• Sonuç bulunamadı

C. Kuşakların Sınıflandırılması

2. Baby Boomer-Bebek Patlaması Kuşağı (1946-1964)

1946-1964 yılları arasında, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra doğmuş olan kuşaktır. Bu kuşağa verilen “baby boomer-bebek patlaması” ismi Amerika’da 1946- 1964 yılları arasında doğum oranlarındaki yükselişten gelmekte, (Strauss ve Howe, 1991: 470; Stillmann ve Stillmann, 2018: 15) kuşak ismi, “love generation-aşk kuşağı” “me generation-ben kuşağı” ve “sandwich generation-sandviç kuşağı” gibi farklı isimlerle de bilinmektedir (Williams ve Page, 2011: 4).

Kuşağı tarif etmede kullanılan “baby boomer” kavramı her ne kadar Amerika kaynaklı olsa da Türkiye için de uygun gözükmektedir. Zira bu dönemde Amerika nüfusundaki artış hızının benzeri Türkiye’de de gözlemlenmektedir (Kuran, 2018: 60). Günümüzün 56-74 yaş aralığındaki bireylerin oluşturduğu Baby boomer kuşağının Türkiye 2019 nüfus verileri incelendiğinde Türkiye nüfusunun yaklaşık 12,5 milyonu

21 Dönemin İngiltere Başbakanı Winston Churchill (1874-1965) 14 Temmuz 1945’te ABD Başkanı Harry S. Truman (1884-1972) ve SSCB Başkanı Josef Stalin (1878-1953) ile katıldığı Postdam Konferansı’nda ABD’li savaş bakanının yapılan atom bombası denemesinin başarılı olduğunu kendisine verilen şifreli mesajda, “bebekler başarılı şekilde doğdular” şeklinde belirtmiştir (Churchill, 1953: 551-552). Baby boomer kuşağının da ilk doğum yılının 1945 olması dikkat çekicidir.

65

bu kuşaktan oluşmaktadır ve toplam nüfusa oranı ise yaklaşık %15 olarak gözükmektedir (URL-7).

İkinci Dünya Savaşı, savaşa katılan ülkelerin yanı sıra savaşla doğrudan ilişkisi olmayan birçok ülkeyi de etkilemiştir ancak ekonomik ve fiziki tahribat yüzünden en çok etkilenen kıta Avrupa olmuştur. Avrupa’da tarafsızlığını koruyan İsveç ve İsviçre dışında tüm ülkeler problemler yaşamış, savaşta tarafsız bir diğer ülke İspanya iç savaş (1936-1939) yüzünden ekonomisinde kısa sürede onarılamayacak problemlerle karşı karşıya kalmıştır. Savaşta on dört milyon Avrupalı, yirmi milyon SSCB yurttaşı hayatını kaybetmiştir. ABD ve SSCB savaşın iki galibi olarak çıkmış, iki devlet askeri güç olarak 1945 yılında Avrupalı ülkelere göre açık bir üstünlüğe sahip olmuştur. Galip gelen diğer devletler ise bu dönemde yalnızca ayakta kalmaya çalışmışlardır. ABD ve SSCB arasındaki hâkim güç olma yarışı İkinci Dünya Savaşı itibariyle başlamış ve 1991 yılında SSCB’nin dağılmasına kadar devam etmiştir. İki ülkenin bu mücadelesi “cold war-soğuk savaş” olarak nitelendirilmiştir (Roberts, 2015: 679-680). İki ülke arasındaki mücadeleye dayanan yılların bu dönemde yaşayan bireyler ve toplumlar üzerinde psikolojik, sosyolojik önemli etkileri olmuştur. Soğuk savaş dönemini Mısır doğumlu Marksist tarihçi Eric Hobsbawm (1917-2012) şu şekilde açıklamaktadır: “bütün kuşaklar her an patlak vereceğine ve insanlığı tahrip edeceğine geniş çapta inanılan küresel nükleer savaşların gölgesi altında yetiştiler” (Hobsbawm, 2018: 302).

İkinci Dünya Savaşı’nın önemli sonuçlarından biri de Almanya’nın Batı ve Doğu olarak ikiye bölünmesidir. 1949 yılında Batı Almanya Federal Cumhuriyet, Doğu Almanya Alman Demokratik Cumhuriyet olmuş, 1955 yılında ise tam bağımsız hale gelmişlerdir. Bu dönemde Federal Almanya, Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO) üyesi olarak batılı ülkelerce desteklenmiş; Doğu Almanya Varşova Paktı’nı imzalayarak sosyalist ülkelerle dayanışma içine girmiştir (Woodruf, 2006: 352).

Asya ve Afrika devletlerinin katılımıyla 18-24 Nisan 1955 tarihlerinde yapılan Bandung Konferansı, “baby boomer” kuşağının yolunu açan önemli gelişmelerden bir diğeri olarak kabul edilmektedir. Batılı devletlerin Asya ve Afrika’daki sömürgeleri İkinci Dünya Savaşı sonrasını takip eden süreçte bağımsızlıklarını ilan etmeye başlamışlar, bu durum sömürge imparatorluklarının yıkılmasını ve yeni ülkelerin kurulmasını getirmiştir. Bağımsızlıklarını ilan eden yeni devletler, ABD öncülüğünde Batı bloku, SSCB’nin öncülüğünde Doğu bloğuna alternatif olarak küresel düzlemde

66

üçüncü bir blok oluşturmuşlardır. Blokta yer alan devletler, her ne kadar bağımsızlıklarını kazanmış olsalar da ekonomik olarak tek başlarına var olamayacaklarının bilincinde olmuşlardır. Bu devletler daha önce yaşadıkları olumsuz deneyimlerden dolayı batı bloğuna dahil olmamışlar, doğu bloğuna ise batı bloğunu karşılarına almak istememeleri ya da doğu bloğunun kontrol altına girebilecekleri düşüncesiyle katılmamışlardır. Her iki taraftan da ekonomik yardım alma düşüncesiyle tarafsız bir yol tercih etmişlerdir. Bu düşünceler neticesinde tarafsızlığın öncülüğünü Hindistan ve Mısır’ın girişimleriyle, aralarında Türkiye’nin de dahil olduğu, yirmi dört ülke Bandung Konferansı’nı düzenlemiştir. Düzenlenen konferans tam bir örgütlenme sağlayamamış olsa da eski sömürge olan yeni bağımsız ülkelerin dayanışmalarında başat bir rol oynamıştır. Takip eden yıllarda Asya-Afrika devletlerinin ikinci konferansı 26 Aralık 1957 yılında Mısır Kahire’de, sekiz Afrika devletinin katıldığı 15 Nisan 1958’de Gana’nın başkenti Accra’da Birinci Accra Konferansı ve 6-13 Aralık 1958’de İkinci Accra Konferansı, 1-6 Eylül’de Sırbistan’da Belgrad Konferansı, 8 Eylül 1970’te Zambiya Konferansı yapılmış ve bu konferanslar çeşitlenerek devam ettirilmiştir. Böylelikle iki bloklu dünya üçüncü bir bloğun var olmasıyla adını duyurmaya başlamış, özellikle 1950’lerden sonra dünya siyaset arenasında varlığını hissettirmiştir (Uçarol, 1995: 679-680).

Amerikalı sosyolog David Riesman’a (1909-2002) göre bireyler ve toplumlar uyumluluk odaklı sosyal karakterleri dahilinde var olmaktadır. Daha çok Endüstri Devrimi öncesi olmak üzere, geleneksel yaşam tarzları, uyumlu sosyal karaktere sahip birey ve toplumları tanımlamaktadır. Rönesans, Reform, Endüstri Devrimi ve Fransız İhtilali gibi politik devrimler dahil olmak üzere tarihsel olarak yaşanmış tüm devrimler toplumları birbirlerine uyumlu oldukları kırsal yerleşimli geleneksel yaşamlarından alarak karmaşık kentlere doğru koparmıştır. Ancak bu devrimler, üretim çağından tüketim çağına geçişte tüketimin büyük bir yükseliş gösterdiği yirminci yüzyılın ikinci yarısı itibariyle ise bir dizi sosyal gelişmeyle ilişkilendirilebilecek, Amerika gibi batılı ülkelerde, farklı bir devrimle devam etmektedir (Riesman vd., 2001: 6). Teknik gelişmelerin yaşanması, özellikle 1950’ler itibariyle televizyonun temel tüketim mallarından biri halini alması, tüketim alışkanlıklarının yönlendirilmesinde, siyasal, toplumsal ve ekonomik gelişmelerin öğrenilmesinde ve bunlara reaksiyon verilmesinde anahtar rol oynamıştır.

67

Baby boomer kuşağı iletişim teknolojilerinde yaşanan gelişmelere tanık olmuştur. Bu kuşağın doğmuş olduğu 1950’li yıllardaki en etkili iletişim aracı televizyondur. Nitekim, bu kuşaktan herhangi bir bireye en büyük icadın ne olduğu sorulduğunda cevap kuşkusuz televizyon olarak verilecektir. Bu yıllarda satılan televizyon sayısı giderek artış göstermiştir. 1952 22 yılında ABD’de dört milyon evde

bulunan televizyon sayısı 1960’a gelindiğinde elli milyonu bulmuştur (Lancaster ve Stillman, 2005: 21). 1955-1975 yılları arası yaşanan Vietnam Savaşı’na karşı, yurttaşlık hakları hareketleri gibi, dünyada ses getiren eylemler yapıldığında milyonlarca kişi eylemleri televizyondan izleme olanağı bulmuştur (Tapscott, 2008: 14). Dolayısıyla televizyonun baby boomer kuşağının siyasal, sosyal ve kültürel eğilimlerini etkilemede önemli bir rol oynadığı söylenebilmektedir (Kundanis, 2003: 37-38).

Türkiye tarihinde sessiz kuşağın doğmuş olduğu 1927-1945 yılları cumhuriyetin kurulduğu, devrimlerin yapıldığı ve tek partili sistemin var olduğu yıllardır. Türkiye İkinci Dünya Savaşı’na katılmamış olsa da temel malların temini ve her an savaşa girme korkusu gibi problemlerle karşı karşıya kalmış, bu durum muhalif seslerin yükselmeye başlamasına, ardından çok partili döneme geçilmesine vesile olmuştur. 1945 yılı baby boomer kuşağının doğum tarihi sınıflandırmasındaki ilk yıla ve çok partili hayata geçişe denk gelmektedir. CHP’nin ardından kurulan ilk parti Milli Kalkınma Partisi’dir (MKP). 18 Temmuz 1945 tarihinde kurulan partinin başkanı İstanbul’un zengin sanayicilerinden Nuri Demirağ (1886-1957) olmuştur. MKP ayrıntılı bir parti programına sahip olmasa da kuruluşu muhalif seslere kulak verilmesi ve demokratikleşme yolunda atılan bir adım olarak görülebilmektedir. Çok partili dönemin ikinci hareketi Demokrat Parti (DP) olmuştur. Celal Bayar başkanlığında 7 Ocak 1946’da kurulan parti, bir halk hareketi olarak değil, meclis içinde muhalif seslerden meydana gelmiştir. DP kuruluşundan yaklaşık 6,5 ay sonra seçimlere katılmıştır. 21 Temmuz 1946’da yapılan seçimde CHP 397 milletvekili DP 61 milletvekili alarak Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk çok partili seçimi yapılmıştır (Karpat, 2010: 236-239; Teziç, 1976: 29; URL-8).

22 1952 ABD başkanlık seçimleri, televizyonun ilk defa seçmenleri etkilemek için kullanıldığı ve cumhuriyetçi aday Dwight David Eisenhower’ın (1890-1969) seçimi kazanmasında etkisinin olduğu düşünülen kampanya süreci olmuştur (Topuz, 1991: 56-60; Sadakaoğlu ve Korkmaz, 2020: 37).

68

ABD İkinci Dünya Savaşı sonrası SSCB ile girdiği soğuk savaş döneminde üstünlüğü elde etmek adına birtakım girişimlerde bulunmuştur.12 Mart 1947 yılında ABD Başkanı Truman SSCB tehlikesinden Türkiye ve Yunanistan’ı koruman adına kendi ismiyle yayınlanan (Truman Doktrini) bir siyasal doktrin geliştirmiş, aynı yıl Türkiye ile ABD arasında askeri yardım antlaşması yapılmıştır. 1948 yılında ise “Marshall Planı” isminde duyurulan, içinde Türkiye’nin de bulunduğu Avrupalı devletleri kapsayan ekonomik yardım planı oluşturulmuştur. Bu planla amaçlanan; Avrupalı devletlerin savaş sonrası toparlanmalarına yardımcı olmak, komünizme neden olan yoksulluğu kaldırmak ve ABD sanayi için ihracat pazarlarının korunmasını sağlamaktır (Leffler, 2005: 28; Zürcher, 2000: 304; Akşin, 1997: 111). Ancak, Türkiye’nin bu dönemde yaklaşık 100 milyon dolar dış ticaret fazlası vermesine, dolayısıyla ekonomik bir yardıma ihtiyacı olmamasına rağmen neden böyle bir yardımı kabul ettiği ise tam olarak anlaşılamamıştır (Boratav, 2005: 99).

Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihte yaşadığı üç askeri darbeden birincisi 27 Mayıs 1960 yılında, DP’nin 1950 yılında kazandığı seçimlerden on yıl sonra gerçekleştirilmiştir. DP’nin seçimi kazandığı 1950 ve darbeye giden süreçte ekonomiye ayrılan bütçeden payın çoğunluğu tarıma ayrılmıştır. Diğer yandan kalkınma planlarının bütünlüklü bir plan içerisinde yapılmaması ve dış borçlar dengesinin sağlanamaması ekonomik tıkanıklığa sebep olmuştur. Toplumdan yükselen seslerle birlikte muhalif seslerin şiddetlenmesi ve DP’nin yönetimi doğru şekilde sağlayamaması, baskılara son çare olarak ordunun müdahalesiyle cumhuriyetin kuruluşundan sonraki ilk darbe yapılmış ve DP dönemi sona ermiştir (Yücekök, 1984: 112).

Benzer Belgeler