• Sonuç bulunamadı

kan basıncı yüksekliğinin ( p=0.04) istatistiksel olarak anlamlı farklılık yarattığı ve bu iki komponentin kadınlarda erkeklere göre daha fazla görüldüğü bulundu.

Metabolik sendrom kriterleri içinde olmasa da obezite ile ilişkisi olduğu bilinen boyun çevresi, kalça çevresi, bel/kalça oranının popülasyondaki dağılımına bakıldığı zaman metabolik sendromla ilişkisi anlamlı bulundu. Metabolik sendromlularda boyun çevresi, kalça çevresi ve bel/kalça oranı metabolik sendromu olmayanlara göre daha yüksekti. Bu sonuçlara göre metabolik sendrom değerlendirilmesinde bu göstergelerin de kullanılabileceği düşünülebilir.

Benzer şekilde metabolik sendrom kriterlerinde yer almayan HbA1c değerleri de çalışmamızda metabolik sendromlularda ortalama %6.3, sağlıklı kişilerde ortalama %5.4 olarak bulundu. Çalışma sonuçlarımıza göre bölge için ileride yapılacak çalışmalarda HbA1c’nin de ek bir parametre olarak kullanımı gündeme gelebilir. .

Toplumun genel sosyo-ekonomik ve demografik durumu değerlendirilerek, eğitim durumu, medeni hali, aile büyüklüğü, çalışma durumu, ilaç kullanımı, kardiyovasküler hastalık için aile riski sorgulandı. Bu sonuçlarda metabolik sendrom ile ilişkiye bakıldığı zaman aile büyüklüğünün, eğitim durumunun, medeni halin metabolik sendrom ile istatistiksel olarak ilişkisi bulunmazken, çalışma durumu, herhangi bir ilaç kullanımı ve aile komorbiditesinin (Tip 2 diyabet, HT, KAH, SVO, PAH) metabolik sendrom ile anlamlı olarak ilişkiye sahip olduğu görüldü. Aktif meslekte çalışanlarda pasif/masabaşı mesleğe göre metabolik sendrom görülme oranı daha azdı. Yapılan diğer çalışma sonuçlarından farklı olarak [13], aile büyüklüğü ile metabolik sendrom arasında ilişki yoktu, fakat çalışma popülasyonunu büyük kısmı büyük aileye sahipti ve 288 kişiden sadece 77’si (%26.7) 1-3 kişilik hanelerde yaşadığı bulundu. Bu durumun etkisi ile aile büyüklüğü ile metabolik sendrom gelişmesi arasında anlamlı ilişki bulunamamış olabilir. Tüm popülyasyonun verileri değerlendirildiği zaman medeni durumun metabolik sendromu etkilemediği görüldü.

Yine benzer durumun medeni hal için de geçerli olabileceği düşünülebilir, nitekim popülasyonun sadece 1/3’ünün bekar olduğu görülmektedir.

Guba şehrinde çalışmayı yaptığımız populasyonda metabolik sendrom prevalansı komşu ülkeler ile karşılaştırıldığı zaman, Türkiye ve İran’a göre metabolik sendrom prevalansının nisbeten daha az tespit edildiği görüldü. Metabolik sendrom

erişkin popülasyon prevalansı Türkiye’de %33.9, İran’da%32.9 iken Azerbeycan’da

%28.5 olduğu görüldü.

Komşu ülke İran’da yapılan çalışmalarının çoğunluğunda bu ülke genelinde metabolik sendrom prevalansının yüksek oranda bulunduğu görülmektedir [75]. Yine bu ülkede şehirleşme sonucu artan fiziksel inaktivitenin erişkinlerde obeziteyi artırdığı, sonuç olarak metabolik sendrom prevalansını artırdığı görülmektedir [76].

Bizim çalışmamız sonucunda da bu çalışmaları destekler şekilde düşük fiziksel aktivite metabolik sendrom ile arasında anlamlı olarak ilişkili bulunmuştur.

Bizim çalışmamızda kadın ve erkekte metabolik sendrom görülme oranları benzer iken Azerbaycan ile aynı etnik kökene sahip olduğu bilinen Güney İran’da (Şiraz) yapılan metabolik sendrom prevalans çalışma sonucunda kadınların %36, erkeklerin %16’sının metabolik sendromlu olduğu görülmüş, en sık görülen komponent her iki cinsiyet için abdominal obezite ve düşük HDL-kolesterol olduğu bulunmuştur [75].

İran çalışma sonucunda ayrıntılı bilgi verilmese de bulunan yüksek prevalansın düşük fiziksel aktivite ve yüksek kalorili beslenmeye bağlı olduğu düşünülmüştür. Şiraz prevalans çalışmasında beslenme ile ilgili ayrıntılı çalışma olmaması nedeni ile bu bölgede metabolik sendromun beslenmeden nasıl etkilendiği tam olarak değerlendirilememektetir.

Bizim çalışma sonuçlarında abdominal obezite popülasyon genelinde ve metabolik sendromlular içinde en sık görülen komponent olarak bulunmuştur. Erkek ve kadınlar arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık bulunmasa da, tüm popülasyonda ikinci ek sık rastlanan komponentin düşük HDL-kolesterol olduğu görülmektedir (Tablo 4.3). Bizim çalışmamıza benzer şekilde, İran (Şiraz) metabolik sendrom çalışmasında erişkin populyasyonda en sık rastlanan metabolik sendrom komponentlerinin abdominal obezite ve düşük HDL-kolesterol olduğu görülmüştür [75]. Türkiye metabolik sendrom prevalans çalışmasında ise Türkiye nüfusu için en sık rastlanan komponentin kan basıncı yüksekliği olduğu, sonrasında düşük HDL – kolesterolün yer aldığı görülmektedir [95]. Yine bizim çalışma sonucuna göre metabolik sendromlular içinde abdominal obezite yüksek sıklıkla görülmekle birlikte, takip eden komponentin hiperglisemi olduğu görülmüştür ki, bu da İran ve Türkiye prevalans çalışmalarına göre farklılık teşkil etmektedir.

Türkiye metabolik sendrom çalışmalarında özellikle kadınlarda obezitenin, abdominal obezitenin fazla olduğu görülmektedir. Erkeklere göre kadınlarda VKİ’nin anlamlı olarak fazla olduğu görülmüştür [15]. Kadınlarda erkeklerle kıyasla obezitenin esas problem olduğu görülmüştür. Bu da esas olarak kadınların ev dışındaki çalışma durumunun kısıtlı olması ve bu nedenle daha düşük fiziksel aktivite ile ilişkili olduğu gösterilmiştir [15]. Bizim çalışmamız da bu sonuçlara benzer olarak obezite sıklığının erkeklere göre kadınlarda daha fazla olduğu, daha düşük fiziksel aktiviteye sahip olduğu ve daha yüksek metabolik sendrom prevalansı olduğu görülmüştür. Bu da çevresel faktörlerin benzerliği ve benzer sosyo-ekonomik durumun bu coğrafyada yaşayan kadınları etkilediği, metabolik sendrom üzerinde etkisinin büyük olduğu söylenebilir. Fakat yine de gerek etnik, gerek sosyo-eknomik durum benzerliği olsa da bizim çalışmada metabolik sendrom prevalansı Türkiyede yapılan çalışma sonuçlarına göre daha düşük oranda olduğu görülmektedir.

Fiziksel aktivite:

Değiştirilebilen bir yaşam tarzı faktörü olarak, fiziksel aktivitenin sağlık üzerindeki rolü gittikçe artmaktadır. Yapılan bir meta-analizde fiziksel aktivite ile metabolik sendrom riski arasındaki ilişki değerlendirilmiş, 17 kohort çalışmanın sonucu yapılan meta-analizde boş zamanlarda yapılan yüksek düzey fiziksel aktivite metabolik sendrom riskinde azalma ile ilişkili olarak bulunmuştur. Orta düzeyde fiziksel aktivitenin de metabolik sendrom riskini azaltma ile ilişkili olduğu sonucu elde edilmiştir [96].

Genetik faktörlerin yanı sıra metabolik sendrom gelişmesinde fiziksel aktivite ve diğer yaşam tarzı değişikliklerinin rolü olduğu bilinmektedir. Metabolik sendromda egzersizden etkilenen mekanizmalar, abdominal yağ dokusu birikimi [97, 98], dislipidemi [1], kan basıncı [99], glukoz [97] olduğu söylenebilir. Amerika’da, Meksika’da yapılan çalışmalar sonucunda düşük fiziksel aktivite ile metabolik sendrom gelişme riski arasında ilişki olduğu gösterilmiştir, bu sonuçlarda boş zamanlarda yapılan orta –yüksek düzeyde fiziksel aktivitenin (haftalık >743MET) metabolik sendrom riskini %37 kadar düşürdüğü bulunmuştur [100].

Bizim çalışmamızın sonuçlarına göre fiziksel aktivite ile metabolik sendrom arasında ilişki olduğu gösterildi. Fiziksel aktivite arttıkça metabolik sendromun daha az olduğu bulundu (Tablo 4.8). Sonuçlarda fiziksel aktivitenin metabolik sendrom

riskini azalttığı bulundu. Yine metabolik sendrom bileşenlerinin fiziksel aktivite ile ilişkisine bakıldığı zaman kan basıncı yüksekliğinin ve abdominal obezitenin düşük fiziksel aktivitesi olan bireylerde daha çok görüldüğü saptandı. Yaşla birlikte fiziksel aktivitenin azaldığı, özellikle 50 yaş üzeri kadınlarda fiziksel aktivitenin ciddi olarak azaldığı, muhtemelen bu durumun katkısıyla metabolik sendrom prevalansında 2 katı kadar artış olduğu görüldü.

Uyku düzeni :

Uyku düzeni bozuklukları ve uyku apne sendromunun hem obezite, hem de kardiyometabolik hastalıklar için risk faktörü olduğu bilinmektedir. Yetişkin ve pediatrik popülasyonla yapılan çalışmalarda uyku kısıtlamasının ve kötü uyku kalitesinin metabolik sendrom, insülin direnci ve bileşenleri ile ilişkili olduğu bulunmuştur [101-109]. Uyku süresi hem kadınlarda hem erkeklerde metabolik sendrom için risk faktörüdür [110-114]. Erişkinler ile yapılan bir kohort çalışma sonucuna göre uzun ve kısa süreli uyumanın metabolik sendromu %45’e kadar artırdığı gösterilmiştir [109]. Prospektif olarak yapılmış bir kohort çalışmada 2500 kişi, 2.6 yıl boyunca izlenmiş ve bazalde metabolik sendromu olmamasına rağmen uyku süresi <6 saatten olanlarda hipertrigliseridemi, HDL düşüklüğü, abdominal obezite, yüksek kan basıncı ve açlık plazma glukozunun arttığı gösterilmiştir [115].

İngiliz kadın ve erkekler ile yapılmış 15 yıllık bir takip çalışması sonucuna göre kısa uyku süresi (<6 saat) kardiyovasküler hastalık riskini artırmaktadır [116].

Hipertansiyonun metabolik sendromun önemli komponentlerinden biri olduğu ve kardiyovasküler hastalık için önemli risk faktörü olduğu bilinmektedir.

Yapılan geniş çaplı çalışma sonuçlarında hipertansiyon ile uyku süresi arasında ilişki bulunmuştur. Uyku Kalp Sağlığı Çalışması (The Sleep Heart Health Study) sonuçlarında 6 saatten az uyumanın ve 8-9 saatten fazla uyumanın hipertansiyon riskini artırdığı gösterilmiştir [117]. Yine aynı yıl içinde yapılan ilk NHANES çalışma verilerine göre <5 saat uyumanın hipertansiyon riskini çok fazla artırdığı gösterilmiştir [118].

Metabolik sendrom bileşenlerinden olan obezitenin uyku ile ilişkili olduğunu gösteren çalışmalar da mevcuttur. Yapılan bir meta-analiz sonucunda erişkinlerde 5 saatten kısa uykunun obezite riskini 1.55 kat artırdığı bulunmuştur [101].

Bizim çalışmamızda 6 saatten az uyuyan kişilerde metabolik sendrom görülme oranı %37.7 iken 8 saatten daha fazla uyuyanlarda metabolik sendrom görülme oranı % 26 idi. Yine 6 saatten az uyuyanlarda yüksek tansiyon görülme oranı %36.2 iken, 8 saatten fazla uyuyanlarda yüksek tansiyon görülme oranı %15.8 olarak bulundu.

Çalışmamızda uyku süresi ile metabolik sendrom arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki bulunmadı. Fakat, metabolik sendrom komponentleri ile uyku süresi arasında ilişkiye bakıldığı zaman 6 saatten az uyuyanlarda hipertansiyonun ve abdominal obezitenin daha fazla görüldüğü tespit edildi. Uyku süresi ile yaş arasındaki dağılıma bakıldığı zaman 6 saatten az uyuyanların yaş ortalamasının daha yüksek olduğu görüldü. Bu etki nedeni ile yaş düzeltmesi yapıldıktan sonra metabolik sendrom komponentleri ile uyku süresi arasındaki ilişkiye bakıldığında hipertansiyon gelişiminde uyku süresinin etkisinin tamamen kalktığı, istatistiksel olarak anlamlılık oluştırmasa da 8 saatten fazla uyuyanlarda abdominal obezite riskinin 6 saatten az uyuyanlara kıyasla azaldığı görülmüştür.

Sekiz saatten fazla uyuyanlarda metabolik sendrom görülme oranının daha az olması nedeni ile analiz tekrar değerlendirildiğinde 6 saatten az uyuyan grup ile 8 saatten fazla uyuyan grup arasında yaş ortancalarının farklı olduğu görüldü. Genel olarak 6 saatten az uyuyanların yaş ortancası 50 iken, 8 saatten fazla uyuyanların yaş ortancası 35 olarak bulundu. Bu verilere göre 8 saatten fazla uyuyanların daha genç bireyleri oluşturması nedeni ile daha fazla uyku süresi ile metabolik sendrom arasında ilişki bulunmaması yaş ile ilgili olabilir.

Beslenme şekli:

Metabolik sendrom için önleyici yönergeler öncelikli olarak metabolik sendrom risk faktörlerini hedeflemektedir [119-121]. Çeşitli gıdaların, besinlerin metabolik sendromun birden fazla bileşenini etkilediği gösterilmiştir. Örneğin, alkolsüz içeceklerin abdominal obezite, hiperglisemi, hipertrigliseridemi, hipertansiyon, düşük HDL-kolesterol riskini artırabileceği düşünülmektedir [122].

Lifli beslenmenin ise abdominal obezite, hipertansiyon ve hiperglisemi ile ters ilişkiye sahip olduğu, bu risk faktörlerini azalttığı gösterilmiştir [123].

Yapılan kesitsel [124-126] ve prospektif [126-128] çalışmalarda diyet kalite indekslerinin metabolik sendrom ve bileşenleri ile ilişkili olduğu gösterilmiştir.

Framingham çalışması da dahil olmak üzere çeşitli çalışmalarda düşük glisemik indeksli gıdalar, sebzeler, meyveler, fındık, balık, kümes hayvanları, ve bitkisel yağ tüketiminin yanı sıra ılımlı alkol tüketiminin daha fazla olduğu yüksek diyet kaliteli beslenme şeklinin metabolik sendrom [124-127, 129] ve bileşenleri [127, 129] için daha düşük risk taşıdığı gösterilmiştir. Aynı zamanda Sağlıklı/Tutumlu Beslenme şekli, yüksek diyet kaliteli beslenme ile karşılaştırıldığında metabolik sendrom ve bileşenleri için [128, 130-135] daha az riski düşürdüğü söylenebilir. Rafine edilmiş tahıllar, işlenmiş et ürünleri, kırmızı et, trans yağ, şekerli içecek ve Batı tipi beslenme şekli ve benzeri diyet kalıplarının metabolik sendrom ve komponentlerinin prevalansını artırdığı görülmüştür [136].

Beslenme şeklinin metabolik sendrom ve komponentleri üzerindeki etkisini gösteren diğer çalışmalardan farklı olarak Framingham çalışması sonuçlarına göre diyet şeklinin metabolik sendrom riskini artırmadığı sadece abdominal obezite üzerinde etkili olduğu görülmüştür. Bu çalışmada 5 tipte beslenme şekli belirlenerek çalışmaya dahil edilen kadınlar 7 yıl boyunca takip edilmiş ve Kalp Koruyucu diyet ve diğer beslenme şekillerinin sigara kullanımı ve yaş etkisi giderildikten sonra yapılan analiz sonuçlarına göre metabolik sendrom riskini değiştirmediği görülmüştür [137]. Bizim popülasyon protein yağ ve karbohidrat alımına göre gruplandırıldığında düşük, normal veya yüksek tüketimin metabolik sendrom üzerinde etkisi olmadığı söylenebilir.

Beslenme düzeninin metabolik sendrom ve komponentleri üzerinde etkisini değerlendiren prospektif çalışmalar kısıtlı sayıdadır. Diyet şeklinin kardiyovasküler hastalık üzerindeki etkisini belirlemek amaçlı yapılan Baltimore çalışmasının sonuçlarına göre sağlıklı küme oluşturan grubun az yağlı süt ürünü tüketen ve beyaz ekmek tüketen gruba göre minimal olarak bel çevresinde değişikliğe neden olduğu görülmüş [138]. Bu sonuca çelişkili olarak meyve sebze tüketen ve geleneksel ( yüksek sebze, et, patates, sos, kanatlı hayvan tüketimi) diyete uyan beslenme şekli karşılaştırıldığında Potsdam ( Avrupa Prospektif Kanser ve Beslenme Araştırması) çalışmasından alınan sonuçlarda 2-4 yıllık takipte hiçbir grubun hipertansiyon gelişmesi ile ilişkisi görülmemiştir [139].

Bizim çalışmada bireylerin besin tüketim sıklığı formu kullanılarak hesaplanmış günlük alınan makronutrient ve mikronutrient miktarları sonuçlarına

göre (gr/gün ve % olarak) metabolik sendromu olan ve metabolik sendromu olmayanlarda besin tüketiminin farklılık oluşturmadığı görüldü. Çalışmaya dahil edilen kişilerin tükettiği diyet karbonhidrat, protein ve yağ içeriğine göre sınıflandırıldığı zaman da (yüksek, normal, düşük) metabolik sendromu olan ve olmayanlarda farklılık oluşturmadığı görüldü.

Yapılan bu prospektif çalışmalardan da güç alınarak, bizim çalışma sonuçlarında olduğu gibi metabolik sendrom gelişmesinde diyetin yanısıra fiziksel aktivitenin önemli role sahip olduğu söylenebilir. Genetik faktörlerin etkisi de olabileceği gibi, ayrı ayrı etnik kökenli popülasyonlarda ve ülkelerde metabolik sendromu etkileyen çevresel faktörlerin metabolik sendrom prevalansı üzerinde etkisinin değişebileceği sonucuna varılabilir. Sigara tüketimi ve alkol tüketimi ile metabolik sendrom riski arasındaki ilişkiye bakıldı. Öncelikle bu popülasyondaki kadınların hiç birinin sigara ve alkol tüketmediği gözlemlendi. Özellikle kadınların sigara ve alkol tüketimi olmamasına rağmen metabolik sendrom prevalansının erkeklere göre daha yüksek olması bu popülasyon için metabolik sendrom gelişiminde diğer faktörlerin etkisini ön plana çekmektedir. Sadece erkekler ile yapılan analizlerde sigara ve alkolün metabolik sendromu ististiksel olarak etkilemediği görüldü.

Benzer Belgeler