• Sonuç bulunamadı

Tarih, dini değerler ve kutsal’a atfedilen olumsuzluklar

II. BÖLÜM

2. TEVFİK FİKRET’İN ŞİİRLERİNDE İNANÇ KRİZİ

2.2. Tevfik Fikret’in şiirlerinde inanç krizi

2.2.2. Dini değerlere duyulan güvensizlik

2.2.2.1. Tarih-i kadîm

2.2.2.1.2. Tarih, dini değerler ve kutsal’a atfedilen olumsuzluklar

Tevfik Fikret, şiirin ilk anlam bölgesinde mazideki hatıraları bir heyûlânın ağzından dile getirir ve bunları nakletme işlemini şiirin ikinci anlam bölgesinde gerçekleştirir. Hep felâket, hep elem yığıntıları ifadesinden sonra başlayan bu kısımda şairin inanç bunalımının ve güvensizliğinin iyice arttığı fark edilmektedir. Bu kısımda

doğrudan doğruya tarih ve muhtevası, din ve çerçevesi olumsuz bir söylem altında bırakılmıştır.

Ne zaman geçse bir ketîbe-i şân, Dâima reh-güzâra hûn-efşân Bir bulut sâye-bâr olur; mutlak Başta, en başta kanlı bir bayrak, Onu bir kanlı tâc eder ta’kib, (…)

Sonra artık alay alay üserâ… Mutlaka bir muzaffer, on mağlûb; Çiğneyen haklı, çiğnenen ma’yûb; (…)

Bir hakikat; hakikat-ı zincir, Bir belâgât; belâgât-ı şemşîr; (…)

En celî hikmet; ezmeyen ezilir; Her şeref yapma, her saadet pîç; Her şeyin ibtidâsı âhiri hîç; Din şehîd ister, âsümân kurbân; Her zaman her tarafta kan, kan, kan!... (…)

Kahramanlık,… Esâsı kan, vahşet; Beldeler çiğne, ordular mahvet; Kes, kopar, sürükle, ez, yak, yık;

Ne “aman” bil, ne “âh” işit, ne “yazık”; Geçtiğin yer ölüm, elem dolsun;

Ne ekinden eser, ne ot, ne yosun; Sönsün evler, sürünsün aileler; Kalmasın hırpalanmadık bir yer (…)

Boğulun… İşte en güzel müjde. Bu tasavvur dühûr-ı âtiyeye; İşte hürriyet-i hakîkiyye: Ne muhârib ne harb ü istilâ;

Ne tasallut, ne saltanat ne şekâ, Ne şikâyet, ne zulm ü istibdâd;

Ben ben’im, sen de sen; ne rab, ne ibâd! (…)

Bunu kimden fakat ümîd edelim, Bu azîm inkılâb-ı hilkati kim,

Hangi kuvvet taahhüd eyleyecek? (640-642)

Tarih-i Kadîm şiirinin iskeletini oluşturan yukarıdaki kısım şiirin ikinci anlam

bölgesini oluşturmaktadır. Bu anlam bölgesinin muhtevasında, bir önceki kısımda sözü edilen heyûlânın anlattıkları ağır basmaktadır. Şair buraya tarih boyu çekilen sıkıntı ve acıları, yaşanan savaşlar ve zulümleri, bir köşede yitip giden ismi unutulan insanları hatırlatır. Aslında bu yönüyle bakıldığında şiirin herhangi bir aşırılığa kaçtığı çok da söylenemez. Ancak şairin asıl kriz yaşadığı ve şiirde tartışma konusu olan aşırılık tüm bunların bağlamı ve kaynağı olarak gösterilenlerdir. Şair bu bölümün önemli bir kısmında insanlığın savaşlar ve diğer kavgalar neticesindeki kayıplarından ve acılarından söz eder. Bunları bir dram niteliğinde ortaya koyan şair, kahramanlık adı altında yapılanların esasının kan ve vahşet olduğunu ileri sürer. Şair içinde bulunduğu inanç krizini özetleyen bir ifade de kullanır: Her şeyin ibtidâsı âhiri hîç. Bu ifade şairin ümit yoksunu haline geldiğinin bir işareti olarak da düşünülebilir.

Şair, şiirin bu kısmında din olgusunu açık ve net bir şekilde eleştirirken, dinin kandan beslendiğini açık bir dille ifade eder: Din şehîd ister, âsümân kurbân; Her

zaman her tarafta kan, kan, kan!... Şairin bu ifadelerden anlaşıldığı kadarıyla din ve

onun tesis edicisi olan Yaratıcıya karşı olan duruşu olumsuz bir bakış açısına sahiptir. Şair, şiirin bu bölümündeki başka bir yerde Ey cihân-gîr, utan şu makbereden!, devril,

ey köhne taht-ı istiklâl, zîr-i kahrında inliyor ensâl, parçalan; ey şikeste-fer iklîl

ifadeleri ile tıpkı Sis şiirinde olduğu gibi muhatabına hakaret eden bir üsluba bürünür. Şair burada sözünü ettiği insanlığın dayanaklarından (tarih, din, diğer kutsallar) intikam almak ve onlardan kurtulmak istercesine bir dille konuşmaktadır.

Şair ikinci bölümün sonlarına doğru bütün çekilen sıkıntıları Rabb’e bağlayarak

inanç krizinin çekirdeğini ortaya koyar. Buna göre şairin yaşadığı krizin Nietzsche’nin

ifade ettiği Tanrı’nın Ölümü’ne çok yaklaştığını ifade etmek mümkündür. Şairin Yaratıcının ve Yaratıcıya itaat edenlerin olmamasını istemesi de bu kapsamdadır. Şaire göre Yaratıcının ve ona ibadet edenlerin (ibâd) olmaması durumunda saltanat, şekva ve zulüm ortadan kalkacaktır. Çünkü bunların kaynağı şaire göre Yaratıcının tasallut ve

saltanatından ileri gelmektedir. Şair bu hissiyatını bir müjde şeklinde gelecek nesillere aktarmak emelinde olduğunu şu ifadelerle dile getiriyor: İşte en güzel müjde. / Bu

tasavvur dühûr-ı âtiyeye; / İşte hürriyet-i hakîkiyye Daha sonra bu müjdesini kendince

süsleyen şair bir ilah olmadan yaşanacak evrenin sistematiğini belirlemektedir. Şairin kurduğu düzene göre gelecek nesillere iletilen müjdenin muhtevasında insanın kendine göre ve kendiliğinden yaşadığı bir sistem ile Yaratıcının da devre dışı bırakılarak kendine göre kaldığı bir yapıdan söz edilmektedir. Fikret’in bu noktada Rabb fikrine karşı duruşu ve bu husustaki sivriliği çok noktalardan eleştirilere hedef olmuş ve tartışılmıştır. Şairin insanın ve Rabb’in birbirinden ayrılması fikrine dikkat çektiği ifadesi ben benim sen sen ibaresidir. İlahi çözümün çözümsüzlük olduğuna inanan ve zikrettiği tüm olumsuzlukları İlâhi irâdeye bağlayan şairin çözümü, insan merkezli ve ilâhi irâdeyi dışarıda bırakan bir yoldur. Buna göre insana yaratıcı karşısında bir pâye verilmekte ve ben benim sen sen şeklindeki ifade ile bu durum desteklenmektedir.

Şiirin söz konusu anlam bölgesinin sonunda şair gerçekleşmesini arzu ettiği kendi tabirince bu azim inkılâb-ı hilkati kimin yine kendi ifadesi ile hangi kuvvetin

taahhüd edeceğini sorgulamaktadır. Bu noktada tereddütler yaşayan şair, sahib-i kâinat… Evet, gerçek ifadesiyle şiirin son anlam bölgesini oluşturan ve Allah’a isnâd

edilen olumsuz tabirlerin yer aldığı üçüncü bölgeye geçmektedir.