• Sonuç bulunamadı

5.1. Genel Bilgiler ve Koku Kaybı Sebepleri

Travma nedenli koku duyusu kaybı iddiası ile araştırmaya dâhil edilen 98 olgunun 68’ini (%69,4) erkekler, 30’unu (%30,6) kadınlar oluşturmaktaydı. Erkeklerin olay tarihindeki yaş ortalaması 36,01±12,68, kadınların olay tarihindeki yaş ortalaması 36,46±14,82 olarak saptanmış olup bu durum, bu yaşlarda her iki cinsiyetin aktif çalışma dönemlerinde olmaları nedeniyle travmalara uğrama ihtimallerinin artmasından kaynaklanabilir (53). Bu araştırmada, erkek olguların kadın olgulardan daha fazla gözlenmesinin, erkek cinsiyetin halen çalışma ve sosyal hayatta kadınlara oranla daha fazla yer alması ve kadınlara göre daha riskli davranışlarda bulunma eğiliminde olmaları dolayısıyla travmatik olaylara daha çok maruz kalmalarından kaynaklandığı düşünüldü.

Ege Üniversitesi Tıp Fakültesine mahkemeler veya Sigorta Tahkim Komisyonu tarafından gönderilen ya da kliniklere bireysel olarak başvuran olgular koku testi yapılması için üniversite bünyesindeki bölümler aracılığıyla Biyofizik Anabilim Dalına yönlendirilmektedir. Olguların yarısından fazlasının (%54,1) Adli Rapor Biriminden, %35,7’sinin Kulak Burun Boğaz Anabilim Dalından koku testi yapılması amacıyla Biyofizik Anabilim Dalına gönderildiği, yaklaşık %11 kadarının ise Adli Tıp ve Nöroloji Anabilim Dalından yönlendirildiği saptandı. Adli Rapor Birimi’nden yönlendirilen olguların koku testi yapılarak rapor düzenlenmesi istemiyle adli makamlar tarafından üniversiteye gönderildiği anlaşılmaktadır. Hastanemizdeki rutin uygulamada Adli Rapor Birimi gelen üst yazıda istenen hususlara göre yönlendirme yapmaktadır. Olgular, koku bozukluğu şikâyetlerine yönelik tanı konulması amacıyla ya da adli makamlardan yönlendirildiyse istenen hususlara cevap verilmesi amacıyla, diğer branşlar tarafından da koku testi yapılması için Biyofizik Anabilim Dalına yönlendirilmektedir. İlgili klinikler tarafından konsültasyon yoluyla yönlendirilen hastaların konsültasyon istem yazıları ile birlikte görüntüleme, tetkik, tanı, muayene vs. bilgilerini içeren tıbbi evrak fotokopilerinin de gönderilmesi, koku testini yapan klinisyene tanı koymada kolaylıklar sağlayacaktır.

Yaşanan adli olay sonucu meydana gelen koku bozukluğu, hukuki ve cezai yaptırımları olan bir durumdur (4). Bu nedenle kişiler maruz kaldığı adli olay sonucu tazminat talepleri nedeniyle Hukuk, Ticaret, Tüketici Mahkemeleri ve Sigorta Tahkim Komisyonuna başvurmaktadır. Aynı zamanda TCK’da cezai yaptırımları olan unsurlar nedeniyle Ceza Mahkemelerinden de rapor istemi gelmektedir. Araştırmaya dâhil edilen olgular için rapor düzenlenmesi istemi yapan makamların başında gelen (%22,4) Ceza Mahkemeleri kişilerin

uğradığı travma sonucu duyularından birinin işlevinin sürekli zayıflaması ve kaybının değerlendirilmesi amacıyla mağdurların değerlendirilmesini istemektedir. Çünkü TCK’da bu durum cezayı ağırlaştırıcı bir unsur olarak kabul edilmektedir (4). Yine olguların yaklaşık 1/3’i Ticaret, Tüketici, Hukuk Mahkemeleri ve Sigorta Tahkim Komisyonu tarafından gönderilmiş olup kişinin yaşadığı travma sonucu meydana gelen sekele bağlı alacağı tazminatın belirlenmesi amacıyla yönlendirilmektedir. Bu amaçla kişilerde kalıcı sekel olarak koku alma bozukluğu olup olmadığı ve düzeyi önemlidir. Bu araştırmada sayısına ulaşılamamış olsa da bazı olgular ise açılacak dava için ya da koku bozukluğu şikâyetlerinin tedavisi için bireysel olarak başvurmaktadır. Bu olgular, oranı %38,8 olan istem makamı bilgisine ulaşılamayan olguların oranına neden olmuş olabilir. Koku testi için başvuran olguların büyük kısmını (%61,2) adli nitelikli olguların oluşturduğu gözlenmiş olup, çalışma kapsamında travmatik olguların olduğu göz önüne alındığında, geri kalan olguların da adli nitelikli olguya dönüşme ihtimalinin yüksek olduğu anlaşılmaktadır. Aynı zamanda değerlendirilen olgu adli bir süreç nedeniyle başvurmamış olsa dahi, daha sonraki süreçte tespit edilen bulguların adli bir sürece girip girmeyeceği bilinmediğinden her olguya adli bir olgu düşüncesiyle yaklaşmak doğru bir yaklaşım olacaktır. Adli makamlar için davaya konu olan olaya bağlı olarak koku bozukluğunun meydana gelip gelmediği hususu önemlidir. Adli olarak mahkeme dosyası olmadan üst yazı ile yönlendirilen olgularda tıbbi öz geçmiş, olay ve benzeri bilgilerinin incelenmesi hususunda sorunlar ortaya çıkmaktadır. Bu da meydana gelen koku bozukluğunun olaya bağlı olup olmadığı hususundaki değerlendirmede sorunları beraberinde getirmektedir. Koku bozukluğunun olup olmadığının değerlendirilmesi için yönlendirilen kişilerin resmi istem yazısı ile birlikte mahkeme dosyalarının ve olayla ilişkili tıbbi evrak ile şahsın özgeçmişini içeren evrakın da gönderilmesi illiyet bağı konusunda önemli bir sorunu ortadan kaldıracaktır. Günümüzde kafa travmaları en sık olarak sırasıyla motorlu taşıt kazalarından, ev kazalarından, bisiklet kazalarından, yaya kazalarından ve saldırılardan kaynaklanmaktadır (32, 33). Bu tezde, olguların yaklaşık yarısının motorlu taşıt kazaları soncu yaralandığı görülmüş olup bu kazalar yaralanmaya neden olan en sık etmen olarak karşımıza çıkmaktadır. Literatürle karşılaştırıldığında bu araştırmadaki motorlu taşıt kazaları oranının literatürle uyumlu olduğu görülmüştür (32, 33). Bu araştırmada, bisiklet kazasının daha az ve yaya kazalarının daha fazla bir oranda bulunması, ülkemizde bisiklet kullanımının popüler olmaması ile açıklanabilir.

Koku duyusu bozukluklarının büyük çoğunluğunun kafa travması sekeli olarak ortaya çıktığı bildirilmiştir (32, 33). Bu araştırmada da benzer şekilde, olguların neredeyse tamamının (%98) olay sırasında kafa travmasına maruz kaldığı, 2 (%2) olguda ise kafa travmasına maruz kalmadan izole yüz yaralanması meydana geldiği saptandı. Yüz yaralanması bulunan 2 olgunun öyküsü detaylı incelendiğinde, kafa travması olmadan burun bölgesinden kesici delici alet ile

yaralandığı anlaşılmış olup, koku almanın primer yollarının yaralanmasına bağlı koku şikâyetleri meydana gelmesi beklendik bir durum olarak değerlendirilmiştir.

Koku kaybı, travmatik beyin hasarı olan hastaların %15-35'inde görülür. Koku kaybı, travmanın ciddiyeti ile ilgili olmasına rağmen küçük boyuttaki travma da ciddi koku kaybına neden olabilir. Buna paralel olarak GKS skoruyla ölçülen kafa travması derecesi ile koku alma bozukluğu derecesi arasında ilişki olduğunu belirten çalışmalar mevcuttur (28, 32, 33). Ancak, bazı güncel çalışmalarda; GKS’nin olfaktör bozukluk ile korele olmadığı, olfaktör bozukluğun post-travmatik amnezi süresiyle ciddi ilişkisi olduğu belirtilmektedir (34). Green ve ark., 10 gün veya daha fazla süren amnezisi olan hastalarda, amnezi olmayan hastalara göre altı kat daha fazla koku işlev bozukluğu olduğunu göstermişlerdir (36). Koku alma şikâyetleri nedeniyle yönlendirilen olgulardaki yaralanmalar incelendiğinde, kafa travmasının ağırlığı üzerinde bir tahminde bulunulabilir. Bu araştırmada en sık olarak 32 (%32,7) olguda yüz yaralanması (kırık, yumuşak doku travması vb.) meydana geldiği, bunu 24 (%24,5) olguda meydana gelen kafa kemiği kırığı ile birlikte kafa içi yaralanmanın (kontüzyon, beyin zarları arasına kanama vb.) izlediği, 19 (%19,4) olguda yalnızca kafa içi yaralanma (kontüzyon, beyin zarları arasına kanama vb.) meydana geldiği saptandı. Bu araştırmada başvuran olguların GKS, post-travmatik amnezi sürelerine ulaşılamadığından literatürdeki tartışmalara katkı sunamadık. Ancak kafa yaralanmasının türü ile rapor sonuçları karşılaştırıldığında, aralarında anlamlı bir ilişki olmadığı görüldü.

Aynı zamanda, her ne kadar literatürde karşılaşılmasa da travmanın ciddiyeti ile ilişkili olabileceği varsayılan, yoğun bakımda tedavi görme durumu ya da yoğun bakımda kalma süreleri, koku testi sonuçları ile karşılaştırıldığında aralarında anlamlı bir ilişki olmadığı görüldü (p>0.05). Karşılaştırmada kullanılan Chi-Square Testi’nin olgu sayısından kolay etkilendiği göz önüne alındığında, olgu sayısının azlığı nedeniyle de böyle bir sonuç elde edilmiş olabilir. Aynı zamanda olguların az bir kısmının tıbbi evrakına ulaşılabildiğinden, diğer olguların beyanları üzerinden değerlendirme yapılması ve hastaların kendinde olan yaralanmayı tam olarak tarif edememesi araştırmanın sonucunu etkilemiş olabilir.

Çalışmalar, oksipital darbelerin koku işlev bozukluğuna neden olma ihtimalinin frontal darbelerden daha yüksek olduğunu göstermektedir (32, 36). Alınan anamnezine göre hangi kafa bölgesinden travmaya uğradığı bilinen olguların (n=39) travmaya uğranılan kafa bölgesi ile olguların alınan anamnezi, yapılan muayenesi, tıbbi bilgileri ve test sonuçları birlikte değerlendirildiğinde, koku ile ilgili raporlanan sonuçları arasında anlamlı bir ilişki olmadığı saptandı (p>0.05). Olgu sayısında düşüklük ve başvuran olguların travma tarifindeki eksik bilgilerden dolayı da böyle bir sonuca ulaşılmış olabileceği düşünülmektedir. Özellikle bu araştırmadaki olguların büyük çoğunluğunu kafa travması olguları oluşturduğundan, kafa

travması sırasında bilinç değişiklikleri meydana gelmesi ve test yaptırma ile olay üzerinden geçen zaman dikkate alındığında, olguların hangi bölgeden yaralandığını hatırlamaması normal karşılanabilir.

5.2. Koku Duyusu Bozuklukları

Biyofizik Anabilim Dalına travma sonucu meydana gelen koku kaybı şikâyetleri nedeniyle başvuran olguların yaklaşık yarısının (% 54,1) hiç koku alamama şikâyeti olduğu görüldü. Diğer şikâyetlerin ise “koku almada azalma”, “koku olduğunu fark etme ancak ne kokusu olduğunu anlayamama”, “koku almada azalma ile birlikte ne kokusu olduğunu fark edememe”, “gecikmiş koku alma”, “normal kokuları kötü olarak algılama”, “her kokuyu hoş olarak ve az algılama”, “kötü kokuyu alamama”, “bazen kötü koku algılama”, “ara sıra koku alma” olduğu görüldü. Bu araştırmada, kantitatif ve kalitatif koku bozuklukları şikâyetlerinin ayrı ayrı ya da bir arada olduğu gözlendi. Duysal ya da algısal olarak meydana gelen koku bozukluğu şikâyetlerinin değerlendirilmesi, özellikle adli olgularda sorun oluşturmaktadır. Hastalarda temaruz riski göz ardı edilmemelidir.

Travma sonrası meydana gelen olfaktör disfonksiyonun genellikle ilk başta anlaşılamadığı, travmadan günler hatta haftalar sonra koku alma sorunlarının fark edilebildiği belirtilmektedir (32, 35). Gudziol ve ark.’ı yaptıkları çalışmada, travmatik beyin hasarı olan hastaların %28,4'ünde objektif testlerle koku disfonksiyonu saptamalarına karşın, sadece %6,3'ünün başlangıçta subjektif bir kayıp tarif ettiği bildirilmiştir (35). Bu araştırmaya katılan olgulara, koku ile ilgili şikâyetlerinin ilk ne zaman başladığı sorulduğunda ise cevabına ulaşılan 41 olgudan 40’ı (%97,5) olay sonrası ilk 5 ay içerisinde koku şikâyetlerini fark ettiklerini belirtmişlerdir. Olaydan 2 yıl sonra koku ile ilgili şikâyetleri olduğunu belirten bir olgunun Olfaktör Uyartılmış Potansiyel Test (koku verilerek elde edilen uyartılmış potansiyel kayıtları) sonucu incelendiğinde, oluşan EEG sinyal şiddetleri zayıf olmasına rağmen kokuyu algılayan (olfaktör bulbus) ve üst merkezlere ileten sinir hücrelerinin görev yapabildiği anlaşılmaktadır. Bir başka deyişle, test sonuçlarına göre kişi kokuyu duymaktadır. Ancak kişinin beyanına göre kokunun algılanmadığı belirtilmektedir. Bu farklılık, beynin üst merkezlerinin söz konusu bu uyarıyı algılamaması veya belli bir sebeple algılayamaması sonucunda olabilir. Bunun sebebi geçirilen kazanın doğrudan fiziksel etkisi olabileceği gibi, yaşanmış olaylar nedeniyle ortaya çıkan psikolojik travma veya nedeni bilinmeyen herhangi başka bir sebep koku algısının fiziksel olarak gerçekleşmemesine veya gerçekleşmediğinin beyan edilmesine sebep olabilir. Hasta çeşitli kişisel kazanç kaygısıyla da şikayetlerinin olduğunu belirtmiş olabilir.

Travma sonucu koku kaybı şikâyetleri olan hastaların çoğunu adli olguların oluşturduğu görülmektedir. Bu nedenle koku kaybının adli yönden nasıl değerlendirilmesi gerektiği önemlidir. Kişilerin uğradığı travma sonucu koku duyusunun sürekli zayıflaması ya da kaybının değerlendirilmesi için ve bunun sonucunda hukuki çerçevede tazminat kazanılabilmesi için meydana gelen koku probleminin kalıcı olması yani sekelin ömür boyu devam etmesi gereklidir. Bu nedenle, kişilerde koku duyusu problemlerinin kalıcı olduğu kanaatinin oluşması için ne kadar süre beklenmesi gerektiği önemlidir. Koku bozukluklarında iyileşme, hastaların yaklaşık %20 ila %30'unda görülmektedir (29, 47). Bu araştırmada olguların zaman içerisinde koku şikâyetleriyle ilgili herhangi bir değişiklik olup olmadığı incelendiğinde; bilgisine ulaşılan 42 olgunun yaklaşık 3’te 2’si (n=25) herhangi bir değişiklik olmadığını, yaklaşık 3’te 1’i (n=14) ise zamanla koku şikâyetlerinde iyileşme olduğunu belirtmiş olup, bu araştırmadaki bulgular iyileşme olduğunu belirten olgular yönünden literatürle uyumluydu.

Yapılan çalışmalarda, travma sonrası ilk 6 ay içinde koku kaybının iyileşme şansının en yüksek olduğu belirtilmesine karşın travmadan sonra en az 2 yıla kadar koku alma fonksiyonlarında önemli bir artış beklenebilmektedir (29, 47, 54). Bu araştırmada, olay ile Biyofizik Anabilim Dalında koku testi yapıldığı tarih arasındaki süreler incelendiğinde ise olguların olay üzerinden ortalama 44,36±30,1 ay sonra başvurduğu, minimum ve maksimum sürelerin 7 ay ve 155 ay olduğu saptandı. Beklenen iyileşme süresi tamamlanmadan başvuran olguların raporlarının sonucunda iyileşmesinin devam edebileceği belirtildi. Ancak adli yönden koku kaybının değerlendirilmesi amacıyla gönderilen olguların artık koku duyusunda önemli bir artışın beklenmediği süre olan; olaydan en az 24 ay sonra değerlendirilmesinin uygun olacağı, bu sayede tekrar tekrar rapor düzenlenmesinin önüne geçileceği öngörülmektedir.

Literatürde kafa travması sonrası saptanan anosminin en sık işitme bozukluğu ile birlikte görüldüğü, bunu sırasıyla kulak çınlaması, dengesizlik ve görme bozukluğunun izlediği belirtilmiştir (32, 36). Bu durum travmanın ağırlığıyla ve yaralanma bölgesiyle bağlantılı olarak değişkenlik gösterebilir. Bu araştırmaya dâhil edilen olgular, mevcut koku şikâyetlerine ek olarak, başta tat alma (%44,9) ile ilgili sorunlar olmak üzere görme (%17,3), işitmede azalma (%9,2), kulak çınlaması (%1) şikâyeti olduğunu bildirdi. Aynı zamanda tüm olguların 37’si (%37,8) unutkanlık şikâyeti olduğunu belirtti. Olfaktör bozukluk şikâyetiyle başvuran olguların alınan anamnezinde eşlik edecek diğer patolojiler sorgulanarak sistemik incelemenin detaylı olarak yapılması önemlidir. Ek patolojiler, özellikle algısal (parosmi, kakosmi, fantosmi vb.) koku problemlerinde tanı koymada klinisyene yol gösterici olabilir.

Bu araştırmada, koku kaybı şikâyetlerine ek olarak tat alma ile ilgili şikâyetleri olduğunu belirten 44 olgudan 26’sı (%59,1) yemeklerden eskisi gibi lezzet alamadığını belirtti. Retronazal koku almanın, yiyecek ve sıvı tüketimi sonrası lezzet hissi duyulmasında anahtar

rol oynadığı düşünülmekte olup, orbitofrontal korteks tarafından lezzet olarak algılanan algı, tüketilen yiyeceğin tat, görsel, retronazal koku ve somatosensor duyu kombinasyonu ile oluşmaktadır (12, 16, 17, 21, 22). Bu araştırmada, koku alma duyusunun lezzet deneyimine ve algısına olan katkısı nedeniyle, koku bozukluğuna eşlik eden tat bozukluğunun büyük bir kısmının lezzet algısıyla ilgili olduğu görülmektedir. Koku şikâyetlerine eşlik eden tat şikâyetlerinin %59,1’inin lezzet ile ilgili şikâyetler olması beklenen bir durumdur. Bu araştırmadaki olguların yaklaşık yarısı (%44,9) tat alma ile ilgili sorunları olduğunu belirtmiştir. Adli olguların raporlanması için kullanılan yardımcı kılavuzlardan biri olan Meslekte kazanma gücü kayıp oranı tespit işlemleri cetvellerinde “koklama ve tatma duygularının azalması” olarak belirtildiğinden bu duyuların birlikte değerlendirilmesi gerektiği anlaşılmaktadır. Ancak bu araştırma, olguların yarısından fazlasında koklama şikâyetlerine tat alma ile ilgili sorunların eşlik etmediğini ortaya koymaktadır. Koku ve tat bozukluğunun, ayrı ayrı değerlendirilmesinin hakkaniyetin sağlanması adına önemli olduğu düşünülmektedir.

Literatürde koku duyusundaki kayıpta, epilepsi [olasılık oranı (OR):4,1], yaşlılık (OR:2,9), burun polipleri (OR:2,1-3,8), diabetes mellitus (OR:2,6), depresyon (OR:2,3), işitme sorunu (OR:2,3), sigara içme (OR:2,2), inme (OR:2,0), erkek cinsiyeti (OR:1,7-1,9) ve burun tıkanıklığı veya üst solunum yolu enfeksiyonu (OR:1,6), risk faktörleri olarak tanımlanmıştır (55). Bu araştırmaya dâhil edilen olgulardan bilgisine ulaşılan 86 olgudan 35’i (%40,7) günde bir paketten az, 17’si (% 19,8) ise günde 1-2 paket arasında sigara kullandığını belirtti. Çalışmamızda sigara kullanma ve miktarı ile rapor sonuçları arasında ilişki değerlendirildiğinde; aralarında anlamlı bir ilişki olmadığı görüldü (p>0.05). Ancak bu durum sigara kullanımının koku duyarlılığını etkilemediği anlamına gelmemektedir. Sigara kullanımının çok çeşitli mekanizmalar ile koku duyusunu etkilediği tahmin edilmektedir. Çalışmaya dâhil edilen 98 olgudan 7’si (%7,1) kronik hastalığının olduğunu, 7’si (%7,1) ise kronik ilaç kullanımının olduğunu belirtti. Çeşitli hastalıkların ve ilaçların koku kaybını etkilediği bilinmekle beraber bu durum adli olgularda illiyet sorununu ortaya çıkarmaktadır. Kişilerde meydana gelen koku bozukluğunun yaşadığı adli olaya bağlı olması durumunda hukuki karşılığı olmaktadır. Ancak kronik hastalığı veya kronik ilaç kullanımı olan olgularda mevcut koku bozukluğunun adli olayla illiyetinin kurulması oldukça karışık bir konudur. Bu araştırmaya dâhil edilen olguların 7 ay – 12 sene arasındaki başvuru süreleri göz önüne alındığında, başvuru zamanı uzadıkça bu süre zarfında adli olaydan bağımsız travma, akut veya kronik hastalıklar, yaşlanma, sigara gibi diğer faktörlere bağlı koku bozukluğu meydana gelme riski artacağından olaya bağlı koku bozukluğunun saptanmasında illiyet sorunları da doğacaktır. Özellikle adli olay sonucu koku testi yapılması için başvuran olguların tüm tıbbi kayıtları, güncel tıbbi görüntülemeler ile saptanan sekellerinin detaylı incelenmesi, detaylı

anamnez ve muayene, koku bozukluğu ile olay arasında illiyet bağının bulunup bulunmadığı konusunda kanaat oluşmasında önemlidir.

Koku kaybının kalıcılığı konusunda değerlendirme yapılması için 24 ay beklemenin yanı sıra ilk 6 ay, tedavi için önemlidir (29, 47). Bireysel olarak koku kaybının değerlendirilmesi için yönlendirilen olgulara yapılacak erken tedavi uzun dönemde sekellerin önüne geçebilir. Bu araştırmada, 95 olgudan 33’ünde (%33,7) havalanmada kayıp olduğu değerlendirilmiş olup nazal septal deviasyon, nazal kemik kırıkları, skarlaşma veya kafa travmasının diğer burun sekellerinin cerrahi olarak düzeltilmesi ve bu olgulara erken zamanda Olfaktör Eğitim (koku alma rehabilitasyonu) verilmesi uzun dönem koku şikâyetlerinde azalma sağlayabilir. Aynı zamanda tedavi sürecinde tedavinin başarısını ölçecek pratik koku testlerinin uygulanması, ilerleyen zamanlarda adli rapor düzenlerken temaruzu değerlendirmede yol gösterici olacaktır.

5.3. Olfaktör Uyartılmış Potansiyel Test ve Koku Bozuklukları

Koku kaybının değerlendirilmesi için Biyofizik Anabilim Dalına başvuran olguların raporları, olgulara uygulanan OERP testi sonucu ile alınan anamnezi, yapılan muayenesi, tıbbi bilgileri birlikte değerlendirilerek düzenlenmiştir. Özellikle adli olgularda kullanılması önerilen OERP Testi sonucu elde edilen EEG yanıtının değerlendirildiği çok sayıda araştırma yapılmıştır. Bu bağlamda, OERP ile koku bozukluğunun hangi derecede tespit edilebildiği sorusu üzerinden, koku alma fonksiyonunun psikofiziksel testlerden elde edilen sonuçlarıyla, bu sonuçlara göre OERP yanıtlarının saptanabilirliğinin karşılaştırıldığı bir çalışmada, “Sniffin’ Sticks” testi sonucuna göre 40 hastanın fonksiyonel anosmi, 40 hastanın hiposmi ve 43 hastanın normal aralıkta puan aldığı belirtilmektedir. Sniffin Sticks testine göre fonksiyonel olarak anosmik (%20) tanısı konulan sekiz olgudan birinde OERP yanıtı tespit edildiği, 19 hiposmik (%48) ve 13 normosmik olguda ise (%30) OERP yanıtı saptanmadığı belirtilmektedir. Bu çalışmanın sonucunda, bir OERP varlığının %50’den fazla olarak fonksiyonel anozmiyi normosmiden ayırabildiği, OERP'in varlığı koku fonksiyonunun varlığını gösterirken, OERP yokluğunda her zaman böyle olmayacağı belirtilmiştir (41).

Güdücü ve ark.’nın 102 katılımcı ile yaptığı OERP Testi sonucu elde edilen EEG yanıtının entropi (sistem düzensizliğini ölçen bir ölçü) değerlendirmesine dayanan çalışmada (2019), %75 başarı oranında anosmi tanısı konabildiği gösterilmiştir. Bu çalışmada, anosmik ve normosmik kişilerin tanımlanması için OERP kayıtlarına dayanarak ortalama EEG aktivitesinin farklı bölümlerinin entropi tahmini kullanılmıştır. Normosmik katılımcılar arasında doğru tanı koyma oranı %67 olarak bulunmuştur. Önerilen yöntemin OERP saptama

olasılığını en az %20 arttırdığını, anosmik hastaları %73 oranında doğru tanımlayarak özellikle adli olgularda tanı sürecini kolaylaştırabileceği, fizik muayene, psikofizik test ve standart hasta öyküsü gibi diğer etkenlerle birlikte entropi analizlerinden elde edilen sonuçların klinik karara çok değerli katkılar sunacağı belirtilmektedir. Hiposmik vakaların değerlendirilmesi için ise araştırılması gerektiği önerilmiştir (40).

Yapılan başka bir çalışma da; OERP varlığının olfaktör fonksiyonun varlığını düşündürmesine karşın, OERP yokluğunun tanısal değeri olmadığını belirtmiştir (41). Psikofiziksel ve elektrofizyolojik testlerden elde edilen sonuçları birleştiren bu çalışmada; özellikle adli olgularda,

- Psikofiziksel testlerde saptanan normosmi ile OERP yanıtı birlikteliğinin normosmiyi açıkça gösterdiği,

- Psikofiziksel testlerde fonksiyonel anosmi saptanmışsa ve elektrofizyolojik testlerde OERP’de yanıt alınamıyorsa fonksiyonel anosminin tartışılabileceği,

- Psikofiziksel testlerde hiposmi saptanmışsa ve OERP yanıtı da mevcutsa bunun psikofiziksel testlerdeki bulgunun geçerli olacağı,

- Eğer psikofiziksel test sonucu hiposmi çıkmışssa ve OERP’de ise yanıt yoksa hiposmi tanısının tartışılabileceği,

- Psikofiziksel testte fonksiyonel anosmi saptanmışsa ve OERP’de yanıt varsa bu durumun olfaktör fonksiyonun varlığını desteklediği, hasta halen koku duymadığını iddia ediyorsa, psikofiziksel testin tekrarlanması gerektiği belirtilmiştir (41). Aynı zamanda OERP genliklerinin büyüklüğü ve gecikmelerin uzaması olfaktör bozulma derecesi hakkında önemli bilgiler sağlamaktadır. Klinik uzmanı tarafından olfaktör

Benzer Belgeler