• Sonuç bulunamadı

Kuşaklara dair tartışmalar daha çok yirmi ve yirmi birinci yüzyılın konuları arasında yer alıyor olsa da Antik Yunan’a, Helenistik döneme hatta eski Mısır uygarlığına kadar uzanmaktadır (Burnett, 2010: 9, Mercan, 2016: 59-60’dan aktaran Ağlargöz, 2017: 174). Bu dönemlerde Aristoteles Retorik isimli eserinde kuşaklarla ilgili şu cümlelere yer vermektedir:

1. “Gençler, her konuda bilgili olduklarını sanırlar, bu nedenle kendilerinden emin oldukları için yapmaları gereken şeyleri aşırı derecede yaparlar” (Aristo, 2018: 128).

2. “Nasıl ki dünyada yetişen şeyler arasında bir değişim varsa aynı şekilde insan soylarında da benzeri bir değişim vardır. Bazen iyi kuşaklar ve bu kuşaklardan olağanüstü insanlar gelir, bazen bir ara dönem başlar. Akıllı olanlar Alkibiades ya da Dionysos’un soyundan gelenler gibi çılgın karakterdeyken Kimon, Perikles ya da Sokrates’in torunları gibi uyuşuk, tembel kuşaklara bir dönüş de yaşanabilir” (Aristo, 2018: 132).

3. “Ahlaki ilkeler mümkünse sadece konuşmacının tecrübeli olduğu durumlarda ya da yaşlılar tarafından kullanılmalıdır. Hem genç insanın sanki hikâye anlatır gibi bunları anlatması uygun değildir. Eğer ortada tecrübe yoksa bunu kullanmak

53

aptallıktır ve utanmazlıktır. Hem sıradan gençlerin ilkeler kullanıp sonra da bunları açıklamaya meraklı olduklarını biliriz” (Aristo, 2018: 142).

Antik Yunan döneminde kuşaklar arası farklı düşünüş şekilleri, bir başka deyişle kuşak çatışmaları, farklı kaynaklarda da yer almaktadır. 1907 yılında yazılan “Schools of Hellas an Essay on The Practice and Theory of Ancient Greek Education” isimli eserde de şu ifadelere yer verilmektedir: Çocuklar hane halklarının zorbaları olmaya başladı. Onlar, odaya büyükleri girdiğinde koltuklarından kalkmıyorlar, ebeveynleriyle ters düşüp didişiyorlar, onlardan önce konuşuyorlar, masada hızlı bir şekilde yemek yiyorlar ve bacak bacak üstüne atmak gibi Helenistik geleneklere karşı geliyorlar (Freeman, 1907: 74). Kuşaklararası farklılıklar ve çatışmaların daha görünür olması yirmi ve yirmi birinci yüzyıla ait olsa da tarihi günümüzden yaklaşık iki bin beş yüz yıl önceye dayanmaktadır.

Modern sosyoloji biliminin kurucusu olarak gösterilen Fransız sosyolog Auguste Comte (1798-1857) kuşaksal değişikliklerin tarihsel süreçte dinamik bir yapı olduğunu belirterek, sosyal ilerleyişin yalnızca bir kuşağın bir sonraki kuşağa aşılayacağı ya da aktaracağı birikimler ile gerçekleşebileceğini ifade etmiştir (Comte, 1974: 635-641). Kuşaktan kuşağa aktarılacak olan bu birikimler, toplumların, toplumsal bazı özellikleri olan- gelenek ve görenekler denilebilecek- ortak deneyimlerini, daha geniş bir çerçeveden ise kültürünü işaret etmektedir.

Kuşak kavramıyla ilgilenen İspanyol filozof José Ortega y Gasset (1883-1955) yirminci yüzyılın etkili kuşak kuramcıları arasında gösterilmektedir. Bilim, rasyonel etik ve estetik üzerine dayanan sosyoloji üzerine çalışan filozof, kuşak kavramını bir değişim ve çözülmesi gereken bir görev olarak geliştirmiştir (Levickaite, 2010: 171).

Kuşak kavramına dair çalışmalar yirminci yüzyılda hız kazanmış, farklı disiplinlerde çalışılan konu olarak önemli bir hal almıştır. Kuşak kavramı 1928 yılında Almanca yazılan ve 1952 yılında İngilizce olarak revize edilen Karl Mannheim’ın çalışmasına atfedilmektedir (Roberts, 2010: 96). Alman sosyolog “The Problem of Generation” isimli çalışma ile konuyu bilimsel olarak ele almış ve onu daha görünür kılmıştır (Eyerman ve Turner, 1998: 91; Taylor, 2008: 4; Simirenko, 1966: 292; Demir vd., 2017: 77). Mannheim kuşak kavramını biyolojik olmaktan ziyade daha çok sosyoloji eksenli ele almış, kavramı sosyal-tarihsel olarak, tarihin hem öznesi hem de nesnesi bağlamında tartışmıştır (Burnet, 2010: 27). Kuşak kavramına dair bir diğer

54

çalışma ise Amerikalı siyaset bilimci Ronald Inglehart (1934) tarafından 1977’de yazılan “The Silent Revolution Changing Values and Political Styles Among Western Publics”de yapılmış ve -kimi araştırmacılar tarafından “Strauss ve Howe Teorisi” olarak da nitelendirilen- William Strauss (1947-2007) ile Neil Howe (1951) tarafından da popüler hale getirilmiştir (Lester vd., 2012: 342; Gürbüz, 2015: 41). Strauss ve Howe Amerikalı kuşakların tanımlanması, gruplandırılması ve isimlendirilmesi çalışmalarını yapılan ilk kişiler olarak da bilinmektedir (Strauss ve Howe, 1991: 85).

Karl Mannheim The Problem of Generations’da (1952) Marx’ın sınıf anlayışını kuşakların sosyolojik önemini vurgulamak için genelleştirmektedir. Mannheim kuşaklara dair daha önce yapılan değerlendirmeleri eleştirmiş, kronolojik yaşa veya biyolojik gerçeğe fazla bağlı kaldıklarını belirtmiştir. Ona göre yapılan bu değerlendirmeler kuşak ilişkilerinin sosyolojik öneminin görülmediği anlamını taşımaktadır. Zira Mannheim her ne kadar kuşak kavramını doğum ve ölümün biyolojik olarak açıklanmasıyla da kabul etse de bireyler arasındaki sosyal etkileşimin önemini, benzer zamanlarda benzer sosyal, kültürel etkileşimlerle, özellikle vurgulamıştır. Bundan dolayı Mannheim bir kuşağın, belirli bir zamanda doğma ile yaşamları devam eden süreçte, karşılaşılan sosyo-kültürel ve politik olaylar arasındaki dinamik bir ilişkiye dayanan sosyal konumu temsil ettiğini savunmaktaydı (McMullin vd., 2007: 299-300). Mannheim kuşak kavramının gelecekte daha anlaşılır olmasını sağlayan çalışmasında (1952), sosyal ve entelektüel hareketlerin daha net kavranabilmesi için kuşaklardan bahsetmiş; kuşak kavramını bireyin toplumdaki sınıf konumuna benzer görürken, kuşakların fiziksel ya da zihinsel yakınlıklarından öte, sosyal bir konum içerisinde yer aldıklarını belirtmiştir (Demirtaş, 2017: 154).

Kuşak farklılıklarına dair araştırmalar, her ne kadar sosyoloji kaynaklı olarak araştırılıyor olsa da farklı yaklaşımlarla birlikte de ele alınmaktadır. “Değer” de bu farklılıkları açıklamada önemli bir kavram olarak dikkat çekmektedir. Bireysel ve sosyal olarak var olmaya çeşitli alternatif anlamlar üreten dayanıklı inançlar (Rokeach, 1970 : 160) olarak tarif edilen değer kavramı, Inglehart’ın kuşaklararası çatışmaları ve farklılıkları tespit etmesinde önemli bir rol oynamaktadır. Buna göre çatışmalar ve farklılıklar sosyoekonomik durumlar etrafında şekillenen iki farklı değer sistemine dayanmaktadır: Güvensiz toplumlarda ve hayatta kalma odaklı olan- ekonomik determinizm, rasyonalite, materyalizm, uyum ve otoriteye saygı gibi- modernist değerler ile güvenli toplumlarda var olan- eşitçilik, bireycilik, kişilerarası güven,

55

çeşitliliğe karşı tolerans gibi- postmodernist değerler (Chen, 2010: 135; Joshi vd., 2010: 395). Bu anlayış ile, belirli bir toplumdaki kuşak farklılıkları ve/veya çatışmasının açıklanmasında postmodernist ve modernist değer sistemleri ele alınarak kuşaklararası farklılıklar makro bir yaklaşımdan ziyade mikro bir yaklaşımla değerlendirilerek konunun daha anlaşılabilir olmasının yolları aranmıştır.

“İlkörnek” kelimesiyle eşanlamlı, “kolektif bilinçdışının içeriği” (Geçtan, 1995: 177) ya da “yaygın şekilde ilişkili olmaya eğilim gösteren semboller” anlamına gelen arketip kavramı kuşak araştırmalarında önemli bir yere sahiptir. Analitik psikolojinin kurucularından biri olan ve arketip kavramını psikoloji bilimine kazandıran İsviçreli bilim insanı Carl Gustavo Jung (1875-1961), arketiplerin kolektif bilinçdışının sonucu olduğuna inanmaktadır. Kolektif bilinçdışı atalardan kalan ortak deneyimlerin bir ürünüdür. Jung’a göre arketipler evrensel olmasının yanı sıra kuşaklar tarafından tekrarla karşılaşılan yaşamlara tepki vermek süreciyle oluşmaktadır. Strauss ve Howe da kuşakların döngüselliklerini tanımlarken prophet(kâhin), nomad (göçebe), hero (kahraman) ve artist (sanatçı) olarak tanımladıkları arketiplerden yararlanmışlardır. Onların anlayışına göre her arketipin kuşakları, bireysel varoluşlarında ve sosyal yaşamda benzer tarihi paylaşırlarken aynı zamanda benzer davranışlar ve tavırlar da sergilemektedirler (Kuran, 2018: 25-26). Strauss ve Howe’un temel dayanaklarından bir tanesine göre; toplumun bireysel üyelerinin bireysel bir yaşam süreci vardır. Ancak, benzer yaştaki belirli kuşak üyelerinin benzer toplumsal dinamikleri deneyimleyeceklerinden ötürü kolektif bir akran kişiliklerine sahip olacaklardır. Bu temel dayanakta kuşak, yalnızca demografik parametrelere sahip bir kavram olmaktan ziyade, her kuşak grubu üyesinin nesiller boyunca sürecek ortak değerlere ve aidiyet duygusuna sahip olacakları düşünülmektedir (Taylor, 2008 : 9).

Benzer Belgeler