar) şeklinde kategoriler altında incelendi. Klinik ağırlık grupları arasında değerlendirildiğinde; kronik hastalığı olanlarda ASYE klinik olarak olmayanlara göre daha ağır seyredeceği, istatistiksel olarak da anlamlı şekilde fark edildi (p:0.002). Bu konuda yapılan birçok çalışmada da, komorbid hastalığa sahip olmanın, ASYE geçirme riskini arttırdığı ve prognozu olumsuz etkilediği gösterilmektedir. Prasad ve ark. yapmış oldukları çalışmada, altta yatan hastalığı olan grupta, ASYE nedeniyle hastanede yatış süresinin, altta yatan kronik hastalığı olmayan gruba göre belirgin olarak daha uzun olduğu gösterilmiştir(147). Çalışmamızda komorbid hastalıklar arasında da ASYE prognozu en kötü seyreden grubun nörometabolik hastalığa sahip olanların oluşturduğu görülmüştür.

Alt solunum yolu enfeksiyonlarında; viral etkenlerin yanında bakteriyel koenfeksiyonlar ya da sekonder bakteriyel enfeksiyonlar da sıklıkla eşlik edebilmektedir. Bakaletz ve ark. göre özellikle 1 yaşın altındaki çocuklarda solunum yolu enfeksiyonlarında viral etkenlere sekonder bakteriyel enfeksiyonlar sıklıkla eşlik etmektedir(156). Biz de çalışmamızda, ASYE nedeniyle solunum viral paneli alınarak viral etken saptanmış olan hastaları almış olmakla birlikte, hastaların hastaneye başvurularından itibaren ilk 48 saat içinde alınarak gönderilmiş olan periferik kan, balgam, transtrakeal aspirasyon ve idrar kültürleri de bakteriyel koenfeksiyonlar açısından incelendi. Çalışmaya dahil edilen 1242 hastanın 707’sinden (%56.9) yukarıda belirtilen kültürlerden en az bir tanesi ilk 48 saat içinde alınmıştı. Kültür alınmış olan bu 707 hastanın da 105’inde (%14.9) kültürde üreme saptanırken, 602’sinde

(%85.1) üreme saptanmadı. Klinik ağırlık gruplarına göre değerlendirildiğinde ise gönderilen kültürler içinde üreme saptanma oranı diğer gruplara göre ağır grupta daha fazla olsa da, ağır klinik seyir açısından bakteriyel koenfeksiyon varlığı istatistiksel olarak anlamlı saptanmadı (p:0.127).

Hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelerdeki okul öncesi çocuklarda yapılan çalışmalar, solunum yolu enfeksiyonlarının çoğunun genel olarak viral etiyolojiye sahip olduğunu göstermektedir. Viral etken tek başına enfeksiyon oluşturabileceği gibi, birkaç etken aynı anda da enfeksiyona yol açabilir. Birden fazla virüsün etken olduğu viral koenfeksiyonlarla ilgili yapılan birçok çalışma mevcuttur. Asner ve ark. viral koenfeksiyonlar ile solunum yolu enfeksiyonlarının klinik ağırlığı üzerine yapmış oldukları çalışmada, viral koenfeksiyonun tek başına ağır klinik seyire etki etmediği, altta yatan komorbid hastalıklar, hastanın yaşı gibi değişkenlerle birlikte klinik seyiri değiştirmekte olduğu gösterilmiştir(157). Bizim çalışmamızda ise; 1242 hastanın 349’unda (%28.1 oranında) birden fazla virüs etken olarak saptanmış ve en fazla 4 virüs birlikteliği izlenmiştir. Koenfeksiyonlara en sık eşlik eden virüsler sırası ile RSV, HRV, HBoV ve adenovirüs olarak görüldü. Klinik ağırlık gruplarına göre kıyaslandığında ise; literatür ile de uyumlu şekilde koenfeksiyon olmasının, ağır klinik seyir açısından anlamlı bir fark oluşturmadığı görüldü (p:0.162). Diğer taraftan, Ziemele ve ark. 2019 yılında yaptıkları çalışmada da belirtidiği şekilde; HBoV, aktif enfeksiyon oluşturduğu dönemden sonra da solunum yolu epitel hücrelerinde bir süre daha, PCR ile saptanabilecek şekilde kalmaktadır. Bu nedenle de hastanın daha sonra geçirdiği solunum yolu enfeksiyonlarında da etken olarak koenfeksiyonlara eşlik edebilmektedir(158).

Etken olarak saptanan virüsler ağırlık grupları için değerlendirildiğinde; birçok çalışmada da benzer olmakla birlikte, etken olarak HBoV, FLUB ve adenovirüs saptanan hastaların, ASYE açısından izlemlerinde diğer virüslere göre anlamlı olarak daha ağır seyredebileceği görüldü. Prasad ve ark. yapmış oldukları çalışmada da, bizim çalışmamızdaki veriler ile paralel şekilde adenovirüsün etken olarak saptandığı alt solunum yolu enfeksiyonu nedeniyle hastaneye yatırılan çocuklarda hem klinik seyirin daha ağır olduğu, hem de hastanede yatış süresinin daha uzun olduğu gösterilmiştir. İnfluenza için ise, hastanede yatış süresini etkilememekle birlikte klinik seyirin ağır olması açısından bir risk faktörü olabileceği belirtilmiştir(147). Tanımlanmış olduğu 2005 yılından bu yana yapılan çalışmalarda; özellikle 2 yaşın altındaki çocuklarda solunum yolu enfeksiyonlarının sıkça gösterilen nedenlerinden olan HBoV; bazen asemptomatik olabilmekle birlikte yoğun bakım izlemi gerektirecek şekilde ağır seyreden alt solunum yolu enfeksiyonlarına da neden olabilir. Moesker ve ark. yapmış oldukları çalışmada; HBoV’ün ağır solunum yolu enfeksiyonu nedeniyle çocuk yoğun bakım

ünitesinde izlenen hasta gruplarının %14’ünde tek başına etken olarak saptandığı gösterilmiştir(159).

Çalışmamızda klinik ağırlık gruplarını belirlerken kullandığımız; ağır gruba alınma kriteri olan invaziv (İMV) ya da non invaziv (BİPAP) solunum desteği alma açısıdan virüsler kendi içlerinde kıyaslandığında ise; HBoV’nin etken olarak saptandığı hastalarda anlamlı olarak daha yüksek oranda bu tedavilerin verildiği görüldü (p:0.002 ve p:0.005). HBoV pozitif olan hastaların %8’i BİPAP, %13’ü ise İMV desteği almıştı. Literatüre de bakıldığında; Maskari ve ark. yapmış olduğu çalışmada, ASYE tanılı hastalardan oluşturulan çalışma grubunda, HBoV etken olarak saptananlarda mekanik ventilasyon desteği alma oranı %18 olduğu gösterilmiştir(160). FLUB için ise; etken olarak FLUB saptanan hastaların %21.1’inin İMV desteğine ihtiyacı olduğu görülmüş ve bu oran istatistiksel olarak da anlamlı olarak değerlendirilmiştir (p:0.019). Daha önce de Ocak 2008 – Mayıs 2018 tarihleri arasında hastanemizde alt solunum yolu enfeksiyonu nedeniyle yatan ve nazal sürüntü örneklerinde influenza saptanan hastalar üzerinde Eşki ve ark. yapmış oldukları çalışmada da; klinik seyirde invaziv mekanik ventilasyon desteği alan hastaların oranı %17 olarak belirlenmiştir(161).

Adenovirüsün etken olarak saptandığı hastalarda ise; %7.4 oranında BİPAP desteği ihtiyacı olduğu görülmüş ve istatistiksel olarak da diğerlerine oranla anlamlı olarak bu oranın daha yüksek olduğu saptanmıştır (p:0.038). Yapılan çalışmalar incelendiğinde ise; bizim saptadığımız verileri destekler şekilde Lai ve ark. yaptıkları çalışmada adenovirüsün mekanik ventilasyon gereksinimi olacak kadar ağır seyir gösterebilecek ASYE’na neden olduğu, hatta akut respiratuar distress sendromu (ARDS)’na ilerleyerek, onların çalışmalarında hastaların %13’ünün ECMO gereksiniminin olduğundan bahsedilmektedir(162).

Solunum virüsleri; coğrafi bölgelere ve iklim şartlarına bağlı olarak değişmekle de birlikte, genellikle yılın belli zamanlarında, belli mevsimlerde, bazıları ise yıl boyunca enfeksiyona yol açabilmektedir. Pedraza-Bernal ve ark. 2016 yılında yayınladıkları, ASYE tanısı alan 5 yaş altı çocuklardaki viral etkenler ve klinik seyir ile ilgili 1 yıllık çalışmada, RSV için özellikle ülkelerindeki yağışlı sezona da uyan şekilde Mart ve Mayıs ayları arasında görülme sıklığının arttığı, adenovirüs enfeksiyonlarının özellikle Ocak ve Mayıs ayları arasında, influenza ve parainfluenza virüs enfeksiyonlarının ise yıl boyunca görülebileceği bildirilmektedir(163). Bizim çalışmamızda ise; saptanan tüm viral etkenlerin 5 yıllık süreçte aylara göre dağılımlarına bakıldığında; en sık saptanan etken olan RSV’nin özellikle kış ve ilkbahar aylarında görülme sıklığının arttığı, 2018 yılı sonunda ise görülmesinde ciddi bir artış izlendiği görüldü. İkinci sıklıkta olarak elde edilen HRV’nin ise Eylül-Mart ayları arasında sıklıkla görüldüğü; coronavirüs için de birkaç yıl aralarla özellikle kış aylarında sıklığının arttığı

fark edilerek muhtemel salgınlara yol açtığı düşünüldü. HBoV’ün özellikle Kasım ve Mart ayları arasında, adenovirüsün ise Ocak, Şubat ve Mart aylarında sıklığında artış izlenmekle birlikte, yıl boyunca ASYE’na neden olabileceği görüldü.

Alt solunum yolu enfeksiyonlarında, viral etkenlerle birlikte sık olarak saptanabilen bakteriyel enfeksiyonların da bazen göstergesi olabileceği gibi, klinik seyirin ağırlığının değerlendirilmesinde de akut faz reaktanları hastalara başvurularında bakılmış idi. Hem klinik seyir hem de tedavi kararı ve takibi açısından önemli olan bu parametreler arasında; kan beyaz küre sayısı, total nötrofil ve total lenfosit sayıları ile C- reaktif protein ile prokalsitonin düzeyleri çalışmamızda da değerlendirildi. Gotta ve ark. 2017 yılında ASYE ve antibiyotik kullanımı üzerine yapmış oldukları çalışmada, kan beyaz küre düzeyinin (WBC), klinik seyir açısından net bir gösterge olamayacağı bildirilmiştir(164). Bizim çalışmamızda da benzer

Benzer Belgeler