Tarih ve edebiyat farklı bilim dalları olarak ayrılmasına rağmen, tarihi roman ile birlikte ortak bir noktada buluşmuşlardır. Böylece her iki bilim dalının verilerinin ortaya konmasıyla, önemli bilgiler içeren bir tür olan tarihi roman ortaya çıkmıştır.
Günümüzde çok tartışılan ve aynı zamanda çok popüler olan tarihi romanlar insanları peşinden sürüklemede ve meraklarını gidermede önemli bir rol oynamaktır. Yayınevlerinin son yıllardaki satış rakamları incelendiğinde en çok tarihi roman türünün satıldığı ve takip edildiği görülmektedir. Bu da bu tür eserlerin daha dikkatli ve titiz bir şekilde oluşturulmasını gerekli kılmaktadır.
2005 yılının Nisan ayında yayınlanan “Şu Çılgın Türkler'' adlı tarihi roman türündeki eserin 375. baskıya ulaştığı ve yaklaşık 1 milyon sattığı göz önüne alınırsa bir tarihi roman türündeki eserin milyonları etkilediği gerçeği ile karşılaşmış olunur. Bu rakamlar ve veriler bile tarihi romanların önemini ortaya koyup göstermeye yetmektedir.
Gelişimini tamamlamış olması tarihsel koşullara bağlılığı ve yazarın özgürlüğü sebebiyle tarihi romanların birçok tanımı yapılmıştır. Tarihi romanlar tanımlarına bir göz atılacak olursa; tarihi roman başlangıç ve sonucu geçmiş zaman içinde gerçekleşmiş olan hadiselerin, devirlerin ve bu devirlerde yasamış olan insanların hikâyelerinin edebi ölçüler içerisinde yeniden inşa edilmesidir (Argunşah, 2002:444).
Tural’a (1991:231) göre; “Yazarı tarafından gözlenememiş bir devri, tarihi hakikatlere sadık kalarak anlatan romanlara tarihi roman adı verilir”.
“Tarih kurulmuş dünya; romansa, kurgulanan dünyadır. Bunun için romanın tarihin paltosundan istifade etmesi kadar doğal bir şey olamaz. “Fert için hâfıza ve şuuraltı ne ise, cemiyetler için târih ile menkıbe ve destan odur. İnsanın şuuraltı ve hâfızası, yaşı ile doğru orantılıdır. Cemiyetin şuuraltını ifade eden menkıbe ve destan ile, hâfızası demek olan târih de, yine, yaşının verdiği bir hak ve zenginliktir” (Tural, 1991:192).
Hawthorn’a göre tarihi romanlar:
“Tanımlanmış bir tarihi çevre içinde karakterler ve olayların içerdiği roman türüne tarihi roman adı verilir. Hem tarihi, hem de itibari karakterleri ihtiva edebilir. Tarihi romanları diğerlerinden (tarih içinde)seçilmiş bir mekânın görünüş, kurumlar, binalar ve tavırların kabul edilebilir tarifleri ayırır. Bu romanlar genellikle tarihi gerçeklerin özünü nakletmeye çalışırlar” (Yalçın, 2000:233).
Gray’e göre ise tarihi romanlar:
“Tarih içindeki bir zaman dilimindeki bir mekânda geçen romandır. Tarihi bir yer ve olaylara bağlı olaylarla durumu tarif eder. Şahıslar gerçek ve itibari olarak görülebildiği gibi karakterler de görülebilir. 19. ve 20. yüzyılın en popüler türüdür” (Yalçın, 2000:234)
Boynukara (1993:228) ise tarihî romanı söyle tanımlar; yazıldığı zamanla ilişkili olarak, ‘tarihî’ olan bir zaman kesiti içerisine yerleştirilmiş romanlara verilen addır. Anlatımda geçmiş zaman kipi kullanılabileceği gibi, anlatım, eserin geçmişte veya arada bir zamanda yazıldığını ima edecek tarzda, bir başka zaman kipine de dayanabilir. Konusu hem toplumsal, hem de bireysel olabilir. Kahraman ya geçmişte yaşamış gerçek veya geçmiş olayları yaşamış kurgusal bir kişi olabilir.
Tarihi romanlarla ilgili olarak bu tanımda çok dikkat çekicidir.”Hiç kuşkusuz tarihi roman, bir tarihi kanıt veya belge değildir. Zaten bir edebi tür olarak tarihi romanın böyle bir iddiası yoktur. Romanın yazarı geçmişte yaşanan olayları işlerken, onların kahramanlarına edebi kaygılarla farklı bir karakter verebilir, cazip hale getirmek için metni abartılmış aşk ve nefret, erdem ve erdemsizlik, bilgelik ve cehalet ile yiğitlik ve korkaklık gibi motiflerle süsleyebilir. Bununla beraber yine biraz abartılı olsa da, olayların cereyan ettiği dönemin sosyal, kültürel ekonomik ve siyasi koşulları hakkında önemli ipuçları verebilir” (Öztürk ve Otluoğlu, 2003:127).
Özön (1985:25) ise tarihî romanı şu şekilde tanımlar:
Geçmiş yıllarda oluyormuş gibi birtakım olaylar icat etmek, bu olaylara çerçeve olarak bir çağın olaylarını ve yaşayışını vererek, hayâlî kahramanlara gerçek süsü vermek, böylelikle tarih ve romanın ayrı ayrı uyandıracağı ilgiyi sağlamak demek olan tarihî roman, romantizmin meydana getirip usul, kural ve geleneğini kurduğu bir çeşittir.
Sonuç olarak tarihi romanlarla ilgili birçok tanımdan çıkarılabilecek ortak noktalar şunlar olmuştur:
• Tarihi gerçeklik ile birlikte edebi havanın duygusunu taşır,
• Anlatılan dönemin sosyal- ekonomik- siyasi- kültürel ve dini yapısına ilişkin bilgiler içerir,
• Geçmişteki olaylardan yola çıkarak geleceğe yönelik dersler verir,
• Yazıldığı dönemin karakterlerini tanıtır ve bu karakterlerle ilgili gerçekçi veya abartılı veriler sunar,
• Tarihi olay veya kişilerle ilgili bilinmeyen özellikleri taşır ve anlatır.
Tarihi romanların tarihsel gelişimine bakıldığında ise ilk örneklerinin Avrupa’da verildiği görülmektedir.
Ülkemizde ise ilk olarak Tanzimat döneminde bu türde eserlerin verildiği görülmektedir.
Tarihi romanın kurucusu olarak kabul edilen kişi 1771–1832 yılları arasında yaşayan İskoçyalı Sir Walter Scott’tur. “Vaverley” adlı eseri bu alanda ilk olarak kabul görmektedir. Scott’un romanlarının önemli bir bölümü İskoçya’nın tarihine ait konuları
işler. O’nu tarihi roman türünün kurucusu yapan İskoçya ile ilgili zengin tarih kültürü, romanlarının konusunu kısa zamanda İskoçya ve İngiltere’nin dışına çıkarmıştır. Romanlarının kısa sürede bütün Avrupalı yazarları etkisi altına aldığını, 1822 yılından itibaren bütün romanlarının Fransızcaya çevrildiğini ve beğenilerek okunduğunu söyleyebiliriz (Yalçın, 2000:236).
İngiltere’de Charles Dickens’in (1812-1870) yazdığı Fransız Devrimi’ni konu alan “İki Şehrin Hikâyesi” ve William M. Thackeray’nin (1811-1863) yazdığı 18. yüzyıl İngiltere’sine dair “Henry Esmond” adlı romanları bu türün örnekleridir. Almanya’da bu türe örnek olarak Goethe’nin (1749-1829) yazdığı, bir kahramanın yaşamın anlatan “Wilhelm Meister” de eğitim tarih anlayışı uyum içindedir. Rusya’da tarih ve roman ilişkisini Alexandre Puşkin (1799-1837) başlatmıştır. Bu ilişkiyle alakalı olarak “Yüzbaşının Kızı”nı yazmıştır. Nicola Gogol’un bir Kazak ailesinin mücadelelerin yazdığı “Taras Bulba”sı (1935) bu türün başarılı örneklerindendir (Öztürk, 2002:31).
Türkiye’de, Battal Gazi’nin hikâyeleri, Malkoçoğlu ve halkın anlayabileceği şekilde yazılmış anonim Tevârih-i Âli Osman’lar olmakla birlikte, Tanzimat döneminde bir yandan yerli tarihi roman yazma çabalarına, bir yandan da çeviri faaliyetlerine rastlamaktayız (Ata, 2000:162).
Türkiye’de tarihi roman yazıcılığının kökleri de Tanzimat’a kadar inmektedir. Bu türdeki ilk eser, Ahmet Mithat’ın “Yeniçeriler” idir (1872). Sonraki yıllarda, Ziya Gökalp, Ömer Seyfettin, Abdülhak Hâmit, Müftüoğlu Ahmet Hikmet gibi yazarlar konusunu tarihten alan eserler kaleme almıştır (Öztürk ve Otluoğlu, 2003:128).
Ülkemizde özgül anlamıyla tarihi roman denemeleri aşağı yukarı romanın başlangıcıyla çakışır. Bu konuda akla ilk gelen isim, Namık Kemal’dir. Namık Kemal Cezmi (1880) isimli romanında Osmanlı Türk tarihine eğilmiştir. Cezmi’nin şahsında XVI. yüzyılda bir sipahi oğlunu tablolaştıran yazar, kendine göre “Türk Değerleri”ni de betimlemiştir (Timur, 1991:197).
Cumhuriyetin ilk yıllarından başlamak üzere tarihin çeşitli dönemlerini anlatan edebi eserlerin sayısısın artışına paralel olarak tarihi roman yazan yazar sayısında da önemli bir artış göstermektedir. Bu yazarlarından birkaçı şunlardır: M.Turhan Tan, Ahmet Refik Altınay, İskender Fahrettin, Abdullah Ziya Kozanoğlu, Feridun Fazıl Tübentçi, Reşad Ekrem Koçu, Nizamettin Nazif, Ragıp Şevki, Oğuz Özdeş, Suzan Sözen, Sami Karagöz, H.Nihal Atsız, Kemal Tahir, Tarık Buğra, Mustafa Necati Sepetçioğlu, Yavuz Bahadıroğlu, Bahaddin Özkişi, Safiye Erol, Durali Yılmaz önemli belli başlı tarihi roman yazarlarıdır ( Şirin, 2000:171,172 ).
Son gelinen noktada ise tarihi romanın popülerliğiyle birlikte çok sayıda tarihi roman yazarı da ortaya çıkmıştır. Bu da tarihi romanların çekiciliğini kaybetmeden, daha da güçlenerek devam ettiğini gösterir.